Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.bölüm

@culpaamia

"Karsu?" dedim en az onunki kadar tuhaf bir ifadeyle. "Senin burda ne işin var?"

 

Karsu içeri doğru adımlarken, "Seni aradım, açmadın." dedi. "Bende eve geleyim dedim."

 

Hala onun burda olmasının şaşkınlığını üstümden atamamışken, "İyi yapmışsın, Cihangir de bana yüzme öğretiyordu." dedim. O sırada beline doladığım bacağımı indirmeye çalıştım ama Cihangir tuttuğu bacağımı bırakmadı.

 

Ne yapmaya çalıştığını anlamak için yüzüne baktığımda yavaşça eğilerek dudaklarını kulağıma yaklaştırdı, "Bu kız da nerden çıktı?" diye fısıldadı memnuniyetsiz bir şekilde. "Gönder şunu."

 

"Hoşuna gitti herhalde bu pozisyon?" diye fısıldadım bende, yarım bir gülüşle. Cevap vermedi. Ama bırakmadı da. Öylece bize bakan Karsu'ya döndüm.

 

"Sen salona git, bende birazdan geliyorum."

 

Karsu imalı bir bakış attı. Gözleriyle, 'Ne iş?' gibi bir ifade yaptığında kaşlarımı çatarak gitmesini işaret ettim. Gülerek dışarı çıktığındaysa tekrar Cihangir'e döndüm. Burun buruna gelmiştik.

 

"Başka zaman öğretirsin artık.." diye mırıldandım. Ancak mırıldanabiliyordum çünkü bu yakınlıkta sesimin daha fazla çıkması mümkün değildi. Suyun içinde bile ter bastığını hissediyordum. Cihangir ne hissettiğimi anlamışçasına güldüğünde, tuttuğu belimden iyice kavrayarak beni tek hamlede kaldırmış ve havuzun kenarına oturtmuştu.

 

Kalbim deli gibi çarparken, neler olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Gözlerimi sudan çıkan Cihangir'in üstüne gezdirmeye devam ettim. Etkileyiciydi vücudu. Ve aynı zamanda hareketleri..

 

İçime derin bir nefes çekerek bu saçmalığa bir son vermeye çalıştım. Neydi bu düşünceler? Anlaşılan Fransa'dan sonra İstanbul pek yaramamıştı..

 

Ben düşüncelere dalmışken bir anda başımda beliren Cihangir'le irkilerek kendime geldim. Üstüne siyah bir tişört giymiş, nemli kumral saçlarıyla bana bakıyordu. Üstten üstten bana bakması sinirimi bozduğunda, ayağa kalkarak havluma ilerledim. Vücudumu kuruturken hiç bir ayrıntıyı kaçırmak istemez gibi beni izliyordu. Bu durumu umursamayarak işime devam ettim.

 

Havlumu kenara bırakırken elbisemi aldım elime. Tam giyiniyordum ki kulaklarıma Karsu'nun sesi ulaştı. Sanki biriyle sinirli sinirli konuşuyor gibiydi. Elbisemin alt kısmını düzelterek hızlı adımlarla kapalı havuzdan çıktım. Hizmetlilerden biriyle mi kavga ediyordu?

 

Üst kata çıkarak büyük salona girdiğimde Karsu da salondan çıkmak üzereydi. Beni görünce üzgün bir yüz ifadesi yaptı.

 

"Dilşah benim acilen gitmem lazım." diyerek bana sarıldı ve iki yanağıma iki öpücük bıraktı. Bu telaşa anlam verememiştim.

 

"Ne oluyor kızım?" dedim şaşkın bir tavırla.

 

"Annem aradı, beni hemen yemeğe bekliyorlarmış. Önemli bir şey konuşacaklar herhalde." Kafamı aşağı yukarı sallarken, Karsu devam ediyordu. "Bana bir taksi çağırabilir misin?"

 

"Ne taksisi? Arabana noldu?" derken Karsu'nun aceleci adımlarını takip ediyordum.

 

"Tamirde. Bir iki saate alacağım için taksiyle gelmiştim."

