Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.bölüm

@culpaamia

Sabah gözlerimi inanılmaz bir baş ağrısıyla açtığımda, karşılaştığım ilk şey beyaz tavan olmuştu. Yatakta yavaş yavaş doğrularak bir kaç saniye kendime gelmeye, neler olduğunu kavramaya çalıştım.

 

Aklımda en son Karsu'yla ikinci kadehimizi içtiğimiz ve ona o sırada anlattığım Fransız modası vardı. Kaç kadeh içmiştik bilmiyordum. Hatta eve nasıl gelmiştim onu bile bilmiyordum. Kendimi gerisini hatırlamak için zorladım.

 

Tüm geceyi baştan sona gözden geçirdim. Her bir ayrıntısını tekrar tekrar düşündüm fakat ikinci kadehten sonrası kesiliyordu. Uzun zamandır içki içmemenin de zararlarından olsa gerek, bünyeye etkisi büyük olmuştu.

 

Derin bir nefes alarak Karsu'yu aramak üzere telefonuma bakındım. O kolay kolay sarhoş olmazdı benim gibi. Onun bir şeyler hatırladığına, hatta beni de eve bırakmış olabileceğine nerdeyse emindim. Yataktan kalkarak görüş açıma giren çantamı elime aldım. İçinden telefonumu çıkardığımda Karsu'dan yüzlerce cevapsız arama vardı.

 

Onu geri arayarak telefonu kulağıma yerleştirirken, çıplak ayaklarımla pencereye doğru ilerledim. Perdeyi aralayarak bahçeye bir göz attım. Boş olan bahçenin en sağında gelişi güzel bir şekilde park edilmiş arabam duruyordu.

 

"Dilşah nerdesin sen! Dünden beri sana ulaşamıyorum, öldüm meraktan!"

 

Yüksek sesinden yüzüm buruşurken, odanın ortasına doğru ilerledim.

 

"Bağırma başımda Karsu sabah sabah.. zaten kafam zonkluyor."

 

"Sabah mı? Ne sabahı kızım, akşam oldu!"

 

Karsu'nun sözleriyle kaşlarım çatılırken, telefonu kulağımdan çekerek saate baktım. Üçü çeyrek geçiyordu. Sıkıntılı bir nefes verirken telefonu hoparlöre alarak yatağın üstüne fırlattım.

 

"Dün gecenin ne kadarını hatırlıyorsun?" diye sordum Karsu'ya, hala üzerimde olan elbisemin fermuarını açarken.

 

"Ben locada bir adamla oturuyordum." dedi düşünceli bir şekilde. "Sende pistte bir adamla dans ediyordun... Gerisi çok kesik kesik."

 

"Peki eve nasıl geldik?" dedim merakla. Karsu bir anlığına duraksadığında içimden, lütfen hatırlıyor ol.. diye çığlıklar atıyordum.

 

Lütfen beni eve sen bırakmış ol.. lütfen eve sarhoş şekilde girmemiş olayım.. lütfen amcam beni görmemiş olsun.

 

"Hatırlamıyorum."

 

"Ne demek hatırlamıyorum?" diye yükseldim. "Kızım sen demiyor muydun 'ben asla sarhoş olmam, benim yanımda rahat olabilirsin' diye? Ne bu şimdi?"

 

"Rahat olabilirsin dedik de, bokunu çıkar demedik Dilşah." diyerek hemen kendini savunmaya geçti. Haklı olması beni daha çok çıkmaza sokuyordu. O yüzden ona kızmanın bir yararı olmayacağını bildiğimden sadece ofladım. O da kendi aptallığımaydı.

 

Karsu telefonda bir şeyler anlatırken onu dinleyecek kafada değildim. Acilen bir plan yaparak odadan çıkmam gerekiyordu. Tabii öncesinde sağlam bir duş alarak... Berbat gözüküyordum. Saçım başım birbirine girmiş, tüm makyajım dağılmıştı. Her yanı kaymış elbisemi söylememe gerek bile yoktu.

 

Fermuarını açtığım elbiseyi üstümden düşürürken, "Kapatmam lazım Karsu." diye seslendim telefona doğru. "Son durumları haber veririm."

