Yeni Üyelik
10.
Bölüm

6.bölüm: ÖP BENİ.

@culpaamia

Peki şimdi ben, Oğuz abiye onun kim olduğunu nasıl açıklayacaktım?

 

Geçmişimizi nasıl anlatacaktım?

 

"Kimsin sen birader?" dedi Oğuz abi ürkütücü, biraz da tehditkar bir ifadeyle. "Aşıklar filan derken ne zırvalıyorsun, anlat bakayım bi'?" Bana olan tüm sinirini Rüzgar'dan çıkarmak istermiş gibi sertçe konuştuğunda, Rüzgar sarhoşluğunda vermiş olduğu bir cesaretle Oğuz abiye alayla baktı.

 

"Ben Karaca'nın sevgilisiyim. Asıl sen kimsin?"

 

Duyduğum sözler sindiremeyeceğim kadar sinirlendirmişti beni ama şu an bu durumdan bir an önce kurtulabilmek için herhangi bir cevap vermedim. Bakışları bana dönen Oğuz abiye, "Sevgilim filan değil." diyerek ufak bir açıklama yaptım sadece.

 

Rüzgarsa bizden çok ayrı bir kanaldaydı.

 

"Karaca biraz utangaçdır." diyerek bize doğru bir adım attı. Çok fazla sallandığı için bir yerlere tutunurken, "Ayrıca biraz da korkaktır." dedi. Hemen sonra ise iğrenç bir kahkaha attı. Yüzümü buruşturdum bu haline. Onu ilk defa sarhoş görmüyordum fakat ilk defa sarhoş halinden bu kadar tiksiniyordum.

 

Oğuz abi oldukça sinirlenmişti onun bu tavrı karşısında. Tam ona doğru bir adım atmıştı ki, yapma der gibi kolunu tuttum. Hemen sonra ise yalvarır gözlerimi Rüzgar'a çevirdim fakat sesim oldukça uyarıcı bir tondaydı. "Kes sesini Rüzgar! Saçmalıyorsun!"

 

Oğuz abi kolunu elimden kurtararak itiraz istemeyen bir tonla bana doğru ürkütücü bir adım attı. Tavrı her şeyi hemen bilmek ister gibiydi. "Seni bu adamla ilgili bu kadar korkutan şey ne Karaca?" dedi. Bakışları Rüzgar ve benim aramda gidip geliyordu. "Niye onu susturuyorsun?" Hiç bir şeyden korktuğum yoktu aslında. Sadece onun yanında geçmişimizden bahsedecek olma ihtimali beni telaşlandırıyordu. Bu yüzdendi böyle yalvarışım. Kimsenin onun beni aldattığını öğrenmesini istemiyordum. Kendimi küçük düşmüş hissediyordum.

 

Tam Oğuz abiye bir cevap verecektim ki araya Rüzgar girdi. "Abisinin öğrenmesinden korkuyordur." dedi ağzını yayarak konuşurken. Abi dediği an içime kor bir ateş düşmüş gibi olduğum yerde kalakaldım. Ne cevap vereceğimi bilemedim. O ikimizinde korktuğu, öğrenecek diye gizli gizli buluştuğumuz ama her seferinde de yakalanma eşiğine geldiğimiz abim artık yoktu. Boğazıma kadar dolan tuzlu su genzimi yakmaya başladı.

 

"Onun abisi benim!" dedi Oğuz abi sahiplenici bir tavırla, hiç düşünmeden.

 

"Hayır." dedi Rüzgar. "Onun abisi yok. Şehit haberini okudum. Öldüğünü biliyorum."

 

"O zaman onun şerefli bir asker olarak şehit düştüğünü de biliyorsundur." dedi Oğuz abi, yumruğunu Rüzgar'ın suratına geçirmeden hemen önce. O kadar hızlı ve çevik bir hareketle yapmıştı ki bunu, Rüzgar'ın burnunu hangi ara kırdığını bile yakalayamamıştım. Tek görebildiğim burnunu tutarak inleyen, yüzü kanlar içinde kalmış Rüzgar'dı.