 

Telefonumu çıkararak saate baktım. Dokuz buçuktu. Bu saatte taksi bulmak bir dert, bu trafikte gelmesi ise bir dertti. Normalde ben bırakırdım fakat duş alıp çıkacak vakti yoktu. Ne yapabiliriz diye düşünürken gözüm öylece bizi izleyen Cihangir'e takıldı.

 

"Taksiye gerek yok. Cihangir bırakır seni." dedim. Karsu kafasını iki yana salladı.

 

"Yormayalım gece gece."

 

Alayla gülerken Cihangir'e baktım. Beyefendi burdan yirmi dakika yol gitse ölmezdi herhalde. "Bir şey olmaz."

 

"Sorun yok." dedi Cihangir. Bana çevrilen bakışları iğneleyiciydi. "Bırakırım ben."

 

Karsu neşeyle evden çıkarken, Cihangir de onun arkasından ilerliyordu. Gitmeden önce ona gıcık bir şekilde el salladım. Sadece tehditkâr bir şekilde gülümsedi. Bakışları buram buram bunu senin yanına bırakmayacağım diyordu. Umursamadan gülerek kapıyı kapattım ve duş almak üzere odama doğru çıktım. Elbisemi bir çırpıda çıkarıp banyoya yöneldiğimdeyse aklıma gelen şeyle adımlarım durakladı.

 

Uzun zamandır okul ve ev arasında gidip geliyordu hayatım. Bir türlü spor yapmaya vaktim olmamıştı. Hazır kendimi biraz dinç hissederken en azından yürüyüşe çıkabilirdim. Hem bu, kalbimdeki ve kafamdaki karmakarışık duygularımı toplamamı da sağlayacaktı. Buna ihtiyacım vardı.

 

Tekrar dolabıma dönerek genelde yoga yaparken giydiğim siyah taytımı ve siyah sporcu sütyenimi üstüme geçirdim. Nemli saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yaparak, sütyenin üstüne siyah hırkamı da giydiğimde hazırdım. Aslında hava sıcaktı fakat akşamları serin olabiliyordu.

 

Kablosuz beyaz kulaklarımı kulağıma yerleştirirken, bir yandan da merdivenlerden aşağı iniyordum. Etrafta kimse yoktu. Koca köşk her zamanki gibi bomboştu. Sıkıntılı bir nefes verirken moralimi bozmamaya çalıştım. Amcam yine çok çalışıyor olmalıydı.

 

Hızlı adımlarla evden çıkıp biraz ilerisindeki ormana girdim. Küçüklüğümden beri ezbere bildiğim patika yollar hala duruyordu. Hatta ilkbaharda olduğumuz için açan çiçeklerle daha bir güzelleşmişti sanki. Telefonumdan Katy Perry'nin dark horse şarkısını açarak sakin bir tempoyla koşmaya başladım. Oldukça yavaş olsam da yüzüme vuran rüzgar iyi hissettiriyordu.

 

Koştum, koştum, koştum.. saniyeler dakikayı, dakikalar birbirini kovalarken nefes nefese bir şekilde biraz dinlenmek için durakladım. Terden üstüme yapışmış hırkamı çıkarıp yakınlardaki bir ağaca bırakırken, kulaklığımı da çıkararak hırkanın cebine koydum. Kulaklık takmak şarjımı epey azaltmıştı.

 

Biraz nefeslendikten sonra tam koşuma devam edecektim ki biraz gerimde patikada yürüyen bir adam gördüm. Gözleri benim üstümdeyken, bir yandan da telefonla konuşuyordu. Ona baktığımı görünce gülümsedi. Esmer, yakışıklı bir adamdı fakat tipim değildi. Ayrıca hiç de tekin durmuyordu. Onu umursamadan yürüyüşüme devam ettim.

 

Bu sefer dikkatimi çeken adam yüzünden kendimi pek güvende hissetmiyordum. Ne zaman arkamı dönsem gözleri bendeydi. Bu durum canımı sıkmaya başlarken Cihangir'i aramaya karar verdim. Eve gelmişse beraber spor yapabilirdik. Hem o da çok severdi bu patikayı. Hem de ben kendimi daha iyi hissetmiş olurdum.

