Yeni Üyelik
8.
Bölüm

5.bölüm: CANLANAN HATIRALAR

@culpaamia

Etraftaki göz alıcı ışıklara rağmen sahneyi iyice görebilmek için gözlerimi kıstım. Olduğum yerde iyice dikleştim. Ne kadar tam göremesem de kulaklarıma dolan cırtlak ses netti.

 

Her ayrılık bir vurgun,

Değmeyin yaşlarıma!

Benden selam söyleyin,

Bütün aşklarıma!

 

Sahnedeki genç çocuk ağzını yaya yaya şarkıyı söylerken, yanımdaki Devin kendini tutamayarak kocaman bir kahkaha patlattı. Güldüm bende istemsizce. Dudaklarıma kondurduğum tebessümle kafamı ona çevirdiğimde elimde tuttuğum kadehten de koca bir yudum aldım. Viskinin ağır tadı boğazımı yaksa da tebessümümü bozmadım.

"Bu sesle sahneye çıkmak da iyi cesaret!" dedi Devin gülerek. Turuncu saçlarını geriye savurdu. Sanki gizli bir şey söyleyecekmişçesine bana doğru eğilirken masanın üstündeki kadehini iki eliyle kavradı. "Şu özgüvenin yarısı bende olsa dünyaya hükmetmiştim valla!"

Kahve gözleri her zamanki gibi fıldır fıldırdı. Gülerek geri çekilirken yarısı dolu olan bardağından küçük bir yudum aldı. Tekrar arkasına yaslandığında sahnedeki adama bakıyordu göz ucuyla. Dayanamayarak kafamı çevirerek bende hala şarkı söyleyen adama baktım. Herkesin ona gülmesine aldırmadan ısrarla parçadan parçaya geçiş yapıyordu. Sessiz bir gülüş kaçtı dudaklarımdan.

Gülüyordum. Uzun süre sonra, içten bir şekilde gülebiliyordum. Çalan müziğin sesini kısmadan, doyasıya dinleyerek gülebiliyordum. Kendimi suçlu hissetmenin aksine oldukça tamamlanmış hissediyordum hatta. Sanki... Sanki hayatımda eksik olan buymuş gibi.

Çok sevdiği ama kaybettiği oyuncağına kavuşmuş bir çocuk gibi.

Kadehimi tekrar dudaklarıma götürürken, "Bence özgüvenli olması güzel bir şey." diyerek cevapladım Devin'in söylediklerini. "Bu yaşları ona bir daha geri gelmeyecek."

Devin sahnedeki adama alaycı bir yüz ifadesiyle baktıktan sonra, "Orası öyle." diye mırıldandı. Gürültüden sesini duyamasam da dudaklarını okuyabilmiştim.

Sahil yolunda, 'Vizyon' isimli bir kafedeydik. Normalde oldukça sakin olmasına rağmen bazı geceler canlı müzik olurdu. Bugün de öyle gecelerden birindeydik. Sesi güzel olan bir grup öğrenci şarkı söylerken mola verdiğinde, sahneye bu genç çocuk atlamıştı. Kafe sahipleriyse bu durumla eğlenmiş olacak ki hala sahneden indiren olmamıştı.

"Karaca?"

Gürültünün arasından zoraki bir şekilde seçtiğim tanıdık sesle etrafıma bakındığımda, hemen yanı başımda dikilen Barış'ı gördüm. Uzun saçlarını tepeden sıkı bir topuz yapmış, bembeyaz dişleriyle bana gülümsüyordu. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken heyecanla gülümsedim. İşte kafenin sahiplerinden biri burdaydı.

"Barış!" dedim neşeyle. Yerimden kalkarken beni kendisine doğru çekip sımsıkı sarıldığında, bende ona sarıldım. Onun kokusunu duymak bana eski günleri hatırlatırken boğazıma acı bir yumru oturdu. Erkeksi kokusunun yanı sıra her zamanki gibi içki kokuyordu. Yüzümü buruşturdum bu koku karşısında.

"Yine leş gibi kokuyorsun!" diye söylendim kulağına doğru, yalandan bir kızgınlıkla. Geri çekilirken imalı bir şekilde tebessüm etti.

"Bu sefer sen de öyle."

Söylediği sözlere ikimizde gülüştüğümüzde içtiğim iki kadeh viskiden dolayı böyle söylediğini biliyordum. Normalde kolay kolay içmezdim. Hatta hiç içmezdim ama biraz beynimi dinlendirmeye ihtiyacım vardı. Uzun bir aradan sonra iyi gelmişti böyle bir mekana gelmek.

Eski hayatıma dönmüş, eski Karaca olmuş gibi hissediyordum.

Tabii artık sabahlara kadar mekan mekan gezen, gittiği her yerde mutlaka birileriyle flörtleşerek telefon numarasını bırakan kız değildim. Değişmiştim. Büyümüştüm bu iki ay içerisinde. Yaş almamıştım. Hala yirmi iki yaşındaki o genç kızdım ama eski enerjim yoktu. Bedenim aynı kalsa da sanki ruhum bir anda on yaş almış gibi hissediyordum.

