Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Dokuzuncu Bölüm: Hayır Sesin

@darkydarky

Kolpa- Nasıl Öğrendin Unutmayı

♪♪♪♪♪

Zihnim, saniyeler aktıkça berraklaşan çamurlu bir su gibiydi.

Zaman, mekan algımı kaybetmiştim ama, yumuşak yatağımsı bir yerde olduğumu biliyordum. Kulaklarıma ulaşan fısıltıyla dikkatimi o yöne verdim.

“Neden uyanmadı hâlâ? Uyanmıyor...

...Tekrar hastaneye gitmeli mi?

...Sadece beş dakika, uyanmazsa hastaneye gidiyoruz tamam.”

Tamra bey. Telefonla konuştuğunu anlamıştım.

Katil, kandırıkçı katil.. Ama inanan bende kabahatti zaten.

Ona sadece bir keman çalacaktım-ki benden daha iyileri var. O benim tüm ihtiyaçlarımı karşılayacaktı. Bana yeni telefon alıp bir sürü kıyafet hatta evinin ikinci katını vermişti. Kim bunları sadece bir müzik için yapardı? Saçmalık. Aptallık.

Ben düşüncelerimde boğulmuşken “Bana rol kesiyorsun değil mi? Uyandın aslında, değil mi?” dedi. Sesi çok yakından geliyordu. Çok... Kulağımın dibinden mesela.

Aniden yattığım yerden doğrulduğumda omzum tahmin ettiğim gibi Tamra beye çarpmış sırtım, beklenmedik hareketimle dehşet acımıştı. Bir iyileşmedi lanet olası.

Yüz ifademden anlamış olmalı ki “Öyle hızlı kalkarsan acır tabi, gel” diye koluma dokunduğunda iki elimle uzaklaştırdım onu.

“Hey, yardım edecektim-“ diye kendini açıkladığında amacının bu olduğunu biliyordum. Ama belkide değildi.

Elimle sadece iki hareket yaptığımda ortaya çıkan kelime, sözlerini kör bir balta gibi kesmişti. “Katil.”

Bunu dememem gerekirdi belki ama bana dokunmasıyla istemsizce havalanmıştı ellerim.

Görüşüm bulanıktı ve oda hafif karanlıktı, yumruğumla gözlerimi kaşırken ayağa kalkmıştım. Bu sırada dudaklarımı dişliyordum acıdan. Belim fazla mı ağrıyordu?

Bir adım atmıştım ki elimden yakalandım. “Ne dedin? Doğru mu gördüm?” dedi şaşkınca. Oyuncu olmalıymışsınız Tamra bey.

Beni öldürmeye kalkışsa da nedenini bilmediğim şekilde korkmuyordum ondan. Ama yine de ne olur ne olmaz konuşmamalıyım... Kendimi tutamadım. “Ölmemi istediniz, anlıyorum. Katillere sebep gerekmez. Ama, neden öncesinde bana sırf bakmayı bilmediğim için menekşe kokulu kağıttan çiçekler, daha önce hiç benim için yapılmadığı için gördüğümde deli gibi sevindiğim pankekler yaptınız ki?”

Dudaklarından inanamaz gibi bir ‘hah’ sesi çıkınca yanlış yaptığımı anlamıştım. Ve önümü göremiyordum, her şey buğulu renkler karmakarışıktı. Zehirlenmenin etkisi gözümü yirmi numara bozmak olabilir miydi?

“Gelip bana güvenmeni beklemem tabiki ama bu kadarı fazla değil mi?” Sabır dilenir gibi bir es verdi “Öldürmek ne Neva? Ne sanıyorsun sen beni?”

Şimdi de itiraz mı edecekti? “Özellikle reçelden ye dediniz. Yedim de. Sonrası yok. Ne oldu vicdan yapıp kurtarayım mı dediniz yoksa?”

Ellerini alnına bastırırken kelimeleri bastıra bastıra bir gece önce hayran hayran dinlediğim Fransızcasıyla söylendi. “Vicdan yapmışım öyle mi? Ben orada endişeden delireyim, Hanım ‘vicdan yaptı’ desin...Güzel, çok güzel.”

