@culpaamia
|
Alnında biriken terleri avuç içiyle silerek sağına soluna bakındı. Kalabalıkta gezdirdi gözlerini Karaca. Adı gibi kara olan gözleri insanları tararken, tek bir kişiyi arıyordu. Abisini. Annesi, babası, kardeşiyle birlikte abisinin mezuniyet törenine gelmişlerdi. Hepsi çok heyecanlı, aynı zamanda da çok gururlulardı. Çünkü abisi önce Kara Harp okulundan, şimdiyse MSÜ'den mezun olmuştu. Artık gerçek bir asker olacak, vatanı için savaşacaktı. "Abim nerde, anne?" dedi yanında oturan annesinin kolunu çekiştirerek. "Sarılmak istiyorum artık. Ne zamandır görmedim." On beş yaşındaki kızının heyecanına tebessüm ederek baktı Selvi. "Birazdan göreceğiz kızım. Sabırlı ol." derken ellerini de kocaman olmuş karnında birleştirmişti. Bir ay sonra aralarına katılacak evladı, Asya'sı vardı karnında. İçinde büyüttüğü cana rağmen İstanbul'un sıcağında başka bir canı için bekliyordu. Şikayetçi değildi. Aksine, tüm ailesinin bir arada olmasının mutluluğunu yaşıyordu. Yüzünden okunuyordu duyguları. Hepsi heyecanlı bir bekleyiş içindeyken gerginlikten ve sıcaktan terleyen avuç içlerini çiçekli elbisesine sildi Karaca. Bir adam konuşuyordu ama ne dediğini anlayamayacak kadar aklı başka yerlerdeydi. Kara gözlerini askeri bir disiplinle yürüyen askerlerden bir türlü çekemiyor, abisini arıyordu. Bu anı kaçıramazdı lakin herkes kamuflaj içinde olduğundan bulmak bir hayli zordu. "Hangisi abim?" dedi annesine doğru. Duymadı annesi. Gürültü son noktadaydı. Babasına döndü bu sefer ama karşılaştığı manzara pek farklı olmadı. O da yüzünde gururlu bir tebessümle önlerinden geçen askerleri izliyordu. İçine çöreklenen huzursuzlukla tekrar önüne döndü. Lakin döner dönmez bir şey çekti dikkatini. Bir asker... Başı dik, sert çehresiyle en önde bayrak tutan asker. Buz mavisi gözleri taviz vermez şekilde bakarken, dolu dolu olduğu farkedilen bir asker. Karaca'nın kaşları çatıldı askere bakarken. Gözlerini kıstı iyi görebilmek için. Mezun olmuştu işte, herkes mutluydu, o mutlu değil miydi? Neden gözleri yaşlarla doluydu? 'belki de mutluluk gözyaşları bunlar?' diye geçirdi içinden ama kısa süre içinde yanıldığını anladı. Asker önünden geçerken sert çehresine düşen bir gözyaşı görülmeyecek gibi değildi. O gözyaşı düşerek Karaca'nın göğsünü deldi. Etraftaki gürültü sürüp giderken hiç birini duymadı Karaca. Dinlemedi. Gözleri tek bir hedefe odaklıydı. İstemsizce içinden bir parçanın kopup gittiğini hissetmişti ona bakarken. Neden ağlıyordu? Anlam verememişti. Peki Karaca neden üzgündü? Ona da anlam verememişti. Ciğerlerine bir nefes doldurdu. Gözlerinin maviliklerinde hüzün saklı olan adamı izledi bir süre. Her şeye rağmen kendinden emin yürüyüşüne, dik başına hayran kaldı. Tam bu sırada derin bir alkış yükseldi. Karaca'nın dikkatli bakışları irkilerek adamın üzerinden ayrıldı. Derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya, o tarafa bakmamaya çalıştı. Önüme dönerken abisini aramaya koyuldu tekrar. Aklındakileri bir çırpıda sildi. Birileri konuştu, birileri sustu. Bazen çok sessiz olurken bazen devasa bir alkış tufanı yükseldi. Karaca abisini sadece iki kez görüp sonra gözden kaybederken, en sonunda on üç dakikalık mezuniyet töreni sonlandı. Yavaş yavaş etraflarındaki insanlar dağılırken babası Murat Karaca'nın elini tutarak ayağa kalktı. Bir yandan da dikkatlice sekiz aylık hamile karısının belini kavramıştı. Bu kalabalıkta hem karısına, hem kızlarına sahip çıkmak zordu. Uzaklaşmak adına attıkları her adımda gerginliğinin azalışı bu