Düşüncelerimi zihnimin gerisine atarak derin bir nefes aldım. Üstüme çöreklenmeye çalışan durgunluğa izin vermedim. Tam kadehimi dudaklarıma götürmüştüm ki kafeyi dolduran sesle durdum. Kadehim dudaklarımda asılı kalırken tek ses sahneden geliyordu.

"Bildiğiniz üzere kısa bir ara vermiştik.."

Tanıdık bir ses.

"Ne yazık ki bu kısa aradan sonra devam edemeyeceğiz. Saat gece yarısına yaklaşıyor.."

Etraftan kızların üzüldüğünü, onaylamadığını belirten mırıltılar yükselirken bakışlarım aceleyle sahneye döndü. Kalbim göğüs kafesime hızla vurmaya başlarken zorlukla yutkundum. Gözlerim herkesin üzerinde tek tek oyalanırken sadece bu sesin sahibini arıyordum.

Görmek istemeyecek kadar kaçma duygusuyla doluydum ama bakmak isteyecek kadar da inanamıyordum.

Ve gördüm.

Onu.

Rüzgar'ı.

Boynunda asılı gitarıyla gülümseyerek bir şeyler söylerken bakışları bende değildi. Fakat ben adeta kilitlenmiş gibi bakışlarımı ondan çekemiyordum. Her zamanki gibi şekilli saçları, güler yüzüyle elindeki mikrofonla konuşuyordu. Etraftaki her şey sıfırlandı. Her şeyden soyutlandım. Kalbime tarifi olmayan bir acıyla keskin bir bıçak saplandı sanki.

Aylar sonra neden? Nasıl tekrar görüyordum onu? Ah, bu mekanda sahne aldığını nasıl da unutmuştum..

"Devin.." dedim zorlukla, sesim içime kaçmış gibi. Gitmeliydik. Burdan bir an önce gitmeliydik çünkü kalbimin en derinine gömdüğüm o anıları tekrar diriltmeye hiç niyetim yoktu.

Boğazımı temizledim. Gözlerimi zoraki bir şekilde gülüşünden çekerken Devin'e baktım. Beni farketmeyerek Barış'la konuşuyordu neşeyle. Anlaşılan o da Rüzgar'ı daha farketmemişti.

"Devin!" dedim bu sefer daha güçlü bir şekilde. Beni şans eseri ayakta tutan bacaklarımı güçlükle oynatarak masanın üstündeki çantamı aldım. Kabanımı, telefonumu ve masaya saçtığım ne kadar saçma sapan eşyam varsa çantama doldururken ikisinin de bakışlarını üstümde hissediyordum.

"Ne oluyor?" dedi Devin merak, biraz da endişeyle. Bakışlarını üstümde hissediyordum.

"Karaca," diyerek elini dostane bir şekilde omzuma koydu Barış ama onun sesinde ne endişe, ne de merak vardı.

"Gidiyoruz." dedim sakin olmaya çalışarak fakat ellerim öyle bir titriyordu ki cüzdanım ellerimin arasından kayıp yeri boyladı. Ağzımın içinde bir küfür mırıldanırken hızla yere eğilerek cüzdanımı aldım.

"Karaca.." dedi yine bu sefer Barış. Cüzdanımı çantama sıkıştırırken, "Biliyorum, sinirlisin-" diyerek bir cümleye başlamaya meylediyordu ki bir hışımla ona döndüm.

"Bilerek yaptın değil mi?!" diye sinirle bağırırken omzumdaki elini kavrayarak geriye savurdum. "Rüzgar'ın burda olduğunu bile bile beni uyarmadın! Onu görmemi bekledin! Bilerek bunu bana yaptın!" Gözlerim hırstan ve arkamdan dönen bu dolap yüzünden dolu doluydu.

Barış benim bu denli sinirlenmeme şaşırmıştı ama zaten asi bir yapım olduğu için pek aldırış ediyor gibi görünmüyordu. "Sakin ol." dedi bağırmamı anlayışla karşılıyormuş gibi rahat bir şekilde. "Sadece seninle konuşmak istiyor."

Ne kadar zor zamanlardan geçtiğimin bir şahidi olarak Rüzgar'la konuşacağımı düşünmesi gerçekten hataydı.

Kafamı iki yana salladım ağır ağır. Ondan değil de duygularımdan kaçmak ister gibi bir adım geriye doğru giderken üzüntüm yüzüme yansımış olmalı ki Barış'ın bakışlarında pişmanlık seziyordum.

"Beni onunla yüz yüze getirmeye çalışmamalıydın.." dedim hayal kırıklığı içinde.

Barış ne diyeceğini bilemeyerek bir kaç saniye sustuktan sonra, "Çok ısrar etti." kelimeleri zoraki bir şekilde döküldü dudaklarının arasından.

Histerik bir şekilde güldüm. Israr etmişti demek? Ben de ısrar etmiştim zamanında. Bana en ufak bir tavizi olmamıştı Rüzgar'ın. Şimdi ben de ona o tavizi vermeyecektim.

Hiç bir şey söylemedim. Cevap vermedim. Olayın tümüne hakim olan ve bana üzüntülü bir şekilde bakan Devin'e dönerek başımla kapıyı işaret ettim. "Yürü Devin."

Sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi kafasını aşağı yukarı sallayarak peşime takıldığında hızla kafenin çıkışına doğru yürümeye başladım. Ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Öyle ki akıtamadığım göz yaşlarım boğazımı yakıyordu.

İçerideki sıcak atmosfere karşın kapıyı açar açmaz yüzüme çarpan soğuk havayla birlikte çıplak kollarım, deri, mini eteğimin açıkta bıraktığı bacaklarım titrerken durmadan yürümeye devam ettim. Nereye gideceğim, ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Kafam yeniden açığa çıkan duygularım yüzünden karmakarışıkken öylece yürüyordum.

"Karaca! Yavaş!" dedi koşar adım bana yetişmeye çalışan Devin. Biraz hızlı yürüdüğümü ve onu arkamda bıraktığımı farkettiğimde adımlarımı yavaşlattım. Bana yetişmesine izin verdim.

"Sakin ol." dedi yanımda yürümeye başlar başlamaz. "Talihsiz bir karşılaşmaydı. Bir daha oraya gitmeyiz olur biter."

Olanları bilmiyormuş gibi ne kadar da rahat konuşuyordu. İster istemez sinirlendiğimi hissettim. Yolun ortasında durarak ona döndüm öfkeyle.

"Bana yaptıklarını biliyorsun Devin!" diye yükseldim. "Unutamıyorum! Atlatamıyorum! Onu görmek dahi mahvediyor beni!"

Devin sıcak eliyle buz gibi olmuş tenimi anlayışla okşarken kafasını aşağı yukarı salladı. "Biliyorum canım, sadece çözüm üretmeye çalışıyorum." Kahve gözlerinde belli belirsiz bir öfke parlarken kaşlarını çattı. "O Barış'a da ayrı hesap soracağım.." diye söylenirken küçük bir çocuğa teselli verir gibiydi.

"Karaca!"

Bir kaç adım ötemde, asla duymak istemeyeceğim sesini duyduğumda gözlerimi sımsıkı yumdum. Dertli bir şekilde elimi alnıma atarak ovuşturdum sinirimin geçmesi adına.

"Konuşmamız lazım!"

Bize yetişmek için koşmuş olmalı ki nefes nefeseydi tam yanı başımdaki sesi. Elimi alnımdan çekerek sert bakışlarımı ona çevirdim. O kadar masum bakıyordu ki dışarıdan gören biri benim gerçekten gaddar olduğumu düşünebilirdi.

Ama onun gerçek yüzünü ben biliyordum. Ben. Bir tek ben.

Ona tiksinerek bakarken, "Konuşacak bir şey yok!" dedim gardımı indirmeyerek. Rüzgar böyle bakmama dayanamıyormuş gibi yalvaran bir ifadeye büründü.

"Bir kere dinlesen bana hak vereceksin!" dediğinde uzanıp elimi tutmak istedi ama izin vermeyerek elimi hızla geri çektim. "Ne olur Karaca! Yaptığım hiç bir şey sebepsiz değildi, açıklamama izin ver!"

Yüreğim acıyla burkulurken belli etmemeye çalışarak alayla güldüm. "Eminim ki bana evlilik teklifi ettiğin gece eski sevgilinle öpüşmenin çok güzel bir sebebi vardır."

Söylemek bile canımı yakarken gördüklerimin acısını nasıl unutabilirdim ki? Çok yanlış kişiden merhamet dileniyordu. Benim değil ona, kendime bile merhametim yoktu artık.

"O benim dudaklarıma yapıştı!" dedi hemen. "İttirmeye çalıştım, zorla öptü!" İnanmadığımı belirten imalı bir bakış attım.

"Klişelerden yürüyorsun Rüzgar." dedim acınası haline bakarken. "Ne sen bir başrolsün, ne de biz yaz dizisindeyiz." Hayat ne garipti, bir zamanlar aşık olduğum adamdan şimdi tiksiniyordum.

Ya da ben tiksindiğimi sanıyordum.

"Tamam." dedi hatasını kabul etmekten çok, bana hak veriyormuş gibi. "Tamam, senin dediğin gibi olsun. İstediğini düşün benim hakkımda ama lütfen önce bir dinle. Söz veriyorum seni kendime inandıracağım. Devin, bize bir dakika izin verir misin?"

"Hayır!" diyerek hemen Devin'in kolunu tuttum. "Hiç bir yere gitmeyecek!"

Rüzgar uzanıp avucumu Devin'in kolundan ayırırken kolum onun parmakları arasındaydı. Gözleriyle Devin'e gitmesini işaret etti fakat Devin benim alev saçan bakışlarımı görünce anlık olduğu yerde bocaladı.

İkimizin de ortak arkadaşı olan Devin ne yapacağını bilemeyerek bir bana, bir de Rüzgar'a bakarken kendimi sakinleştirmek için derin bir nefes çektim içime fakat pek işe yaradığını sanmıyordum. Rüzgar gerçekten bu sefer şansını zorluyordu.

Haddini bildirmeliydim.

Önce yavaşça kolumu Rüzgar'ın elinden kurtardım. O bana beklentiyle bakarken sakin bir şekilde kabanımı ve çantamı Devin'e verdim. Rüzgar'la gitmeyi kabul edeceğimi düşünmediği için şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Sen git, ben gelirim arkandan." dedim.

