@caylakokuryt
|
4. BÖLÜM
Her gün olduğu gibi yine Barış benim yatağımın üstünde oturmuş bir şekilde bana sarılarak ağlıyordu. Artık alışmıştım. Barış habire öleceğiz diye yakınıyordu ve bende sadece duruyordum. Kutay’ın beni kurtarma çabaları hiç bir işe yaramıyordu. Barış aramızda en küçüğümüzdü. Burada on yaşlarında çocuklarda vardı ama bizim aramızda en küçük Barış’tı. On dokuz yaşında olmasına rağmen biz onu küçük görüyorduk.
“Öleceğiz… Aslı biz öleceğiz… Bir haftadır kaçamadık. Kesin bizde o sekiz kişi gibi öleceğiz...”
“Şhh, tamam. Sakin ol.” dedim elimle sırtını sıvazlarken. Araf elindeki bayat ekmeği Barış’a uzatarak,
“Şunu ye bari, Barış. Zayıftın şimdi kemik çuvalına dönmüşsün.” Barış ağlamaya devam ederken bana daha sıkı sarılıyordu.
“Onu yesem ne değişecek?” Araf oflayarak ekmeği Barış yesin diye bana uzattı. Elindeki ekmeği Barış’ın sarılışı yüzünden zar zor aldım ve Barış’ı kendimden uzaklaştırdım. Elimdeki ekmeğı Barış’ın açık ağzından içine sıkıştırdım. Barış ağzındaki ekmeği yemeye çalışırken ağlamaya devam ediyordu. Her gün bir kaşık yemek ve bayat ekmek veriyorlardı. Çok aç olduğumuz zamanlar yemek zorunda kalıyorduk. Tuvaletlerdeki duş kabinlerinde duş ihtiyacımızı gideriyorduk.
Yağmur yatağına uzanmış gözleri açık bir şekilde tavana bakıyordu. Dalgın görünmesinin nedenini merak etsem de bugün sormayacaktım. Belki başka bir zaman sorardım. Beliz’i göremiyordum ama burada kaybolamayacağı için yüksek ihtimalle tuvaletteydi. Kutay, Araf, Barış, Ulaş ve ben benim yatağımda toplanmıştık. Onlar konuşurlarken ben buradan çıkma planımı tazeliyordum. İlk olarak Yavuz’u kendi tarafıma çekmekti. Beni buradakiler gibi görmediğini çok belli ediyordu ve onu kullanmalıydım. Bu son bir haftadır nerdeyse her gün Yavuz’la konuşuyordum. Çocuğun çok saf olması işime gelecekti açıkcası…
Yavuz yirmi üç yaşındaydı. Kendisi hakkında bana çok şey anlattı. Çocuk iyi biriydi. İşi olduğu için burada çalışıyordu. Başka iş mi bulamadı? Ona Eren’le alakalı sorular sordum. Bana bir kaç bir şeyler anlattı ama daha yapboz tamamlanmamıştı. Şuan da tek bildiğim Tunç’un neden mavi gözlerden hoşlanmaması. Sevdiği kadın Tunç’u bırakıp başka biriyle evlenmiş ve evlendiği adam mavi gözlüymüş. Tam olarak net bir şey bilmesekte sırf adam mavi gözlü diye bu yaptıkları çok saçmayıdı. Zaten adamın sicilide temiz değildi. Tımarhane de yattığı zamanlar bile olmuştu. Mavi gözlü insanları öldürmesi hobisi falandır herhalde…
“Aslı. Bugün çok dalgınsıın. Bir sorun mu var?” Kutay’ın sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp Kutay’a döndüm.
“Bir sorun yok.” dediğim de Kutay tebessüm etti. İçimdeki kanın ısındığını hissettim. Bende ona gülümsemek çok isterdim ama bunu yapamazdım. Sadece gözlerine baktım. Bu duruma alışık olduğu için alınmadı. Umarım…
“Senin plana ne oldu, zeki kız?” Ulaş yine küçümseyici tavrından bir türlü çıkamamıştı. Onu da böyle kabullenecektim.
“Her şey yavaş yavaş ilerleyecek.”
“Planın için bizle fikir alışverişi yapabilirsin.” Bu sefer Araf konuşmuştu.
