Yeni Üyelik
7.
Bölüm

4.bölüm: MEKTUP

@culpaamia

iki yanımda öylece dururken hala göğsüne yaslı bir şekilde duruyordum. Bir eli ağır ağır, burda olduğunu belli etmek ister gibi sırtımı sıvazlıyordu. Dokunuşu tüy kadar hafif olsa da hissediyordum. Burnumdan alıp verdiğim nefesler göğsüne çarpıp tekrar bana dönerken soluklanmaya, biraz durulmaya çalıştım.

 

Dinlenmeye ihtiyacım vardı.

 

"Oğuz abi." diye mırıldandım. İsmi dudaklarımın arasında eriyip giderken duyduğundan emin değildim. Sımsıkı yumduğum gözlerimi açarak son bulduğum gücümle başımı kaldırdım. Ne kadar böyle durduğumu bilmiyordum fakat uzun zaman olmalı ki odanın ışığı gözlerimi feci derecede yakıyordu.

 

Kısık, buz mavisi gözleri yüzümü tararken kafasını hafifçe sağ omzuna doğru eğdi. İyi olup olmadığımı sorar gibiydi bakışları.

 

Değildim. Hem de hiç değildim. Bu saatten sonra iyi olacağımı da sanmıyordum zaten. Benim en iyi anım ancak sakinleştiricilerle ayakta durduğum, duygularımı belli etmeden gözyaşlarımı içime akıttığım zamanlar olabilirdi.

 

Gözümden akıtamadığım yaşları görmüyordu. Yine iyi sayıldığım bir zamandı.

 

"Oğuz abi." dedim yeniden. İsmini telaffuz etmek sanki abimi çağırmak gibiydi. Bu yüzdendi her seferinde kolaylıkla yardım isteyişim. Abimden bir parça taşıyor gibi geliyordu.

 

Düşüncelerimin ağırlığını kanıtlar gibi derin bir nefes verdim. "Bundan sonra," dedim net, ama yorgun bir sesle. "Sakinleştirici filan istemiyorum." Hafifçe başımı dikleştirirken gözlerim engelleyemediğim yaşlarla doldu. "Sadece kendim olmak, acımı yaşamak istiyorum. Bu ilaçlar beni iyileştirmek yerine daha çok bitiriyor." Sesimin her ne kadar keskin bir şekilde çıktığını sansam da kulaklarıma dolan ses yalvarır bir tondaydı. Umursamadan devam ettim. Çocuksu bir edayla baktım gözlerine. "Eski Karaca olmak istiyorum."

 

Bir kaç saniye için sadece bakıştık. Dolu dolu olmuş gözlerimden bir damla yaş düştüğündeyse öne eğdim başımı. Elimin tersiyle yanağıma düşen gözyaşını, gözlerimi silerken farkettim ki siyah tişörtünün göğüs kısmı ıslaktı. Hem de sadece kısacık saçlar, badem gözler ve minik bir burun şeklinde.

 

Güldüm bu görüntüye. İstemsizce dudaklarımdan minik bir kıkırtı kaçarken aklımı kaybedecek gibiydim. Başımı iki yana sallarken kafamı kaldırdım. Oğuz abi ise ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu.

 

"Deliriyorum galiba.." diye mırıldandım ciddi bir ifadeyle. Söylediklerim de düşüncelerim kadar ciddiydi çünkü. Şu durumda bile saçma sapan şeylere gülmek tam benim yapabileceğim türden bir saçmalıktı.

 

Gülerken ağzımdan bir anda kesik bir hıçkırık koptu. Dudaklarımın iki yana kıvrılması gözyaşlarımın akmasına engel değildi. Hem gülüp hem ağlamak deyiminin gerçeğini yaşıyordum resmen. Cidden delirmiştim.

 

Ellerimle gözyaşlarımı silmeye çalışırken Oğuz abinin, "Tamam." diyen sesini duydum. "İlaçları keseceğim ama bana bir söz vereceksin."