Devin bana bir kaç saniye baktıktan sonra eee peki madem gibi bir mimik yaparken arkamızda kalan sahil yoluna doğru ilerlemeye başladı fakat bir gözünün üstümüzde olduğunu hissediyordum. Sanki yanlış bir durumda hemen müdahale edecek gibi tetikte bekliyordu.

"Dinliyorum." dedim karşımdaki Rüzgar'a döndüğümde. Rüzgar beni ikna etmiş olduğu için olsa gerek hevesli bir şekilde konuşmak için ağzını açtı. Tam bir şeyler söyleyecekti ki sağ elimi havaya kaldırarak vücudumda bulduğum tüm güçle yanağına indirdim. Tokatın etkisiyle Rüzgar'ın başı yana düşerken o kadar sert vurmuştum ki avucumun içi yanıyordu. Umursamadan sırıttım. Burda sadece ona tokat atmak için kalmıştım. Atmazsam bu anı hep düşünüp duracak ve her seferinde pişmanlığını yaşayacaktım.

"Dinle-" dedi Rüzgar ama sesi epey kesik kesik çıktığından kelimesini tamamlayamadı. Minik bir öksürükle kendini toparlamaya çalışırken bana olan bakışları bir vicdansız olduğumu haykırıyordu. "Dinleyeceğini söylemiştin." dedi hayal kırıklığı içinde. Eli acıyan yanağındayken bastırmaya çalıştığı sinirini görebiliyordum. "Geleceğini söylemiştin!"

"Eksik söylemişim." derken son derece alaylı ve keyifliydim. "Bir tokat atıp geleceğimi söylemek istemiştim." Rüzgar bu halime sinirden köpürür bir şekilde bakarken daha fazlasını hakettiğini ikimizde biliyorduk. Elimden bu kadarla kurtulduğuna dua etmeliydi.

Öfkesini yatıştırmaya çalışır gibi burnundan bir nefes verdiğinde, "Oldu mu?" dedi ters bir sesle. Nerdeyse ağlayacaktı! "İstediğini aldın mı? Artık konuşabilir miyiz?!" Ses tonu az önceki yalvarır halinde değil de ciddi bir şekilde çıkmıştı. Anlaşılan onu yeterince ciddiye almadığımı düşünüyordu. Doğru düşünüyordu. Onu asla ciddiye almıyordum.

"Bilmem konuşabilir miyiz.." diyerek düşünüyormuş gibi mırıldandım. "Burdan başka bir mekana geçeceğiz. Sonra da başka bir mekana. Sonra yine bir mekana." Doğrudan gözlerinin içine bakarak kafamı hafifçe sağa eğdim. "Yani programım bugün için oldukça dolu ama uyanık olursan seni eve geçtiğimde arayabilirim."

"Kaç gibi bir saatten söz ediyoruz?" dediğinde sesinde dizginlemeye çalıştığı öfkesi vardı. Hala benimle konuşmak istemesi şaşırtıcıydı ama ona sadece alaylı yüzümü gösterdiğim için şuan onu umursamıyor olduğumu düşündüğünü biliyordum.

Fakat kanıyordum. İçten içe, en derinimde yeniden kanamaya başlamış bir yara vardı.

Rüzgar'ın iki yanında yumruk olmuş ellerini görmezden gelerek, "Sabah beş olabilir." dedim randevu veriyormuşçasına. "Senin için uygun mu?"

Kafasını aşağı yukarı sallayarak beni istemeye istemeye de olsa onayladı. Onaylamak zorunda kaldı. Kahve gözleri hala etrafa ateş saçarken, "Sabah beşte seni arayacağım." dedi sakin ama hırs dolu bir şekilde. "Ve bu sefer gerçekten ciddi bir konuşma yapacağız!"

Gözlerime bir saniye bile daha fazla bakmadan arkasını dönerek çekip gittiğinde, hızlı adımlarla geldiği yöne geri ilerliyordu. Ayaklarını sertçe yere bastırarak yürümesinden bile ne kadar sinirli olduğunu görebiliyordum fakat aldırmadım. Rüzgar muhatap olacağım son kişi bile değildi. Hayatımdan çıkarmıştım ve bunun bir geri dönüşü yoktu. Sabah numarasını her yerden engelleyeceğime emin olabilirdi.

Onun arkasından bir kaç saniye baktıktan sonra daha fazla beklemeden bende arkamı dönerek onun tam tersi yönüne, yani ileride bir bankta oturmuş olan Devin'e doğru ilerlemeye başladım. Ben yürüdükçe kollarıma ve bacaklarıma çarpan rüzgar beni üşütürken bir an önce kabanıma kavuşmayı hedefleyerek adımları hızlandırdım. Nisan ayında olmamıza rağmen bir tarafı tamamen deniz olan Kilis hala çok soğuktu. Üstelik sahilde olduğumuz için ekstra üşüyordum çünkü denizin olduğu yerler daha bir soğuk oluyordu.

