@culpaamia
|
Lise ikinci sınıfın başlarında kitap kulübü okumamız ve özet çıkarmamız için Sergüzeşt kitabını seçmişti. O zamana kadar hiç doğru dürüst kitap okumamış olsam da, okul gereği okuyup çok beğenmiştim. İyi olduğuna inandığım ve defalarca okuduğum bir kitaptı Sergüzeşt.
Kitap, köle olarak satın alınan ve hayatı ordan oraya sürüklenen küçük Dilber'i anlatıyordu. Neden bilmem ama her okuyuşumda bu küçük kıza çok üzülür, sanki kendim yaşamışım gibi psikolojim alt üst olurdu. Fakat şimdi okusam eminim ki bir şey hissetmezdim.
Ama filmi için aynı şeyi söyleyemeyektim.
Karşımdaki dev ekran televizyonda; açtığım rastgele bir kanalda, zavallı Dilber'in acıklı sahneleri dönüp duruyordu. Gözüm bir yandan filmi kaçırmamak için televizyondayken, diğer yandaysa sürekli saate bakıyordum.
Saat akşam beş olmuştu ve ne gelen vardı ne de giden. Altı sene sonra Fransa'dan evime dönüyordum ve değil karşılamak, eve bile zamanında gelmiyorlardı. Koca köşkte hizmetliler hariç tek başımaydım.
Sıkıntılı bir şekilde oflayarak televizyonu kapattım ve cebimden telefonumu çıkardım. Anlaşılan sesimi duymadan geldiğime ikna olamayacaklardı.
Şifreyi girerek son aramalara girdim ve ordan Galip amcamın ismini bulup arama tuşuna bastım. Telefon uzun uzun çaldı fakat açılmadı. Ümidimi kesmeyerek tekrar arayacaktım ki duyduğum tanıdık sesle hızla arkamı döndüm.
"Beklettim sanırım."
Yerimden kalkarak zıplaya zıplaya amcama koştum. Birbirimize sımsıkı sarıldığımızda bir yandan da söyleniyordum.
"Altı senedir görüşmüyoruz ama sizin bana çektiğiniz muameleye bak! Aşk olsun cidden.."
Amcam geri çekilerek yüzümü elleri arasına aldı.
"Beklenmedik bir kaç iş çıktığı için sadece bir saat geciktim. Yoksa biliyorsun, ben hiç kızımı tek bırakır mıyım?"
"Bıraktın ya işte. Kaç saattir bekliyorum." dedim şakacı bir küslükle. Amcam mahçup hissetmiş olacak ki tekrar açıklama yapma gereği duydu.
"Cihangir'e söyledim tek bırakma diye ama onun işleri benden daha yoğun. Bir türlü çıkamadık işin içinden. "
Amcamın sözleriyle birlikte farketmiştim onun yokluğunu. Sahi, o nerelerdeydi? Ben yurtdışındayken de bazen işleri yoğun olurdu ama şimdiki durum farklıydı sanırım. Herkeste bir tuhaflık, bir neşesizlik seziyordum.
Amcam sözlerine devam ederken karşılıklı koltuklara oturmuştuk. "Biliyorsun, bizim Büyük Ada'da ki hastaneyi ve fabrikayı onun üstüne yapıyorum. Hastanenin yöneticiliğini o üstlenecek. Altından kalkması zor bir iş."
Amcamın gözlerindeki ışıltıdan Cihangir'e ne kadar güvendiği ve gurur duyduğu belli oluyordu. Öz çocuğu olmamasına rağmen küçüklüğünden beri ona harcadığı emeklerin haddi var hesabı yoktu.
Az çok hatırlıyorum olanları. Cihangir on dört yaşındayken, ben sekiz yaşındaydım. O zamanlar annem ve babamı kaybedeli bir sene olmuş, amcamla yaşamaya henüz alışamamıştım. Cihangirlerin kaldığı yer hemen bu köşkün arkasındaki müştemilattı. Babası amcamın can yoldaşı, annesi ise evin hizmetlilerindendi.
