Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@cehennem_zebanisi0

BÖLÜM 2: ANTLAŞMA


Yalanlar bir sarmaşık gibi dolanıyordu etrafımızda. Büyüyordu ve biz engel olamıyorduk asla büyümesine. Oysaki bizi hayatın en can alıcı noktasından vuran şey değil miydi?


Yalanlar ve daha çok yalanlar.


Yalan söylemek bir meslek gibiydi aslında. Bir yalan bin yalana davetiye çıkarırdı ve sonunda insanın bir yalancıya dönüşmesine vesile olurdu. Yalan bir bataklıktı; kumar gibiydi.


Çektikçe çekiyordu insanı içine.


Sadece doğruyu söyleyenler çıkabiliyordu o enkazın altından. Halbuki hangimiz şu ana kadar yalan söylemeyi tercih etmemiştik ki. Hepimizin içinde bir yalancı yatardı aslında.


Sadece o yalancının dışarı çıkması için; yalan söyleme ihtiyacı yada durumu olması gerekti.


Yalanlar ve daha niceleri...


Küçücük bir yalan bile insanın yalancı olmasını sağlayabilirdi.


Ben ise yalan söylemek konusunda elbette ki iyi değildim. Yalan söylemiştim daha önce bir çok kez hem de ama hala yalan söylemeyi beceremezdim; Ya gözlerimi kapatır başka bir yöne bakardım yada yüzüm kızarırdı.


Şimdi ise bu durum ve bu haldeyken yalan söylemek benim için en son çare bile değildi. Karşımda kollarını göğsünde birleştirmiş ve katran karası gözlerini bir dakika bile üzerimden çekmeyen adama karşın hiç bir yalan söylemek gibi bir lüksüm yoktu.


“Öncelikle benim karşımda asla yalan söylemek gibi bir hakkın yok bunu bil Nur yüzlü.”


Nur yüzlü?


Ve sözlerine devam etti.” Yalandan nefret ederim.”


Buraya belki gelmem hataydı ama şu ana kadar beni geldiğime pişman edecek bir hareket yada eylemde bulunmamıştı hiç kimse. Bahçede arkası dönük olan adam şu an karşımdaydı benden ne isteyeceğinden yada neler soracağı dan zerre kadar bir bilgim yoktu.


Buraya gelir gelmez o güzelliği karşısında mest olduğum evin ilk katında bir odaya getirmişlerdi beni. Bana söyledikleri tek şey ise beklemem gerektiğiydi.


Kimi ve neyi beklemem gerekti?


Bundan bir haber gerçekten beklemiştim.


Sonunda ise bahçede bize sırtı dönük olan adam gelmişti ve şu an' a kadar bana karşı kurduğu iki cümle vardı. İlki; “Tırnaklarını kemirme.”, ikincisi ise; daha demin içinde ‘nur yüzlü' diye hitap şeklinin de geçtiği cümleydi.


İlk söylediği cümle stresten tırnaklarımı gerçekten kemirdiğim içindi ikincisi ise yalan söylememem içindi.


Hem nur yüzlü ne demekti ki?


Yüzümün hayalet gibi beyaz olmadığına yemin edebilirdim. Hatta esmerdi tenim ve bana nur yüzlü diye seslenmesi baya ironiydi.


Karşımdaki adamın manyak olma ihtimali yüzde kaçtı acaba?


“Soracağın şeye bağlı. Yada konunun beni ne kadar alakadar edip etmediğine.” Elim istemsizce üzerimdeki hırkanın eteklerine giderken orayı sıkmaya başladım. Stresliydim ve birazdan avucumun terleyeceğine yemin edebilirdim.


“Konu seni alakadar etmese buraya gelmezdin öyle değil mi?” Kendini yasladığı masadan çekerek masada bulunan bir kaç kağıdı eline aldı.