“Eninde sonunda siz de öğreneceksiniz.” Onları geçiştirmemden hoşlanmadıklarını biliyordum ama planımı anlatamazdım. Kutay eliyle saçlarını düzeltti. Saçları çok yumuşak gibi gözüküyordu. Saçının önündeki mavi tutam gözleriyle uyum içindeydi. Saçlarıyla ne kadar oynamak istesemde böyle bir şey sormazdım. O izin verirdi ama ben yüzsüz biri değildim. Araf’ta veya Ulaş’tan isteyebilirdim ama Kutay olmazdı. Kutay’ın sesli bir şekilde nefes aldığını duyunca bana bir şey soracağını anladım. Kafamı kaldırıp gözlerimi gözlerine kilitledim. Ben onun yüzünün her yerini ezberlerken o da tahmin ettiğim gibi bana sorusunu sordu.
“Aslı, sana bir soru soracaktım ama lütfen yanlış anlama.” Ben onun kemikli yüz hatlarını incelerken sorması içi başımı yavaşça salladım. Aramızda bir kaç metre olmasına rağmen okyanusvari kokusunu alabiliyordum. Boğazını temizlemek için hafifçe öksürdüğünde artık sadece denizi anımsatan mavi gözlerine bakıyordum.
“Korumaların yanında olan çocuk. Hani turuncu saçlı olan...” Adını bilmediğini bilmiyordum.
“Onun adı; Yavuz.” dediğimde rahatsızca yerinde kımıldandı. Biz konuşurken diğerleri de bizi dinliyordu. Yağmur uymuştu ama Beliz hala ortalıklarda gözükmüyordu. Yağmur bu ışıkta nasıl uyuyabiliyor?
“İşte o çocuk. Yani şey… Bu aralar onunula çok konuştuğunu gördüm de arkadaşın falan mı?” Bunu merak etmesi hoşuma gitmedi desem yalan olurdu. Umursamaz bir tavırla konuştum.
“Arkadaşım.” Kutay bunu beklemiyo olmalıydı ki şaşırmasını gizleyememişti.
“Hmm.” Bir şey söylemek için ağzını açtı ama sonra vazgeçip sustu. Aynı haraketi yine yapınca meraklı gözükmeye çalışarak,
“Kutay, bir şey söylemek istiyorsan, dinliyorum.” Ona cesaret vermiş olmalıydım ki sonunda konuşmaya başladı.
“Yavuz’un yanında konuşuyorsun ama bizimle onunla konuştuğunun yarısı kadar bile konuşmuyorsun.” Ahh, şimdi anladım. Neden bütün gün böyle davrandığını. Ona bunun bir planın parçası olmasını söylemek ve söylememek arasında sıkışık kalmıştım. Söylememek tarafım daha baskın gelince aklıma ilk gelen bahaneyi öne sürdüm.
“Bunu fark etmemişim. Onunla sohbet sarıyordu da ondandır.” Tam tersi onunla konuşmak çok sıkıcıydı. Bizimkilerle daha iyiydi. Gurubumuzun şakacısı Ulaş. Bizi kendi abisi gibi gören Araf (sadece yirmi altı yaşındaydı aslında…) varken sıkılmak mümkün değildi. Bu dediğime Araf ve Kutay bozulmuştu ama Ulaş umrunda olmadığını belli ederek,
“Bizde de sarıyor ama sen malum bize katılmadığın için bunu anlayamamışsın.”
“Olabilir.” diyerek omuz silktim. Barış sulu gözlerle bana dönüp,
“Bizi umursamıyor musun?” Bu sorunun cevabını Ulaş hariç hepsi merak etmiş olmalıki bana merak dolu bakışlar atıyorlardı. Özellikle Kutay’a bakarak cevap verdim.
“Sizi önemsemesem, neden sizi buradan çıkarmak için her gün uğraşıyım?” Kutay’lar derin nefesler verirken Ulaş alayla dudağının kenarı kıvırdı.
“Her gün uğraşmıyorsun ki. Bizim gibi yatıp kalkmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Ha bide şu Yavuz’la üç saat konuşmak dışında.” Benim Yavuz’la konuştuğuma bu kadar takılmaları sinirimi bozmuştu. Sanki ben isteyerek konuşuyordum. Nerden anlasınlar ki benim durumumu. Benden hoşlanan biriyle doğru düzgün sohbet etmek bile bana işkence gibi geliyordu. Eğer planımın çoğu kısmı Yavuz’la alakalı olmasaydı bırak üç saati bir dakika bile konuşmazdım. Sinirle Ulaş’a bakarak.
