Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@caylakokuryt

2. BÖLÜM

 

Gözlerimi araladığımda sırtıma keskin bir acı saplandı. Tavanla aramızda en az beş metre vardı. Sırtımı tutarak yattığım yerden doğruldum. Etrafta en az kırk tane yatak vardı. Çoğu kişi bu sert yataklarda yatıyordu. Bir kaçı ise benim gibi etrafı inceliyordu. Yataklar metalden yapılmış ve sadece yatağın üstünde peyaz bir pike vardı. Sırtım tutulmuş olmalı ki kıpırdayamıyordum. Ellerimi sırtımdan çektiğimde üstümde kırmızı bir takım gördüm. Göğüs kısmımda 50 yazıyordu. Beyaz kırmızı olan kıyafetlerim üstüme tam olmuştu. Herkesin üstünde bu kıyafetlerden vardı. Sağ tarafımdaki yatakta olan çocuğun kıyafetinde ise 38 yazıyordu. Burası neresi? Bu sayılar ne anlama geliyor?

 

Gözlerim Yağmur’u aradı. Sol tarafımdaki sarı saçlı kızın yanındaki yatakta yatıyordu. Hala baygın olduğunu gördüğümde yataktan ayaklarımı sarkıttım. Ayaklarım da beyaz çoraplar vardı.

 

Ayağa kalkıp gözlerimi kısarak etrafa bakmaya başladım. Yatakların bittiği kısımda büyük bir metal kapı vardı. Kapının kenarlarında bir sürü siyah giyimli adamlar vardı. Benim yatağımın sağındaki yatağın yanında yeşil gözlü çocuğu gördüm. Korumaların yanında duruyordu ama o siyah giyinmemişti. Elinde MP5 vardı.

 

 

Ona baktığımı hissetmiş olacakki bana dönüp gözlerini gözlerime kilitledi. Yüzünü incelemeye başladım. Yeşil gözleri çok güzel duruyordu. Turuncu saçlarını arkaya doğru taranmıştı. Üstünde yeşil bir tişört ve siyah pantolon giymişti. Boynundaki çiçekli dövmelerinin ortasında kelebekler vardı.

Tahminen benim yaşlarımdaydı. Yeşil gözlü çocuk bana bakmaya devam ederken gözlerimi ondan çekip Yağmur’un yatağına doğru yürümeye başladım.

 

Yağmur’un yatağının yanına geldiğimde hala baygın bir şekilde yatıyordu. Yağmur’un kıyafetinde de 32 yazıyordu. Bu sayıların bir anlamalı olamalı. Buradan çıkış bulmak için kapının olduğu kısıma döndüm. Yeşil gözlü çocuk hala bana bakıyordu ama ben ona bakmadım. Ne bakıp duruyor ya!

 

Buradan nasıl kaçacağımız hakkında hiç bir fikrim yoktu. Korumaların hepsinin elinde silahlar vardı. Onları geçmek için elimizde ne silah ne de kendimizi koruyabilecek bir şey vardı. Neden bizi kaçırdıklarını da anlamış değildim. Yağmur’u ayıltmak için yüzüne hafif tokatlar atmaya başladım. Ben ondan sonra bayılmama rağmen uyanmıştım ama Yağmur hala uyanmıyordu. Yağmur’u uyandırmaktan vazgeçip yatağıma doğru yürümeye başladım. Bu yeşil gözlü çocuk neden hala bana bakıyor?

 

Yatağımın sağ tarafında yatan siyah saçlı çocuğun yanına gittim. Çocuk bana dönünce “Nerede olduğumuz hakkın da bir fikrin var mı?” diye sordum. Çocuk da nerede olduğumuz bilmiyor olmalı ki kısa olan sakallarını kaşımaya başladı. Çocuğun mavi gözleri ve siyah saçları inanılmaz uyumlu gözüküyordu. “Hiç bir fikrim yok.” Tuttuğum nefesimi sesli bir şekilde verip bana bakan yeşil gözlü çocuğun yanına gittim. Bana bakmaya devam eden çocuğa sinirle, “Bizden ne istiyorsunuz ve burası neresi?” Yeşil gözlü çocuk sırıtarak, “Neden böyle bir soru soruyorsun?” Gözlerimi kısarak yüzüne bakmaya devam ederken, “Para mı istiyorsunuz?” diye sordum.