 

Umrumda değildi bu manzara. Haketmişti. Üzülmemiştim. Bu yüzden araya girme gereksinimi bile hissetmeyerek öfkeyle soluyan Oğuz abiye döndüm. "Eve gidebilir miyiz?"

 

İçtiğim viski yüzünden başım dönüyor, midem bulanıyordu. Ayrıca gözlerim de uykusuzluktan nerdeyse kapanmak üzereydi. Sadece uyumak ve tüm bu olanları yarın düşünmek istiyordum. Şu an yeterince ayık değildim.

 

Hatta doğruyu itiraf etmek gerekirse hiç ayık değildim. Yere yıkılmam an meselesiydi.

 

Oğuz abi bir bana, bir de iki büklüm olan Rüzgar'a baktı. Hırsını alamamış gibi dursa da sırf ben burda olduğum için daha fazla bir şey yapmadığını biliyordum. Belki de öldürmemek için de bir şey yapmıyor olabilirdi. Sonuçta tek yumrukta burnunu kırmıştı. Eğer şu an sarhoş olmasaydım kesinlikle ondan korkardım.

 

"İyi misin?" diyen sesiyle kendime geldiğimde başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım. Hala bana sinirli olmasına rağmen Rüzgar'ın söylediklerine üzüldüğümü biliyor, bu yüzden sert bir ses tonuyla da olsa nasıl olduğumu soruyordu. Seviyordum bu hallerini. "Sadece eve gitmek istiyorum." dedim cevap olarak.

 

Kafasını aşağı yukarı sallarken bir eliyle elimi tuttu. Rüzgar'a dönüp son bir kez bakarken ağzının içinde anlayamadığım bir küfür mırıldanmıştı. Sonrası ise elimden çekiştirerek beni arabaya doğru ilerletmesi oldu.

 

Beraber arabaya doğru yürürken hem topuklu ayakkabılarımdan, hem de Oğuz abi kadar hızlı yürüyemediğim için sendeleyip duruyordum. En son ise önümdeki kocaman taşı görmeyerek ordan yürümeye çalıştığımda, Oğuz abi son anda belimden yakalayarak beni düşmekten kurtarmıştı.

 

"Şu haline bak, daha düz yolda yürümesini beceremiyorsun!" diyerek kısık bir sesle söylendiğinde, aynı anda da kalçamda elini hissetmiştim. Kısa süre içinde kendimi onun kucağında bulduğumda benimle beraber hızla yürümeye başladı.

 

"Teşekkürler Oğuz abi." dedim mahcup olmuş bir tonda. Bir kolumu düşmemek için boynuna dolarken, o da her ihtimale karşı kalçamı sıkıca kavramıştı. Kalçamda elini hissetmek içimde anlamsız bir ürpertiye neden oldu. Gözlerimi kapatarak bu histen kurtulmaya çalıştım.

 

Çünkü şey gibi hissediyordum..

 

Tahrik olmuş gibi.

 

Böyle hissettiğim için suçluluk duygusu tüm bedenimi esiri altına almıştı çünkü kucağında olduğum adama abim diyordum. O ise bana kardeşim diyordu. Bir abinin kardeşini tahrik etmesi mümkün değildi fakat ben onun dokunuşlarından etkileniyor, içimde bir yerlerde daha fazlasını isteyen bir taraf olduğunu biliyordum çünkü ne o benim gerçekten abim, ne de ben onun gerçekten kardeşiydim.

 

Şu an o sadece sarhoş bir kızı kucağına almış, herhangi bir yakışıklı erkekti benim için. Bu yüzden böyle düşünmem tamamen yasaldı fakat bunun yanlış olduğunu düşünmeden de edemiyordum. Cinsel açıdan doğru olsa da ahlâkî açıdan yanlıştı.

 

Peki, işin ahlâkî kısmı kimin umrundaydı ki?