Ona yaklaştığımı gören Devin ayağa kalktığında kabanımı ve çantamı bana doğru uzattı. Kabanımı alıp hızlıca üstüme geçirirken çantamı da koluma sabitledim. Sanki anlaşmışız gibi anında tekrar yan yana yürümeye başladık. Saat gece yarısını geçtiği için sahilde çok az kişi vardı.

"Rüzgar'a tokat attığını gördüm." dedi Devin düşünceli bir sesle. "Seni kötü etkileyecek bir şey mi söyledi?" Konuşma tarzı olayları anlamaya çalışır gibiydi.

"Hayır." dedim hemen. Ona yandan bir bakış atarak sırıttım. "Beni kötü etkileyecek bir şey söylemiş olsaydı bir tokatla kalmazdım."

Devin'in ufak, kadınsı kıkırtısı kulaklarıma dolduğunda eğleniyor gibiydi. "Tek başına Rüzgar'ı dövmeye gücün yetmezdi." dedi ama hemen sonra baş parmağıyla böbürlenerek kendini işaret etti. "Ama ben iyi bir dost olarak sana yardım ederdim!"

Bu dediğine kendimi tutamayarak kocaman bir kahkaha patlatırken bozulmuş gibi bana baktı. Bana yardım edermiş! Sicili temiz kalsın diye hakaret etmeye bile çekinirdi bizim hanım evladı.

Ancak çok damarına basarsan, gerçekten sinirleneceği bir hamlede bulunursan işte o zaman ondan korkman gerekirdi çünkü yapacaklarının bir sınırı olmuyordu. Ayrıca elinin ayarı da hiç yoktu ve ne yazık ki eli çok ağırdı.

Devin bana ters ters bakarken yandan omzuna vurdu. "Ne gülüyorsun? Nasıl dayak attığımı unuttun herhalde!" dediğinde tam laf yetiştirmek için ağzımı açıyordum ki sinsi bir ifadeyle sırıttı. "Sen de nasibini almıştın dayağımdan, hatırlasana."

Söylediği şeylerle ciddi misin der gibi yüzümü buruşturdum. Üniversitenin ilk yılında, henüz ikimizde yirmili yaşlarımızdayken saç baş birbirimize dalarak rezillik çıkartmamız dayak sayılmazdı! Tamam, ben bir kaç tokatta yemiş olabilirdim belki ama sonuçta ben de ona vurmuştum. Tek nasibini alan ben değildim.

"Yanlış hatırlıyorsun Devin," dedim salaklığına dem vurarak. "Dayak yiyen bir tek ben değildim."

Gülerek başını aşağı yukarı sallarken tam bir şeyler söylemek için dudaklarını aralamıştı ki telefonun melodisi duyulunca vazgeçerek aralanan dudaklarını kapattı. Üstüne giydiği ceketin iç cebinden telefonunu çıkarttığında merakla sordum. "Kim arıyor?"

Ekrana bakar bakmaz yüzünde eşsiz bir gülümseme oluştu. Aşık aşık sırıtırken, "Uraz." diyerek cevapladı beni. O telefonu açmaya hazırlandığı için adımlarını yavaşlatmışken ben biraz daha hızlı yürüyerek ondan uzaklaştım. Yılışık sevgilisiyle konuşmaları dinlemek isteyeceğim bir şey değildi.

Henüz ondan uzaklaşalı bir dakika bile olmamıştı ki Devin heyecanlı bir şekilde yanımda belirdi. Neşeyle gülümserken bu mutluluğun sebebinin Uraz olduğu çok açıktı.

"Uraz bizi mekanına çağırıyor." dediğinde sırıtmaktan çenesi düşecekti resmen. Evet, Uraz sahil yolunun biraz ilerisinde işlek, eğlenceli, küçük bir mekan işletiyordu. Bana şu zamana kadar saygıda kusur etmemesine rağmen o adamda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Karanlık bir insan hissiyatı veriyordu. Böyle biriyle sevgili olmak da tam Devin'e göreydi zaten! Bir gün başımıza iş alacağımızdan korkuyordum.

"Gidelim." dedim Devin'e cevap olarak. Başka bir mekana gitmek kafamı dağıtmaya da yardımcı olurdu hem. O hala aptal aptal sırıtırken kaşlarımı çattım. "Neye gülüp duruyorsun sen?"

Gülüşünü bastırmaya çalıştı ama yapamadı. Bana yandan bir bakış atarken sanırım durumu kavramıştım. Gülmeye başladım. "Uraz senin hoşuna gidecek bir şeyler söyledi değil mi?"

Devin kafasını aşağı yukarı onaylar biçimde sallarken ona gözlerimi devirdim. Duygularını saklamasını asla bilmiyordu. Tüm gün buna sırıtıp duracağına emindim. Yandan kolumla kolunu dürttüm.

"Gülmeyi bırak da bir taksi çevir. Oraya kadar yürüyemem."

Hemen ciddileşirken doğru söylüyorsun der gibi bir bakış attı. Tam taksi çağırmak için telefonunu çıkarmıştı ki ileriden gelen boş taksiyi gördüğümde yola yaklaşarak durdurmak adına elimi salladım. Adam gitgide yavaşlayarak bize yanaştığında bizde beraber taksiye doğru ilerledik.

