Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Beşinci Bölüm: Ona vurdun mu?

@darkydarky

Saatler sonra hava karadığında sokak lambalarının ışığıyla eve yürüyordum. Bilerek adımlarımı yavaş yavaş atıyordum ama cesaretimi kırmamak için telefona hiç bakmamıştım bile.

O anda kaçıp giderken akıl edememiştim lakin şuan öylesine korkuyor, babamın eve gelmemiş olmasını diliyordum. Evimizin eski, mavi demir kapısını yavaşca açtığımda büyük bir gürültü çıkmıştı. Salaksın Neva.

Adım adım içeriye girdiğimde birden babamın yüzüyle karşılaşmayı beklemediğimden refleksle elimi ağzıma örtüp geriye çıktım. Bir dilek bu kadar mı erken red olurdu. “Hoşgeldin kızım. Gelmeseydin hiç.” Dediğinde kelimelerinin taşıdığı hiddeti hissediyordum.

Dudaklarımı birbirine bastırdığımda gözlerini ayak uçlarımdan saç diplerime kadar üzerimde gezdirdi, rahatsız ediciydi. “Lan ne senin bu hâlin?”

Mezarın kenarında uyuyakaldığım için kıyafetlerim çamura batmıştı. Eh, ağlamaktan gözlerimin dudaklarımın ve burnumun şiştiğini tahmin etmek pek de zor değildi. Her seferinde böyle olurdu.

“Mezarlığa gittim baba.” Dedim ellerimle işaret ederek.

“Öyle miii? Ne yaptın mezarlıkta sevgili kızım? Ağzın burnun şişmiş.”

Ne demekti o? İmalı iğrenç sözlerini münasip yerlerine anlatsın, bana, öz kızına nasıl diyebilirdi bunu?

“Akif hocamı ziyaret ettim.” Diyerek kendimi açıkladım.

“Lan bu saatte ne ziyareti? Adımızı mı çıkaracaksın sen!” kor öfkesiyle üzerime gelirken atacağı tokatı bekliyordum lakin tek bir şey olmamıştı.

Ceketimin cebinden art arda gelen bildirim sesleri babamında dikkatini çekmiş olmalı ki ne oluyor der gibi baktı bana. “Kim o, bu saatte yazıyor sana?”

Aklından iğrenç düşüncelerin geçtiğini tahmin ederken “Ver şu telefonu.” Dedi. Zaten şifresi yoktu. Tam verecekken aklıma Tamra bey ile konuşmalarımız geldi, işe başlayacağımı onlar bilmemeliydi.

Ekranı açıp bir şeylere bakarken başını kaldırıp yüzüme baktığında kulaklarına kadar kızdıracak bir öfkenin mahkumiyetiyle telefonu duvara fırlattı.

Hemen sonra sağ elini kaldırıp yüzüme savurdu. “Edepsiz!”

Attığı tokadın kuvvetiyle sırtımı demir kapıya çarpmıştım ve, sanırım kaburgalarım kırılmıştı. Dudaklarımdan bir inleme kaçtığında babam daha da çıldırarak üzerime eğilip yakamı avuç içine sıkıştırdı ve az önce yüzüme çarptığı elini ağzıma bastırdı. “Şşşşhhh, ses yok.”

Göz yaşlarım nasırlı parmaklarını ıslatırken tiksintiyle elini kıyafetime sildi, ardından kullandığı orantısız güçle kolumdan tutarak düştüğüm yerden kaldırdı. O beni sürüklercesine çekiştirirken annem kenardan çatık kaşlarıyla seyircilik yapıyordu yalnızca. Vicdansız kadın...

Yıkık dökük ardiyenin önüne vardığımızda biliyordum buraya getireleceğimi. Eskiden olsa bunu yapmaması için yalvarabilirdim lakin artık bazı şeylerin farkına varmış, kabullenmiştim.

“Büyümek seni akıllandırmamış be kızım.” Diye kinayeli kinayeli söylendiğinde konuşmak için ellerimi kaldırıyordum ki tutup engelledi.”Biir, ikii, üüç, tıp. Konuşanın diline ıztırap dolu bir sessizlik çöksün, ömrünce sürsün.”

O lanetli cümleler... İşte bunları aşamamıştım.

Bedenimi bir çöpmüşcesine ardiyenin içine itip kapıyı kitlediğinde göz gözü görünmüyordu. Çığlık atmak istedim. Yapamazdım. Onun yerine avucumu açarak sıkıca ağzıma bastırdım.

Korktum, elimi daha da bastırdım.

Kıpırdamadım,

Daha kötü günlerim de olmuştu.

Çıt çıkarmadım.

Sorun yok.

♪♪♪♪♪♪

Üzerime kilitlenen kapının ardından minik tıkırtılar gelince yasladığım yerden sırtımı çektim. Bu kadar erken miydi yani? Daha bir gün olmamıştır.

Kapı biraz daha tıkırtıdan sonra açıldığında karşımda annemi görmeyi beklemiyordum. Beni mi kurtarıyordu?

Işıktan dolayı kıstığım gözlerimle gülümsedim ama abes durmuştu, yüzüm kurumuş yaşlar yüzünden gergin gergindi.

“Acele et de çık şuradan. Üzerini değiş elini yüzünü yıka kapıya gel hemen.” Dediğinde içimde bir umut tohumu filizlenmişti.

Balkon tarafından eve girdiğimizde odama geçip temiz kıyafetler giydim, toz topraktan kurtulmak adına suyla temizledim, yüzümü de yıkadığımda aynadan yüzüme baktım. Gözlerim, burnum ve dudaklarım şişti, beklediğim üzre. Ne zaman ağlasam kıpkırmızı kesilir yüzüm şişerdi ama bu kez dünkü tokadın izleride vardı.