 

Ben içimdeki düşüncelerle boğuşurken aniden gözlerimi açtığımda, sarhoşluğun da etkisiyle gözlerimi ne zaman kapattığımı bile bilmediğimi farkettim. Fakat beni daha da şaşırtan şey Oğuz abinin kucağında, evin merdivenlerini çıkıyor oluşumuzdu.

 

Bir kaç kere şaşkınlıkla gözlerimi kırptım bu manzara karşısında. Şu an yaşananlar gerçek miydi?

 

"Oğuz abi, eve ne ara geldik?" dedim ona alttan alttan bakarken, şok dolu bir sesle.

 

Oğuz abi şaşkınlığıma gülerken beni nazikçe yere, apartman duvarının tam önüne bıraktı. Cebinden evin anahtarını çıkarırken, "yol boyunca uyudun." dedi. "Hatırlamıyor musun?"

 

Alık bir ifadeyle kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Ne ara uyuduğumu, hatta arabaya geldiğimizi bile hiç bir şekilde hatırlamıyordum. Muhtemelen yarı uyanıktım fakat sarhoşluğun etkisiyle kendimi tamamen uyanık sanmıştım. Başka açıklama bulamıyordum.

 

Kafamın hala karmakarışık oluşunu içkiye yorarak Oğuz abinin açtığı kapıdan topuklu ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Salonu es geçerek tuvalete giden daracık koridora ilerlerken sık sık etrafta çarptığım için Oğuz abi de belimden destek vererek beni yürütüyordu.

 

"Ne yapacaksın banyoda?" diye sordu banyo kapısının önüne geldiğimizde. "Miden mi bulanıyor yoksa duş mu?"

 

Buz mavisi gözlerine bakarken kapıdan içeri doğru bir adım geri gittim. "Duş alacağım, biraz ayılmam lazım." Bunu söylerken bile dilim tam anlamıyla dönmüyordu. İçkinin bana yaramadığını bir kez daha anlıyordum.

 

Banyo kapısını kapatarak içeri girdim. Kapıyı kitlemeye gerek duymayarak duşakabine girdiğimde, suyu açarak üstüme buz gibi suyun dökülmesine izin verdim fakat bu çok kısa sürdü çünkü donuyordum!

 

Yumruklarımı sıkarak bir kaç saniye durmayı başarabildim ama fazlası olmadı. Suyu kapatarak hızla suyun altından çıktım. Sikerdim ayılmayı! Bu suyun soğukluğu beni ayıltamadan bayıltırdı. Üstümden sular damlarken kilitlediğim kapıyı açarak dışarı çıktım..

 

Oğuz'dan;

 

Tuvaletin kapısının önünde üstü sırılsıklam bir şekilde duran kıza bakarken, kaşlarım istemsizce çatıldı. Girmesi ve çıkması bir olmuştu. Ayrıca duş almadıysa kıyafetleri neden ıslaktı? Duş aldıysa da kıyafetleri neden ıslaktı? Sonuçta duş için elbiselerini çıkarması gerekmiyor muydu? Sorgular bir ifadeyle onu baştan aşağı süzerken gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

Üstünden sular damlayan mini eteğini işaret ettim. "Bu halin ne, Karaca?" diye sordum sakin kalmaya çalışarak. Karaca bir bana, bir de üstündeki mini eteğe bakarken mahcup bir edayla dudaklarını büzdü. "Alırken bu kadar kısa görünmüyordu."

 

Verdiği masumane cevapla gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken eteğin boyundan bahsettiğini anlamıştım. Kolundan tutarak onu yavaşça yeniden banyoya itelerken, "Üstünün neden ıslak olduğunu soruyorum?" diyerek daha açıklayıcı bir soru yönelttim. Giymiş olduğu daracık bluz suyun da etkisiyle üstüne yapışmışken, tüm göğüsleri gözlerimin önüne serilmişti. Bakmamaya çalışarak ifademi yüzünde sabit tutmaya çalıştım. Sadece sütyenle kalsa bundan daha az çarpıcı olurdu.