“Öncelikle buraya bile yada isteye gelmedim ve konuyu bilmediğim için yorum yapamayacağım.” Elbette ki bir lafın altında kalmazdım cevabımı verirdim. Karşımdakinin kim olduğu asla umurumda olmazdı.


Kara hareleri tekrar yüzümü bulunca; elindeki kağıtlarla birlikte benim oturduğum koltuğa doğru bir kaç adım attı ve tam yanımdan geçerek önümdeki masaya oturdu.


Masanın çökme ihtimali yüzde kaç?


“Bu elimdeki kağıtlarda ailenin adli tıp raporları var.” Demesiyle bakışlarım elindeki kağıtlara gitti. Ailemin ölüm raporlarından ona neydi ki?


“Bunların sende ne işi var?” Diye bir soru yönelttim. Bakışları tüm yüzümde dolandıktan sonra gözlerimde durdu. “Annen ve babanın nasıl öldürüldüğünden haberin var mı?” Sorduğu soru kaşlarımı çatmamı sağlarken.


“Sen sanki biliyormuş gibisin.” Kollarımı göğsümde birleştirdim ve kendimi geriye yasladım. Böylece aramızdaki mesafeler daha da artmıştı.


“Laf cambazlığı yapmayı kes ve ailenin nasıl öldürüldüğünü anlat.” Bakışlarım tüm odada dolaşırken.


“Bıçak darbesi almışlar. Yani onların ölümüne sebep olan bıçak darbesi.”


Ne tuhaf değil mi ikisinin de aynı anda aynı şekilde öldürülmesi.


Bir bıçak darbesiyle.


“Ayrıntılardan haberin yok ama değil mi?” Omuzlarım aniden dikleşirken göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözdüm. “Hangi ayrıntılardan bahsediyorsun? biraz açık ol hiç bir şey anlayamıyorum.” Yüzünde alaylı bir ifade oluştu ve oturduğu yerden usulca kalkmaya başladı.


Ellerini arkada çapraz bir şekilde bağlarken odanın en köşesi olan camların önüne doğru ilerledi. “Annen ve babanın da aynı yerden iki kez bıçaklanması. Hatta bıçak izlerinin aynı alanda aynı noktada olması sence de tuhaf değil mi?” Yüzünü cama çevirmişti. Üzerindeki beyaz gömlekten bile belli olan gergin kasları iyice verilmişti.


“Boyunlarında da bir bıçak izi var ikisinin de ve duvarda katile ait olan parmak izi. Sence de bunlar sana hiç tuhaf gelmiyor mu?” Aslında şimdi düşünce bana da tuhaf gelmeye başlamıştı.


Annem ve babamın bıçak darbesiyle hayata göz yumduğunu biliyordum ama aynı yerde ikisinin de iki kere darbe aldığını bilmiyordum. Yada boynundaki bıçak izi. Birde duvardaki parmak izi. Bunlardan bir haberdim.


Çünkü ikisi de öldükten sonra geri kalan her şey bana boş gelmişti.


Bomboş...


Bıçak izlerini yada katilin kim olduğunu düşünmemiştim, düşünememiştim.


Yavaşça havaya kalktım ve yanına doğru ilerledim. “O raporlara birde ben bakabilir miyim?” Bakışları hiç bana değmedi. Bir kaç saniye öylece bekledi. Daha sonra ise usulca elindeki kağıtları bana uzattı.


Elindeki kağıtları alırken ilk sayfaya göz gezdirdim. İçinde ailemin ne zaman öldüğünden tut aldığı yara darbesinin kaç santim olduğuna kadar tüm bilgiler vardı.


Ve o an gördüğüm şey beni iyice şaşırttı. Çünkü ikisinin de bıçak darbeleri aynı yerde hatta aynı noktadaydı ve karın boşluğunda ne kadar santim yer keşmişse o mesafe bile aynıydı.


İçimde anlamsız duygular oluşmaya başlarken elimdeki kağıtları arkadaki masaya doğru bıraktım. Çok ayrıntı atlamıştım ve bunlar gerçekten merak konusuydu.