 

Yeşil gözlü çocuğun bir anda yüzü ciddileşip bana doğru eğildi. Kulağıma, “Ben sadece çalışanım. Tunç Bey ne istiyor bilmiyorum ve buralarda bir sorun çıkartırsan bir saniye bile durmadan seni vururlar.” diye fısıldadı. Tunç mu? Şu ruh hastası olan Tunç mu? Bir ara her yeri kan gölüne çevirmiş ve ardından kaybolmuştu. Sertçe yutkunup yatağıma geçtim. Solum da yatan sarı saçlı kızın ayağa kalktığını görünce onu izlemeye başladım. Mavi gözleri etrafta geziniyordu. Silahlı adamları görünce yutkunup yatağına oturdu. Yanında ki yatakta yatan Yağmur’u gördü ve ardından bana baktı. Beni görünce yerinde sıçradı.

 

“Seni korkutacak kadar korkunç mu görünüyorum?” diye sordum.

 

 

 

Kız gülümseyerek elini bana uzattı. “Ah, hayır. Bir an boşluğuma geldi. Ben Beliz.” Eline bakıp bende elimi onu uzattım. “Aslı.” Elimi çekip yatağımın duvar kısmına doğru emekledim ve sırtımı yasladım. Bir yastık koysaydınız bari. Yatağımın kıpırdamasıyla Beliz yatak ucuma bağdaş kurup oturmuştu. Ben ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken ona ters ters bakıyordum. Bakışlarım ona bir şey ifade etmemiş olacakki gülümsemeye devam ediyordu. “Burası neresi? Neden buradayız? Burası fazla ürkünç gözüküyor. Evet, her yer beyaz ama bence atmosferi bile korkunç. Özellikle yatağımın yanındakinin yanındakinin yanındaki iki adam çok korkunç gözüküyorlar.” Eliyle sağ tarafımdaki yatakta oturan siyah saçlı çocuğu işaret edip konuşmasına devam etti.

 

“Bu çocuk çok yakışıklıymış. Neden korumaların elinde silah var? Ve turuncu saçlı çocuk hariç hepsi neden siyah giyiniyor? Bide bizim niye kıyafetlerimiz aynı. Seninkinde 50 benimkinde 40 yazıyor. Bunların anlamı ne? Buradan çıkabilecek miyiz? Burası da neresi? Ay, pardon. Galiba bu soruyu sormuştum.”

 

“Hadi ama dakikada kaç kelime kullandı bu?” Sağımdaki oturan siyah saçlı çocuğa dönüp sorusunu cevapladım.

 

“Bir dakika otuz beş saniye de 70 kelime.” Cevabım ikisinide afallatmıştı. Ağzı açık kalan Beliz kendi eliyle çenesinden tutup ağzını kapattı.

 

“Bunu ne ara hesapladın?”

 

Arkadan gelen sesle hepimiz oraya döndük. Mavi gözü ve sarı saçları vardı. Saçının önünde bir tutam maviye boyanmıştı. Mavi tutam kemikli yüzüne ayrı bir hava katıyordu. Çocuğa baktıkca tebbessüm ettiğimi fark ettim. Hemen ona bakmayı kestim. Ben az önce ne yapmıştım? Hiç bir zaman birine bakıp ona hisler besleyen biri olmamıştım ama bu çocuğun farklı bir enerjisi vardı. En iyisi bir daha ona bakmamaktı. Çocuğa cevap vermediğim için yanıma geldi. Çocuk tek başına değildi. Yanında bir çocuk daha vardı. Onun da mavi gözleri vardı. Kahverengi saçlarının yanı başına kirli sakkalları da vardı.