Sonra bir gün bir haber geldi. Annesi ve babasının öldüğüne dair.. Amcamın en sağlam adamını ortadan kaldırmak için yapılmış bir suikasta kurban gitmişlerdi. Kimi kimseleri yoktu, Cihangir de tıpkı benim gibi ortada kalmıştı. Amcam merhametli adamdır, onu hem yanına, hem nüfusuna aldı. Gözünün önünde olsun istedi. Belki de hep bir erkek evlat istemesinden kaynaklanıyordu bu sevgisi.
Artık hiç evlenmemiş olan amcamın bir oğlu olmuştu. Aynı evde birbirimizden uzak bir şekilde yaşayıp gidiyorduk. Ben çekinceliğimden onun yanına çok gitmiyordum ama amcam ikimizi her yere beraber gönderiyor, bizi asla ayırmıyordu. Cihangir onun oğluysa, bende onun kızıydım onun gözünde.
Yıllarca emek verdi. Beni Fransa'da en iyi okullarda okuttu. Cihangir'e bildiği her şeyi öğretmek için çabalayıp duruyordu. Öldükten sonra tüm mirasın ona kalması için imza bile attı.
Cihangir onun tek oğlu, tek varisiydi. Bense bu evdeki yerimden hiç bir zaman emin olamamıştım fakat amcamın bana yaptığı iyilikler için de ona hep minnet duyacaktım.
"Sizin adınıza sevindim amca." Dedim gülümseyerek. "Umarım her şey gönlünüzce olur."
"Umarım kızım.." dedi derince iç çekerek. Sonra aniden aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. "Senin klinik işi ne oldu?"
Açmaktan söz ettiğim psikiyatri kliniğinden söz ediyordu. "Kaç senedir hayatım okul ve yabancı ülkeler arasında gidip geliyor. Biraz kafamı toparlayıp öyle başlamak istedim."
"Tabii ki. Ama ölçüyü de kaçırma, bu işler ihmale gelmez." Dedi amcam elimi tutup okşarken. "Bir an önce ikinizi de kendi ayakları üstünde dururken görmek istiyorum."
Onun bu içten sözleriyle birdenbire içim sıcacık oldu. Uzanıp sımsıkı sarıldım amcama. Ona bir şey olsa ne yapardım bilmiyorum..
"Yemek hazır, efendim." Duyduğum hizmetlinin sesiyle amcamdan ayrılarak ayaklandım.
"Ben sen gelmeden bir şeyler atıştırmıştım. Yemeğe kalmayacağım."
Amcamın kaşları çatıldı. "Bir yere mi gidiyorsun?"
"Evet.. Karsu'yla kahve içmeye çıkacağız." Diye açıklama yaparken, bir yandan da odama çıkan merdivenlere ilerliyordum. "Geç kalmam merak etme!" Diye bağırdım merdivenlerin tepesinden ve koşarak odama girdim.
İlk yaptığım şey yarısı yerleştirilmiş, yarısı hala bavullarda olan elbiselerimin arasından bornozumu ve bakım malzemelerimi bulmak oldu. Onları elime doluşturup çok hızlı bir şekilde duşa girip çıkarak tekrar bavullarımın başına geçtim.
Bir süre inceleyip tüm bavulları darmaduman ettikten sonra; kalçamın biraz altında biten, siyah, derin göğüs dekolteli, askısız elbisemde karar kıldım. Elbiseyi üstüme geçirip omzumun biraz aşağısında biten koyu kahve saçlarıma maşa yaptım. Tam makyaja geçiyordum ki telefonum çalmaya başladı.
Karsu arıyordu. Telefonu hoparlörlere alarak yatağa bıraktım.
"Dilşah, nerdesin?"
"Hazırlanıyorum. Nereye gideceğimize karar verdin mi?" Dedim rujumu sürerken. Tüm makyajımı hafif bir biçimde yaptıktan sonra kırmızı rujla tamamlamaya karar vermiştim.
"Yeni bir yer açılmış. Orayı yoklayalım diyorum, sen ne dersin?"
"Bana uyar, gidince konum at."
