@culpaamia
|
Kucağındaki minik bedene, göğsünün üstüne usulca yayılmış kısacık siyah saçlara bir süre için sadece baktı Oğuz. Ne yapacağını bilemedi. Uyanınca ne diyeceğini, nasıl baş edeceğini bilemedi. Zaten kendi dertleri onu boğuyorken bir de az önceki manzaranın bir benzerini görmeye asla katlanamayacaktı. Gücü yoktu buna. Buz mavisi gözlerini çaresizce ağır ağır açıp kapatırken aklında olan tek şey komutanının son sözleriydi.
'Karaca'ya sen vereceksin ölüm haberimi. Kendini toparlayana kadar yanında kalacaksın. Toparladığında ise hep gözün üstünde olacak. Kendi kardeşinmiş gibi koruyup kollayacaksın.'
Kendi kardeşinmiş gibi koruyup kollayacaksın...
Zordu bu. Hatta epey zordu ama komutanının son sözlerini de yabana atacak değildi. Zaten yeterince kayıp vermişken bir de son istediği şeyi yerine getiremezse kendini asla affetmezdi. Bu ele avuca sığmayan kızı zaptetmek zor olacaktı ama deneyecekti. Düşünecekti buna da bir çare elbet.
Tekrar gözlerini kıza çevirdi Oğuz. Kapattığı kirpikleri hala ıslaktı. Dudakları baygın olmasına rağmen anlaşılmayan bir şeyler mırıldanıyordu. Aynı zamanda ne düşünüyorsa Oğuz'un sıkıca kavradığı eline sarılıyordu. Gözlerini kırpıştırdı bu manzara karşısında Oğuz şefkatle. Elini elinden istemeye istemeye çekerken bir kolunu bacaklarının altından geçirerek tamamen kucakladı Karaca'yı. Yaralı kolu kendini belli edercesine sızladı fakat saatlerce burda oturamazlardı. Tam merdivenlere doğru yönelmişti ki fark ettiği şeyle durdu adımları. Gitmekten vazgeçti.
Hava soğuktu. Kız ise yarı çıplak. Üşürdü bu halde, dışarı çıkaramazdı. Gerisin geri eve ilerlerken kapısı açık evden içeri girdi. Etrafa bir göz attı. Ufak bir gözlem sonucu kırmızı led ışıklı odanın Karaca'nın olduğuna emin olmuştu. Hızlı adımlarla oraya yöneldi. Kapısı açık odadan içeri girerek yatağın üstündeki yastık yığınını yere savurdu. Karaca'yı yatağa yatırarak açıkta kalan bacaklarına yorganını örttü. Bir sürü kişi doluşacaktı birazdan odaya. Görsünler istemezdi.
Yataktan bir kaç adım ileri giderken kamuflajının ceplerini yokladı. Arka cebinde bulduğu telefonunu çıkardı. Hızlıca arama yerine girerek tek bir numarayı tuşladı.
"Akif." dedi sakin bir sesle. Odanın içinde ilerledi ağır adımlarla. "Hemşireleri al, yukarı çık." Aşağıda hazır bekleyen ambulans aklına gelince bir şey daha ekledi. "Ambulansı geri yolla." Gözüne takılan şeyle durdu lakin adımları.
"Hemen komutanım."
Duyduğu cevapla telefonu kapatırken tekrar kamuflajının cebine sıkıştırdı telefonu. Koca postallarıyla bir iki adım atarak yere çöktü. Yerdeki yastıklardan en sağa düşmüş olanı eline alarak incelemeye başladı. İri avucunda küçücük kalmıştı yastık.
Kiss me. Yazıyordu yastığın ön yüzünde. Hemen altında ise kırmızı rujlu bir öpücük işareti vardı. Bu öpücük Karaca'ya aitti. Oğuz'un kaşları çatılırken bir kaç saniye inceledi yastığı. Hemen sonra ise yastığın arka yüzünü döndürdü hiç bakmamış olmayı dileyeceğini bilmeden.
"Siktir.." diye bir fısıltı kaçtı dudaklarından. "Bu ne lan?"
Fuck me. Yazıyordu burda da kocaman harflerle. Bu kız kesinlikle delirmiş olmalıydı çünkü yirmi iki yaşındaki bir kız için normal değildi bu oda. Oğuz'un içini tuhaf duygular kaplarken ateşe değmiş gibi odanın en köşesine fırlattı yastığı. Beklemiyordu. Bunu kesinlikle beklemiyordu.
