@ceydarabia
|
Deren, uzun yıllar sonra babasının atölyesine ilk kez adımını attığında, havadaki tozlar bir yanda dans edercesine havalandı. Odanın içine yayılan ağır, özlemli bir koku, geçmişin izlerini taşıyordu. Atölye, zamana yenik düşmüştü; her köşesi eskimiş ve unutulmuş gibiydi. Deren, gözlerini etrafta gezdirirken içinde bir merak dalgası kabardı. "Vay canına, burası ne kadar değişik bir yer," diye düşündü. Ancak buranın kendi babasının atölyesi olduğunu hatırladığında, şaşkınlığı yerini hafif bir hüzne bıraktı. Babası Aziz Âşık, bir ressamdı. Resim, onun için yalnızca bir sanat değil, bir yaşam biçimiydi. Deren’in de bu sanata olan tutkusu, babasından miras kalmış gibiydi. Atölyenin her köşesi, babasının ellerinin dokunduğu bir anıyı saklıyor gibiydi. Deren, adımlarıyla odanın içinde dolaşmaya başladı. Çatlamış boyalarla kaplı duvarlar, tozlarla örtülü pencereler ve zemindeki eski fırçalar… Bir köşede, neredeyse unutulmuş gibi duran tablolar üst üste yığılmıştı. Her biri, içinde bir hikâye saklıyor gibiydi. Bu görüntüler, Deren’in içinde karmaşık bir duygular fırtınası yarattı. Özlemle karışık bir üzüntü ve açıklanamaz bir öfke… Babasının bu odayı neden böylesine terk ettiğini anlamakta zorlanıyordu. Deren, dikkatini köşedeki tozla kaplanmış bir örtüye çevirdi. Örtünün altındaki şekil, adeta odanın sessizliğini bozan bir fısıltı gibiydi. Birkaç adım atarak örtünün yanına yaklaştı ve ürkekçe ucundan tuttu. "Nedir bu acaba?" diye mırıldandı. Örtüyü kaldırmasıyla birlikte karşısına eski, ama bir o kadar da görkemli bir resim tahtası çıktı. Ahşabı, yılların izlerini taşısa da, üzerindeki ince işlemeler hâlâ dikkat çekiciydi. Tahtanın ortasında bir sembol oyulmuştu; Deren bu sembolü daha önce hiç görmemişti, ama garip bir şekilde ona tanıdık geliyordu. Elini tahtanın üzerine koyduğunda, bir anda odada garip bir serinlik hissetti. Parmaklarının tahtanın yüzeyine dokunmasıyla, içini bir ürperti kapladı. Kalbi hızla atmaya başladı. Bu tahtanın sıradan bir nesne olmadığını anlamıştı. Deren, tahtanın yanında duran eski bir defter fark etti. Tozlarla kaplanmış kapağını silip açtığında, babasının el yazısıyla yazılmış kısa bir not dikkatini çekti: "Bazı şeyler yalnızca gözle değil, ruhla görülür. Bu tahtaya dokunan kişi, gördüğünden fazlasını yaratacaktır." Deren, babasının bu sözlerini okurken içini tarif edemediği bir heyecan kapladı. Ancak bu heyecan, içinde büyüyen bir korkuyla iç içe geçmişti. Deren, tahtanın karşısına oturdu. Sanki tahtanın ona seslendiğini hissediyordu. Parmakları, babasından kalan eski fırçalardan birini kavradı. Fırçanın sapı, eskiliğine rağmen eline tam oturuyordu. İçinde garip bir dürtüyle tahtanın yüzeyine dokundu. Bir süre duraksadı. Ne çizecekti? Aklında net bir fikir yoktu, ama elleri ona ihanet edercesine hareket etmeye başladı. Önce basit bir manzara… Gözlerini kapattığında zihninde beliren bir sahneyi tuvale yansıtmaya koyuldu: Gri bulutların arasından süzülen soluk bir güneş, yalnız bir patika ve patikanın kenarında bir ağacın altında oturan bir figür… Çizim tamamlandığında, Deren derin bir nefes aldı. Fırçayı masaya bıraktı ve bir adım geri çekildi. Çizim, tuhaf bir şekilde göz alıcıydı; sanki tahtanın kendisi, Deren’in fırçasını yönlendirmiş gibiydi. Ancak o anda, farkında olmadığı bir şey oldu: Odayı saran serinlik giderek artıyor, tahtanın etrafında garip bir titreşim hissediliyordu. Bir anda dışarıdan bir ses duyuldu. Deren, irkilerek pencereye doğru döndü. Atölyenin önündeki patikada bir figür belirmişti. Deren dikkatle baktığında, çizdiği figürün birebir aynısının orada durduğunu fark etti. Gözleri büyüdü. "Bu mümkün değil," diye fısıldadı. Figür, kafasını kaldırarak doğrudan Deren’in olduğu pencereye baktı. Yüzünü net olarak göremediği bu kişi, sadece birkaç saniye hareketsiz durduktan sonra ağır adımlarla uzaklaşmaya başladı. Deren, şaşkınlıkla pencerenin önünde donakaldı. Birkaç saniye sonra cesaretini topladı ve kapıya yöneldi. "Hayır, bu bir tesadüf olmalı," dedi kendi kendine. Ancak kalbi, tahtanın sıradan bir şey olmadığını çoktan anlamıştı.
|
0% |