 

Kafamı aşağı yukarı sallarken aynı zamanda ona baktım meraklı gözlerle. Ne isterse yapabileceğimi biliyordu fakat yirmi bir gündür benden tek bir isteği bile olmamıştı. Hep ben istemiştim, o gerçekleştirmişti. Bu yüzden şimdi ne istediğini merak ediyordum.

 

Gözlerimdeki soru işaretlerini yakalamış olmalı ki sormamı beklemeden söze girdi.

 

Net bir ses. Tek bir cümle.

 

"Bir daha o hatayı yapmayacaksın."

 

Öylece baktım yüzüne. Neyi diye sormadım, ne olduğunu sormadım çünkü çok iyi biliyordum ne olduğunu. İlk günler odama evdeki tüm ilaçları topladığım zamandan bahsediyordu. Gelmeseydi belki de şu anda ben de toprağın altında, abimin yanında olacaktım.

 

Keşke gelmeseydi.

 

"Karaca." dedi sabırsız, biraz da öfkeli bir sesle. "Bak, söz bile veremiyorsun. Tereddüt ediyorsun." Aslında söz verebilirdim. Fakat suskunluğumu 'hayır' olarak algılamış olacak ki sertçe devam etti. "Sen böyle olmaya devam ettikçe, o ilaçlar da olmaya devam edecek."

 

Durdu. Durmasını fırsat bilip başka bir şey söylemesine izin vermeden, "Söz veriyorum." dedim hemen. Şüpheyle gözlerimin içine bakarken bana inanmadığını biliyordum. Ama yine de tekrarladım. "Söz. Bir daha böyle bir şeye kalkışmayacağım. Yeter ki şu ilaçları içmeyeyim." Sevimli olduğunu sandığım bir şekilde kafamı hafifçe omzuma yatırdım.

 

Bir kaç saniye baktıktan sonra sıkıntılı bir nefes alıp verdi. Kafasını aşağı yukarı onaylar biçimde sallarken, "Tamam." dedi kısık bir sesle. Onaylasa da aslında bunu istemediğini biliyor, hatta net bir şekilde görebiliyordum da. Tam teşekkür etmek için ağzımı açıyordum ki sanki bir şey farketmiş gibi aniden durdu. Bakışları vücudumu süzerken bir elinin tersini alnıma yapıştırdı. Öylece kalakaldım.

 

"Titriyorsun." dedi düşünceli bir ifadeyle. "Ateşin de yok. Neden titriyorsun?"

 

Titriyor muydum? Ellerimi kaldırarak parmaklarıma baktım. Gerçekten de titriyordum. Farkında bile değildim. Bünyem bu kadar şeyi kaldıramamış olacak ki artık vücudum bile reaksiyon gösteriyordu. Acı yavaşça fiziksele evriliyordu. Ruhumu değil, bedenimi de bitiriyordu.

 

"Bilmiyorum." dedim söylediklerine cevap olarak. Konuşmak istediğim konular değildi bunlar. Sanki konuşmazsam yok olurmuş gibi geliyordu. İçime derin bir nefes çekmeye çalışarak yanından geçerek yatağıma doğru ilerledim. Üstümdeki bornoza aldırmadan yatağa yattığımda yorganı göğsüme kadar çektim. Oğuz abi öylece beni izliyordu. Yaptıklarıma anlam veremediğini biliyordum. Bu yüzden her seferinde tuhaf bir ifadeyle beni izliyordu.

 

Boş bakışlarını umursamayarak yatağın en ucuna kadar kaydım. Onun için açtığım yeri işaret ederken, "Gelsene." dedim sakin bir sesle. Artık ne olacağını ezberlediğinden olsa gerek sorgulamadan geldi. Yanıma bana değmeden sığmaya çalıştığında ona doğru döndüm. Kolu bile koluma değmiyordu. Gerekmedikçe bana dokunmazdı da zaten çoğu zaman.

 

"Hadi.." diye mırıldandım sabırsızca. "Tekrar anlat. Ne yapıyordu askeriyede?"

 

Kollarını başının altına koyarken tavana dikti bakışlarını. "Pek kimseyle konuşmuyordu." dedi öylesine bir şey anlatır gibi. "Konuştuğu zaman da kızıyordu."