“Biraz beni tarafımdan bakmayı deneyemez misin?” Bağırmamak için kendimle savaşırken, “Anlamıyor musun? Ben burada sizin için uğraşıyorum! Şuanda beni anlamasan da anladığında ne demek istediğimi anlayacaksın!” Sinirden ağlamak raddesine kadar gelmiştim. Her zaman ağlayacağım zaman yaptığım gibi hızla ayağa kalkıp Ulaş’a döndüm. “Bende bayılmıyorum buraya! Bu kadar üstüme gelme tamam mı? Bende sizin gibi insanım! Benim de duygularım var!” Gözlerim daha dolmamıştı ve dolmasına izin vermeden Kızlar Tuvaleti yazan yere doğru yürüyüp içeri girdim. Bu kadar dolmam normal değildi.
Bilmediğim bir nedenden dolayı çok dolmuştum. Bir haftadır Ulaş’la başa çıkmaktan mı? Yavuz’dan mı? Peki Eren’le aramızda olan titreşim mi? Buradan arkadaşlarım ve kendimi tek parça halinde çıkarmak için planladığım tonralca planım mı? Tunç’un geçmişi mi?
Kafamın içinde üçüşan sorular yüzünden sinirden çıldırmak seviyesine kadar gelmiştim. Hızlıca tuvalete girip kapıyı kilitledim. Tuvaletin kapağını kapatıp üstüne oturdum. Başımı dizlerime yaslayıp kollarımı dizlerimin etrafına sardım. Ağlamak istiyordum. İçimi dökmek istiyordum ama olmuyordu. Gözlerim doluyordu ama gerisi gelmiyordu. Şuanda tek istediğim hıçkıra hıçkıra ağlamaktı. Başımın ağrısı geçirmek için ellerimi şakaklarıma bastırdım.
Bilmiyorum kaç saattir buradaydım ama Yağmur’un kapıya vurmasıyla kafamı dizlerimin arasından kaldırdım. Yağmur beni çağırıyordu. Yanlız kalmak istediğimi söylediğimde zar zor onu ikna etmiştim. Yağmur gidince aklıma Beliz geldi. Beliz neredeydi? Hızlıca kapının kilidini açıp kendimi kabinden dışarı attım. Kızlar tuvaletinden çıktığımda bizimkiler endişeli bakışları beni buldu. Onlara bakmadan gözlerim Beliz’i arıyordu. Ölemezdi! Hayır Beliz ölmeyecekti! Onun numarası 40 tı. Daha 8 numaralı bugün ölmüştü. O küçük çocuğu düşününce vicdanım sızladı. Çocuk daha altı yaşlarındaydı. Onu unutmaya çalışarak Beliz’i bulmak için en köşe yerlere bakmaya çalıştım.
Beliz’i bulunca tuttuğum nefesimi verdim. Orada adamlarla ne işi vardı? Gözlerimi kısarak baktığımda şaşırmadan edemedim. Enis ve Ahmet Beliz’i kenara sıkıştırmış bir şeyler söylüyordu. Benim önceden dövdüğüm çocuk yani Enis kızarak konuşuyordu. Beliz ise ağlıyordu. Ahmet Beliz’in arkasına geçmiş eliyle ağzını kapatmıştı. Kaç saattir burada mıydı? Hemen yanlarına hzılı adımlarla yürümeye başladım. Bizimkilerin bakışlarını üstümde hissediyordum ama onlarla uğraşamazdım şuan da.
“Neler oluyor?” Benim sesiyle hepsi bana döndü. Enis iğrenerek bana baktı.
“Sen işine bak, ahmak.” Tek kaşımı kaldırarak,
“Ahmak?” Enis etkilenmemiş gibi gözükmeye çalışıyordu ama gözündeki o korku kırıntısını görmüştüm. Elimle Ahmet’i gösterdim. “Kızı bırakın.” Ahmet gülerek, “Onunla daha işimiz bitmedi.” Omuzlarımı geriye attım ve boynumu arkaya atarak esnettim. Uzun süre eğildiğim için ağrımıştı.