“Bunlar nasıl olabiliyor? bıçağın kestiği santimler bile aynı.” Yavaş yavaş bana doğru döndü. “Eğer kendini kaybetmeyip bu olayla ilgilenmeye çalışsaydın ve kendini o yere tıktırmasaydın emin ol sende fark edecektin.” Yüzümde meraklı bir ifade oluşurken.


“Sen benim neler yaptığımı yada ne halde olduğumu nasıl biliyorsun?” Hafiften güler gibi oldu ve kendini arkasındaki cama yaslayıp ellerini pantolonunun ceplerine koydu.


“Cinayetin işlendiği günden beri senden, kardeşinden yada diğer tanıdıklarınızdan, herkesten haberim var. Herkesin ne yaptığını biliyor ve görüyorum. “


Sanırım bu sözler biraz ağır gelmişti. Boğazımdaki yumru tekrar kendini gösterirken bakışlarımı kaçırdım “Neden?” Diye bir soru yönelttim.


Aslında sormam gereken tomarca sorular vardı; neden bizi izlediği, bu olayların onunla ne ilgisi vardı yada neden bizi araştırıp, bizim hakkımızdaki tüm bilgileri listelemişti.


“Çünkü o cinayet sizi etkilediği gibi beni de etkiliyor.”


Kimdi bu karşımdaki yabancı adam, bizi nereden tanıyordu yada ailemin cinayeti onun neden bu kadar çok etkilemişti.


“Senin ailemin cinayetiyle ne alakan var bilmiyorum ama bizi araştırman ve kökümüze kadar bilgi toplanan beni hiç memnun etmedi.” Derin bir nefes aldı ve bana döndü. Gözleri kapalıydı ya şu an zor anlar yaşıyordu yada garip bir ikilemin arasında kalmıştı.


Her şey şu an rafa kalkabilirdi. Benim beynimde ardı arkası kesilmeyen binlerce soru vardı şu anda.


Çözülmeyi, cevaplandırılmayı bekliyorlardı.


Belki de hep bekleyeceklerdi.


“Tam 20 sene önceydi. O günde aynı şu andaki cinayet gibi bir cinayet işlendi. Aynı darbeler o kadında da vardı iki kez karın boşluğundan bir kez de boyundan bir çizik. Duvarda ise katilin baş parmağının kana bulanmış parmak izi.” Derin bir soluk çekti içine söyleyecekleri içten içe beni de merak ettirmişti.


Elleri koyu kestane olan saçlarına gitti. Sanki şu anki söyleyeceği şeyler onu yoruyordu. Aynı bir zamanlar benide yorduğu gibi...


“Bıçak izlerinin santimleri aynı senin annen ve babandaki gibiydi aynı yerde tam aynı noktada. Yani anlayacağın her iki cinayette aynı şekil ve planda tasarlandı. Duvardaki parmak izlerini teste soktum. Parmak izleri aynı değildi ama uyumluydu. Yani anlayacağın her iki parmak izinin sahipleri birbirinin akrabası yada bir yakını olabilir.” Yani ortada seri katil gibi bir şey vardı. Belki de ailecek organize cinayet çetesidir.


“Katili aradım ama bulamadım kaç senemi aldı bu süre inan algılayamazsın. Tam umudumu kesmişken birden bir cinayet daha işlendi tam 20 sene sonra annen ve babanın cinayeti. Önceki cinayetle tıpatıp aynı. Bu durum beni şüphelendirirken iyice araştırmaya. Başladım.” Durdu ve bakışları tekrar beni buldu.


“Cinayet kurbanlarının en yakın akrabalarını araştırdım. Amcalarını, teyzelerini, ve sizi. Ama Kardeşin ve sen önceliğimdiniz. Diğer yakınlarınıza göre cinayet kurbanlarıyla en çok zaman geçiren sizlerdiniz. Kardeşin küçüktü o yüzden pek bir bilgiye sahip olmadığını anladım. Ama sen bana yardım edebilirsin. Eğer düşünürsen elimize bir çok bilgi sunabilirsin.” Sustu ve derin bir nefes aldı.