 

"Ama.." dedim ezbere bildiğim şeyin gelmesi için.

 

"Ama sadece bir kişiyle konuşuyor, gülümsüyordu." diyerek tamamladı kelimemi.

 

"Yağmur yüzbaşıya?" dedim.

 

"Evet." dedi. "Yağmur yüzbaşıya."

 

Dudaklarımı öne büzdüm üzgün bir şekilde. "Yağmur yüzbaşı neden abimi sevmiyordu peki? Başka sevdiği mi vardı yoksa?"

 

Bir süre düşündükten sonra, "bilmiyorum." dedi. Bu yaptığımızdan sıkılmış ve bir an önce bitmesini istiyormuş gibi, "Sanırım bir askerle beraber olmak istemiyordu." diyerek kestirip attı.

 

Her gün dinlediğim hikayenin sonu bu sefer değişikti. Şaşkınlıkla baktım ona. Normalde hep önemsiz cevaplar verirdi. Söylediği şey bende merak uyandırırken, "Neden?" diye sordum. "Kendisinin de asker olmasına rağmen bir askerle sevgili olmamak... Çok saçma değil mi?"

 

"Değil." dedi. Bunu söylerken oldukça ciddiydi. "Sevdiğinin şehit olma ihtimali ağırdır. Herkes kaldıramaz."

 

Yutkundum bu cümle karşısında. Kendi canından vazgeçmek kolaydı. Ama sevdiğinin canı... İşte bu tartışılırdı. Bende gözlerimi tavana çevirirken aklıma gelen soruyu sormak için dudaklarımı araladım.

 

"Sen olur muydun?"

 

"Ne?" dedi dalgın bir şekilde.

 

"Sen işte." dedim merakla. "Asker biriyle sevgili olur muydun?"

 

"Sevseydim," dedi net bir şekilde. "Hiç bir şey engel olamazdı."

 

Söylediklerini kafamda nereye koyacağımı bilemezken, "Bende olurdum." dedim sormadığı halde. Bakışlarının bana döndüğünü hissediyordum. "Sevmek biraz da her şeyi göze almak değil mi?" Bende ona döndüm ne tepki verdiğine bakmak için.

Şaşkınlık.

Gözlerinden okuduğum tek şey şaşkınlık olmuştu. Muhtemelen inanmıyordu bu acıyı ikinci kez yaşayabilecek olma ihtimalime. Fakat ben Karaca'ydım. Ateşe bile bile kaç defa yürümüştüm. Yine yürürdüm.

"Öyle." dedi son söylediğime cevap olarak. Aldığı derin nefesle göğsü inip kalkarken tavana döndü tekrar gözlerime bakamıyormuş gibi. "Ama cesareti aptallıkla karıştırmamak gerek."

Kaşlarım çatıldı bu sözler karşısında. O hala bana bakmazken inatla ona bakmayı sürdürdüm. "Ne demek bu?" dedim. "Yaptığımı aptallık olarak mı yorumluyorsun?"

"Evet." dedi hiç düşünmeden.

Güldüm bu söylediğine. Asıl aptal kendisiydi. Gözlerimi kapatırken, "Anlayacaksın." dedim sadece. "Ne demek istediğimi, bir gün çok iyi anlayacaksın. O zaman fikrin değişir mi bilmem ama yorumunun değişeceği kesin."

Ondan bir cevap beklemeden uyuyacağımı belli edercesine arkamı döndüğümde son duyduğum şey verdiği içli nefes olmuştu.

 

...

 

Yatağa yatırdığı, zoraki bir şekilde üstünü giymesini sağladığı kıza bir süre için sadece baktı Oğuz. Nemli siyah saçları yastığın yüzüne dağılmış, dolgun dudakları öne büzüşmüş bir şekilde anlaşılmayan bir şeyler mırıldanıyor, üstündeki yorgana rağmen soğuktan tir tir titriyordu. Üşüyordu belli ki. Bu kadar üşümek normal miydi bilmiyordu ama üşüyordu işte.