“Pekala… ” İkisinin arasında dolaşan bakışlarım küçümseyiciydi. “İkiye tek. ” Çok zorlanacağımı sanmıyordum. Ahmet’i bilmem ama Enis dövüş konusunda iyi değildi. Ben bunların on katıyla duello yapmıştım. Çıtır çerezleri yeneceğime adım gibi emindim. Hem bir haftadır sıkılıyordum. Biraz eğlenmek bana enerji verecekti. Ahmet Beliz’i kenarda duran yatağa fırlattı. Arkadan Araf’ın koşarak geldiğini gördüm. Beliz ağlayarak yataktamn kalkıp bizden uzaklaştı. Ben Beliz’in yeterince uzaklaşmasını beklerken yüzüme inen yumrukla yerimde sendeledim. Ahmet’in yumruğu gerçekten çok sert olmalıydı ki ağzım metalik tatla dolmuştu.
Kanı tükürecekken karnıma yediğim tekmeyle yere savruldum. Saçlarım yüzüme geldiği için onları zor görüyordum. Bari saçımı toplasaydım. Yüzüme inen ikinci yumrukla başım sertçe zemine çarptı. Bizimkiler neden gelmedi? Herkes susmuş bizi izliyordu. Karınıma oturan Enis yüzünden kımıldayamıyordum. Yüzüme gelen yumrukları kolumla geçiştirmeye çalışırken çok kötü bir başlangıç yaptığımı fark ettim. Kendime çeki düzen vererek yüzüme gelen yumruktan sonra Enis’in çenesine yumruğumu geçirdim.
Kolunu tutup kendime çektim ve tüm gücümle etini dişlerimin arasına aldım. Adam acıyla haykırırken ısırmaya devam ediyordum. Ağzıma kan gelince bu kan bana ait olmadığı için midem bulandı. Adama kafamı ittirmeye çalışıyordu ama ben bırakmıyordum. Hızlıca onu üstümden ittirince ben onun üstüne çıktım. Adam koluna bakıyordu. Sallanan et çok kötü gözüküyordu. Biraz fazla ısırmış olabilirm…
Enis’in yüzüne daha bir yumruk atmışken saçlarım çekilince dudaklarımı birbirine bastırdım. Dövüşürken hiç ses çıkarmazdım. Saçlarımı tutan elin bileğini iki elimle tutarak saçlarımı çekmeden ona döndüm ve bacak arasına temke attım. Adam saçlarımı bırakınca ağzımdaki benim ve Enis’in kanını tükürdüm. Özellikle Enis’e gelmesi için ona döndüm.
Yerde duran çocuk kolundaki sallanan etle ilgileniyordu. Ahmet kendine gelmeden arkasına geçip ona diz çöktürttüm. Kolumu boynuna dolayarak sıkmaya başladım. Yüzü yavaşça kızaran çocuk elleriyle bacaklarıma vuruyordu.
Şuan onu ne kadar öldürmek istesem de yapmayacaktım. Zaten sinirimi çıkaracak bir şey arıyorum. Kendime engel olamama ihtimaline karşı kolumu boynundan çektim. Kafasına yumruğumu geçirerek konuştum.
“Birine zarar vereceğiniz zaman bu anı hatırlayın. Öbürleri umrumda değil ama eğer benim arkadaşlarımın kılına zarar gelirse hiç tereddüt etmeden sizi öldürürüm. Ciddiyim.” Ahmet başını sallayarak Enis’in yanına gitti. Elimde ki kanlara bakma gereği duymadan Enis’in yanına gidip tişörtüne sildim. Ellerimdeki taze kanlar gidince sadece kuruyan kısım kalmıştı. Bunu yıkamam gerekiyordu. Tuvalete giderken herkesin bana baktığını biliyordum.
İkinci adımı atacakken başım dönmeye başladı. Yerimde sendelendim. Ayakta zor duruyordum. Kafamı ellerimin arasına alarak düzelmeye çalıştım ama başım bu sefer daha şiddetli dönmeye başladı. Galiba düşeceğim.
Gözlerim kararınca gözlerimi bir kaç kez kapaıp açtım. Dizlerim titremeye başlıyınca dengemi kaybedip yere düştüm. Bizimkilerin bana seslendiğini duyuyordum ama sanki çok uzaktaydım. Yağmur’un yardımıyla titreyen ayaklarıma rağmen ayağa kalkmaya başardım. Yine düşeceğim anlayınca son gücümle konuşmaya çalıştım.