Taksiye binmemiz, yolun geçmesi ve mekana varmamız toplam on dakika sürmüştü. Devin yol boyu birileriyle sürekli mesajlaşıp durmuştu. Taksi durmasına rağmen bir yandan telefona bakarak bir yandan da dışarı çıkmaya çalıştığı için ücreti ben ödedim.

Abimden bana son kalan şey bu şehit maaşıydı ve her şeyin ücretini onunla ödüyordum. Annem ve babam abimin gidişinden sonra benimle konuşmayı tamamen kesmişlerdi ve para yollamak bir yana dursun arayıp sormuyorlardı bile. Benim de bir işim olmadığı için mecburen bu parayı kullanıyordum. Çalışmaya başlar başlamaz bu paraya asla dokunmayacak ve her ay vakıflara bağışlayacaktım. Abimin ruhunu bir şekilde yaşatmak ve birilerine umut olmak istiyordum.

Evi zaten abim zamanında satın aldığı için kira sıkıntım yoktu. Faturaları ve diğer ihtiyaçları ise her seferinde hallolmuş bir şekilde buluyordum. Bu konuyu hiç konuşmasak da hepsini Oğuz abinin ödediğini bilmek zor değildi. Artık tamamen aynı evde yaşıyorduk ve ikimiz de bundan şikayetçi değildik. Zaten birbirimizi çok az görüyor, onda da en fazla on kelime konuşuyorduk.

Sahi, onu da çok uzun zamandır görmemiştim. Görevde olmalıydı. Belli etmesem de her göreve gittiğinde kalbim ona bir şey olacak düşüncesiyle içten içe kasılıp duruyordu. Abimi yeni kaybetmişken abim yerine koyduğum insanı da kaybetmek istemiyordum.

Abim aklıma geldiğinden olsa gerek genzime keskin bir yumru otururken kendimi toparlamaya çalıştım. Düşüncelerimin beni ağlatmasına izin vermeyerek bugün biraz eğlenmeliydim. Devin'in zoraki ısrarlarına dayanamayarak eğlenmek için dışarı çıkmıştım.

Devin'e döndüğümde hala taksinin arka koltuğunda oturmuş mesajlaştığını gördüm. Sinirlerim dev bir dalga olup yükselirken kolundan tutarak onu resmen dışarı savurdum. Taksici sanki bunu bekliyormuş gibi anında gaza bastığında Devin sonunda telefonu kapatabilmişti ama bana da öfkeyle bakıyordu.

"Salak mısın kızım sen ya!" diyerek saçlarını düzelttiğinde içeriye doğru adımlıyordu bir yandan da. "Uraz papaz saçlarımı görecek senin yüzünden!"

Söylendiği konu beni güldüdürken bakışlarım ileride bir noktaya takıldı. Uraz Devin'i gördüğü için yüzü aydınlanmış bir şekilde buraya geliyordu. Esmer tenli, siyah saçlı, kara kaşlı, kara gözlü olmasıyla yakışıklı biriydi. Dik duruşu ve sürekli bir beyefendi gibi giyindiği kumaş pantolon-yelek takımlarıyla oldukça dikkat çekiciydi.

"Geliyor seninki." dedim Devin'e doğru. Devin saçlarını düzeltmeyi bırakarak gördüğü Uraz'a hızlı bir kaç adım attı ve hemen sonra boynuna atıldı. Uraz gülümseyerek Devin'e sanki kırılacak bir eşyaymış gibi nazikçe sarıldığında yanağından öptüğünü görmüştüm. Her ne kadar ondan haz etmesem de Devin'e karşı inanılmaz bir sevgisi vardı. Resmen aşık kelimesinin tanımı gibiydi.

Sonunda ayrılabildiklerinde bir eliyle Devin'in belini kavrayarak yanında tuttu. İkisinin de bakışları yanlarında duran bana çevrilmişti.

"Hoş geldiniz Karaca hanım." dedi Uraz mesafeli ama kibar bir sesle. Ses tonu her zamanki gibi biraz kısık ve ürkütücüydü. Artık buna alıştığım için aldırış etmeden, "Hoşbuldum." dedim.

Bizi daha fazla bekletmek istemiyor olacak ki boşta olan eliyle mekanını işaret etti. "Buyrun, içeri geçelim."

Beraber içeri girdiğimizde yüksek volümlü müzik kulaklarımı çınlatacak derecedeydi. Yüzümü istemsizce buruştururken ağzımın içinde bir küfür yuvarladım fakat bunun sebebi müzik değil, bakışlarımın denk düştüğü kişiydi. Rüzgar elinde tuttuğu bir kadeh viskiyle, bir bar taburesinde oturmuş sinsice gülümseyerek bana bakıyordu.

Onu görmek canımı sıksa da asıl canımı sıkan şey beni takip ederek buraya gelmiş olmasıydı. Uraz ona haber veremezdi çünkü Rüzgar'la tanışmıyorlardı. Ona bakmamaya çalışarak boş olan bir masaya doğru ilerledim. Devin yine hangi cehenneme gitmişti?