Tüm kızlar böyle miydi?
Çatılan kaşlarına ve fırlattığı yastığa rağmen içindeki meraka da engel olamadı. Tuhaf bir dürtüyle arkası dönük yastıklardan başka bir tanesini aldı. Ön yüzünü döndürür döndürmez ise şaşkınlığı katlanarak artmıştı. Bir kaç saniye bakakaldı.
Big dick.
"Tövbe tövbe." dedi Oğuz gözlerini kaçırarak o yastığı da öbürünün yanına fırlatırken. İçinden bir ya sabır çekerek ayağa kalktı. Kapının oraya yan yana düşen yastıklara ilerledi ve iyice köşeye iteledi ayağıyla. Hemen sonra ise kırmızı led ışığı kapatarak normal ışıkları yaktı. Günaha girmişti akşam akşam bu yastıklar ve ışık yüzünden. Yatakta uzanan Karaca'ya ters bir bakış attı. Abisinin ona karşı neden bu kadar korumacı olduğu şimdi belli oluyordu. Oldukça uçarıydı bu kız. Kafası farklı çalışıyordu. Çok masum duruyordu oysa.
Oğuz ona doğru yavaşça adımlarken bu yumuşak yüzün altında böyle ateşli bir kızın yattığına inanmak istemedi. Yüzünü buruşturdu istemsizce. Bilmek de istemezdi doğrusu. Eğer öyleyse işi bir hayli zorlaşmıştı çünkü. Gözlerini Karaca'dan ayırmadan odadaki Berjer'e oturdu. Kafasını hafifçe sağa yatırdı kızın güzel yüzüne karşı.
"Ne yapacağız biz seninle Karaca?" diye mırıldandı ağzının içinde belli belirsiz. Minik vücuduna rağmen şeytana papucunu ters giydirirdi. Bunu görebiliyordu Oğuz. Göktuğ komutanı başına çok büyük bir bela açmıştı. Derin bir nefes alıp verdi. Zordu. Çok zor. Dağda terörist avlarken gördüğü fuck me yazan yastık kadar tuhaf hissetmiyordu. Oldukça tersti ona bu tür şeyler.
Neyse ki kapıdan gelen seslerle kafası dağılmıştı Oğuz'un. Gördüklerini unutmak için bir fırsat doğmuştu. Yerinden ayaklanırken kapıya doğru adımladı. Hemşireler gelmiş olmalıydı.
Tam kapıdan çıkarken karşılaştığı askerleri ve Yeliz hemşireyle tahmininin doğru olduğunu anladı. Arkadaki askerlere başıyla gitmelerini işaret ederken Akif'e kalmasını işaret etti. Odada fazla kalabalığa gerek yoktu. Akif odadan içeri girdiğinde Yeliz hemşireye döndü. Pansuman yaptırmak için gittiği hastanede sık sık karşılaşırlardı. Kumral saçlı, güler yüzlü, sakin bir kızdı kendisi.
"N'aber Oğuz?" dedi her zamanki gibi tebessümüyle. "Yine bir bayılma vakası, ha?"
Oğuz kafasını aşağı yukarı saklamakla yetindi. Sohbet edecek vakti yoktu. Uğraması gereken bir yer vardı.
"Sakinleştirici bir serum tak. Bir kaç saat kadar uyusun." dedi ifadesiz bir sesle. Yeliz hemşire tebessümünü bozmadan kafasını aşağı yukarı sallarken Akif'e döndü.
"Başında bekle." dedi kesin bir sesle. Bakışlarını bir saniyeliğine Karaca'ya çevirerek tekrar Akif'e döndü. "Uyanırsa hiç bir yere gitmesine izin vermeyin. Zorluk çıkarırsa beni arayın."
"Tamamdır komutanım." dedi Akif her zamanki gibi. Oğuz bir cevap vermeden odadan çıkarak kapıya doğru ilerledi. Hedefi Kilis havaalanıydı. Komutanının ailesi ilk uçakla defnedilecek oğulları için gelmişti. Onları tabii ki de orda bırakmayacak, eve getirecekti. Ne kadar bir saat geç kalmış olsa da.