"Tamamdır, orada görüşürüz." Diyerek telefonu kapattı Karsu. Bende makyajıma son dokunuşları yaparak üstüme kumaş, siyah ceketimi aldım. Çok geçmeden konum geldi. Neresi olduğuna baktığımda on beş dakika gösteriyordu.
Geriye sadece evden sıvışmak kalmıştı. Kapıyı açarak sessizce merdivenleri indim. Ortalıkta kimse gözükmüyordu. Hızlıca evden çıktım ve arabama bindim. Arabayı çalıştırırken yüzümde sebepsiz bir gülümseme vardı.
Bu hayatı özlemiştim.
Ara sokaklardan geçerek ana caddeye çıktım. Tam odaklanmış gidiyordum ki telefonum çalmaya başladı. Tanımadığım bir numaraydı fakat yine de kulaklıklarımı takarak açtım.
"Dilşah?" Dedi bir erkek sesi.
"Tanıyamadım." Dedim kaşlarım çatılmış bir halde. "Kimsiniz?"
"Cihangir ben." İyi de, onun numarası zaten bende vardı. Herhalde değiştirdi diye düşünürken Cihangir devam etti.
"Seni evden öyle koşarak çıkarken görünce merak ettim. Bir sorun mu var?"
Ah! Salak kafam! Demek o da evdeydi.. Bunu nasıl düşünmemiştim.
"Hayır." Dedim hemen. "Karsu'yla buluşacaktık ama çok geç kaldım. Acele ettim o yüzden biraz. Sorun yok yani."
"Anladım. İyi eğlenceler o zaman size."
"Teşekkür ederim." Dedim ve telefon kapandı. Derin bir nefes alıp vererek arabayı mekanın otoparkına park ettim. Ucuz yırtmıştım gerçekten..
Amcam bu tür mekan ve içki konusunda çok katı bir adamdı. Ailecek bir davette ya da özel bir günde olmadığımız sürece kesinlikle içki içemiyordu kimse. Doğru bulmuyordu.
Arabadan inerek kapıyı kilitledim ve mekanın girişine doğru ilerlemeye başladım. İki katlı olan yerin terası oldukça kalabalıktı. Bana doğru dönen bir kaç çift göze aldırmadan içeri girdim. Karanlık ve gürültülü bir diskoydu. Sigara dumanından göz gözü görmüyordu.
Locaların olduğu tarafa doğru bakındığımda bana el sallayan Karsu'yu gördüm. Hızlı adımlarla yanına ilerlerken, karanlık yüzünden iki kişiye çarpmıştım.
Yanına varır varmaz "Dilşah!" Diyerek hemen boynuma atladı Karsu. Birbirimize sıkı sıkı sarıldık.
"Seni bu kadar özleyeceğimi hiç sanmıyordum doğrusu.." dedim geri çekilerek. Elimden tutup yanına oturttu beni.
"Kaç sene oldu, o kadar da değerimiz olsun artık!" Dedi eğlenen bir tavırla. Karsu benim küçüklükten beri yazlıktan arkadaşımdı fakat ben okumaya gidince bir süre görüşememiştik. Yine de aramızda öyle sarsılmaz bir bağ vardı ki arkadaşlığımız hiç bir şey kaybetmemişti.
"Şımarma hemen." Dedim.
Bir kahkaha atarak arkasına yaslandı.
Onun bu tavırlarına alışık olduğumdan umursamayarak asıl merak ettiğim şeyi sordum. "Kızım sen nerden buldun burayı? Baksana, göz gözü görmüyor. "
"Bir arkadaşım önerdi, kokteylleri güzelmiş. Çok sıkılırsak bir kaç kadeh içer kalkarız."
"Deneyelim bakalım."
Karsu ortada dolaşan garsonlardan birisine işaret verdiğinde, genç bir çocuk hızlı adımlarla yanımıza geldi.
"Ne alırdınız?"
"Votka-portakal. " Dedim hiç düşünmeden. Karsu da aynısından istediğinde genç çocuk geldiği gibi hızla yanımızdan uzaklaştı.