“Yani sen artık benim katili bulup, yakalamama yardım edecek kişisin. Nur yüzlü” İşte şimdi taşlar bir bir yerine oturmaya başlamıştı. En baştan beri amacı katili bulmaktı ve katilin aynı kişi yada kişiler olduğunu düşünüyordu ve benimde ona yardımcı olmam gerektiğini söylüyordu.


Ama ben nasıl yardımcı olabilirdim ki?


“Peki sen, sen kimin katilini arıyorsun?”


“Annemin.”


İkimizin de acıları aynıydı halbuki. Annesi öldürülmüştü. Aynı benim annem ve babam gibi...


“Peki benim sana yardım edeceğime nasıl bu kadar eminsin?” Cevabını gerçekten merak etmiştim. Benim hakkımda bir sürü araştırma yapmış. Üstüne beni buraya kadar getirmişti. Neye inanarak yada neye güvenerek benim ona yardım edeceğime güvenmişti?


“Seni tanıyorum ve ailenin katilini bulmak istemiyor musun?” İstiyordum. Onu bulmak ve kendi ellerimle cehennemin zehirli kuyularına atmak istiyordum.


İçimdeki intikam duygusu zehirli bir yılan gibiydi. Her yanıma dağılıyordu.


“Evet bulmak istiyorum. Ama nasıl bulacağız söylesene ,Sana nasıl yardım edeceğim?”


Bu bir kabullenişti aslında. Sessiz bir kabulleniş.


Yüzünde alaylı bir ifade oluştu. ”Sen orasını bana bırak. Senden sadece istediğim bir takım bilgiler var. O bilgileri verdikten sonra ister yanımda kalır bu harbe ortak olursun. İstersen de kenara çekilir bütün olanları izlersin.” İzlemek asla bana göre değildi.


Ama ona nasıl yardımcı olabilirdim ki? Karşımızda seri katil gibi biri vardı amaçlarını bilmiyorduk ve bize zarar vermeyeceği ne malumdu. Aniden aklıma gelenlerle gözlerim irice açıldı.


“Olmaz!” dedim kardeşim vardı benim ona bir zarar verebilirlerdi. Onu benden alabilirlerdi. Böyle bir şeye asla dayanamazdım.


Kaşları aniden çatılırken. “Ne olmaz?” İçimde anlam veremediğim bir duygu karmaşası vardı. İlerlediğimiz bu yolun kârından çok zararı vardı.


Ölmek için yaşamak böyle bir şey değil miydi halbuki?


“Eğer bu katil bize zarar vermeye başlarsa... ya kardeşime zarar verirse o zaman ne yapacağız söylesene, senin peki hiç zarar görmesinden korktuğun bir yakının ya da tanıdığın yok mu?” Gözleri kısıldı ilk önce. Sanırım dediklerimi aklında tartıyordu.


Ve o an aniden üzerime gelmesiyle gözlerim irice açıldı. Her iki kollarımdan da sıkıca tutup bedenimi bir bez bebek gibi arkamdaki cama yasladı. “O şerefsiz bize hiç bir zarar veremez anlıyor musun? Boşu boşuna saçma teoriler üretip benim sinirlerimi bozma.” Sıkça aldığı nefesler yüzüme vururken hızla kolumu ellerinin arasından çekmeye çalıştım.


“Bırak kolumu. ” Dedim ve tekrar kolumu çekmeye çalıştım. Ama nafileydi çünkü elleri o kadar sıkı tutmuştu ki kollarımı çekmeyi bırak hareket dahi ettiremiyordum.


Bakışları hala yüzümdeydi. Aniden nereden gelmişti ki bu sinir böyle.


Hiç beklemediğim anda kollarımı serbest bırakırken ellerim çoktan her iki yanımdan elleriyle tutup sıktığı yere gitmişti.