Hızlı adımlarla üç katlı binanın merdivenlerini indi. Omuzlarında çok fazla yük vardı. Taşıyamayacağı kadar çok ama yine de tek kelime etmiyordu. Yapılması gerekenleri yerine getiriyordu. Daha şehit olan arkadaşlarının yasını tutamadan bastırmıştı yükler ama hiç kimseye bir şey demiyordu her zamanki gibi. Sırtını yaslayacak kimsesinin olmayışındandı bu.
Hallederim. Dedi kendi kendine. Derin bir nefes verdi. Her şeyi hallettim, bunu da hallederim.
Apartmanın siyah çelik kapısını açtı iterek. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Aceleci adımlarla ufak bahçeye çıktı fakat gördüğü kişilerle adımları yavaşladı. Aceleci tavrı yerini her zamanki ifadesiz tavrına bıraktı.
Bahçe kapısını açarak içeri girmekle meşgul olan iki kişi vardı karşısında. İlki; saçına, sakallarına aklar düşmüş, yorgunluktan ve üzüntüden göz altları halka halka olmuş bir babaydı. Başı dik olsa da ciğerinin yandığını anlayabiliyordu Oğuz. Anlamamak da imkansızdı zaten. Ağır adımlarla Oğuz'a doğru ilerlerken henüz altı yaşında olan, acı kahve gözleri korkuyla etrafı süzen bir kız çocuğunun elini tutuyordu. Annesi yoktu komutanının. Nerde olduğunu sormaya gerek yoktu şayet hastanede olduğuna adı gibi emindi.
Oğuz onlara doğru ilerleyerek tam karşılarında durdu. Buraya gelmeleri hataydı. Diye geçirdi içinden. Zaten oğullarının acısıyla yanan ailesi bir de kızlarının perişan halini görmemeliydi.
Bilmediği şey ise ne annenin, ne de babanın Karaca'ya karşı herhangi bir sevgi kırıntısı beslemediğiydi.
Karşısında Oğuz'u gören adam hemen merakla sıraladı sorularını. "Oğlum.." dedi titrek bir sesle. "Ne zaman defnedilecek? Defnedilmeden önce son kez görmek istiyorum."
Bu isteğe ve titreyen sese karşı sertçe yutkundu Oğuz. Ama karşı da çıkmadı. Başını aşağı yukarı sallarken yanda bekleyen askerlerden birine işaret verdi. Asker anlaması gerekeni anlayarak yanlarına geldi.
"Morga götür." dedi kızın duymasını istemediği için alçak bir sesle. "Son kez oğlunu görsün. Çalışanlara benim selamımı söylersin."
Askerin cevabını beklemeden tek bir bakışla gönderirken korkuyla ona bakan küçük kıza döndü. Yere eğilirken yüzünü kızın yüzünün hizasına getirdi. Kahve gözleri dolu doluydu.
"Gel bakalım prenses." dedi kıza gülümseyen bir yüzle. Kız bir Oğuz'a, bir de elini bırakıp diğer askerlerle birlikte giden babasına baktı. "Biraz oyun oynayalım seninle." Elini uzattı kıza tutması için.
Asya korkmuş bir şekilde dolu gözlerini kırpıştırırken kendisini kapana kısılmış gibi hissediyor, etrafında ailesinden birini görmeyi bekliyordu lakin bugün herkes tuhaftı. Kimse onunla ilgilenmiyordu. Normalde sürekli neşeli olan anne ve babasını böyle süzgün gördükçe korkuyordu Asya. Oysa ki ona yolda 'abine gideceğiz.' demişlerdi. Hani, abisi nerdeydi? Veyahut ablası?
Askerdi abisi. Bunu biliyordu. Altı yaşında olmasına rağmen üniformaları tanıyordu. Abisini de sık sık bu üniformayla görürdü. Küçük eliyle uzanıp Oğuz'un üniformasındaki ay yıldız simgesine dokundu.
"Asker misin sen?" dedi ince, biraz da kısık sesiyle.
Oğuz bu masum soru karşısında net bir cevap verdi. "Evet."
Bu sefer başka bir soru yöneltti Asya. Alacağı cevaba göre korkuyla dolu olan minik kalbi Oğuz'a güvenip güvenmemeyi seçecekti. "Abimin arkadaşı mısın?"
Oğuz yine düşünmeden cevapladı. "Evet, arkadaşıyım."
Asya rahatlamış bir nefes verirken gülümsedi. Elini uzatarak Oğuz'un avucunun içine bıraktı. İşte altı yaşındaki bir kız için güvenmek bu kadar kolaydı. Hem askerlere ve polislere güvenebileceğini söylemişti abisi. Bu yüzden korkmadı.