Oğuz kaşları çatılı bir halde ilerleyip elinin tersini Karaca'nın alnına yasladı. Alnı buz gibiydi. Ateşi yoktu. Öyleyse neydi bu kadar titremesinin sebebi? Soğuk mu? Sanmıyordu. Dışarıda diz boyu kar vardı fakat kombi de bir hayli yüksekti. Ev sıcacıktı.

Bir kaç saniye ne yapabileceğini düşündü. Beklentiyle gözlerini etrafta gezdirirken hastaneye götürmek ilk aklına gelendi ama kapakları sonuna kadar açık olan beyaz dolabı görünce durdu. En üst rafında sıra sıra dizilmiş, özenle katlanmış battaniyeler duruyordu. Çok düşünmeden bir kaç koca adım atarak dolabın yanına geldi. En üstteki battaniyeyi kenarlarından kavrayıp aşağı çektiğinde battaniye sanki onu tutan bir şey varmış gibi yerinden bile kıpırdamadı. Sıkıştığını düşündü Oğuz. Daha güçlü bir şekilde tekrar çekti. Battaniye kolayca yerinden çıktı fakat önce kafasında keskin bir acı hissetti. Hemen sonra ise gürültülü bir ahşap sesi kapladı odayı.

"Sikeyim.." diye mırıldandı Oğuz yanan canının siniriyle. Battaniyeyi gülle atar gibi yatağın ucuna fırlatırken kafasını çevirip canını bu kadar yakan şeyin ne olduğuna baktı. Ahşap, eski bir kutuydu. Düşmenin etkisiyle kapağı açılmış, içindeki katlanmış beyaz kağıtlar etrafa saçılmıştı. Bir iki adım atarak toplamak için eğilecekti ki battaniye aklına gelince durdu. Geri dönüp savurduğu battaniyeyi aldı ve Karaca'nın titreyen vücuduna iyice sarmaladı. Bu daha önemliydi.

Karaca'nın küçücük vücudu yorganların arasında kaybolup gitmişti. Sırıttı bu görüntüye ister istemez. Ama bir yandan da işe yarayacağını düşünüyordu Oğuz. Ayrıca titremesi de bir nebze olsun durmuş gibiydi. Derin bir nefes vererek önüne döndü. Ara ara kontrol etmeyi aklına not ederek yerdeki kağıtlara ilerledi. Kahverengi kutuyu dikleştirip eline doldurduğu kağıtları kutunun içine doldurdu hızlıca. Lakin kutuya attığı bir kağıt dikkatini çekince durdu. Elindeki kağıtları yere bırakarak o kağıdı geri aldı kutudan.

Karaca'ma yazıyordu ikiye katlanmış beyaz kağıdın ön yüzünde. Oğuz hiç düşünmeden kağıdın katını açtı. Güzel bir el yazısıyla yazılmış uzun bir mektup duruyordu. En başına ise üç sene öncenin tarihi atılmıştı.

8 kasım, 2021

Okuyup okumamak arasında gidip gelirken arkasını dönerek Karaca'ya bir bakış attı. Mışıl mışıl uyuyordu. Tekrar önüne dönerek kağıda odaklandı. Fazla düşünmeye gerek duymadan okumaya karar verdi. Fakat daha başlar başlamaz kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu mektup.

 

Karaca'm;

Ben aşkın ne olduğunu seninle anladım sevgilim. Ele geçirdiğin kalbim her dediğine boyun eğmeye hazır. Fotoğrafına bir bakmamla bağlanıyor elim, kolum ayağım. Koşa koşa yanına gelmek istiyorum. Uyuyorum, seni rüyamda görmek için, uyanıyorum; sana gelip sarılabilmek için. Bir gün hayallerim gerçek olacak biliyorum. Her gün seninle uyuyup seninle uyanacağım. Hasret kalmayacağım o gül tenine. O zaman ben dünyanın en mutlu adamı olacağım işte.

Mutluluk adına olan her şey bizimle olacak. Biliyorum sevgilim; elbet bir gün senin gözlerin açıldığında doğacak güneş, senin kokunu içime çekince anlayacağım baharın geldiğini. Sesinle uyanacağım mutlu günlerime, gözlerindeki ışıkla aydınlanacak yollarım.