 

"Sadece biraz suyun altında durmak istemiştim ama su çok soğuktu." diyerek küçük bir çocuk gibi aceleyle açıklama yapmaya başladı. "Bende hemen çıkmak zorunda kaldım."

 

Onu duşakabine sokarken bana hiç zorluk çıkarmadan yönlendirdiğim her şeye ayak uyduruyordu. Duş başlığını elime alarak suyu açtım ve ılığa ayarlayarak eline tutuşturdum. "Bunu yapmayı akıl edemedin mi gerçekten?" Su soğuk akıyor diye çözümü duş almamak olmamalıydı.

 

Karaca duş başlığını duvara asarken devam eden mahcup ifadesiyle bana baktı. "Edemedim. Kafam çok karmakarışık."

 

İri gözleri ve ıslak saçlarıyla bana sevimlice bakarken, gülmemek elde değildi. Hafif bir tebessümle önüne düşen bir kaç ıslak tutamı kulağının arkasına sıkıştırdım. "Ayılmayana kadar çıkma. Seni kapıya bekliyorum." diyerek onaylaması için ona bir kaç saniye süre verdim fakat o kara gözleriyle bana bakmaktan başka hiç bir şey yapmayınca kaşlarım çatıldı. "Duş alıp çıkacaksın." diyerek ikinci kez ikaz ettim. "Bu banyodan kesinlikle ayılmadan çıkmıyorsun Karaca. Yoksa seni sabaha kadar uyutmam!"

 

Asıl derdinin duş almamak olduğunu bildiğim için yaptığım uyarılara dudak büzerek karşılık verince, "Uyumak istiyorum!" diye sızlandı. "Hem bu kafa ayılacak gibi değil." Bunu zaten biliyordum çünkü kafası şuan bir hayli yükseklerdeydi. Ayakta bile doğru düzgün duramıyorken tek isteği rahat bir yatağa girip hemen uyumak olmalıydı.

 

Onu içtiğine pişman etmeyene kadar o yatağa sokmayacaktım. "Eğer duş almak istemiyorsan ben seni kendi yöntemlerimle ayıltırım." dedim kesin bir dille. Bu fikir ona cazip gelmiş olmalı ki hızla uzanıp suyu kapattı. Uslu bir çocuk gibi alttan alttan bana baktığında, "Tamam." dedi. "Beni kendi yöntemlerinle ayılt."

 

Dudağımın bir köşesi yukarı kıvrılırken, "Çok basit." diye mırıldandım. "Sadece kusacaksın."

 

Kusmaktan nefret ettiğine bir çok kez şahit olduğum için yüzünün aldığı hal az daha bana kahkaha attırabilirdi. Bir şey söyleyecekmiş gibi olarak kırmızı dudakları aralandı fakat hemen ardından geri kapatarak şaşırtıcı bir şekilde başıyla onayladığında duşakabinden çıktı. Klozetin önüne otururken, "Kusacağım ve bitecek." diye fısıldadı. Kendi kendini telkin ediyor gibiydi.

 

"Sadece on saniye sürecek ama tüm gece rahat uyuyacaksın." diyerek ona cesaret verdiğimde kararsız gözlerle bana bakıyordu. Yanında diz çökerek saçları yüzüne gelmesin diye avucuma nazikçe topladım. "Güzelim yapamayacağın bir şey değil."

 

Nerdeyse akıl sağlığını yitirdiği dönemde bir çok ilaç içiyordu ve hepsi ağır geldiği için kusarak geri çıkarıyordu. Bu olayın ona o günleri hatırlattığına, hatta bu yüzden bu kadar zorlandığına emindim. Karaca o günlerden sonra kendisiyle ilgili bir çok şeyden nefret etmişti. O anıların, yaşadıklarının hepsinin acısını ondan silip atmak istiyordum.

 

Keşke acılarını ben alabilsem. O kadar küçük ki, ona kıyamıyorum.