Oturduğum boş masada Rüzgar'ın bakışlarını sürekli üstümde hissederken gitgide geriliyordum. Yanımdan geçen bir garsonu çevirerek bir kadeh vodka-portakal söyledim. Belki içki gerginliğimi alırdı. Almasa bile azaltacağını umuyordum. İçkimi beklemeye başladığım duyduğum sesle bakışlarım yan tarafıma döndü.

"Merhaba."

Uzun boylu, kumral, kahve gözlü bir adamdı bana bunu söyleyen. Yakışıklı yüzüyle gülümseyerek bana bakarken yanımdaki boş yeri işaret etti. "Oturabilir miyim?"

Adamı bir kaç saniye süzdükten sonra nerdeyse hiç düşünmeden, "Tabii." diyerek cevapladım onu. Uzun zamandır kimseyle flörtleşmiyordum ve biraz sosyalleşmek iyi olabilirdi. Bu fırsatı kaçıracak değildim.

Adam yanımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda elindeki içki bardağını masanın üstüne bıraktı. Hafif kısık bakan gözleri ve gülümsemesiyle sarhoş olduğu her halinden belliydi ama bu yüz ifadesi onu kötü değil tatlı gösteriyordu.

"Bu güzel hanımefendinin neden yalnız olduğunu sorabilir miyim?" dedi bakışlarını benden ayırmadan, çekici bir ifadeyle. İçerisi oldukça sıcak olduğu için kabanımı çıkarırken, "Aslında yalnız değilim." diyerek cevapladım onu. Bu sırada bir garson gelerek masama içkimi bırakmıştı. "Bir arkadaşımla geldim ama sevgilisinin yanına uğradı. Birazdan gelir."

Adam başını aşağı yukarı sallarken onu hoş gösterecek bir şekilde sırıttı. Gizemli bir şey söyleyecekmiş gibi hafifçe öne doğru eğilirken, "O halde o gelene kadar size eşlik edebilirim?" dedi.

Uzanıp içki kadehimi elime aldım ve ağır ağır bir kaç yudum alarak geri yerine bıraktım. Cilveli bir şekilde tebessüm ettiğimde bende onun gibi hafifçe masaya yasladım kendimi. "Neden olmasın?" Dudaklarıma bulaşan içkiyi dilimle yaladığımda adamın yutkunuşunu izledim.

Bana bir kaç saniye yoğun duygularla baktıktan sonra masanın üstündeki sağ elini yavaşça kaldırdı. Siz diye hitap etmeyi bırakarak "Adın neydi bu arada?" diye sorduğunda vodka kadehimi kavrayarak dudaklarına ilerletti. Tam benim içtiğim kısımdan içtiğinde dudaklarında çapkın bir gülümseme oluştu. Zoraki bir şekilde yutkundum. Bu hareketi çok..şeydi..

Tahrik edici.

Onu, "Karaca." diye cevaplarken söylediklerim resmen bir fısıltıdan farksızdı. Yine de bu gürültünün arasından duymuş olacak ki başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. "Efkan." diyerek o da kendini tanıttığında sevimlice gülümseyerek, "Tanıştığımıza çokça memnun oldum." dedim.

Gözleri üstümde oyalanırken, "Ben de." diye bağırdı. Yüksek müzikte sesimizi birbirimize duyurmak zordu fakat son dediğini dudaklarını okuyarak net bir şekilde anlayabilmiştim. "Sigara içmeye çıkalım mı?" diye soruyordu.

Aslında sigara kullanmayan biri olsam da ona eşlik etmek için kabul ettim. Kalan içkimi tek dikişte bitirerek kabanımı aldığımda oturduğum yerden kalkarak Efkan'ı takip etmeye başladım fakat kalabalıktan ve gürültüden takip ettiğim sülietini kaybetmem saniyelerimi almıştı. Zaten içtiğim alkolden dolayı başım dönüyorken ne olup bittiğini kavramak oldukça zordu.

Kısa boyumdan dolayı parmak uçlarıma kalkarak etrafa bakarken bir yandan da insanların arasından yavaş adımlarla ilerliyordum ki kafam sert bir bedenin göğsüne çarptı. Yüzüme savrulan saçlarımı geri iteleyerek kafamı kaldırdığımda, bana odaklanmış bir çift buz mavisi gözle karşılaşmayı beklemiyordum. Anlamlandıramadığım bu tesadüf karşısında bocalayarak alık alık baktım suratına.

"Oğuz abi?" dedim şaşkınlıkla karışık bir sevinçle. "Sen ne zaman geldin? Neden bana haber vermedin?"

Buram buram burnuma ulaşan tıraş losyonu kokusu yeni tıraş olduğunu, hatta görevden yeni döndüğünü gösterirken sabırsız gözlerini üstümde gezdirdi. Burnundan derin bir nefes verdiğinde ürkütücü bir terslikle konuştu, "Asıl sen neden bu siktiğimin mekanına gelirken bana haber vermedin?!" Kısacık simsiyah saçları, renkli ışıkların altında parlayan kavruk teni ve heybetli vücuduyla o kadar yakışıklıydı ki etraftaki çoğu kızın gözleri onun üzerindeydi. Onun gözleri ise salt bir öfkeyle bende.