“Yakalandığınızı farkettiniz ve söyleyecek bir şey bulamayınca kendi kendinize Fransızca konuşuyorsunuz. Gidip sizi dava edeceğim Tamra bey.” Dedim, hareketleri öyle hızlı yapmıştım ki anladığından emin değildim.

“E, yuh ama Neva.” Dedi. Sessiz geçen bir iki saniyenin ardından ekledi. “Alerji... Frambuaz alerjin varmış. Nasıl bilmezsin? Sorumsuzluk bu, ya yetişemeseydim?”

Gözlerimdeki buğu sebebiyle Tamra beyin yüzünü göremiyordum. Ama sesindeki endişe hissedilebilirdi. Kafam karışıyordu, rol mü yapıyor yoksa gerçek mi anlayamıyorum. Hayır, yalan söyledi. “Frambuaz ile bir sorunum yok benim. Tek alerjim ahududu meyvesi.”

Ellerim cümlemin bitmesiyle iki yanıma düştü. Bu anda Tamra bey deli bir kahkaha attığında gülmek için değilde sinir boşalması yüzündendi. “Bir dakika sen daha önce ahududu yedin mi?”

“Alerjim var dedim nasıl yiyeyim!”

“Öğrenmeden önce?”

Yataktan inmeye çalışırken “Hayır, hep bilincindeydim. Şimdi gidiyorum, sizi şikayet edeceğim. Sonra.. sonrasını bilmenize gerek yok.” Dedim.

Gülerek başını iki yana salladığında neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kafamı yormaktan vazgeçip gitmek için kapıya yöneldim. Göremiyordum lanet olası.

“Dur bakalım, Suskun hanım.” Diye tekrar bileğimden yakalandım. “Hep böyle misindir sen?”

Rahatsızca elimi çektim. “Nasılım?”

“Polis olsan adamı vurup sonra mı sorguya çekersin diye sordum. Vee, seni zehirlediğimi düşünmen çok absürt değil mi? Mesela ben katil olsam..” biraz düşünür gibi yaptı, aklına gelenlerle -her ne geldiyse- güldüğüne dair bir ses çıkardı. ”Emin ol daha eğlenceli şeyler yapardım. Nasıl desem? Zehirlemek fazla basit, fazla sıkıcı.”

Bunları gerçekten düşünüyor muydu? İşte şimdi ondan korkmuştum. Suratına baktığımda ifadesini göremediğim için ciddi olup olmadığını anlamamıştım, bu anda Tamra bey bir kez daha konuştu. Sesinde kırıklıklık vardı. “Dalga geçiyorsun sanmıştım. Neva.. bu kadar mı korkuyorsun benden? İnandın mı dediklerime?”

Aslında az önceye kadar sebepsizce korkmuyordum ondan. Ama o tavırlardan sonra inanmıştım. “Ahududuya alerjin varsa frambuaza da alerjin oluyor Neva. İkisi aynı şey çünkü. Ve masaya bunu bilerek reçel koymadım... Bir ölümün izlerini ellerimde taşıyamayamam ben, cani değilim. Hepsini iyi niyetimle yapmıştım.”

“Sorun da bu, ben sadece bir keman çalacağım ve siz önüme-“ İtiraz eden sesiyle ellerimin hareketi durdu. “Her seferinde sadece bir keman diyorsun. Senin hayatının merkezinde olan bir şeyi sadece olarak nitelendirmen yanlış değil mi? Keman senin için değerli ama her defasında onu küçümsüyorsun.”

Öyle yapıyordum gerçektende. Ama bir müziğin benim dışımda birisi için bu kadar değerli olabileceğine inanmak güç geliyordu.