Karaca'm, canım, her şeyim.. Sen canımdan bir parçasın. Sen var olduğun sürece bende var olacağım. Tüm hayallerimin içinde adı geçen kadın, seni çok seviyorum. İyi ki varsın. İyi ki hayatımdasın.

Oğuz allak bullak olmuş yüzüyle öylece bakakaldı. Neydi bu mektup? Kim tarafından yazılmıştı? Bilemedi fakat içindeki merak duygusuna da engel olamadı. Elindeki mektubu hızla yere savururken kutudan başka bir mektup çıkardı. Kısık gözleriyle hızlıca taradı mektubu.

 

15 Ağustos, 2021

Aşk hakkında çok merak ettiğim bir sorum vardı önceden. İlişkisi olan arkadaşlarıma, "Sen mi onu daha çok seviyorsun, yoksa o mu seni?" Diye sorardım hep. İki tarafın birbirini eşit sevebileceği ihtimaline asla inanmazdım. Aşk karın ağrısıydı benim için. Aşk, senin karşındakini, onun seni sevdiğinden uçurum farkıyla daha çok sevmendi.

Aşk elde edemediğindi, edip de tutamadığındı. Aşk; bir duyguydu, tutkuydu... Tadı acıydı. Aşk, can yakardı.

Bu bilgiyle büyümüştüm. Benim suçum değildi. Ümit Yaşar'ın suçu olabilirdi. Biraz da Cahit Sıtkı Tarancı'nın. Türkan Şoray'ın, Kartal Tibet'in... Biraz Atıf Yılmaz'ın, biraz Yılmaz Güney'in. Sesini kısamadığım tüm arabesk şarkıların. Sonu mutlu bitmeyen tüm aşk romanlarının. Aşkı hiyerarşik bir düzene oturtmamın suçu onlar...

Kimsenin tesiri altında kalmam sanıyordum, fikrim değişmez sanıyordum ki sen çıktın karşıma tıpkı böyle bir yaz günü. Kanımdaki endişe yavaş yavaş heyecana evrildi. Sana aşık olmak bana acı değil, yaşam sevinci verdi.

Aklım, fikrim, her şeyim sen oldun. Sanki her an şu kalbimin yanında atan başka bir kalp daha var içimde. Her yer sen oldun bana. Kitap okuyorum, kelimeler her yere art arta dizilmiş her biri senin ismini yazıyor. Sayfalarca seni okuyorum. Elime kalemi alıp bir şeyler yazsam senin adını yazmaya başlarken buluyorum kendimi. Aynaya bakınca kendi gözlerime bakmıyorum sanki, senin o güzel gözlerini buluyorum yansımada.

İyi ki doğmuşsun. Sen doğmasaydın sevgilim, bulmasaydım seni bu kalp böyle atmazdı. Böyle gülemezdim hiç bir zaman. Sen benim her şeyimsin. Sanıyor musun ki beni ısıtan güneş; sen olmasan beni yakıp kavurmaktan başka ne yapar ki, beni ısıtan senin sevgin. Seni sevmek nefes gibi. Öyle alıştım ki sana, Allah'a aldığım her nefes için nasıl şükrediyorsam, seni bana denk getirdiği için de her gün şükrediyorum.

Tüm şiirlerimin, şarkılarımın, kalbimin biriciği, seni çok seviyorum. İyi ki varsın. İyi ki benimsin.

 

Oğuz öylece bakakaldı elindeki mektuba. Her bir satırını tekrar tekrar okudu. Okudukça gerildi, gerildikçe sinirlendi. Kağıt avuçlarının arasında buruşurken bunu neden yaptığına kendi de anlam veremedi.

Gözleri yersiz bir öfkeyle parladı. İçindeki merak ve istek dürtüsüne engel olamayarak kutudaki bir kağıdı daha açtı. Sonra bir tane daha. Bir tane daha ve bir tane daha. Hepsi aynıydı. Aynı el yazısıyla yazılmış aşk mektupları.

"Bunlar ne lan?" diye fısıldadı kendi kendine. Ellerinin arasında top halini almış kağıdı kutunun içine sertçe savurdu. "Kim bu lavuk?"