yüzdendi. Hızlı olan adımları yavaşlayarak arka bahçeye çıktığında, aileleriyle hasret gideren yüzlerce asker karşıladı onları. Bazıları ağlıyor, bazıları gülüyor, bazıları ise sadece konuşuyordu. Fakat hepsinin tek bir ortak duygusu vardı. Mutluluk. Karaca bir şeyler konuşan annesi ve babasından bir kaç adım önde yürüyerek öyle ilerlemeye devam etti. Elleriyle gözüne gelen güneşi savuşturmaya çalışırken, bir yandan da kıstığı gözleriyle etrafı süzüyordu. Odaklanmış bir şekilde pür dikkat bakarken bir şey oldu. Aniden kendini havada buldu Karaca. Kalbi bir an için korkuyla çarpsa da, hemen sonra bunun kim olduğunu anladı. Burnuna dolan koku tanıdıkdı. "Abi!" diyerek neşeyle kollarını abisinin boynuna sardı. Göktuğ kocaman olmuş kız kardeşine sıkı sıkı sarılırken, hafifçe eğilerek yere indirdi. Yanağına yumuşak bir öpücük bıraktı. "Abim!" dedi Karaca içli içli. Kollarını abisinin boynundan çözmemekte ısrarcıydı. Göktuğ gülümserken saçlarını okşadı kardeşinin. Kulağına fısıldadı. "Karaca'm.." Karaca gülümserken hafifçe kendini geri çekerek abisine baktı. İşte, her daim sığındığı, ne olursa olsun onu koruyup kolladığını bildiği abisi burdaydı. Artık hiç bir kötü bakış ona değemez, hiç bir kötü el ona uzanamazdı. Güvenli limanıydı. Göktuğ derin bir tebessümle kardeşine bakarken yavaşça ayaklandı çöktüğü yerden. Tıpkı kardeşi gibi kara olan gözlerini gözleri yaşlarla dolu olan annesine çevirdi. Birbirlerine özlemle, içtenlikle sarıldılar. "Can parçam.." diye fısıldadı annesi titreyen sesiyle. "Seninle gurur duyuyorum. Bana ölmeden bu günleri gösterdiği için Allah'ıma bin kez şükürler olsun." "Deme öyle anne." diyerek yalancı bir kızgınlıkla kızdı Göktuğ. Geri çekilerek annesinin yüzünü avuçları içine aldı. Gözyaşlarını sildi. "Daha beraber yaşayacak çok günlerimiz var." Selvi burnunu çekerek oğluna bakarken Göktuğ yüzünde gururlu bir ifadeyle kendisine bakan babasına döndü. İlerleyerek oğlunu kolları arasına aldı Murat. Yine bir sıkıca sarılma faslı geçti. Hasret giderdiler, özlemlerini dindirmeye çalıştılar. "Vatanı sevdan olarak bil oğlum." dedi Murat oğlunun omzuna iki kere dostça vururken. "Sevdana nasıl sahip çıkıyorsan, vatanına da öyle sahip çık." Göktuğ başını ağır ağır sallarken kulağına fısıldadanan bu sözleri onlardan başka kimse duymamıştı. Duymasını da istemezdi zaten. Babasının bakışlarındaki imayı hemen kapmıştı. 'Sevdana nasıl sahip çıkıyorsan.." demişti. Bu demekti ki babası her şeyin farkındaydı. Gözlerini kaçırdı tuhaf bir utançla. Annesine dönerek farklı konular açmaya çalıştı. Murat ise oğlunun bu hallerine sadece derin bir tebessümle baktı. Onlar kendi aralarında daha gündelik konular hakkında sohbet etmeye başlarken, sıcaktan ve içinde bulunduğu atmosferden oldukça bunalmıştı Karaca. Öyle ki bir an önce eve gitmek, yatağına uzanmak istiyordu. Oturduğu bankta hareketlenerek eliyle kendine rüzgar yaptı. Çok bir etkisi olmasa da daha ferah hissettiriyordu. Bir nebze rahatlayarak derin bir nefes verdi. Sıkılmıştı. Bu yüzden elini çenesine yaslayarak etrafa bakındı. Kendini oyalayacak bir şeyler aradı ama askerlerden başka hiç bir şey yoktu. Oflayarak kısacık siyah saçlarını geriye savurdu. Lakin savururken gözleri bir noktaya takılmıştı. Kalabalıktan seçmek zordu ama Karaca nerdeyse onu gördüğüne emindi. Buz mavisi gözleri bu mesafeden bile görmüştü. Sadece görmemiş, hissetmişti de aynı zamanda. Üzerinde gezinen bir çift gözü hissetmemesi imkansızdı. İçinde bir şeylerin kıpırdandığını hissetti