“Galiba bayılacağım.” Belimden tutan kolların sahibi beni göğsüne çekti. Daha fazla direnemeden dizlerim işlevini yitirdi. Dizlerim bükülünce bacaklarımdan ve sırtımdan geçen kollar benim yerle temasımı kesti. Bilincimi tamamen kaybetmeden gözlerimi hafif aralayıp beni taşıyan kişiyi görmeye çalıştım. Başım güçsüzce göğsüne düşerken,
“Kutay...” Mırıltıyla çıkan sesimi duymuş olmalı ki
“Buradayım güzelim… Buradayım...”
***
Gözlerimi açtığımda başıma bir ağrı saplandı. Yatağın ucuna oturmuş Eren’i görünce şaşırmadan duramadım. İçimdeki o garip his beni ele geçirmişti. Bu his tam olarak neydi? Bir anlamı var mıydı? Bir anlamı olmalı mıydı? Herkes yatıyordu. Işıklar gözlerimi yakıyordu. Her gün bu ışıklarda uyumak tam bir işkenceydi. Yanım da sadece Eren vardı. Eren gözlerimi açtığımı fark edince konuştu.
“Nasıl hissediyorsun?” Yatakta doğrulurken sert yatak yüzünden tutulan belim ağrıdı. Elim de olmadan yüzümü buruşturdum. Sırtımı demir metallere yaslayıp,
“İdare eder.” Eren önemli bir konudan bahsedecekmiş gibi sırtını dikleştirdi. Ayaklarına bakarak benimle konuşmaya başladı.
“Senle en son konuştuğumuz gün aklımdaki soru işaretlerinin cevaplarını bulmak için Tunç’la konuştum.” Devam etmeden önce bana kısa bir an bakıp derin bir nefes aldı. Elleriyle oynayarak,, “Soy ismimin Sancak olduğunu öğrendim. Tunç beni annem yeni doğum yaptığında ondan almış. Bunun yüzünden ona sinirliyim ama annem beni bulmak için uğraşmamış. Tunç bugüne kadar bana hep oğluymuşum gibi davrandı. Yani nasıl söylesem...” Elleriyle oynamayı bırakıp yüzüme baktı.
“Biz kardeş olabilir miyiz?” Olabilirdi. Olmayabilirdi de. Yutkunduktan sonra Eren’in yüzüne bakmaya devam ettim.
“Senin kayıp kardeşin var mıydı? Yani şey… Önceden kardeşin var mıydı?” Evet vardı… Ama kayıp değildi. O, ölmüştü.
“Evet, bir kardeşim vardı ama...” Devam etmem için sabırsızca bekleyen çocuğa baktım. “Ailem doğduktan sonra bana öldüğünü söylediler.” Çocuk ailesini bulmanın mutluluğunu yaşayacakken acı haberle yüzü düştü. “Her neyse… Soy ismimi öğrendim ya. Bu da bir şey.” Üzülen çocuğa biraz umut vermeye çalıştım.
“Kardeşim doğduğunda daha iki yaşındaydım. Ve kardeşim erkekti. Belki annemler ben kardeşimin peşine düşmeyeyim diye öldü demişlerdir. Bence kardeş olabiliriz. ” Çocuğun yüzünde küçük bir umut gördüm. Gerçekten ailesini bulmak istiyordu. Tabii benim gibi mükemmel bir ablası olacağı için de çok mutlu olmalıydı.
“Bunu nasıl anlayacağız?” Cidden sorun ettiğin şey bu mu? Demek istedim ama kendimi tuttum.
“DNA testi yaptırırız.”
“Tunç izin vermez.” dedikleri karşısında göz devirdim.
“O zaman ondan izin alma.”
“Nasıl?” Küçük bir çocuk gibi ona her şeyi anlatmak bir hayli sıkıcıydı.
“Tek bir başına buradan çıkabiliyor musun?” Başıyla onayladı. “Tamam işte.” Saçımı lastikten kurtarıp siyah uzun saçımdan bir tutam kopardım. Eren’e uzattım. Elimdeki saç telini dikkatlice alınca saçlarımı dağınık bir topuz yaptım. Uslanmaz bir kaç tel gözümün önüne gelince kulağımın arkasına sıkıştırdım. Eren gitmek için ayağa kalkınca etraftaki korumaların duyamayacağı bir sesle,
“Sonuçlar çıkınca bana da söylersin.”