Oğuz çöktüğü yerden ayağa kalkarak elini tutan küçük kızla beraber apartmana ilerlemeye başladı. Asya rüzgardan dolayı yüzüne gelen kumral saçlarını geriye iterek hevesle Oğuz'a döndü.
"Abime mi gidiyoruz?"
Sertçe yutkundu Oğuz bu soru karşısında. Buz mavisi gözlerine hüzün yerleşti ama belli etmedi yine de. "Hayır ufaklık." dedi sesini yumuşak tutmaya çalışarak. "Abin şu an gelemez, işleri var. Ablana gidiyoruz."
Gözleri ışıldadı Asya'nın. Neşeyle gülümsedi. "Ablamın evi mi burası?"
Oğuz çelik kapıyı açarak Asya'nın geçmesi için tuttu. "Evet."
Beraber apartmandan içeri girdiklerinde Asya olduğu yerde zıp zıp zıpladı. Omzundan aşağı dökülen kumral saçları dalgalanıyordu. "Yaşasın! Ablama gidiyoruz!"
Oğuz küçük kızın elini düşmemesi için bırakmazken telefonun çaldığını belirten melodi apartmanda yankılandı. Bir yandan merdivenleri çıkarken diğer eliyle telefonunu bulup cevapladı.
"Ne oldu?"
"Komutanım." dedi Akif biraz tedirgin bir sesle. "Gelmeniz gereken konular var."
Telefonu Akif'in yüzüne kapatırken merdivenleri çıkan adımlarını hızlandırdı içinden söve söve. Daireye yaklaştıkça Karaca'nın bağıran sesini daha net duyabiliyordu.
"Ablam neden bağırıyor?" dedi Asya merakla. Oğuz açık kapıdan içeri girerken onu gören Akif hızla yanına ilerledi. "Şarkı denemesi yapıyor." Asya'nın elini bırakarak Akif'in kulağına eğildi hafifçe.
"Kızı al, oyala bir kaç saat."
Duyduğu emirle Akif'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. "K-komutanım." dedi telaşla kekeleyerek. "Ben ne anlarım el kadar bebeye bakmaktan?"
Oğuz'un çenesi sinirle kasılırken mavi gözlerini Akif'in gözlerine dikti. "Ben çocuk bakıcısı mıyım lan sanki?" dedi dişlerinin arasından. "Oyala diyorsak oyalayacaksın!" Omzundan çekerek Asya'ya doğru ittirdi Akif'i. "Korkutma kızı belanı sikerim." dedi alçak bir sesle. Hemen sonra ise onları izleyen Asya'ya döndürdü bakışlarını.
"Hadi bakalım ufaklık. Gidin bahçede Akif abinle eşekçilik oynayın." dedi eşek kelimesinin üstüne basa basa. Akif yalvaran gözlerle komutanına bakarken umursamadı bile. Başında çok daha büyük bir bela vardı.
Hızlı adımlarla onların yanından geçip giderken odanın kapalı kapısından Yeliz'in sakin olmasını söyleyen sözlerini duydu fakat Karaca olmamakta ısrarcı gibiydi. Parmakları sertçe kapının kulpunu kavrayarak açtığında, gözlerinin önündeki manzara onun bile beklemediği bir şeydi.
...
Sonsuz bir karanlığa hapsolmuştum. Acının her türlüsünü tada tada bir uçtan diğer uca savrulurken tek istediğim kurumuş dudaklarıma değecek bir kaç damla suydu. Fakat hiç bir zerremi hareket dahi ettirmiyordum.
Bulanıktı her şey. Busbulanık. Kulağıma ulaşan sesler uğultulu, gözlerimin gördüğü tek şey ince beyaz bir ışıktı. Sızlayan göz kapaklarımı açmaya çalıştım. Ağrıyan, ağırlaşmış vücudumla kıpırdandım olduğum yerde.
"Su.." diye mırıldandım zoraki bir şekilde. Duyulup duyulmadığına emin değildim. Hatta yanımda biri var mı, yok mu ona bile emin değildim. Yineleme ihtiyacı hissettim. Genzimde yukarıya doğru yükselen bir yangın vardı sanki.