Bu adam manyaktı. Manyak


Aniden benden uzaklaşıp arkasını dönerken. Sakinleşmeye çalıştığını anlamam zor olmamıştı.


“Sana ne oldu az önce, iyi misin?” Hiç bir tepki vermedi. Kollarımı acıtmıştı ama ben yine de ona iyi olup olmadığını sormuştum.


“Daha önce annenin veya babanın birileriyle kavgasına yada tartışmasına şahit oldun mu?” Sorduğu soru tek kaşımın kalkmasına vesile olurken iki dakika önceki ve şimdiki halinin birbirlerinden ne kadar farklı olduğuna şahit oldum.


“Hayır! öyle bir şey daha önce oldu mu bilmiyorum. Olsa da hatırlamıyorum.” Düşünmem gerekti. Hem de baya bir düşünmem gerekti.


O ise beni takmayarak masanın yanında duran başka bir koltuğa oturdu.


O an kapının hışımla açılmasıyla ikimizin de gözleri hızla kapıyı buldu. Gelen orta yaşlı hafiften kırlaşmış saçları olan boylu poslu bir adamdı. Önce adını bile bilmediğim kara gözlerinin sahibi olan adama baktı daha sonra ise bakışları yavaş yavaş beni buldu.


Kaşlarını çatmaya başladı ve koltukta oturan adama tekrar bakmaya başladı.


“ Ne yaptığını sanıyorsun lan sen, bu kızı bana danışmadan nasıl buraya getirirsin?” Herkesin benden haberi vardı çok güzel. Olayları geç. Ben karşımda oturan adamın ismini bile bilmiyordum.


“Seni ilgilendirmez. Kendi işlerinde ilgilensene sen.” Sırtını koltuk başlığına yasladı ve rahat bir ifadeyle bakışlarını sol tarafta kalan bana çevirdi.


“Ne demek seni ilgilendirmez. Ben senin babanım baban.” Evet öğrenebildiğim tek şey karşımda bulunan iki adamın baba oğul ilişkilerinin olmasıydı.


“Annemden sonra başka bir kadına koşan babam evet haklısın.” Babası olduğunu öğrendiğim adam kafasını olumsuz anlamda salladı ve kafasını bana çevirdi.


“Seninle daha sonra konuşacağız cihat efendi.” Ve odaya doğru bir kaç adım attı. “Gel kızım burada daha fazla durma bu manyak adamın ne yapacağı belli olmaz.”


Adı cihatmış.


Bunu da öğrenmek bir şeydi.


“Baba.” Dedi adını daha yeni öğrendiğim cihat.


Ben olayın daha fazla büyümemesi için hiç kimseyi umursamadan Cihat’ın babası olduğunu daha yeni öğrendiğim adamın yanına ilerledim.


Doğru söylüyordu ve bu manyak adamın ne yapacağı belli değildi. Arkamdaki adamı umursamadım ve kapıdan geçtim.


“Burada olduğumu nasıl anladın? Sana başka bir yere gideceğimi söylemiştim.” Cihat’ın sesi tekrar kulaklarıma ulaşırken. Babası derin bir iç çekti ve ona döndü. “Seninle çalışan adamların hala benim emrimde olduğunu unutma.”


Bu cevap ona istediği cevabı verirdi.


Yanımdaki adam gülümseyerek elini uzattı. “Cihangir Bozuklu.” Hafiften gülümser gibi oldum ve bende elimi uzattım.


“Özge Nur Taşkın.” Dedim


O ise elini belime koyarak bana yol göstermeye başladı. Nereye gittiğimizi bile bilmeden ilerliyorduk şu an. “Senin buraya neden geldiğini de, neden burada olduğunu da , kim olduğunu da biliyorum kızım.”


Kafamı salladım. “Bende sonradan öğrendim zaten. Hatta adınızı da daha yeni öğrendim .” Dedim yüzünde mahcupça bir ifade oluştu.