Bana bağırması sinirimi bozarken, "Çemkirme bana be!" diyerek ben de ona bağırdım. "Niye evden çıkarken sana haber verecekmişim?!" Onu gördüğümde içimde beliren neşeden eser kalmamıştı. Hesap vermeyi seven biri değildim. Ayrıca çok çabuk öfkelenirdim.

"Niye mi?" dediğinde öfkeyle bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafeyi kapatırken üstten üstten bana bakıyordu. "Anlaşılan sen hala bazı şeylerin farkında olamayacak kadar çocuksun Abiciğim!" dedi bilmiş bilmiş.

Bu hali ayarlarımla oynarken 'çocuksun' kelimesi sanki içimdeki bir şeylerin pimini çekip bombayı kaçamayacağım kadar yakınıma bırakmıştı. Kara gözlerimin bile saklayamadığı bir öfkeyle ona baktım.

"Demek çocuğum öyle mi?" derken sesim kısık ama bakışlarım meydan okurcasına ondaydı. Çenemi dikleştirerek gözlerimi buz mavisi gözlerine kenetledim. Kollarımı göğsümde birleştirdiğimde inatçı bir tutumla ters ters ona bakıyordum. "O halde sen söyle bakalım yüzbaşı; neymiş farkında olmadığım şeyler?"

Sinirli bir soluk verdi. "Saçma sapan davranmayı kes, sana bir açıklama yapmayacağım." dedi nerdeyse itiraz edemeyeceğim kadar ciddi ve net bir sesle. Elimi avucuna sıkıca hapsederek başıyla kapıyı işaret etti. "Yürü." Benimle ilk defa bu tonda konuşuyordu ve dürüst olmak gerekirse bir tık afallamıştım fakat çabucak toparlanarak elimi elinden kurtarmaya çalıştım.

"Oğuz abi, ne yapıyorsun sen ya? Gitmiyorum hiç bir yere!" Söylediklerimin aksine elimi kurtarma girişimim başarısız olduğu için onunla birlikte yürümek zorunda kalıyordum. İnsanların arasından sıyrılarak beni çıkışa doğru sürüklerken, "Bırak! Canımı yakıyorsun!" dedim yanmadığı halde.

Cevap vermek için çok beklemedi. "Yanmadığını biliyorum, sus ve yürü Karaca."

Adi herif sanki başka bir yol bırakmış gibi bir de emir veriyordu. El mecbur onunla yürüyordum fakat bir yanım sinirden alev almış durumdaydı. Umarım beni bu şekilde burdan çıkarmasının mantıklı bir açıklaması vardır yoksa gerçekten bunun hesabını çok ağır sorardım. Eğer bu mekanı başına yıkmıyorsam sadece bir bildiği olduğuna güvenmemdi.

Sonunda kapıdan dışarı çıkabildiğimizde soğuk hava adeta ben burdayım dercesine tenime ısırıklar bırakırken, mekanın önü bomboştu. Oğuz abiye ters bir bakış atarak elimi elinden kurtardım. Neyse ki bu sefer zorlamadan bırakmıştı.

Adımlarımı durdurarak daha fazla onun peşinden ilerlemedim. Bunu fark ettiği için o da durdu ve sanki asıl şimdi gerçekten sinirlenmiş gibi çenesi kasıldı. Dişlerini sıkarak burnundan derin nefesler alıp verdiğinde, "Artık bana neler olduğunu açıklayacak mısın?" diye yükseldim. İkimizin de öfkesi şu an için birbirimizle yarışır durumdaydı.

"Sen bu mekanın kime ait olduğunu biliyor musun, Karaca?!" diyerek yanıma yaklaştığında, sanki bilmediğimden çok eminmiş gibi bakıyordu. Onu yanıltarak kafamı aşağı yukarı salladım.

"Evet, Uraz'a?" dedim ne var bunda der gibi. İmalı bir bakış attı.

"Demek Uraz'a.." diyerek alayla konuştuğunda mavi gözleri o kadar soğuk bakıyordu ki, bir an içimin üşüdüğünü hissettim fakat sorduğu soru daha çok afallamama sebep oldu. "Tanıyorsun yani o piç kurusunu?"

Kaşlarım çatılırken anlamsızca yüzüne baktım. Oğuz abi ve Uraz birbirine o kadar uzak iki kişiydi ki, bu soruyu kafamın içinde nereye koyacağımı bilememiştim. Bir kaç saniye alık alık yüzüne baktıktan sonra tam nerden tanıştıklarını soracaktım ki aralanan dudaklarım duyduğum sesle yeniden kapandı.

"Ooo!" diyordu Rüzgar sallana sallana mekanın kapısından çıkarken. "Demek aşıklar kıskançlık kavgası yapıyor?"

İkimizinde bakışları aynı anda kapıya dönerken, karşımda sarhoş Rüzgar'ı görmek bir anlığına da olsa bocalamama sebep oldu. Sarhoş olması ayrı dert, olayı tamamen yanlış anlaması ayrı dert, Oğuz abi bu kadar sinirliyken olaya aniden dahil olması ise tamamen ayrı bir dertti. Hayatımda yokken bile beni zor durumda bırakmayadevam ediyordu.

Peki şimdi ben, Oğuz abiye onun kim olduğunu nasıl açıklayacaktım?

 

 

Loading...
0%