 

Çocuk yanıma ulaşınca ona baktım. Çocuğun mavi gözleri çok mu parlıyordu yoksa bana mı öyle geliyordu bilmiyordum. Gözlerimiz kesiştiğinde içimden bir ürperti geçti. Bu kötü bir his miydi anlayamadım. Kıyafetinin üstünde 46 yazıyordu. “Merhaba.” Çocuğa cevap vermek yerine yüzüne bakmaya devam ettim. Okyanusvari kokusu huzur vericiydi. Çocuk elini uzatınca bende konuştum. “Merhaba.” Elini sıkıtığımda,

 

“Ben Kutay.” dedi.

 

“Aslı.” Elimi çocuktan çekince yanındaki çocukla beraber Beliz’in yatağına oturdular. Kutay’ın yanındaki çocukta el sıkışmak için elini uzattı. Kıyafetinde 31 yazıyordu. Bu numaraların bir anlamı olabilir. “Ulaş.” Elimi uzatıp tokalaşırken adımı söylemedim sonuçta adımı biliyordu bir daha söylememe gerek olduğunu düşünmüyordum. Beliz,

 

“Neden buradayız? Ve...” Artık konuşmasına katlanamadığım için onun sesini bastıracak bir şekilde,

 

“Biraz az konuşabilir misin? Ha, konuşmak istiyorsan başka bir yerde konuş.” Beliz dediğime alınmış olacakki başını eğip sustu. Bundan memnun olmuştum ama Yağmur arkadan gelip ellerini Beliz’in omuzuna koyanadek.

 

“Üzülmene gerek yok. Aslı hep böyledir. Konuşanları sevmez. Arkadaşım diye demiyorum ama çok zekidir.” Gözlerimi devirip Yağmur’un oturabilmesi için kenara kaydım. Yağmur yanıma oturunca sırayla herkesle tanışmaya başladı. Sağımdaki siyah saçlı çocuğa elini uzatıp,

 

“Ben Yağmur. Sende...” Çocuk tebbessüm edip Yağmur’un cümlesini tamamladı.

 

“Araf” Yağmur herkesle tanıştıktan sonra bana döndü.

 

 

“Şimdi ne yapacağız Aslı? Beni bayılttıklarında onları durduramadın mı?” Ben konuşmak için ağzımı açmıştım ki Kutay’ın yanında oturak Ulaş konuştu. “Nasıl durdursun? Bir kız beş altı adamı deviremez.” Dedikleri karşısınde sinirlemiştim. “Bir kızı hafife alma. Özellikle de beni.” Ulaş dalga geçer bir şekilde kaşlarını alayla yukarı kaldırdı. “Senin diğerlerinden ne farkın varmış?” Sırıtarak cevapladım. “Görmek ister misin?”

 

Çocuk alayla, “Bana meydan mı okuyorsun?”

 

“Kabul edersen neden olmasın.” Ayağa kalkıp boynunu esnetti. “Bitirelim şu işi.” Kendini havalı sanıyorsa yanılıyordu. Yatakların arasından çıkarken bende ayağa kalkacaktım ki Yağmur kolumtan tutup beni durdurdu. “Aslı, yapma.”

 

“Dövüşte ne zaman kaybettiğimi gördün? Hem biraz eğlenmiş olurum.” Kutay ve diğerlerine, “Siz de gelin izleyin. Eğleneceğinize eminim.” Araf gülmek ve gülmemek arasında kalmış bir şekilde ayağa kalkıp yatakların arasından geçti. Kutay ve Beliz de ortada ki boş alana gittiler. Yağmur’la ortaya varınca Ulaş’ın karşısına geçtim. Bileğimde ki saç lastiğiyle saçlarımı at kuyruğu yapıp sertçe sıktım.

 

Korumaların yanından gelen yeşil gözlü çocukta Kutay’ların yanına gelip izlemeye başladı. Demekki bizi öldürmeyeceklerdi. Alayla bana gülen çocuğa bakıp,

 

“Durmamı istediğinde söyle.” Ulaş gülmeye devam ederken, “Bende ondan diyecektim.” dedi. Ellerimi esnetip,

 

“Pekala...” İlk hamleyi Ulaş’tan bekledim. Karnıma gelen yumruktan çekilerek kurtuldum. Yüzüme gelen yumruğu tutup arkasına geçtim. Diz kapağımla hafifçe ittirerek dengesini kaybetmesini sağladım. Bir kaç adım sendeledikten sonra yumruğumu çenesine geçirdim. İkinci yumruğumu atacakken bileğimi tuttu. Hızlıca ona yaklaşıp burnuna kafa attım. Acıyla haykırıp benden uzaklaştı. “Devam edelim mi?”