“Bak ne diyeceğim o kadar buraya geldin. Daha doğrusu getirildin bir yemeğimizi yemeden gitme ha ne dersin. “ Kafamı olumsuz anlamda salladım. Tam o an yanımıza aceleyle gelen kadına karşın bakışlarımı Cihangir beye çevirdi “Eşim.” Diye düzeltmesiyle anladım ki cihat’ ın üvey annesiydi.


“Geç kalmadım öyle değil mi?” Yanımıza gelen kadınla onu incelemeye başladım.


Kâkül olan saçları alnına yapışmıştı, kahve olan gözleri ise boncuk boncuktu küçük hokka bir buruna sahipti. Minyon bir tipti ve çok tatlı durduğu kesindi. Siyah saçları ise tek omuzunda örgülü bir şekilde duruyordu. Oldukça genç bir görüntüsü vardı.


“Merhaba canım ben Cihangirin eşi Demre çamyeli bozuklu.” En azından bu evde düzgün bir kaç insan vardı. Hepsi cihat gibi bir manyak değildi ve ismini söylemek gibi bir eylemde bulunuyorlardı.


“Merhaba bende Özge Nur taşkın.” Elimi uzattım ama o ise elimi tutmak yerine bana sarılmıştı. İçimde birden oluşan sıcaklıkla gözlerimi yumdum. Hiç kimseye kolay kolay sarılamaz yada güvenemezdim. Ama bu kadının tarif edilemez bir sıcaklığı vardı.


Ve ona sarıldım.


Gözlerim doldu yine belli etmedim.


İçimde zelzeleler koptu kimse hissetmedi.


Neredesin anne, Unuttun mu yoksa kızını?


Yavaşça benden ayrılırken eli hızla alnını buldu. “Hızlı olalım lütfen. Yemekler soğuyacak yoksa.” Demesiyle kafamı olumsuz anlamda salladım.


“Ben gitsem iyi olacak.” Kafasını olumsuz anlamda salladı ve bakışları arkamda bir yere kaydı. “Yemek yemeden evden çıkmanıza izin vermem.” Dedi ve gözleriyle arkadaki bir yeri ve beni gösterdi.


“Aç değilim.” Dedi hızla demre hanım ise umursamadı ve kafasını olumsuz anlamda salladı.


“Bahane kabul etmiyorum.” Dedi ve bana döndü. “ Buraya kadar gelmişken gidemezsin hem acıkmışsındır ondan sonra gidersin merak etme.” Dedi ve yüzünde mükemmel bir gülümseme oluştu.


Ve o an bayadır tatmadığım duyguyu tattım;


Aile sıcaklığı...


“Yemekler hazır zaten senin buraya geldiğini gördüğüm andan beri yemekleri hazırlıyorum. Hadi tatlım beni üzme.” Dedi ve ellerimi tuttu.


“Çiğ köftede var mıdır acaba?” Aklımdan geçen şeyle kafamı olumsuz anlamda salladım. Buradan çıktıktan sonra direk çiğköfte yemeye gidecektim.


“Bebeğim çiğköfte yok ama senin için sipariş edebiliriz.”


Gözlerim aniden irileşirken. Kafamı önüme çevirdim ben şimdi onları dışımdan mı söylemiştim?


Rezillik.


Şu an utançtan ölebilirdim. Hatta ben ölseydim. Hayatımda daha önce böyle utandığımı hatırlamıyordum.


“Ya aslında hiç gerek yok. Öylesine söyledim ben.” Diye konuştum zorlukla. Demre hanım gülerken, Cihangir bey ise ikimizi izliyordu.


“Eminim ki öyledir nur yüzlü.” Deyip yanımdan geçen adama karşın göz devirdim. Sesi kısık çıkmıştı. Ve sadece benim duyduğuma yemin edebilirdim.


Hem o bana yine mi nur yüzlü demişti.


Belki de ikinci ismimden dolayıydı.


Bilmiyordum.