"Su.." dedim tekrar, bu sefer daha güçlü bir sesle. Göz kapaklarım ağır ağır açıldı. Beyaz bir ışık süzüldü içeri. Gözlerimi acıtan bu ışığı elimle savuşturmak istedim lakin kolumda hissettiğim daha başka bir sızıyla dudaklarımdan acı dolu bir inleme kaçtı.
"Yavaş ol." dedi tanımadığım bir kadın sesi yumuşak bir şekilde. "Kolunda serum takılı." Aynı anda dudaklarımda cam bardağın soğukluğunu hissettim. Uzanıp yavaşça bardağı kavrarken bir iki yudum su içtim bardaktan. Kısık gözlerimle etrafa bakmaya çalıştım.
Yanımda kumral saçlı, uzun boylu zarif bir kadın vardı. Nasıl olduğumu anlamak istercesine bana bakarken ona bakmadım. Kafamı çevirerek kolumda takılı olan seruma baktım.
Ve tüm yaşananlar zihnime bir bir dolmaya başladı.
Kapının çalışı, abim geldi sanarak koşuşum ama başka bir askerin gelmiş olması. Söyledikleri, tavırları.. benim çığlıklarım ve ağlama krizine girmem. En sonunda ise birden bire bayılmış olmam.
Gözlerimi sıkıca tekrar yumdum. Başımı yastığa bastırırken tek istediğim uyumak ve bir daha da uyanmamaktı. Yüreğimi avucuna alıp sıkan üzüntü benim için bile fazlaydı. Kaldıramıyordum.
Gözümden bir damla yaş izinsizce akarak şakaklarıma doğru süzülürken abimin gülen yüzü belirdi gözlerimin önünde. Bir daha asla gülemeyecek, bir daha asla böyle sevgi dolu bakamayacaktı.
O bu hayatta yokken, benim de yaşamamın hiç bir manası yoktu. Yalnızken bir hiçten farksızdım herkesin gözünde. Kendi ailemde buna dahildi.
Sıkıca kapattığım gözlerimi açtım. Tavandaki Cem Adrian fotoğrafı ile göz göze gelirken tekrar uykuya dalmak, bu acıları zihnimden silmek istedim lakin aklıma gelen şeyle durdum. Doğruldum yavaşça olduğum yerden.
"Abim.." diye fısıldadım güçsüz sesimle. Yanımdaki sandalyede oturan kıza döndüm. "Abime gideceğim. Serumu çıkar." Sesim az öncekine göre daha iyi çıksa da hala oldukça halsiz hissediyordum.
Kız bir kaç saniye tereddüt eder gibi baktıktan sonra kafasını ağır ağır iki yana salladı. "Yapamam. Dinlenmen lazım."
Alayla güldüm sadece bu sözler karşısında. "Kim karar veriyor buna?" dedim içimden yukarı doğru yükselen bir öfke dalgasıyla. "Sen mi?" Benim abim, canım, kanım kim bilir ne haldeyken, nasıl... nasıl şehit olmuşken ben burda dinlenecektim öyle mi?
Kız başını dikleştirdi meydan okur gibi. "Ben bir emir aldım." diyerek kumral saçlarını yavaşça omzunun arkasına savurdu. "Ve bu emir de seni bu odadan çıkarmamak. İstediğini yap, gitmene izin vermeyeceğim."
Sinirle dişlerim kasıldı. Yüzüme düşen bir kaç saç tutamını haşince geri itelerken, "Senden izin alan yok zaten!" dedim öfkeyle. Benim burda ciğerim yanıyordu. İçim parçalanıyordu tarifsiz bir acıyla. Bir de izin mi isteyecektim abimi görmek için?
Kıza bakmadan bakışlarımı kolumdaki seruma eğdim. Yapamayacağımı düşünüyorsa yanılıyordu. Eğer karşımda değer verdiklerim varsa kendimi bile ezer geçerdim ben. Bir serum bana engel olamazdı.
Serumun iğnesinin ucunu kavradım. Bir saniye bile düşünmeden, yapılacak şeyin bu olduğunu bilerek sertçe yerinden çıkardığımda kolumu inceden bir sızı sarmaladı. Umursamadan bantı da söktüm. Hiç bir acı benim ruhumdakinden sancılı olamazdı şu anda. Ve o sancıyı dindirmek içinse ne gerekiyorsa yapacaktım. Dinmezdi, biliyordum lakin hafiflerdi. Bir kere yüzünü görsem... Son bir kez sarılsam... İçim yeniden huzurla dolar mıydı? Yoksa cayır cayır yanan yangınıma odun mu atmış olurdum?