 

Dudakları öne doğru hüzünlü bir ifadeyle büzülürken, belli etmemeye çalışarak klozete eğildi. Bir kaç öğürmeden sonra kusmaya başladı ama çıkardığı tek şey ciyak ciyak sesler ve bir karış içkiydi. Bugün bir şey yemiş miydi bilmiyordum ama çıkardıkları sadece sıvıydı. Biraz daha denedikten sonra kafasını kaldırarak bana baktı. Gözleri her an ağlayacakmış gibi dolu doluyken dudakları titriyordu.

 

"Bu kadarı yeterli mi?" dedi titrek bir fısıltıyla. "Ayıldım mı?"

 

Hala ayılıp ayılmadığını bilemeyecek kadar sarhoştu. Üstelik ani duygu değişimleri de bunu doğruluyordu. Ne kadar istemesem de, "Ayılmadın." dedim. Yüzüm son derece ifadesizdi. "Devam et."

 

Çaresizce, "İstemiyorum.." dediğinde gözünden bir damla yaş yuvarlanarak aşağı süzüldü. "Kusmak da istemiyorum, ayılmak da istemiyorum, uyumak da istemiyorum! Hiç bir şey yapmak istemiyorum!"

 

Bunu beklemediğim için afallayarak yaşlarla dolu yüzüne baktım. Ne olmuştu lan şimdi birden bire? Niye ağlamaya ve sitem etmeye başlamıştı? Sebebini ögrenebilmek için ona daha yumuşak bir ses tonuyla konuştum.

 

"Ne oldu güzelim benim? Sorun ne?" dedim onu ürkütemeyecek kadar nazik bir sesle. Yüzüne düşen saçlarını geriye atarak güzel yüzünü ortaya çıkarırken daha çok ağlamaya başladı.

 

"N'olur güzelim deme!" diye sızlandı hüngür hüngür ağlarken. "Rüzgar da bana hep güzelim derdi.."

 

Duyduğum sözler karşısında buz keserken, vücumdaki tüm kanın çekildiğini hissediyordum. Eski sevgilisiyle karşılaştığı için mi bu haldeydi? Daha da kötüsü ben ona eski sevgilisini mi hatırlatıyordum?

 

"Benim sözlerim sana onu mu hatırlatıyor?" dedim buz gibi bir sesle. Bakışlarını yerden gözlerime çıkarırken bir duvardan farksız olmayan yüzümle karşılaştı. Eğer bu soruya cevabı evet olursa onun hayatından bir daha geri dönüşü olmayacak bir şekilde çıkardım. Şehit olan tüm silah arkadaşlarımın üstüne and olsun ki bunu yapardım. Sinirle parmaklarım avuç içime bükülürken ağzından çıkacak tek bir kelimeyi bekliyordum.

 

Karaca bir kaç saniye yüzüme baktıktan sonra ne söylediğinin yeni farkına varıyormuş gibi kafasını ağır ağır iki yana salladı. Burnunu çekerek kızarmış yüzündeki yaşları parmak uçlarıyla silerken, çocuksu ifadesiyle bana biraz daha yaklaşarak başını göğsüme yasladı ve kollarını boynuma sararak bana yaslandı. Sanki bu duygularını saklamak ve yanlış bir şeyler söylememek için yaptığı bir şeydi. Tişörtümü ıslatan yaşlardan hala ağladığını anlayabiliyordum ama artık benimle konuşmuyordu.

 

Bende onunla konuşmak için diretmemiştim çünkü az önce söylediğini kafamın içinde nereye koyacağımı bilemiyordum. Eski sevgilisi için ağladığını ağzından Rüzgar kelimesi çıkana kadar tahmin bile etmemiştim fakat artık neden ağladığı belliydi. Bir kere karşılaştıkları halde kendini tutamayıp bu şekilde ağlıyorsa onu gerçekten de seviyor olmalıydı.

 

Karaca benim göğsüme yaslanarak, onun için ağlayacak kadar onu seviyordu.