“Hadi gel kızım. Demre teyzenin de dediği gibi yemekler soğumasın.” Dedi ve gülümseyerek yanımdan geçti.


“Hadi canım gel lütfen. Hem senide iyice tanımış oluruz. Gerçi seni pek tanıdığım söylenemez ama. Seni tanımak isterim.” Hafiften gülümsedim.


Gülümsemek ne kadar zor gelmeye başlamıştı artık bana.


O beni yönlendirirken bende peşi sıra ilerlemeye başladım.


Tüm yemek boyunca bana ardı arkası kesilmeyen sorular sormuşlardı. Yaşımdan tut okuduğum bölüme kadar bir sürü sorular sormuştular.


Başta Demre hanım olmak üzere Cihangir beyde arada bir sorular sormuştu. Ve öğrendiğime göre cihatla aramızda sadece altı yaş vardı. O 27 yaşındaydı ben ise 21 ve benimle yaşıtta bir kardeşi vardı.


İsmini sormamıştım ama anladığıma göre kız buz küpüymüş ki yemeğe gelmemesi de bunu ispatlar nitelikteydi. Aile doğma büyüme İstanbulluydu bana nazaran. Demre abla ve Cihangir amca ise 7 yıl önce evlenmişlerdi. Cihangir Bey’in mimarlık üzerine bir şirketi vardı ve onu işletiyordu.


Cihatın ne yaptığıyla ilgilenmemiştim ve sormamıştım onun hakkında öğrendiğim iki şey vardı; biri yaşı, diğeri ise iki isminin oluşuydu.


CİHAT ALİ BOZUKLU.


İlk başlarda sordukları sorular beni garipsemişti. Saçma gelmişti bana karşı kurdukları yakınlık ama anlamıştım ki hepsi benim rahatsız hissetmemem ve biraz da içlerinde oluşan mahcupluk hissindendi.


Çünkü oğullarının beni sorgusuz, sualsiz buraya getirmesi onlarca kaba anlaşılmıştı ve cihat en baştan beri umursamamıştı kimseyi.


Benim dediklerimle de ilgilenmemişti hiç bir zaman ki kendisi de tek bir kelime etmemişti yemek boyunca. Şimdi ise tam karşımdaki sandalyede sigarasını içmekle meşguldü.


Yemekler yenmişti. Demre hanım fırında patates, soslu makarna ve tavuk çorbası hazırlamıştı ha birde yanında domates salatası. Hepsinden bolca yemiştim görgüsüz gibi. Birde üstüne çiğköfte. Tüm ev halkı bana garip bakışlarını atmıştı. Cihat bile. Sanırım bu kadar yemeği nasıl yediğim merak konusuydu. Ama benim için normaldi. Yerdim ben iştahım vardı benim. Eminim ki tüm verdiğim kiloları geri almıştım.


Bu aile hem bana yabancı hem de bir o kadar da yakındı.


Garip ama gerçek..


Elimdeki tabağı mutfağa bırakmamla utana sıkıla yeniden yemek masasına oturdum. “Sormayı unuttum nereliydin balım sen.” Bakışlarım tekrar demre hanımı bulurken. Gözlerinin içine bakarak cevap verdim.


“Elazığ.” Dememle kafasını salladı. “Babamın askerlik yaptığı yer. Çok severim orayı gitmişliğim var oraya.” Derin bir iç çektim aklıma gelen anılarla kafamı olumlu anlamda salladım. “Öyle.” Dedim ve yavaşça toparlanmaya başladım. O kadar çok şey yemiştim ama en ufak bir karın ağrısı belirtisi yoktu bende.


“Ben artık izninizi isteyeyim. Ellerinize sağlık her şey için sağ olun.” Dedim ve yavaşça yerimden kalktım demre hanımda peşi sıra havaya kalkarken. Yüzünde üzgün bir ifade oluşmuştu çoktan. “Keşke biraz daha kalsaydım canım. Ben seni çok sevdim. Bak ne güzel sohbet ediyorduk.” Deyip iç çekti.