Yüzüme son kez su çarpıp kapıya doğru giderken babamın bu kez ne diyeceğini düşünüyordum. Keşke akademiye git deseydi.

Mavi demir kapıya ulaştığımda babam ve karşısında üç adamı gördüm. En uzun boylu ve yapılı olan esmer dalgalı saçlı çocuk, yanında sarışın benden bir iki yaş büyük duran çocuk ve önlerinde... Omzunda kulaklık taşıyan birisi vardı.

“Nerede kaldı?” diye ters ters sordu kulaklıklı olan. Oldukça sessiz ve aksanlı konuşuyordu.

Babam öfkeyle patladı. “Bak yine soruyor. Lan sanane, SANANE!”

Eğdiği başını rahatsızca kaldırıp babama üstten bir bakış attı, boyu epey uzundu. Yanındaki sarışına dönüp “Söyle şuna; son kez diyorum, bağırmasın.” Dedi.

O anda gözleri beni buldu. Şaşkınlıkla “Neva?” diye sordu.

Tanıyor muydu beni? Dikkatle baktım, hafif kemikli burnuna, biçimli kaşları ve dudaklarına, dibi görünmeyen okyanus gözlerine baktım. Daha önce hiç görmemiştim. Yani görsem unutacağımı sanmıyordum.

Babama dönüp “Tanımıyorum.” İşaret ettim.

“Tanışalım o zaman Tamra be-“ diyerek kulaklıklı çocuk yanıma yaklaşıyordu, bir anda duraksayıp kaşlarını çattı. Gözleri yanağımdaydı. “Yüzüne ne oldu?”

Tamra mı? Benim bildiğim bir tane Tamra vardı. O muydu? Babam büyük ve öfkeli adımlarla yanımıza geldi. “Gittiğin müzikçinin müdürü mü neymiş. Gelmediğin için kapımıza dadandı. Onlara bir daha gitmeyeceğini söylememişsin kızım.”

Akademiyi bırakmamı mı söylüyordu? Yok artık. Olmaz.

Tamra beyin burada ne işi vardı ayrıca?

“Ya, ne gelip gitmesi!” Diye araya girdi Tamra bey, parmağıyla yanağımı gösterdi. “Nasıl oldu bu?” öfkeli okyanus gözleri kahvelerimdeyken bana sorduğunu anlamıştım. Bir cevap vermediğimden siniri katbekat artıyormuş gibi konuştu. “Eğer söylemezsen istediğim gibi anlayacağım” sesi yükselmemişti bile, kelimelerinin heybeti vardı.

Herkes bana bakarken baskı altında kalmıştım. Elimi kaldırdığım an babamın sabrı taşmış olduğundan olsa gerek aniden bağırdı. “Git lan! SİKTİR OL GİT KAPIMDA-“ babam lafını bitiremeden Tamra bey benim dün sırtımı vurduğum kapıya babamı çarptı.

Bir şey yapmaları için diğer iki kişiye baktım ama onlar sırıtarak, film izler gibi Tamra beyi izliyordu.

“Bak sikik adam. Senin, sesinin o bozuk frekansını sikerim tamam mı? Bağırma dediysek laf dinle.” Ayağının ucuyla babamın dizine sert bir tekme attı. “Ve. Ve sen ne yaptığını sanıyorsun?” tiksinir bir yüz ifadesiyle boğazını sıktı, babam bir kaç hareket yapsada etkisizdi. Adam ondan güçlüydü. “Ona nasıl dokunabilirsin ha, nasıl? Ben endişeden dayanamazken sen bir de ona vurdun mu?”

Kesik nefeslerinin arasından konuştu.”Kız be..nim deği.. mi? Sanane lan piç.”

Babam bu sözleriyle yaptığını kabul etmiş olduğunda Tamra beyin aniden attığı yumruk yüzünde patlamıştı. Arkadan esmer çocuğun keyifli sesini işittim ama Türkçe konuşmadığından anlayamadım. “Ilest même tard.” -geç bile kaldı-

Tamra bey bir yumruk daha vurduğunda burnuna gelmişti babamın, annem içeriden koşarak gelirken babamın adını sayıklıyordu. Tamra bey annemin yüksek sesine suratını buruşturup geri çekildiğinde babam da olduğu yere yığılıp kaldı.

Annem babama sarılırken öfkeli gözlerle bana baktı, ağlamak istedim. “Hepsi senin yüzünden. Uğursuz evlat, git terket bu evi. Artık bir annen baban yok. Git buradaan” diye bağırıyordu.

Tamra “Sus artık lanet kadın, ne ses var be.” Diye söylenirken kulaklarına bastırıyordu ellerini. Sonra gözlerimle kesişti mavi okyanusları. Bileğimden tuttuğu gibi bahçeden çıkarttı ikimizi de, yolun ortasındaki iki büyük lüks aracın yanına çekti.

Elimi çekiştirdiğimde durdu. “Ne oldu?”

“Ne yapıyorsunuz siz?”

“Anlamadım. Bak sen şu işe, işaret dilini unutmuşum. Hayır ya ben unutmam sen yeni bir dil mi oluşturdun?”

“Bakın benim dönmem gerek.”

“Bunu mu diyecektin? Sonra de, çok uykum var.”

Tekrar bileğimi tuttuğunda agresifçe geri çektim. “Nereye?”

“Evime Suskun, evime.”

♪♪♪♪♪

Tamracım az yavaş mı olsan ha canm

Loading...
0%