 

Alaycı tavrım onu sinirlendirmiş olacakki burnundaki kanı hınçla elinin tersiyle silip üstüme atladı. Kollarından kurtulup bacak arasından arkasına doğru kaydım. Bacak arasından kayınca hızla ayağa kalkıp dizine çok sert olmayacak bir şekişde vurdum. Onu öldürmek gibi bir amacım yoktu. Sadece beni hafife almanın cezasını çekiyordu. Beklemediğim bir anda yüzüme inen yumrukla yere düştüm. Üstüme çıktığında ikinci yumruğunu da yüzüme geçirdi. Ağzıma gelen metal tat midemi bulandırsada kendimi tuttum. Bizi izleyenler artık çoğalmıştı. Herkes etrafımızda toplanarak yuvarlak olmuştu ve fısıldaşıyorlardı.

 

Ellerimle yerden destek alıp yüzüme daha yumruk almamak için onu üstümden ittim. “Bu iş çok uzadı. Yeter!” dedikten sonra ağız dolsu kanı yere tükürdüm.

 

“Aslı, daha devam etme! Dur!”

 

Kutay’ın sesini duymuştum ama cevap vermedim. Beni hafife almamalıydı. Karnıma gelen ayağın bileğinden tutup kendime doğru çektim. Kafasını sert zemine çarpınca inledi. Neden hep darbe alınca ses çıkarıyor ki? Yoksa ben de mi sorun var?

 

 

Ulaş’ın iri omuzlarını tutup kaldırdım ve yüzüne ikinci kez kafamla vurdum. Burnundan akan kanlar anlıma gelmişti. Kafasını bir kaç kere yere vurunca bıraktım. “Durmamı ister misin?” Cevabımı bekliyordum ama o yüzüme yumruk atmaya çalışınca kabul etmediğini anladım. Yumruğundan kurtulup yüzüne ard arda yumruklarımı geçirdim. Söylenerek onu yumruklarken artık haraketsiz kalmıştı. Beni durdurmaya çalışmadığı için yavaşça ayağa kalktım.

 

Yüzü kan içinde kalmış çocuk gözlerini açmıyordu. Benim ise sadece onun kanıyla kirlenmiş ellerim ve alnım vardı. Ellerimi kıyafetime sildim. Ayağımla hafifçe sırtını dürttüm. Gözlerini açan çocuk ayağa kalkmaya çalıştı ama başaramayıp kendini yere bıratı.

Kutay ve Araf yanına gidip onu ayağa kaldırdılar. Etrafa baktığımda herkes şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Yeşil gözlü çocuk bu durumdan memnunmuş gibi gözüküyordu. Herkesin bana şaşkın suratla bakmasından rahatsız olmuştum. Ne yani? Alt tarafı adamla dövüştük.

 

“Ne bakıyorsunuz?” Yuvarlaktan siyah saçlı, mavi gözlü, koyu tenli adam yanıma gelip, “Küçük bir kızın yaptığı şeye şaşırdılar. ” Yüzüme yaklaşıp, “Onu yenmiş olabilirsin ama bende şansın yok.”

 

“Var mısın?” Benden uzaklaşıp sesini yükseltti.

 

“Beni de alt edeceğini düşünüyormuş.” Yüksek sele gülmeye başladı. Ben ise sadece sırıtmakla yetindim. “Korkuyorsan söylemen yeterli.” Gülmesi yavaş yavaş sönerken geriye sadece çatılmış kaşlar kalmıştı.

 

“Senden neden korkayım ki?”