Tamra bey yanımdan uzaklaşıp odadan çıkmadan önce “Gitmekte özgürsün elbette, seni zorla tutmuyorum ama kalmanı isterim. Senin sadece dediğin şey benim için çok değerli çünkü... Sen uyurken yemek hazırlamıştım. Sabah yaptığımda sevmiş gibiydin. Az önce de deli gibi sevindim dedin. Acıkmışsındır. İsteyeceğini sanmıyorum ama istersen senin için hazırlamıştım.” Dedi. Kapıyı kapatacakken ekledi “Aşağıdayım ben. Rahat olabilirsin bu kata çıkmam.”

Odada yalnız kaldığımda neler olduğunu kafamda tarttım. Adam sadece bana kahvaltı hazırlamıştı bense yüksek paranoyalarımla alerjim olduğunu bilmeden onu zehirlemekle suçlamıştım. Bir bakıma ikimizde haklıydık aslında, onu tanımıyordum ama... Yaptığım yanlıştı.

Ters psikoloji midir nedir bilmiyorum ama kendimi kötü hissetmiştim. Bir yerlere çarpmamak için ellerimle yoklayarak dikkatli adımlarla yürüyordum, kapıya. O anda kokuyu hissettim. Menekşe kokusu.

Adımlarımı kokunun yönüne çevirdim. Tanıdık siyahımsı mavi renkler gözlerimde buğulandığında kemanın da orada olduğunu anlamıştım. Neden göremiyordum ben!

Uzun, dikkatli ve ağır hareketlerle geçen dakikaların ardından kolumun altına sıkıştırdığım keman ve arşeyle merdivenlerden iniyordum. Ses yapmamaya çalışıyordum, ayaklarımı sallamamdan bile rahatsız olmuştu çünkü.

Son basamaklara geldiğimi hissettiğimde daha ilerlemeden sırtımı trabzanlara yasladım ve kemanın tutuşunu bulup omzuma yerleştirdim. Arşeyi de tutabildiğimde notalarını ezberlediğim sevdiğim bir şarkıda karar kılmıştım.

Özür dilemeyi beceremezdim, olmamış gibi yapmayı iyi bilirdim. Babamdan öğrenmiştim, beni kırar, üzer, acımasızca konuşur ertesi gün de hiç olmamış gibi davranırdı. Annemin üvey olduğumdan beni sevmemesini anlayabiliyordum, fakat babam neden kızını hiç sevmezdi? Cevabını iyi biliyorsun. diye yanıtladı beni iç sesim.

Derin bir nefes aldım ve yaylara dokundum. Notalar duvarlara çarparken hoş bir tını oluşmuştu, Tamra bey’in duymasını diliyordum.

Bu şarkı bana ağlarken hissettiğim yalnızlığı hatırlatıyordu. Yalnız ağlardım ben. Yorganın altında, gecenin karanlığında, yıldızlar belki duyardı sessiz iç çekişlerimi, lakin ne yapabilirlerdi ki...

Babalar kızlarını görmeliydi, sevmeliydi, severken hissettirmeliydi. Babalar kızlarının kahkahalar atmasını istemeliydi, ağlarken göz yaşlarını silmeliydi, sarılmalıydı, kâbus gördüğünde ağlayarak yanına geldiğinde kovmak yerine kızına masallar okuyup sakinleştirmeliydi. Babalar kızlarına dokunmaya kıyamamalıydı...

Kimse inkar edemezdi; Tüm çocuklar sevgiye muhtaçtı.

Keman son notalarını vururken ince bir yaşın yanağıma süzüldüğünü hissettim. İzinsizce kapanan gözlerim ağırca açıldığında hâlâ buğuluydu. Tamra beye ait tek bir karartı yoktu. Hâlbuki ben ona içimi açmıştım, farketmeyecek olsa da.

Kemanı omzumdan indirirken sırtımı trabzana fazla bastırmış bulundum. Kaburgamda oluşan keskin acıyla kendimi ileri attığımda ayağım basamağı kaçırmıştı. Düşeceğimi hissettiğimde tutunmak yerine kemana sarıldım, bu da kırılmasın diye.