 

"Tamam, bir şey olursa mutlaka beni ara." diyerek her zamanki uyarısını yaptı. Sonraysa, "Görüşürüz." demiş ve bir şey söylememe fırsat vermeden telefonu kapatmıştı.

 

Telefon kapanır kapanmaz üstümde kalan son iki parçayı da çıkararak banyoya girdim. Sadece on beş dakika süren kısa bir duş aldığımda, bir yandan da amcama neler söyleyebileceğimi tartıyordum kafamda.

 

Düşünme Dilşah, düşünme... Düşünürsen daha çok paniklersin. Sadece şu ana odaklan.

 

Derin bir nefes alıp verirken hala yerleştirmemiş olduğum kıyafetlerimin arasından kısa kollu, kalçamın biraz altında biten, siyah günlük elbisemi çıkardım. Hemen ardından saçlarımı kurutarak fönlediğimde, yüzümü hafif bir makyajla renklendirdim. Aşağı inmek için hazırdım.

 

Ayağıma beyaz spor ayakkabılarımı da geçirerek odanın kapısını açtım. Aşağıya odaklanarak dinledim bir süre fakat kimseden ses seda yoktu. Yavaş yavaş merdivenleri inmeye başladım. Bir yandan da etrafa bakınıyordum birilerini görebilmek adına.

 

Hayır, kimseyi görmemiştim. Salona inene kadar..

 

Salonda arkası bana dönük, telefonla konuşan bir adamı gördüğümde öylece bakakalmıştım. Kim olduğu hakkında pek bir fikrim olmasa da Cihangir olduğunu kumral saçlarına bakarak söyleyebilirdim. Malum, çocukken de hafif sarışındı.

 

Ayrıca ondan başkasının böyle rahat rahat evde dolaşamayacağını düşünecek olursak bu kesinlikle oydu. Salonun ortasına doğru ilerlediğimde beni farkederek bana doğru döndü.

 

"Tamam, halledeceğim ben." diyordu telefondaki birine. Oldukça soğuk ve uzak gözüküyordu. Kehribar gözleri üstümde dolaşırken, bana bu tuhaf bakışlarına da anlam verememiştim. Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra bir kaç önemsiz kelimeyle telefonu kapattı.

 

"Merhaba." dedim ona doğru bir kaç adım atarak. Gülümsedi. Gülümseyince uzak ifadesi yok olmuş, yerini sıcacık bir ifadeye bırakmıştı.

 

"Dün gece iyi uyudun mu?" dedi gülümsemesinin tam aksine sözlerle. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken, aklımdan geçen tek ihtimal dün beni görmüş olmasıydı.

 

Yine de bozuntuya vermeyerek, "Nasıl yani?" dedim anlamamış gibi.

 

"İlk gecen ya, yerini yadırgamadın umarım." dediğinde çaktırmadan derin bir nefes verdim.

 

"Yadırgamadım. Biliyorsun zaten çok da yabancısı değilim bu köşkün."

 

"Evet." dedi koltuğa otururken. "Şu bahçede düşüp kafanı karpuz gibi yarman hala aklımda."

 

Bende koltuğa oturduğumda istemsizce kahkaha atmıştım. "Bunu hala hatırladığına inanamıyorum Cihangir!"

 

Dudağının kenarı eğlendiğini belli eder bir şekilde yukarı kıvrıldı. "Unutulacak gibi değil."

 

Gerçekten de unutulacak gibi değildi. Her bir ayrıntısıyla rezil anılarım vardı. Fakat Cihangir büyüdük diye onun yaptıklarını yüzüne vurmayacağımı sanıyorsa fena halde yanılıyordu. Sonuçta uzun zamandır görüşmesekte biz hala çocuklukları beraber geçmiş iki kuzendik. Üvey de olsa..

 

"Bence." dedim sinsi bir tebessümle. "Sen havuzun kenarında bayılmışken, köpeğinin sana kalp masajı yapmaya çalışması daha da unutulmaz."

 

Eğlenen yüz ifadesi değişmedi. Ben bacak bacak üstüne atarken, koltukta daha rahat bir pozisyon aldı. "En azından senin gibi yataklara işemiyordum."