“Tamam. İyi geceler.” Eren yanımdan ayrılınca uyumadan ayakta dikilen korumalara baktım. Her gün değişiyorlardı. Yavuz da sadece geceleri gidiyor ama sabahları her gün burada oluyorudu. Gece dedim ama burada sabah veya akşam olduğunu anlayamıyoruz. Ben kaçamak bir kaç kere Yavuz’a günü veya saatti sormuştum. Genelde herkesin uykusu gelip yattığı zamana gece diyorduk. Belki de sabatı… Bizde günler böyle geçiyordu. Uyumak için başımı sert yatağa bıraktığımda sağımdan konuşma sesi geldi. Sağa dödüğüm de Araf’ın konuştuğunu fark ettim. Ne dediğini anlamak için yerimden hiç kımıldamadım. Neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyorum. Sıkılmak bana yan etki yapıyor...
“Damla! Bırakın beni! Dokunmayın ona!” diye mırıldanıyordu. Damla da kimdi? Bir kaç gecedir Araf’ın konuştuğunu anlamıştım ama hiç durupta onu dinlememiştim. Bunu Araf’a sormalı mıydım? Belki de…
Gözlerimi kapatırken metal kapıların açılma sesiyle yerimde doğruldum. Hiç kimse kalkmamıştı tek ben içeri giren korumaları izliyordum. Bir yatağın ucuna geçip uyuyan kızın kalbine silahı dayıyıp tetiğe bastılar. Ben ise gözümü kırpmadan onları izliyordum. Kızın üstünde 9 numara yazıyordu. Kızı ne kadar kurtarmak istesem de yapamazdım. Korumara metal kapının dışına kadar uzanıyordu. Adamlar hiç bir şey yokmuş gibi çıkıp gittiler. Özellikle biz uyandıktan sonra cesedleri alıyorlardı. O ölen kişiyi görelim diye. Her cesed yüzünden Barış saatlerce ağlayarak bana sarılıyordu. Yağmur da eskisi kadar çok ağlamıyordu ama yine de ağlıyordu. Korumlar çıkınca ölen kızın yanına gittim.
Göğsünden akan kanlar ellerinden yol alıp yere kadar iniyordu. Kız benim yaşlarımda olmalıydı. Kahverengi kıvırcık saçları onu sevimli gösteriyor olmalıydı. Ben kızın göğsünden akan kanları izlerken iki kol omuzumu tutu. Beklemediğim için hemen omuzumdaki kollardan kurtulup kim olduğuna bile bakmadan yüzüne yumruğumu geçirdim. Geri sendeleyen çocuk şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ben belli etmesemde onun kadar şaşırmıştım. Elini burnuna götüren çocuğun elini tutarak burnuna baktım kanıyordu. Sesimde samimiyet olması için uğraşırken konuşmak gerçekten çok zordu.
“Pardon, Kutay. Ben başka biri sandım.” Kutay elini önemsiz bir şeymiş gibi havada sallayarak güldü.
“Sorun değil. Reflekslerin bayağı iyimiş.” Sadece omuz silkmekle yetindim. Kutay’ın karşısında konuşmak bana neden bu kadar zor geldiğiyle alakalı hiç bir fikrim yokru. Kutay burnunu yıkayıp geldiğinde elindeki peçeteyi burnunda tutuyordu. Yanıma ulaştığında,
“Dün olanlardan dolayı Ulaş’ın yerine özür dilerim. Şuan iyi misin?” Baş ağrımdan bahsedince başıma yeni bir ağrı girdi. Yüzümü sabit tutmaya çalıştım. Normal insanlar yüzünü sabit tutmaya çalışınca komik gözüküyorlar ama benim hep yaptığım bir şey olduğu için bende normal duruyordu. Duygularımı göstermeme konusunda bayağı ilerlemiştim.
“İyiyim. Ben yatacağım.” diyerek yatağıma doğru yürüdüm. Giderken Kutay’a baktım. O da kendi yatağına gidiyordu. Cesedi fark etmedi mi? Herhalde etmedi... |
0% |