 

Bir süre sadece ağladı. Onunla konuşmadığım gibi sarılmasına da karşılık vermedim. Bunu pek umursuyormuş gibi gözükmüyordu. Hatta belki de ona sarılmadığımı bile farketmemişti. Kendi içimdeki kırgınlığımı atıp da bir kolumu ona saramıyordum. Sikeyim! Gururun sırası mıydı? Bazen onun şuan sarhoş olduğunu ciddi manada unutuyordum. Kötüydü ve ilgiye ihtiyacı vardı. Kendi iç meselelerimi bir kenara bırakarak ona sarılmak için uzanacaktım ki geri çekilmesiyle bundan vazgeçtim. Sarılmayı bırakmıştı ama kolları hala ensemde duruyordu. Yani tam anlamıyla uzaklaşmamıştı. Bir kaç saniye gözlerime baktıktan sonra dudakları aralandı.

 

"Öp beni." diye fısıldadığında tüm vücudum gerilerek kaskatı kesildi. "Bu bana hayatında yapacağın son iyilik olsa bile, bunu yap." Sakince konuşarak gözlerime umursamazca bakarken sanki ondan çalacağım bir öpücük için bana her şeyi verebilecekmiş gibi inançlıydı. Bunu neden istediğine anlam veremedim ama isteğini yerine getirmekten de çekinmedim.

 

Hiç bir zaman çok düşünen bir insan olmadım.

 

Islak saçları, iri gözleri ve dolgun dudaklarıyla o kadar masumdu ki onu reddedemedim. Anlık gelen bir içgüdüyle uzanıp onu öptüğümde, tek yaptığım dudaklarımı dudaklarına bastırmaktı. Onu ciddi anlamda öpmedim. Çok istesem de bunu yapmayarak dudaklarına sadece hafif bir buse bıraktım. Amacım onu ateşli bir şekilde öpmek değildi, sadece isteğini yerine getirmekti. Vücudum daha fazlası için karıncalanırken istemeye istemeye geri çekildim. Bir saniye daha böyle durmaya devam edersem kendimi dizginlemem bir hayli zor olacaktı.

 

Geri çekildiğim an gözlerimiz buluştuğunda Karaca utangaç bir ifadeyle başını öne eğdi. Sanki onu öpmemi kendi istememiş gibi yanakları hafiften kızarmaya başlamıştı bile. Bu haline tebessüm ederken bu konu hakkında tek kelime etmeden kollarımı bacaklarının arkasından geçirerek ayağa kalktım. Kucağımda onunla birlikte odasına doğru yürürken, "Ben giderdim Oğuz abi.." diye mırıldanan sesini duydum. Abi mi?

 

Derin bir nefes vererek sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Bu kız benim sonum olacaktı. Az önce onu öpmüştüm ve bana hala abi demeye devam ediyordu. Odasına girerek onu yatağın üstüne bırakırken bana bakmayan yüzünü çenesinden kavrayarak yönünü kendime çevirdim. Ciddi yüz ifademi görünce gerilerek yutkundu.

 

"Bugün olanların hepsini yarın konuşacağız." dedim itiraz istemez bir ses tonuyla. Öylece unutup gideceğim sanıyorsa fena halde yanılıyordu. Karaca'yı öptükten sonra ne ona kardeşim derdim, ne de bana abi demesine izin verirdim. O kadar da uzun boylu değildi. Kafasını aşağı yukarı sallayarak onay verdiğinde çenesini yavaşça bırakarak, "İyi geceler." dedim ve bir şey söylemesine fırsat vermeden odadan çıkarak kapıyı kapattım. Salona doğru ilerlerken gözüme bir gram uyku girmeyeceğini biliyordum.

 

Siktir! Beni öp dedi ve ben ondan bir öpücük çaldım.

 

Bunu gerçekten yaptım mı?

 

Umarım yarın bunların hepsini hatırlıyor olur yoksa sarhoş bir kızı rızası dışında öptüğüm için kendimi çok boktan hissedecektim. Aslında bunu hem

en şuan öğrenmeyi çok isterdim ama bu mümkün olmadığı için mecburen yarını bekleyecektim.

 

Yarın, üç aydır oynadığım bu oyun artık son bulacaktı.

Loading...
0%