 

Elimde tuttuğum telefonumdan Cihangir'i arayarak kulağıma yerleştirdim. İki kere çaldığını belli eden bir ses duyuldu. Hemen sonra ise operatörün sesi.

 

Aradığınız kişi şu an da meşgul. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.

 

Beni meşgule mı atmıştı? Onu yorgun yorgun dışarı çıkmak zorunda bıraktığım için gıcıklığına yaptığına emindim. Tekrar aradım fakat yine aynı cevabı aldım. Tekrar, tekrar, tekrar... Sürekli meşgule atıyordu. İnatla bunu yaptığına göre gerçekten önemli bir işi olmalıydı. Aramayı bırakarak telefonun ekranını kapattım. İşi bitince geri dönüş yapardı nasıl olsa.

 

Yürüye yürüye ormanın baya derinliklerine gelmiştim. Yeni farkediyordum. Bu durum beni gererken geri dönmek için bir hamle yaptım. Fakat arkamı döner dönmez o adamla karşılaşmıştım.

 

"Merhaba." dedi gülümseyerek. "Size eşlik edebilir miyim?"

 

"Niye? Ben tek başıma yürüyemiyor muyum?" dedim ters bir tavırla. Yanından geçip giderken o da peşimden, bir adım arkamdan geliyordu.

 

"Öyle demek istemedim. Amacım sadece beraber yürüyüş yapmaktı."

 

"İstemez." dedim bütün aksiliğimle. Adam sanki benim bu cevaplarımı duymuyormuş gibi oldukça sakin bir şekilde konuşmaya devam etti.

 

"Sizi buralarda hiç görmedim. Yeni mi taşındınız?"

 

Cevap vermeyerek ilerlemeye devam ettim. Böyle bir anda gelip konuşma başlatmaya çalışan insanlardan hoşlanmazdım. Esmer erkeklerden de hoşlanmazdım. Hatta ben genelde erkeklerden hoşlanmazdım.

 

İstisnalar mevcuttu tabii.

 

Adam bana yetişerek yanımda yürümeye başladığında derin bir nefes alıp verdim sakin olmak adına. Adımlarımı yavaşlatarak durduğumda öylece yüzüme bakıyordu.

 

"Laftan anlamıyor musun sen?" dedim sesimi hafif yükselterek. Adam eğlenen bir ifadeyle cıkladı.

 

"Anlamıyorum. Anlatsana."

 

Tam ona laf yetiştirmek için dudaklarımı aralamıştım ki adamın arkasında gördüğüm silüetle dudaklarım usulca geri kapandı. Cihangir adeta sinirli bir boğa gibi burnundan soluyarak bize doğru ilerlerken, nefes almasını engelliyormuş gibi beyaz gömleğinin yakasını çekiştirdi. Yutkunma gereksinimi duydum bu görüntü karşısında. Fakat bir o kadar da korkuyordum.

 

Cihangir'di bu. Sağı solu belli olmazdı. Şayet bu sinirine rağmen buraya gelip beni alnımdan öpse şaşırmazdım. O kadar ters köşe bir adamdı ki... Bazen onu anlamak için beynimin yüzde yüzünü de kullanmam gerekiyordu.

 

Ben arkaya doğru bakakalmışken kolumda hissettiğim elle bakışlarımı irkilerek adama çevirdim. Birazdan başına geleceklerden habersiz hala bana gülümsüyordu. Ona en ters bakışlarımdan birini göndererek kolumu elinden kurtardım.

 

Tam o sırada bir el adamın yakasından sıkıca tutarak kendine çevirdi. Yüzüne sağlam bir yumruk geçirdiğinde adam burnunu tutarak geriye doğru bir kaç adım sendelemişti. Şaşırmamıştım. Tahmin edilebilir bir senaryoydu fakat yine de kavga etmemeleri için araya girme gereksinimi hissettim.

 

Atıl kurt! Emri almış Tarık Akan kurdu gibi adamın üstüne atlamaya çalışan Cihangir'i tüm gücümle durdurmaya çalışırken, beni kaldırıp yana fırlatması an meselesiydi. Öylesine gözü dönmüştü.