Karsu'ya dönerken önüme gelen saçlarımı da kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Benim bu gece kontrolü elden bırakmamam lazım yoksa amcam beni evin kapısından sokmaz, ona göre."
"O iş bende." Dedi Karsu. "İki kadehten fazlasına izin vermem, merak etme."
Karsu'nun bu sözleri söylemesinin üzerinden yaklaşık kırk beş dakika geçmişti ve sanırım az önce fondip yaptığım içkim, altıncı kadehti. Bardağımı yandan geçen bir garsonun eline tutuşturdum.
"Yenile."
Garson anında gözden kaybolurken, bende karşımda oturan Karsu'ya döndüm. Yanına ne zaman geldiğini bilmediğim bir adam vardı ve ikisi sarmaş dolaş bir halde, gayet mutlu gözüküyorlardı.
O an nedensizce çok yanlız olduğumu ve artık burda oturmaktan da sıkıldığımı hissettim. Pistte insanlar hareketli bir şarkıda dans ediyordu. Belki de bende dans etmeliydim?
Masaya tutunarak ayağa kalktım fakat kalkar kalkmaz başım dönmeye başladı. Umursamadan yalpalaya yalpalaya piste çıktım. Dünya dönüyor, ışıklar gözümü alıyordu. Ayrıca ayağımdaki topuklularla da dans filan edemiyordum. Ayakkabılarımı çıkarıp rastgele bir yere savurdum.
Ondan sonra tek yaptığım ritime eşlik ederek kendi halimde dans etmek oldu. Ne kadar öyle durdum, ne yaptım bilmiyorum ama müzik gitgide değişik bir hal almaya başlıyordu. Dj slow bir parçaya geçiş yapmıştı.
Kendimi bir anda tanımadığım birisinin kollarında buldum. Tuhaf bir şekilde sarmaş dolaş dans ediyorduk. Ne zamandır böyleydik hiç bir fikrim yoktu ve amacının dans etmekten çok başka bir şeyler olduğuna emindim. Onun elleri kalçamda duruyor, benim ellerimse onun boynunu sarıyordu. Rahatsız olmuştum. Kendimi geri çekmek istedim fakat sanki vücudum bana itaat etmiyordu. Güçsüz bir şekilde iki yana sallanıp duruyordum.
Bir süre öylece dans ettikten sonra başka birinin adama, "Partner değiştirelim mi?" Dediğini duydum. Adam kendi yanındaki sarışın kızı benim partnerime doğru yavaşça ittirirken, beni de kollarının arasına çekti. Kukla gibi ordan oraya çekiştirilmek canımı sıkmıştı fakat bu durumun tek suçlusu bendim. İrademe sahip çıkmayı becerememiştim.
Sürekli kapanan gözlerimi zorlayarak dans ettiğim adama bakmak üzere açtığımda, karşımda oldukça yakışıklı bir adam vardı. Kumral saçları ve kehribar gözleriyle tam benim hoşlanacağım bir tipti. Ama nedense bu gözler çok kızgın bakıyordu. Yabancı biri bana neden bu kadar sinirliydi anlam verememiştim. Ayrıca çok da aceleciydi.
Adam düşmemem için belime koyduğu elini çekerek elimi sıkıca kavradı. "Hadi, eve gidiyoruz."
Beni eve mi atmak istiyordu? Şaşırmıştım. "Bu kadar çabuk mu?"
"Beklemek için bir sebebimiz yok." Dedi adam. Bu sözlere söyleyecek bir cevabım olmadığı gibi, onun beni kucağına alıp arabasına götürmesini de engelleyecek gücüm yoktu. Çok geçmeden üstümde mini elbisemle arabanın arka koltuğunda yatıyordum.
Zaman durmuştu. Beynim durmuştu. Aklımda çok soru vardı fakat bu kafayla hiç birine mantıklı bir cevap bulamıyordum.
Mesela şu an nerdeyim, nereye gidiyorum? Arabayı süren yakışıklı adam kim? Çantama ve telefonuma noldu? Karsu nerde? Hiç birini bilmiyordum. Öylece yatmaya devam ettim.