Beklediğim gibi yere düşmedim ama. Belime dolanan kollar ve yaslandığım omuzlar engellemişti. Başımı kaldırdığımda Tamra bey’in dipsiz okyanusları saklayan gözleriyle karşı karşıyaydım. Gelmiş miydi yanıma, dinlemiş miydi şarkımı, duymuş muydu anlattıklarımı?

Aramızdaki mesafe az olunca gözümdeki buğuya rağmen dipsiz mavi gözlerini çerçeveleyen siyah kirpiklerini, aynı tonda olan biçimli kaşlarını ve alnına dökülen karışık saç tutamlarını görebiliyordum.

“Deli misin sen? Niye kendini atıyorsun? Düşecektin. Ne diye kemana sarılıyorsun?” diye kaşlarını çata çata konuştu. Biraz sinirlenmiş gibiydi.

Elimdeki kemandan elverdiğince “Sizin için değerli olduğunu söylediniz.” Dedim.

Durdu, çatılan biçimli kaşları gevşedi ve gülümsedi. “Olayı yanlış anlamışsın sen. Değerli olan başka.”

Ne söyleyeceğimi ne yapacağımı düşünürken belimdeki kollarının gücüyle beni merdivenin sonuna çekti. Kemanı elimden aldı. “Nasıl hissediyorsun? Doktor bir kaç sorun olabileceğini söyledi.”

Konuyu değiştirdi. Olmamış gibi mi yapıyordu yoksa ben mi yanlış anlıyordum? Ayak uydurdum, işime gelmişti. “Gözlerim puslu görüyor, net değil. Sanki ağlamışım da gözlerim dolu dolu gibi. Boğazım ağrıyor, birde belim. Bir türlü geçmedi gitti.” Diye tüm dertlerimi anlattım, doktorla o konuşmuşsa bilmeliydi bence.

“Boğazın o anda şişmiş nefes almanı zorlaştıran da o’ydu zaten. Bayıldığında sırtüstü düşmüşsün ondan ağrısı artmış olabilirmiş. Vee gözlerin, gibi değil zaten dolu dolu. Çok fazla yediğin için gözlerine sulanma olur dedi. Ama o kısmı çok anlamadım. Sabaha geçer onu biliyorum...” Uzunca konuşurken mutfağa gitmiştik, kemanı duvar tarafına koyarken sordu. “Tek yemeyi sevmiyorum, bana katılmak ister misin?”

Başımla onayladığımda sandalyemi centilmen bir şekilde çekip elini önüne getirerek oyunbaz bir tavırla eğildi. Bende üzerimdeki geceliğin tişörtünün uçlarından nazikçe tutup prenses selamı verdim, yerime oturdum. O da tezgahtan bir tencere alarak masaya geldiğinde gülümsüyordum. Sonra aklıma takıldı. Bu adam benim patronum değil mi? Niye patron-çalışan gibi değildik.

Net göremiyordum ama enfes bir koku vardı. Tabaklara yemeği dökerken, bana bakmıştı. “Ne, makarna yemek değil mi? Bir bunu yapabiliyorum. Sevmez misin yoksa? Aslında çorba yapmıştım ama olmadı.”

Benim yaptıklarımdan daha iyi olduğuna emindim. “Yooo, severim. Güzel kokuyor. Sadece an’ı sorguladım biraz. Siz patronsunuz ama hizmet alan taraf benim. İlginç.”

Sessizce yerine otururken “Senden bir şey istesem olur mu?” dedi.

Bunu soruyor olamazdı. Biri bu adama patron olduğunu söylesin. Beklemeden kafamla onayladım. “Sadece keman çalarken patronun olsam. Garip gelecek ama...” Kelimeleri toparlar gibiydi. Hadi ama kabir sorusu mu hazırlıyordu. “Seninle arkadaş gibi olmak istiyorum. Arkadaşın olursam seni zehirlediğimi düşünmezsin, benimle rahat konuşabilir, yatarken korkudan kapını kilitlemezsin, yalnız hissetmezsin...”