 

"Senin Dilşah'a dokunan o elini kırarım!" diye bağırdı omzumun üstünden adama tehditkar bir şekilde parmağını sallayarak. Bu hareketleri beni bir nebze etkiliyor olabilirdi ama çaktırmadım. Kehribar gözlerindeki alev ikimizde yakabilirdi şuan.

 

Ben gözlerimden kalpler çıkarak ona bakarken Cihangir beni rahat bir şekilde elinin tersiyle yana ittirdi. Hedefine ulaşmanın verdiği gergin gülümsemeyle adam daha ne olduğunu anlamadan bir yumruk daha geçirdi.

 

"Sana ailemden uzak duracaksın demedim mi lan?" dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Tanışıyorlardı demek. Ayrıca pek de dostane bir tanışma değildi anlaşılan. Bunu sonra ona sormayı kafama not ederek düşüncelerimi zihnimin gerisine attım. Şu an dikkatim dağılmamalıydı. Anda kalmalıydım.

 

Cihangir adama bir yumruk daha attı. Yetmedi, boğazına sarıldı. Adam can havliyle nefes almaya ve bir şeyler anlatmaya çabalarken artık araya girmem gerektiğini farkettim. Yoksa bu sinirle adamı bile öldürebilirdi.

 

Tam da tahmin ettiğim gibi, "Öldüreceğim seni orospu çocuğu!" diye bağırdığında hızla aralarına girdim. Cihangir'in var gücüyle sıktığı adamın boğazından ellerini ayırmaya çalışırken bir yandan da korkuyla konuşuyordum.

 

"Cihangir, saçmalama istersen! Bırak adamı!"

 

Bırakmaya pek niyeti yok gibiydi. Hatta öyle ki sıkmaktan parmak boğumları beyazlamıştı. Adamın da gidici olduğunu göz önüne alırsak hemen bir şeyler düşünmem gerekiyordu. Yoksa bu manyak gerçekten katil olacaktı.

 

Beynim hiç olmadığı kadar hızlı çalışırken bir Cihangir'e, bir de yüzü kıpkırmızı olmuş adama baktım. Neler yapabileceğimi düşündüm. Sonra tekrar adama baktım. Ve tekrar Cihangir'e. Aklıma gelen tek fikiri uygulamaya karar verdim.

 

Derin bir nefes alarak uzanıp Cihangir'in elini var gücümle ısırdığımda ilk bir kaç saniye bırakmadı fakat sonrasında acıyla bırakmak zorunda kaldı. Ben zaferle gülümserken, adam öksürerek ellerini boynuna götürdü. Bir yandan da yerde sürünerek ayaklanmaya çalışıyordu fakat beceremiyordu.

 

Bu görüntüyle içimde bir sinir dalgasının yükselip tüm vücudumu ele geçirdiğini hissederken öfkeyle Cihangir'e döndüm. Aralarında ne geçmiş olursa olsun hiç bir sebep adamı öldürecek olmasını açıklayamaz, onu bu manzara karşısında haklı yapmazdı. İnsan canı bu kadar ucuz olmamalıydı.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedim öfkeyle. Sözlerim bakışlarının bana çevrilmesine sebep olurken, o da en az benim kadar sinirliydi. Öyle ki birazdan sarı gözleri Lucifer gibi kırmızıya dönüşecekti. "Az daha adamı öldürecektin!"

 

Gözlerini benden koparıp nefesini düzene sokmaya çalışan adama çevirdi. "Haketti." dedi sadece, ifadesiz bir ses tonuyla.

 

Bu sırada adam ayaklanmış, adam akıllı yürümeye başlamıştı bile. Giderken arkasını dönerek bağırdı. "Seninle sonra hesaplaşacağız!" dedi son derece kinli bir şekilde. Sanki sesi yazdım bunu bir kenara der gibiydi. Cihangir bu sözler karşısında sadece sırıttı. Adamı ciddiye almıyordu belli ki.

 

Loading...
0%