 

“Sana sorulmalı.” dediğimde çocuk sinirle üstüme atlayınca geri çekildim. Kenardan mavi gözlü, tahminen 18 yaşlarında, bir çocuk önüme geçip kollarımdan tuttu. “Yapma, Enis çok güçlü. Sana zarar verir.” Çocuk gerçekten benim için korkmuş olmalı ki beni durdurmaya çalışıyordu ama ben geri çekilmeyecektim. Ona sahte bir şekilde gülümseyip yavaşça kollarımı tutan ellerden kurtuldum. Sinirden çıldırmış olan adam sinirle hırladı.

 

“Çekil önümden, Barış.” Çocuk korkuyla yerinde sıçradı. Bana bakarken gözleri dolmuştu. Bir erkeğin ağlamak üzere olduğunu ilk defa görüyordum. Çok naif biri olduğu için onu korkutmak istemiyordum. Kulağına,

 

“Merak etme. Birazdan biter. Uzun süreceğini düşünmüyorum. Şimdi kenara çekil, Barış.” Çocuk neden anlamadım ama bana şaşkınlıkla bakıyordu. O yuvarlağın içine girerken yuvarlağın kenarında beliren Ulaş, Kutay ve Araf da bana bakıyordu. Kutay’ın bakışları gözlerime mızrak gibi saplanıyordu. Onun etkisinden çıkmak içi karşımda duran adını Enis diye bildiğim adama döndüm. Artık bugün bitebilir mi? Bana böyle bakmalarından bıktım!

 

Hızlı bitirmek için karşımdaki iri adamın önüne yaklaştım. Omuzlarından tutunup ayaklarımla iri vicuduna tırmandım. Adam ne olduğunu anlamadan bacaklarımı boynuna doladım. Adam kurtulmak için elleriyle bacaklarımı çekmeye çalışıyordu ama o kurtulmaya çalıştıkça daha da sıkıyordum. Bütün ağırlığımı boynuna verip yüz üstü yere düşmesini sağladım. Burnundan çıkan kanlar etrafa sıçramıştı. Üstüne basıp kenara çekildim.

 

Bozulmuş saçlarımı düzeltirken ayağımla kafasına baskı uyguluyordum. Ellerinden destek alıp ayağa kalkacakken hemen kenara çekilip yüzüne yumruklarımı geçirmeye başladım. Sadece yüzünü korumaya çalışan adama, “Saldır!” diye onu uyardım. Nefes alması için yüzüne vurmayı bırakıp geri çekildim. Sesimi yükselterek,

 

 

“Kızları küçük görmemen için küçük bir ders! Devam etmek isteyip istemediğini sormayacağım.” Beni egolu biri olarak görmelerini pek umursamadım. Etraftaki herkese dönüp kollarımı iki yana açtım. “Karşıma çıkmak isteyen varsa gelebilir. Eğer yoksa herkes dağılsın!” Herkes yavaş yavaş yerine geçerken sadece ismini bildiğim kişiler kalmıştı. Yerde yatan adam hızlıca ayağa kalkıp Erkekler Tuvaleti yazan kapıya doğru yürüdü.

Barış koşarak yanıma geldip kanlı ellerimi tuttu.

 

“Ellerini yıkıyalım.” Başımla onaylayıp Kızlar Tuvaleti yazan odaya girdim. Ellerimi yüzümü ve kıyafetimdeki kanı da yıkayıp tuvaletten çıktım.

 

Herkes bana bakıyordu. Onları umursamadan yatağıma gidecekken yeşil gözlü çocuğun elindeki telefon dikkatimi çekti.

 

 

 

Yanına gidip, “Telefonunu verir misin?” Gülerek telefondan kafasını kaldırdı. “Neden?”

“Ailemi arayayım ne kadar para istiyorsanız gönderirler. Ver artık şunu. Buradaki mağara adamlarından bıktım.”

 

Çocuk gülmeye devam ederken, “Çok isterdim ama olmaz.” Gözlerine bakarak elindeki telefona uzanmaya çalıştım. “Sen istersen olur. Hadi ver şunu.” Telefonunu bana vermeden cebine soktu. “Tanışalım mı? Ben Yavuz.” Uzattığı ele baktım ama elimi uzatmadan ellerimi kırmızı eşofmanın cebine koydum. “Hayır.” Yüzüne bakmadan yatağıma doğru yürüdüm. Araf’ın yatağında Kutay ve Ulaş vardı. Benim geldiğimi görünce ne konuşuyorlarsa sustular. Yatağıma geçerken Kutay’a bakmaya devam ettiğimi fark edip kendime çeki düzen verdim. Bu haddinden fazla bakma işimi hiç beğenmedim.