Kestiremedim ne olacağını. Fakat hiç bir sebep beni hedefimden vazgeçirecek kadar etkili değildi.
Yataktan ayaklarımı sarkıtarak ayaklanmaya çalıştığımda kız endişeyle önüme geçti. Bir elini koluma sardı sanki beni durdurabilecekmiş gibi. "Dur! Ne yapıyorsun?" dedi korkuyla. Umursamadan kolumu ellerinden sertçe kurtararak yana ittirdim kızı. O bir kaç adım geriye sendelerken kolumdan akan kana aldırmadan son bulduğum gücümle masaya ilerledim. Abimin arabasının anahtarlarını almak için uzandım fakat bir el benden önce davranarak anahtarları kaptı.
"Oğuz gelmeden hiç bir yere gidemezsin. Bana emanet etti seni." diyen kızın tiz ama oldukça dikbaşlı sesi doldurdu kulaklarımı. Oğuz kimdi, ne alakaydı hiç bir fikrim yoktu ama tek bildiğim ne olursa olsun o anahtarları alacağımdı. Tehditkâr bir şekilde üstüne doğru yürüdüm kızın. Bir adım geri gitti.
"Seni öldürürüm!" dedim kesin bir sesle. İçimdeki acı tarifi imkansız bir öfkeye dönüştü. En güçlü silah olup karşımdakine çevrildi namlu. "Yapamayacağımı düşünüyor olabilirsin ama benim kaybedecek hiç bir şeyim kalmadı!" dediğimde elimi uzattım parmakları arasında sıkıca tuttuğu anahtarları almak için fakat bir adım daha geri gitti. Sinirim boyut atlarken gözümden öfkeyle akan bir damla yaşı silerek bağırdım. Onunla uğraşacak vaktim yoktu.
"Bana bak!" dedim hızla yanına ulaşarak sertçe çenesini kavrarken. "Ben senin meydan okuyabileceğin bir kız değilim, anladın mı?" Sinirle çenesini daha çok sıktım. Kızın gözlerindeki korkuyu görmüyordum bile. "Sadece görevini yap, ve git. Haddin olmayan işlere burnunu sokma!" diye bağırdığımda kız ellerimi ittirmeye çalıştı ama bırakmadım. Sadece tek elimi çekerek sıkıca kapattığı parmaklarını açtım ve anahtarı kendi avcuma aldım. Öyle bir öfkeyle kaynıyordum ki, yoluma kimse çıkmamalıydı. Hele abime ait olan bir şeye izinsizce hiç dokunulmamalıydı.
Tam bu sırada bir kapı sesi duydum ama dönüp bakmadım. Daha fazla vakit kaybetmemek için kızın çenesini tükürürcesine yana fırlatarak kapıya doğru dönmeye meylettim ama aniden karşıma çıkan bedenle çarpıştım. Kafamı kaldırdığımdaysa gözlerim buz mavisi gözlerle kesişti. Önce bende, sonra bileğime doğru süzülen kanlarda gezindi gözler yavaşça.
"Durduramadım Oğuz." diyen kızın tiz sesi ulaştı kulaklarıma. Dinlemedim. Önümdeki bedeni ittirerek geçip gitmek istedim lakin kolumdan tutmasıyla durmak zorunda kalmıştım. Başıyla arkamdaki kadına çık dışarı dercesine bir işaret yaparken kadın aceleyle bize bakmadan çıkarak odanın kapısını kapattı. Aynı anda sertçe kolumu çekerek elinden kurtardım.
"Bir daha.." dedim dişlerimin arasından. Kafamı yukarı doğru kaldırarak gözlerimi gözlerine diktim. "Hiç biriniz yoluma çıkmayın! Evime gelmeyin! Hele ki bana engel olmaya asla kalkmayın!"
Kimdi bu insanlar? Neydi? Tanımıyordum. Hiç birini tanımıyordum. Benden izinsiz evime gelerek bir de bana hüküm sürmeye kalkıyorlardı. Zaten yeterince dipteydim, batmıştım... Görmüyorlar mıydı? Farketmiyorlar mıydı içimde yanan yangını? Neyin durdurmasıydı bu? Bir tek son kez abimi görmek iyi ederdi beni. İçimdeki yangına su serperdi. Anlamıyorlardı.