Karaca. Daha fazla görmek istiyordu onu. Gözden kaybetmek istemiyordu. Etraflarındaki deli kalabalığa lanet okuyarak oturduğu yerden usulca ayaklandı. Onu daha rahat görebileceği bir yere geçerken kimse Karaca'nın yokluğunu farketmemişti. İyice görebilmek için ona en yakın banka oturarak yerine kuruldu Karaca. Aralarında iki metre ya var, ya yoktu. Bu kalbinin göğüs kafesine hızla çarpmasına neden olurken dudaklarında oluşan gülümsemeyi saklayarak askeri izlemeye başladı. Duvar kenarında yerde, tek başına oturuyordu. Tüm askerlerden uzak bir köşedeyken parmakları arasında tuttuğu sigarayı içiyordu. Donuktu bakışları. Bakıyor ama görmüyor gibiydi. Karaca hüzünlendi askerin bu haline. Yanına gitmek, onunla konuşmak istedi. Çok yalnızdı. Henüz çocuk olan kalbi bu yalnızlığı görmek istemedi. Kabullenemedi. Ona göre herkes mutlu olmalı, herkes eğlenmeliydi. Tüm cesaretini toplayarak ayaklandı Karaca. Kendinden emin adımlarla yürürken kalbi nerdeyse göğüs kafesinden çıkacak kadar hızlı çarpıyordu. "Sakin ol.." diye mırıldandı kendi kendine. "Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol.." Bunu neden yaptığını bilmiyordu. Zaten genellikle yaptığı şeylere neden aramaz, sadece yapardı. İçinden geldiği gibi davranırdı. Yine içinden gelen şeyi yapıyordu. Adımları yavaşlayarak askerin önünde durduğunda, buz mavisi gözler üzerine çevrildi. İçindeki tüm heyecana rağmen, "Oturabilir miyim?" dedi muazzam bir sakinlikle. Adam bir kaç saniye boyunca karşısında duran genç kıza baktı. Kısa boyu, kara gözleri, kara saçları, iri gözleri ve ufak kalkık burnuyla oldukça genç ama bir o kadar da güzel duruyordu yüz hatları. 'en fazla on yedi yaşında.' diye geçirdi içinden. 'burda işi ne?' Karaca'ya baktı bir süre. Baştan aşağı süzdü. Hemen sonra sağına soluna bakarak birisini aradı fakat hayır, kız tek başınaydı. 'Harika. Bir başıma üşüşen veletlerle uğraşmadığım kalmıştı.' diye geçirdi Oğuz içinden. 'Neden bu kadar düşündü? Sadece onunla konuşmak istiyorum.' diye geçirdi Karaca içinden. Bir kaç saniye bakıştılar. Sabırsızdı Karaca. Olumlu ya da olumsuz bir cevap bekliyordu fakat ona kaşları çatılı bir halde bakan adam yüzünden afallamış, cesareti kırılmıştı. Tam dönerek gitmeye meylediyordu ki duyduğu sesle içine su serpildiğini hissetti. "Otur tabii, sormana gerek yok." Karaca'nın içine düşen kuşku anında dağılırken, gülümseyerek Oğuz'un yanına, çimlere oturdu. Bakışlarını yanında oturan gence çevirdi ama gördüğü manzarayla suratı asıldı. Bakıyordu ama ona değil. İfadesizce tam karşıya. "Seni mezuniyet töreninde gördüm." dedi Karaca aniden. Boş bakışlar kendisine döndü. Yüzleri karşı karşıyayken heyecanlandı yeniden Karaca. Titreyen ellerini saklamak adına kucağında birleştirdi. "Üzgündün.." diye devam etti içinde yaşadığı duyguları belli etmeden. "Merak ettim, sormak istedim." Cevap için beklemedi Oğuz. "Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokma, ufaklık." derken ciddiyetle tekrar önüne döndü. Başında bir ton dert varken bir de oturup bu küçük kıza hayat hikayesini anlatacak değildi. Lisede öğrendiği en iyi şey buydu. Güvenmek, karşıdakine kendi elinizle sırtınıza saplayacağı bir bıçak vermektir. O bıçağın nerde, ne zaman, ne şekilde sırtınıza saplanacağını asla bilemezsiniz. Oğuz en umursamaz haliyle yeni bir sigara yakarken, Karaca duyduğu sözler karşısında adama alık alık baktı. Beklediği cevap bu değildi. Kesinlikle bu değildi. Lakin kısa süre içerisinde kendini toparlayarak şaşkınlığını üzerinden attı. "Sadece yardımcı olmaya çalışıyorum." dedi biraz sakin, biraz ters. "Çalışma." dedi Oğuz uyuz uyuz. "Neden?" diye üsteledi Karaca. "Senin yardımına ihtiyacım varmış gibi mi gözüküyor?" dedi Oğuz aynı uyuzlukla. "Uğraştırma beni. Yol al." Karaca derin bir nefes vererek önüne döndü. Siniri had safhadaydı. Fakat adama değil, kendineydi bu siniri. 