Gözlerimi kapattım, yoldaydık. Gözlerimi açtım, adamın kucağındaydım. Kafam düşeceğine git gide daha da yükseliyordu sanki. Ufak bir baş dönmesiyle adamın boynuna sıkıca sarıldım.
Lüks bir köşkteydik. Adam kucağında benimle birlikte köşke girdi ve ikinci kata kadar çıktı. O merdivenleri çıktıkça ben sanki uçuyormuş gibi hissediyordum. En sonunda koridora indirdiğinde çıplak ayaklarım yere basmıştı.
"Hangisi senin odan?" Dedi ayakta durabilmem için belimden destek vererek. Kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Neden söz ettiğini bilmiyorum." Dedim sakince. "Eğer biliyorsam da, şuan hatırlamıyorum. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz."
Adam sıkıntıyla nefesini verdi. "Dilşah, kendine gel artık. Yorma beni."
Sözlerine tam cevap verecektim ki cümlenin başında söylediği isim beni şaşırttı. "Dilşah kim?" Dedim.
Adam cevap vermeden beni belimden daha sıkı tutarak koridordaki üç odadan ilkine soktu. Işığı yanan odanın her yerinde kıyafetler vardı ve oldukça dağınık görünüyordu. Burası kesinlikle benim odam olamazdı.
"Ben burda yatmam." diyerek odadan çıkmaya çalıştım. "Kimin odasıysa burası önce temizlesin!" Yürümeye çalışırken hafif bir sendeleyince adam beni kolumdan yakaladı.
"Senin odan burası Dilşah." dedi karşımdaki adam bıkkınca. Kafamı iki yana sallarken, "Bana Dilşah demesene!" dedim kızarak. "Benim adım Dilşah filan değil."
Adamın gözlerindeki bezmişliği an be an seyrederken, gözlerim bana soru sormak üzere aralanan dudaklarına kaymıştı.
"Neymiş peki senin adın?"
Cevap kafamda anında belirdi. İsmimi tabii ki de biliyordum. "Marilyn Monroe." dedim hiç düşünmeden.
Adam kocaman bir kahkaha attığında, "Öyle mi?" diyerek alayla güldü. "Benim adım da Leonardo Dicaprio."
Türk işi Leonardo Dicaprio buydu demek. Sorgulamadan inanırdım. Çok yakışıklıydı. Gülerek boynuna sardım kollarımı. "Leonardo.." dedim kendi kendime tekrar ederek. "Güzel isim." Gözlerimi kehribar gözlerine çevirdim. "Öp beni Leonardo."
Bu sözler dudaklarımın arasından nasıl çıkmıştı ve nasıl kulaklarıma ulaşmıştı farkında bile değildim. Böyle bir isteğim olmamasına rağmen neden söylediğime de anlam verememiştim. Öylece adama bakmaya devam ettim.
Yüzü şaşkınlıkla kaplandığında bir an için duraksadı. Ufak bir öksürükle boğazını temizledi. "Hadi.." diye mırıldanırken, beni yatağıma doğru yönlendirdi. "Uyu artık." Dediğim şeyden hoşlanmadığı yüz ifadesinden okunuyordu.
Söylediği sözlerin üstümde garip bir tesiri vardı. Bu sefer itiraz etmeden uslu uslu yatağa yattım. Gözlerim anında kapanırken üstüme bir pike örtüldüğünü hissetmiştim.
"İyi geceler.." diye seslendim Leonardo'ya. Cevap vermedi. Sanırım gitmişti ama gözlerimi açıp bakmaya gerek duymadım. Belki de bana kızmıştı yaptıklarımdan dolayı. Bilemiyordum..
Uyku beni git gide içine daha fazla çekerken, ışıkların söndüğünü f arketmiştim yarı uyanık halde. Tam o sırada beklediğim cevap geldi.
"İyi geceler." dedi bir erkek sesi. Bunlar duyduğum son şeyler oldu. Gerisi tamamen beni içine çeken bir karanlıktan ibaretti.
|
0% |