"Bu halde nereye gittiğini sanıyorsun sen?" dedi karşımdaki adam tekrar yanından geçip gitmek isteyen beni durdurarak. Gözlerine bakarken sinirim katlanarak artıyordu fakat bu sefer onun gözlerinde de sinir vardı. Kendime hakim olamayarak göğsünden sertçe ittirdim. Bunu bekliyormuş gibi yerinden bile kıpırdamadı.
"Kimsin ya sen?!" diye bağırdım var gücümle, tüm öfkemi ondan çıkarmak ister gibi. "Görevin bana abimin ölüm haberini vermek değil miydi?" bu noktada sesim titredi istemsizce. Daha kısık bir hal aldı ama gözlerimdeki ateş hala yerli yerindeydi. "Görevini başarıyla yerine getirdin. Git artık! Evimde hiç kimseyi görmek istemiyorum!"
Sözlerimi bitirir bitirmez bana olan bakışları değişti sanki. Öfkesinin yanına anlam veremediğim bir duygu yerleştiğinde bana doğru bir adım attı. Geri gitmedim. Öylece durdum olduğum yerde.
"Ben kimim biliyor musun?" dedi bana üstten üstten bakarken. Ellerini arkasında birleştirdi. Yüzlerimizi aynı hizaya getirmek adına hafifçe eğildiğinde artık tam olarak birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Buz mavisi gözleri gölgenlenmişti. Hoş, benimkilerin de onunkinden pek bir farkı olmadığına emindim. Meydan okurcasına baktık birbirimize.
"Ben." dedi yavaşça. "Abinin son nefesinde yanında olan kişiyim." diye devam etti her bir kelimenin üstüne basa basa. Kalbim göğüs kafesime deli gibi vurmaya başlarken sertçe yutkundum. Beklemediğim bu cümleler yarama kör bir bıçak saplamış ve kanatmaya başlamıştı yeniden.
"Ne?" diye bir fısıltı döküldü dudaklarımın arasından. İnanmak istiyordum. Hem de deli gibi inanmak istiyordum söylediklerine. Ne oldu, nasıl oldu anlatmasını istiyordum. Ne kadar dinlemek benim için zor olsa da bilmeliydim tüm bunları. Ufak da olsa bir umut ışığı belirmişti içimde.
Ben kafamı kurcalayan binlerce soruyu düşünürken o devam ettirdi sözlerini. "Ve abin son nefesinde bana ne söyledi biliyor musun?" Düşüncelerimden sıyrılarak ona odaklandım tekrar. Az önceki öfkemden eser kalmamıştı fakat onun gözleri hala aynı öfkeyle bakıyordu. Saf bir acıyla burkuldu yüreğim.
"Ne söyledi?" dedim titrek bir sesle. Bunu söyleyerek bıçağı yaranın içinde döndürüyordum sanki. Bir an için sadece bakıştık. Gözyaşlarımı tuttuğumdan olsa gerek, genzimden yukarı doğru acı bir sıvının yükseldiğini hissettim.
Dudaklarını araladı ağır ağır. "Sen toparlanana kadar yanında kalmamı.." dedi kendinden emin bir şekilde. Dolu dolu olmuş kara gözlerimle ona bakarken uzanıp yavaşça önüme düşmüş bir tutam saçımı aldı eline. "Toparlandıktan sonra sana göz kulak olmamı.." dediğinde saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken kendimi ağlamamak için bir hayli zor tutuyordum. "Ve sana bir abi gibi göz kulak olmamı." diyerek sözlerini tamamladığında gözlerimden bir damla yaş izinsizce akarak yanağımdan aşağı doğru yuvarlandı. Bu sözler fazla gelmişti kalbime. Nefes almakta güçlük çekiyordum göğüs kafesime çöken ağırlıkla.
Aklımdaki soruya engel olamayarak titreyen dudaklarım aralandı. "Son nefesinde bile beni mi düşündü abim?" Bir gözyaşı daha yuvarlandı hızla yanağımdan. Beklentiyle isminin Oğuz olduğunu öğrendiğim askere baktım.
Kafasını onaylar biçimde aşağı yukarı sallarken, "Evet." dedi. "Seni çok sevdiğini de söyledi." sözleri sanki bana moral vermek ister gibiydi.
Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Gözyaşlarım birbirini ardına akarken ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Öylece ağlıyordum sadece küçük bir çocuk gibi. Abim... Can verirken bile beni düşünmüştü. Kendi canını değil, kurtulmayı değil, beni düşünmüştü. Gözyaşlarım daha da hızlanırken bir hıçkırık koptu dudaklarımdan. Artık yüreğimdeki yaraya bıçak tamamen saplanmıştı. Çıkarmak ise imkansızdı.
Gözyaşlarım yüzünden görüşüm bulanıklaşmıştı fakat yüzümü iri elleri arasına alan kişinin kim olduğunu bilmek için görmeme gerek yoktu. Usulca baş parmağıyla yanağımdan akan, sürekli yenileri eklenen gözyaşlarımı silerken, "Karaca.." diye fısıldadı yumuşak bir sesle. Dudaklarıma vuran nefesi bana oldukça yakın olduğunu gösteriyordu. Sesi de öyle. İçime bir nefes çekmeye çalıştım fakat burnuma dolan koku Oğuz'un değil, abimindi. Yanı başımdaydı sanki.
"Karaca." dedi tekrar Oğuz'un sesi. Ne zaman kapattığımı bilmediğim buğulu gözlerimi açarak onu görmeye çalıştım. Bu buz mavisi gözleri görebilmem için yeterliydi. Şayet ben ömrüm boyunca bana abimin şehit haberini veren bu askerin ne gözlerini, ne de kendisini unutamayacaktım.
"Söyle.." diye fısıldadım güçsüzce çıkan sesimle. Burnumu çekerek ona baktım akan gözyaşlarıma rağmen.
"Abini görmene izin veremem." dedi kesin ama yumuşak bir sesle. "Bunun için bana kızma. Çünkü abin seni bana emanet etti ve ben senin için en iyisini yapıyorum." dediğinde bakışları da en az sesi kadar yumuşaktı. "Bunu yapmak seni daha çok mahvedecek." dedi kısık bir sesle.
Aklımda tek bir soru belirdi o an. Yüzüm hala avuçlarının içindeyken, "Çok mu kötü bir halde ki?" diye fısıldadım. "O yüzden mi görmemi istemiyorsun?"
"Hayır." dedi hemen sanki gitmek için tekrar inatlaşacakmışım gibi. Bacaklarımda güç yoktu oysa. Kuş misali titriyordu tüm vücudum. "O kötü bir halde değil ama sen görürsen kötü bir halde olacaksın." dediğinde sanki küçük bir çocuğa anlatır gibi tane taneydi sözleri. Gözlerime bakan gözleri beklenti doluydu.
Kafamı ağır ağır aşağı yukarı salladım cevap olarak. Eminim ki abim beni kimseye değil de ona emanet etmişse bir bildiği vardı ve ben abimin sözünün dışına çıkmak istemiyordum. Oğuz rahatlamış bir nefes verirken ellerini yüzümden yavaşça çekti fakat gözleri hala bendeydi tepkimi ölçercesine. Islak kirpiklerime ve kızardığına emin olduğum yüzüme hoşnutsuz bir bakış attı. Tekrar burnumu çekerken daha fazla ayakta duramayacağımın bilinciyle yatağıma doğru yönelmek istedim fakat bir adım atar atmaz sendeleyince son gücümün de tükendiğini anladım. Anında güçlü bir kol belimi destekleyerek düşmemi engelledi. Bakışlarımı karnımda duran ele çevirdim. Güçlü, iri ama yüzük parmağında bir yüzük taşıyordu. Bir söz yüzüğüydü bu.
"Sorun yok." dedim sorun olduğu halde, sanki az önce önünde hüngür hüngür ağlayan ben değilmişim gibi. Yavaşça kolunun arasından sıyrıldım. Ona hiç bakmadan sarsak adımlarla ilerleyerek yatağıma yattım hemen. Yorganımı başıma kadar çekerek gözlerimi kapattım. Sanki bu anı bekliyorlarmış gibi kapalı göz kapaklarımdan yaşlar süzülmeye başladı.
"Karaca?" diyen sesini duydum lakin cevap vermedim. Bana bu kadar iyilikçe, yakın davranmasını istemiyordum. Sözlüydü demek ki. Ne olursa olsun bir kızla bu kadar yakın olması hoş değildi. Sözlüsü gelip de bana hesap sorarsa bu kadar derdin arasında bir de onunla uğraşamazdım. Salak gibi her ağladığımda kollarına atılmayı kesmeliydim..
|
0% |