@ceydarabia
|
Deren, gözlerini araladığında her şey bulanıktı. Vücudu ağrıyordu, zihni ise karışıktı. Ne olduğunu, nasıl bu hale geldiğini anlamaya çalıştı, ama hemen her yer karanlıktı. Soğuk metalin sertliği ellerinde ve ayaklarında acı veriyordu. Bağlıydı. Bir depo… Kapalı bir alan… Her şey sessizdi, ama kalbinin hızlı atışı her şeyi duyulabilir kılıyordu. Kafasını zorla kaldırdığında, kapıdan gelen bir ses duyarak irkildi. Yavaşça döndü, gözlerini zorla odaklamaya çalıştı. O an, o soğuk, alaycı ses onu bir anda ele geçirdi. "Güzelim," dedi Elena, sakin ama tehditkâr bir tonda. Deren, hiç beklemediği bu sesle irkildi. Saçları başından sert bir şekilde çekildi ve acıyla ağzından bir ses çıktı. Deren’in vücudu gergindi, fakat içine düşen korkuyu bastırmaya çalışarak, "Kim… kimse…sin?" diye zorlanarak sordu. Sesindeki titremeyi her an hissedebiliyordu. Elena, adımlarını ağır ve dikkatli atarak ona yaklaşıyordu. Her hareketinde bir tehdit vardı, gözlerindeki soğuklukla sanki Deren’i daha da köşeye sıkıştırıyordu. Elena, Deren’in biraz daha sağa kaymasına izin verdi, fakat onun kaçmasına engel olmak için her adımda daha da yakınlaştı. Deren, boğazını temizleyerek, kalbinin hızla çarpmasına rağmen gözlerini ona dikti. "Beni niye buraya getirdin?" diye sordu, sesi sertleşmeye başlıyordu. "Beni tanımıyorsun. Beni buraya getirecek kadar değerli değilim." Elena, Deren’e yaklaşırken gülümsedi, ama bu gülümseme güven verici değildi. Bir tehdit gibi, soğuk ve kaygısız bir gülümseme. "Bunu çok çabuk anlayacaksın, güzelim," dedi. Sesindeki sükûnet, acımasız bir güveni yansıtıyordu. "Bunu çok çabuk anlayacaksın. Bu tahta, çok şey değiştirecek. Ve sen, istemesen de, bana yardım edeceksin."
Deren, öfkeyle ve korkuyla gözlerini ona dikerken, "Tahtayı ne yapacaksın? Bunu senin için bir oyuncak gibi mi görüyorsun?" diye bağırdı. Hızla bağlarını çözmeye çalıştı ama elleri gevşek bile olsa bir adım dahi atmasına engel oluyordu. Elena, bir adım daha atarak, saçlarını sertçe çekti. Deren’in kafası geriye doğru savruldu, boğazından acı bir çığlık çıktı. "Ağrıyor değil mi, güzelim?" dedi Elena, sesi hâlâ sakin ama içinde bir şeyler fısıldıyordu. "Bunu istemiyorsan, bu kadar direnmeni de anlamıyorum. Sonuçta, tahta benim olacak. Sen sadece bana yardımcı olacaksın." Deren’in gözleri, duygularının karıştığı bir boşlukta kayboldu. Bir yandan öfkesini içinde tutmaya çalışıyor, bir yandan korkusunu derinleştiriyordu. "Beni bırak," dedi, sesi daha boğuk ve hıçkırıklıydı. "Benden hiçbir şey alamazsın. Ben sana yardım etmeyeceğim." Elena, bir an duraksadı, gözlerindeki soğukluk bir parça daha belirginleşti. "Hadi bakalım, diren güzelim," dedi. "Sonuçta, eninde sonunda, seninle aynı yolda yürümek zorunda kalacağım." Deren, bir saniye duraksadı. Yavaşça nefesini verirken, bağlarını çözmeye çalışmaya devam etti. Her şeyin ona karşı çalıştığını hissediyordu. Ama bir şekilde direnmek istiyordu. "Sana yardım etmiyorum," diye tekrar bağırarak sözcükleri zorla çıkarabildi. "Beni bırak." Elena, gözlerindeki karanlıkla Deren’i süzerek başını hafifçe eğdi. "Birazcık daha diren," dedi. "Ama seninle oyun oynayacak kadar vakit kaybetmeyeceğim." Sonra aniden, Deren’in saçlarını bir kez daha sertçe çekti. "Güzelim, bu kadar direndiğine göre sana başka bir şey gösterelim." Deren’in kafası yine geriye savruldu, ama bu defa bir şey fark etti: Elena’nın bakışlarındaki kararlılık, tüm odaklanmayı ve gücü dışarıya yönelttiği anlarda bile ona ulaşmak istiyordu. O zaman Deren, gerçekten de kaçmanın ne kadar imkânsız olduğunu fark etti. Ama ona rağmen, direnmeye devam etti. Elena, onu bir süre daha inceleyerek, soğuk bir şekilde "Ne kadar daha devam edeceksin?" dedi. "Sonunda sana söylediklerimi kabul edeceksin." Deren, Elena’nın bu sözlerine yanıt veremedi. İçindeki korkuya ve hüsrana karşı geleneksel direncini koruyarak, ona bir bakış attı. Bir yandan da, tahta için ne yapacağını düşünüyordu. Kendisini teslim etmek zorunda değildi, en azından direnecek kadar güçlüydü. |
0% |