 

"Ne!" diye bağırdım şokla. "Ben yatağa işemiyordum bir kere!"

 

Bana inanmaz bir yüz ifadesiyle bakarken, hala sırıtıyordu. Konu ne ara benim işememe gelmişti bilmiyordum ama acayip sinirlenmiştim. İki küçük çocuk gibi didişiyorduk resmen.

 

"Cihangir!" dedim öfkeyle dişlerimin arasından. "Gülme!"

 

Daha çok gülerken, bunu beni sinir etmek için yaptığını düşünmüştüm. Dudaklarım ondan intikam almak üzere aralandı. "Sende benden hoşlanıyordun, bulduğun her köşede kıstırıyordun beni!" dedim hırsla. Aslında bunu söylemeyecektim ama mecbur bırakmıştı.

 

Gülüşleri ufak bir tebessüme dönüşürken, pek umrunda değil gibiydi. "Çocukluk işte." dedi önemsemediğini belli edercesine.

 

Haklıydı. İkimizde çocuktuk ve olabilirdi böyle şeyler. O sinirlenmemişti. Benimde sinirlenmemem lazımdı. Yüzüme yalancı bir gülücük yapıştırdım.

 

"Aynen." diye mırıldandım. "Çocukluk anıları işte!"

 

Tam bana bir şey söylemek üzere dudakları aralanmıştı ki, gözleri kapıya çevrilince vazgeçti. Bende baktığı yere doğru döndüğümde içeri giren amcamı gördüm.

 

"Hoşgeldin baba, bende tam çıkıyordum." diyerek ayaklandı Cihangir. Amcama baba demesini açıkçası hiç beklemiyordum. Tamam, hep baba oğul ilişkileri yaşıyorlardı fakat amcam bunu ne kadar istese de Cihangir ona hiç baba demezdi. Anlaşılan aradan geçen altı yılda bir şeyleri aşmışlardı. Bir tık şaşırmış olsam da belli etmedim.

 

Amcam Cihangirin sözleriyle durdu. "İyi, beraber gidelim o halde."

 

Cihangir kafasını onaylar biçimde sallayarak odadan çıktığında, amcam yanıma gelerek hafifçe saçlarımı okşadı.

 

"Dilşah, hasta mısın kızım?" dedi ilgili bir şekilde. Kafamı iki yana salladım.

 

"Hayır. Nerden çıktı bu?"

 

"Sen bu saate kadar uyumazdın." dediğinde mesele anlaşılmıştı. İçten içe anlamadığı için sevinirken amcama gülümseyerek baktım.

 

"Uyanıktım. Eşyalarımı yerleştirmekle uğraşıyordum."

 

Amcam kafasını aşağı yukarı salladığında elini saçlarımdan çekmişti. Alnıma bir öpücük bırakarak geri çekildi. "Benim biraz işim var, akşam yemekte görüşürüz."

 

"Tamam." diyerek ayağa kalktım. "Bende o sırada biraz yazılarım üzerinde çalışayım."

 

Beraber salondan çıktığımızda amcam onu koridorda bekleyen Cihangir'in yanına doğru giderken, bende onlara son bir bakış atarak odama giden merdivenleri çıkmaya başladım. Merdivenlerin sonunda kordidora geldiğimde cebimden telefonumu çıkararak Karsu'ya kısa bir mesaj çektim.

 

*Burda her şey yolunda. Sizde durumlar nasıl?*

 

Cevap vermesini beklemeden telefonu cebime koyarak odama girdim. Her yer darmadumandı ve camlar kapalı olduğu için rahatsız edici bir şekilde alkol kokuyordu. Sürgülü balkon kapısını ve kocaman siyah perdeleri açarak odanın biraz hava almasını sağladım.

 

Ondan sonraki yapılacak işlerim belliydi. Bavullardaki kıyafetlerimi dolabıma düzenli bir halde astım. Makyaj malzemelerimi makyaj masama, bakım ürünlerimi de banyo dolabına dizdim. Ayakkabılarımı ve çantamı da camlı, özel bir bölmeye yerleştirirken bu iş beni bir hayli yormuştu. Fakat durursam bir daha asla yapmayacağımı bildiğim için içinde dosyalarımın bulunduğu evrak çantasını açtım. Bunların hepsinin sırasıyla çalışma masama koyulması gerekiyordu.