“Olsun. Yine de gitmem gerek. Hem kardeşimde beni merak etmiştir. Gideyim ben artık.” Gerçi yanımda tek kuruş param da yoktu umarım bu manyak centilmenlik yapar ve beni eve götürürdü . Yada korumaları da olabilirdi. Benim için hiç sorun değildi. Sağ salim kardeşimin yanına gideyim de ben.


“Yine gel olur mu? Cihat tekrar getirsin seni buraya. Zaten arkadaşısın.” Evet beni cihatın bir arkadaşı sanıyordu. Bir bilseydi bizim intikam planları yapmak için bir arada bulunduğumuzu...


Bir şey diyemedim ki buraya tekrar geleceğimi de zannetmiyordum. Ben kapıya doğru yönelirken Cihangir amca elindeki sigarasını küllüğü bastırdı ve arkamdan seslendi.


“Ne olursa olsun yine bekleriz.” Kendisi de biliyordu bir daha gelmeyeceğimi. Kafamı olumlu anlamda salladım. Dış kapının girişine gelmemizle Demre hanım bir kez daha sarıldı. “Cidden çok hoşuma gittin benim . Hanım hanımcık bir kızsın. Nasıl özlerim bir bilsen ben seni.”


Hanım hanımcık bir kız ve ben.


Hafiften güler gibi oldum. Kesinlikle yüzsüzün tekiydim.


Aynı zamanda bana bu kadar çok alışması ve beni sevmesi benim baya bir tuhafıma gitmiyor değildi. Kim ilk defa gördüğü bir kıza güvenir ve onu severdi ki? Şahsen ben olsam kendimi sevmezdim. “Sen hala burada mısın?” Arkamızdan gelen sesle bakışlarım arkaya doğru kaydı. Gelen tabi ki de bay manyaktı.


Cihat Ali bozuklu.


“Ne olmuş vedalaşıyoruz şurada.” Demre hanım’ın konuşmasıyla derince ofladı.


“Sanki kırk yıldır birbirinizi tanıyorsunuz da. Şimdide ayrılamıyormuşsunuz gibi.” Hiç bir şey demedim Demre hanımda onu umursamadı ve bana tekrardan sıkı sıkı sarılmaya başladı.


Bu kadını sevmeye başlamıştım.


“Hadi nur yüzlü Demre ağlamadan gidelim.” Dedi ve Demre hanıma döndü. “Boşuna ben eve gelince başımı şişirmeye kalkma onu tekrar ayaklarına kadar getiricem.” Benim hakkımda kararlar vermesi hiç doğru değildi. “Abartma istersen cihat .” Dedi ve kollarını göğsünde birleştirdi.


Cihat hiç umursamadı ve bana küçük bir baş işareti yaptı. Bu sanırım beni götüreceği anlamına geliyordu. En azından eve kadar yürümek zorunda kalmayacaktım. Cihat önden giderken Demre hanıma doğru döndüm. “Allah size bu manyağım yanında sabır versin.” Konuşmamla yüzünde gülümseyiş belirirken el salladı ve “Amin.” Dedi


Cihatın arkasından ilerlemeye başladım. “Beni buraya tekrar getirmeyeceksin öyle değil mi?” Diye sordum. Bakışları bana kayarken arabaya doğru ilerlemeye devam ediyorduk. “Eğer öyle söylemesem başımda susmayacaktı.” İşte bu bana büyük bir cevap olmuştu.


Beni tekrar buraya getirmesi aptallık olurdu. Zaten gelmek te istemezdim.


Sanki bu gün bir antlaşmaya imza atmıştım.


Sonu belli olmayan bir antlaşma.


Birileri bedel ödeyecekti;


Ya biz ya da onlar.


Ama bilmediğim bir şey vardı; eğer bedel ödeyen taraf biz olursak ne olacaktı...


***


Allah'a emanet...


Loading...
0%