'Salaksın sen! Salak!' diye yükseldi kendi kendine içinden. 'Sanane milletin derdinden? Ne diye gelip soruyorsun ki!' Terslenmesi alışagelmedik bir durumdu onun için. Ne yapacağını, nasıl tepki vereceğini, hatta nasıl hissedeceğini bile bilememişti. Tek bildiği cesaretinin bir kanadının kırılmasıydı. Karaca kendi içinde öfke ve kırgınlığı bir arada yaşarken, Oğuz çok başka bir yerdeydi. Yanındaki kız umrunda değildi. Olamazdı da fakat karşılarında onlara bakan iki askere de ters bir şekilde bakmaktan kendini alamıyordu. Derin bir nefes alarak sabır çekti içinden. Kızın çiçekli elbisesinin açıkta bıraktığı bacaklarına bakıyordu ikisi de. Sinirlenmemek elde değildi. Çaktırmadan yandan bir bakış attı kıza Oğuz. Diz hizasında biten elbisesi oturuşunun etkisiyle yukarı çıkmış, beyaz bacaklarını gözler önüne sermişti. Yapılması gereken şey için bir saniye bile düşünmedi. Bu orospu çocuklarının sulanmış bir şekilde bakan ağzını kapatmalıydı. Kız henüz kardeşi yaşındaydı. Elini uzatarak dikkatlice elbiseyi aşağı çektiğinde, Karaca'nın sinirli ifadesi sekteye uğramıştı. Artık son derece şaşkındı. "Herkes sana bakıyor." dedi Oğuz tüm tersliğiyle. "Hoşuna gidiyorsa burda oturmaya devam edebilirsin." Bir abi gibiydi tavırları. Kardeşine değen her gözü oyan abisi gibi.. Karaca bir kaç saniye anlam veremese de etrafına bakınca anlamıştı ne demek istediğini. Gerçekten de bazıları yüzlerinde tuhaf bir imayla kendisine bakıyordu. Utanarak oturduğu yerden toparlandı hemen. Rezilliği boyunu aşmıştı. Aynı zamanda kendine olan öfkesi de. Genç adamın onu umursamamasına aldırmadan, "Teşekkürler söylediğin için." dedi nazikçe. Oturduğu yerden kalktı. Üstünü eliyle düzeltirken ona bakmayan askere baktı. Gözleri oyalandı bir kaç saniye. Sertçe yutkundu. Zordu bunu söylemek. Ama yine de dudaklarını aralayarak yavaşça içinden geçen cümleleri sıraladı. "Özür dilerim seni rahatsız ettiğim için." dedi tek nefeste. Duraksarsa söyleyemezdi. Yutkunarak hızla devam etti. "Yaptığım yanlıştı. Beni ilgilendirmeyen şeylere karışmamalıyım. Haklısın." Ona çevrilen buz mavisi gözlere son kez baktı. "kendine iyi bak." dedi. İçinden geldiği şeyi yaptığı son andı bu. Bir cevap beklemeden topukları üstünde dönerek aceleci adımlarla ailesinin yanına ilerledi. İyi niyetli, cesur tarafı paramparçaydı. Kırgın hissediyordu. Kime, neye olduğunu bilmeden son derece kırgındı. Hakkı yoktu ama bazı şeyler önlenemiyordu işte. Gözlerinin dolmasını önleyememesi de bu yüzdendi. İlk defa bir erkeğe bu kadar yaklaşma cesareti bulmuş, cevabını alıp geri dönmüştü. Babasının ve abisinin onu erkeklerden uzak tutma sebebini daha iyi anladı Karaca. Erkekler acımasız, can yakıcıydı. Kızlar gibi değillerdi. Herkesin kendisi gibi olduğunu düşünmesi kendi hatasıydı. İlk kalp kırıklığını içine attı Karaca. Kısacık siyah saçlarını geriye savururken dolu gözlerini kırpıştırdı. Ailesi ordaydı. Telaşla etrafa bakınıyor, onu arıyorlardı. Adımlarını hızlandırırken az önce yaşanan şeyi unutmaya çalıştı. Unuttu da. Bir daha asla hatırlamamak üzere unuttu. Geçmişin her seferinde karşısına çıkıp, hatırlamak için yalvaracağı bir anı olduğunu bilmeden unuttu.
|
0% |