 

İşe önce buraya gelirken uçakta üstüne çalıştığım yazılarımdan başladım. Genç yaşta intihar eden kişilerin psikolojileriyle ilgili araştırmalar yapıyor, makaleler yazıyordum. Şimdiki makalemin konusu da Marilyn Monroe'ydu. Şöhret, para, güzellik.. Her şey elindeyken neden otuz altı yaşında intihar ettiği sanırım en büyük çaplı araştırmam olmuştu. Ve de bir o kadar da merak ettiğim bir konuydu kendileri.

 

Sylvia Plath, Judy Garland, Kaan ince, Robin Williams, Beşir Fuad, Jack London, Nilgün Marmara... Ve bir sürü sönüp gitmiş hayat daha vardı bu dosyaların arasında. Çoğu üzerinde hala araştırma yaptığım makalelerimi Marilyn Monroe en üstte olacak şekilde üst üste dizdim. Kalemlerimi, laptopumu ve bir kaç eşyamı daha yerleştirdiğimde geriye en zor kısım kalmıştı.

 

Resimler..

 

Fransa'da yalnızlığımı bölüştüğüm, kırılmasınlar diye özenle paketlediğim çerçevelerin paketini açtığımda, elime ilk gelen resim annem ve babamın bir resmiydi. Çok eski senelere ait olduğu için kalitesi çok düşük olsa da annemin gelinlikle babama bakarkenki mutluluğu görülmeyecek gibi değildi. İç çekerek resmi duvara dikkatlice astım.

 

İki paket kalmıştı geriye. Annemden, babamdan, çocukluğumdan kalanlar sadece üç paketti. Gözlerim dolmasına aldırmadan ikinci paketi de açtım. Bu fotoğraf benim birinci yaş doğum günüme aitti. Babam, amcam ve bir arkadaşları ekrana gülümseyerek bakarken, annem muma uzanmak isteyen beni telaşla tutmaya çalışıyordu. Bu fotoğrafı ne zaman görsem içime hüzün dolardı. Yine öyle oldu. Yavaşça ilerleyip çerçeveyi çalışma masamın üstüne koydum.

 

Elim istemsizce sanki dokunabilecekmiş gibi önce babama, sonra anneme uzandı. Özlemle fotoğraflarını okşarken gözümden akan bir damla yaşı alelacele silerek tekrar çerçevelerin başına döndüm. Geriye sadece bir paket kalmıştı. Ne olduğunu bilerek açtım paketi.

 

Yedi yaşında okul formalarıyla, okulun ilk günü gitmemek için ağlayan ben.. ve beni sakinleştirmek için bana sarılan Cihangir. Ben tepinerek, zırıl zırıl ağlarken Cihangir'in bir eli kaçacakmışım gibi okul çantamı kavramıştı sıkı sıkı. İçimdeki hüzne rağmen fotoğrafın saçmalığına gülmeden edemedim. Hatta yetmedi, minik bir kahkaha attım.

 

Moralim yavaş yavaş düzelmeye başlarken, bu fotoğrafı da götürüp annem ve babamın düğün fotoğraflarının yanına astım. Tekrar kalan eşyalarımı düzenlemek için kutuların başına gidecektim ki telefonumun bildirim sesi yükseldi.

 

Cebimden telefonumu çıkararak yüzümde asılı kalan tebessümle mesajlara girdim. Karsu mesaj atmıştı. Attığı mesajla tebessümüm yavaş yavaş solarken, yutkunmam gerekmişti.

 

Ve de bir bardak soğuk su içmem..

 

*Sanırım dün gece ne olduğunu öğrendim.*

 

*2x fotoğraf gönderildi.*

 

Ben fotoğraflara bakakalmışken, ekrana Karsu'nun çağrısı düştü. Zoraki bir şekilde nefesimi toparlayarak telefonu oyalanmadan açtım.

 

Loading...
0%