Oğuz düşünceli bir şekilde kutuya bakarken başka bir ses doldurdu odayı. "Oğuz.." diyordu Karaca'nın uykulu sesi. "Ne yapıyorsun orda?"

Oğuz bir an için ne diyeceğini bilemeyerek durdu. Lakin hemen sonra Karaca'ya döndü. Karaca ona bakmıyor, yatakta sağa dönmüş, gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu. Muhtemelen geri uyuyacaktı ve varlığını hissettiği için Oğuz'a seslenmeyi tercih etmişti.

"Ahşap bir kutu düştü dolaptan." diyerek aklından geçenlerin aksine sakince açıklama yaptı Oğuz.

"Hıhıı.." diye bir şeyler geveledi ağzında Karaca. Onaylayan bir mırıltı çıkardı.

"İçindeki mektuplar yere döküldü." diye devam etti Oğuz.

"Hıhıı.." dedi yeniden Karaca.

Oğuz'un kaşları merakla havalandı. Tepkisini ölçmek için söylediği hiç bir şeye cevap vermemişti. Ya tam olarak anlayamamıştı ya da içi aşk mektubu dolu bu kutu onun için gerçekten önemsizdi, umursamıyordu. Emin olamayarak tekrar söyleme gereği duydu.

"Battaniye alırken düşürdüm. Kahverengi bir kutuydu. "

Bir kaç saniye konuşmadı Karaca. Oğuz uyuduğunu düşündü fakat aniden kara gözler yavaşça aralandı.

"Kahverengi kutu?" dedi düşünceli bir şekilde, sorar gibi.

"Evet."

Karaca kaşlarını çatarken kendi aptallığına kızıyormuşçasına yüzünü buruşturdu. "Onu oraya mı koymuşum ben yaa?" dedi kafası karışmış bir halde.

"Özel bir şey miydi?" dedi Oğuz cevap olarak. Beklentiyle Karaca'nın gözlerinin içine baktı fakat Karaca gözlerini çoktan kapatmıştı. Kaşlarını umursamaz bir ifadeyle kaldırıp indirdi.

"Değildi." diye cevapladı Oğuz'u. Yastığına daha çok sarılarak bir kolunu yorgandan dışarı çıkardı. "Çöpe at." Böyle rahat edememiş olacak ki sol tarafına dönerek öyle yatmaya devam etti.

Oğuz ise kızın sırtına bakarak boş boş göz kırpıştırmakla yetindi.

"Atayım, öyle mi?" dedi inanamıyormuşçasına. İnanmamaktan çok, bu kadar güzel yazılmış aşk mektuplarını gözden çıkarmasına ihtimal vermiyordu.

Fakat Karaca onu şaşırtarak, "Evet." dedi uykulu ama net bir sesle. "At gitsin." dediğinde sesi oldukça önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibiydi. Oğuz kızın bu tavrı karşısında şaşırdı ama daha fazla da sorgulamadı. İlerleyerek yerde olan ahşap kutuyu alırken yüzünde memnun bir ifade oluştu.

"Mektubuna soktuğumun piçi." diye mırıldandı yavaşça. Karaca'ya son bir bakış atarak uyuduğunu görünce kapıdan sessiz bir şekilde çıktı ve mutfağa doğru ilerledi. Gözleri elindeki kutuya değince ise sırıttı. "Ait olduğun yere gidiyorsun."

Çok düşünmedi. Gerek de duymadı zaten. Mutfaktaki büyük çöp kutusuna kutuyu atarken bir an bile yanlış mı yapıyorum diye hissetmedi. Olması gerektiği yerdeydi artık.

Keyiflendi kendi kendine. Çöp kovasının içinde olduğu dolabı kapatırken sandalyeye oturdu rahatça. Bir sigara yaktı. İçine bir duman çekti. Ciğerleri sigara dumanıyla dolup taşarken dumanı geri üfledi. Gördüğü gri buluta bakarken her zaman yaptığı gibi gözlerinin önüne gelen aynı simayi izledi.

 

 

Loading...
0%