Bakakaldım. Benimle arkadaş olmak istiyordu? Konuşmadığım için hiç arkadaşım olmamıştı. Kimse yanıma bile yanaşmazdı küçükken bile, anlaşamazdılar benimle. Öylece, net göremediğim Tamra bey’e bakıyordum. “Neden yemiyorsun? Bak aynı tencereden koydum.”

Masaya elimi uzattığımda metal bir şey yere düştü. Rahatsız oldu mu diye Tamra bey’e döndüğümde “Sorun değil. İç kulaklık takmıştım. Böyle küçük sesleri en aza indiriyor.” Dedi.

Evde bile mi kulaklık takıyordu?

“Göremediğin aklımdan çıkmış. Tadına bak hadi.” Diye çatala doladığı makarnayı ağzıma uzatmıştı. Uzattığı makarnayı hızla yediğimde çatalı elinden alırkrn ağzımdakini çiğniyordum. Tadı... güzeldi. Hafif acılı, baharatlı bir sosu vardı.

“Elinize sağlık.”

“Afiyet şeker olsun, Suskun”

Yemeğimizi sakince yerken Tamra bey’in öylesine açtığı konu yutkunmamı zorlaştırmıştı. “O gün kırılan keman...”

Devamını getirmedi. Nedenini bilmiyordum ama getirmemişti. Ben anlatmak istedim. “Hocamındı. Akif hocam sayesinde girebilmiştim akademiye. Yalnızlığımı paylaştığım birisiydi.”

Göremesemde Tamra beye baktım. Beni dinliyor yani izliyor gibiydi. “Sonra bizim için çok önemli bir günde beni terk etti.”

Makarna dibinde kalmıştı ama yiyecek yerim yoktu. “Ondan bahsederken kalbini gösteriyorsun?”

İşaret dilinde isimler, engelli bireyin belirlediği kelime işaretine göre söylenirdi.

Akif hoca ‘Keman yürekten çalındığında dinleyicinin de yüreğine dokunur’ derdi. Sonra da eklerdi. ‘Bazı insanlar usta bir kemanistin çaldığı ezgi gibidir, bazı insanların yüreğine dokunur’ bu yüzden onu kalbimde gösterirdim her zaman.

İsmini anlamadığı için harf harf gösterdim. “Akif hoca”

“Onu biliyorum zaten. Neden kalbini gösteriyorsun? Yoksa,” diye sordu.

Akif hocayı bilmesine şaşırmadım. Tüm akademi biliyordu Zelal sayesinde. Sonda sorduğu şeye ise gülesim gelmişti. Akif hoca babam yaşında adamdı, aşık olmak için fazla yaşlıydı bence. “Burada çünkü” diyerek elimle kalbimi gösterdim.

“Beni harf harf gösteriyorsun.” Dediğinde sesinde çocuksu bir tını vardı. Patronumla böyle konuşmak garip gelmişti ama sanırım gerçekten arkadaş oluyorduk.

“Sizi de kalbimde göstereyim o zaman” diye bir fikir attım ortaya.

Saniyesinde “Olmaz” dedi.

“Nasıl göstereyim peki?” bir kaç saniye sonra görüntüsü hareketlenip yanıma yaklaştı. Elimden tuttu ve parmak uçlarımı dudaklarıma değdirdi. Kafamı kaldırdığımda yüzü, biraz.. biraz fazla yakındı sanki.

Ne demek istemişti? Dudaklarımda mı gösterecektim onu? Diğer elimle ağzımı gösterirken sorgularcasına bakıyordum gözlerine. “Dudaklarım mı?”

Ay gibi gülümsedi, “Hayır, sesin.” Dedi. “Sesinde olmak güzel olurdu.”

Beklemiyordum, asla beklemiyordum.

Sözlerinin bende uyandırdığı şey kuvvetli bir ağlama dürtüsü olmuştu. Ağlamak istemiştim. Bana sus dememiş, hiç kızmamıştı ama ağlamak istedim. Neydi bu hissettiğim?

♪♪♪♪♪

Dilsiz birine sesinde olsam keşke demek ne kadar mantıklı tamracmm

Loading...
0%