 

Yatağıma oturup Beliz’in yatağında oturan Yağmur’a döndüm. “Buradan çıkmalıyız.” Yağmur konuşmadan arkadan Ulaş alay edercesine, “Korumalarla dövüş biz de kaçalım.” Hızlıca Ulaş’a dönünce saçlarım savrularak yüzüme çarptı.

 

“Fark etmediysen diye söylüyorum. Adamların silahları var ve sayıları çok. ” Sırıtarak devam ettim. “Birlik olarak dövüşsek belki şansızmız olurdu ama siz daha küçük bir kıza yenildiğini görünce...” Cümlemi bitirmeden Ulaş’a doğru eğildim.

“Şansımız yok değil mi?” Ulaş omuzlarımdan tutup beni kendinden uzaklaştırnca gülerek yatağıma uzandım. Sert bir kapı açılma sesiyle uzandığım yerden doğruldum.

 

Büyük kapılar açılmıştı ve bir sürü adam ellerinde tabaklarla içeri girdi. Yemek zamanı. Yemekleri görünce karnımda gurultu sesleri yükseldi. Yemeklerimiz gelince midem bulandı. Çöpten mi bulmuşları bunları. Bayat bir parça ekmek, bir kaşık çorbağa ve çok kötü kokan (çürümüş) fasülye. Çorbadan bir kaşık alınca zar zor yutmayı başarabilmiştim. Allah’tan bir şişe su vardı. Yemeği yatağın altına itip suyumdan bir yudum içtim. Metal kapılar gürültülü bir şekilde kapanmıştı.

 

Kutay ve Ulaş yemeğini bitirmişti. Nasıl yediler acaba? Açlık insana neler yaptırıyor. Araf’ta benim gibi yiyememiş gibi duruyordu. Yağmur ve Beliz de sadece ekmeklerini yemişlerdi. Akşam olup olmadığını göremiyorduk. Çünkü burada dışarıyı görmek için bir pencere bile yoktu. Şuan nefes alacak oksijen vardı ama bir kaç güne bir avuç oksijen biter ve bizde burada ölürdük. Hala neden burada olduğumuzu bilmiyoruz…

 

 

Yatağıma uzandım. Keşke üstümüze örtecek bir şey verselermiş. “Ben yatıyorum.” Kızlar başıyla onaylayıp konuşmaya devam ettiler. Hiç susmayacaklar galiba. İki geveze yan yana geldi. Uyuyamayacağız da. Ulaş’ın sesiyle gözlerimi hafif araladım.

 

“Burada bize ne yapacakları belli değil ve sen uyuyacak msıın?” Tek kaşımı havaya kaldırıp,

 

“Ne yapmamı istiyorsun? Sizinle boş konuşup yorulmak yerine yatıyorum. Size de tavsiyemdir.”

Ulaş oflayı Araf’ın yatağından kalktı. Kutay da ayağa kalkıp bana döndü. Bana bakınca terlemeye başladım. Hey! Kendine gel Aslı!

 

 

 

 

“Sende ne var bilmiyorum ama hoşuma gitti.” Dedi ve gitti. Nefesimi tuttuğumu fark etmeden verdim. Dediklerinin karşısında sertçe yutkundum. Normalde biri böyle dese Bana ne der geçerdim. Ama bu farklı histen dolayı bir şey söyleyemedim. Bu yaşadığım duygu daha önce hiç tatmadığım bir şeydi. Ondan etkilenmiş olabilirim ama buradan çıkınca onu bir daha görmemek için elimden gelen her şeyi yapacağıma emindim.

     

Beliz ve Yağmur hiç susmadan konuşmaya devam ediyorlardı. Bir süre sonra onların sesleri bana fısıltı olarak geri döndü… Onlar sustuğunda kendimi uykunun kollarına bırakmıştım.

Loading...
0%