Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Sekizinci Bölüm: Bak Zehirledi Seni

@darkydarky

Bir yerden sonra çeviri yapmaktan vazgeçtim, kötü görünüyordu. Kalın ve italik yazılar Fransızca konuşmalar

♪♪♪♪♪

“Salut, Tristan.” -Selam Tristan-

Parlak gözlü adamın aksanı, ses tonu Tamra bey ile tıpatıp aynıydı. Ama adamın öyle bir ürkütücü havası vardı ki yüzümü Tamra bey’in sırtına yaslanmış kimseye bakamıyordum.

“J’espère qu’il y a une bonne raison pour laquelle tu me baises les oreilles, Christian” -Umarım kulaklarımı sikip atmanın iyi bir sebebi vardır, Cristian-

“Ah, yanlış kişiye kızıyorsun. Ben silahıma susturucu takmıştım bir kere. Arabayı sürükleten Alaindi.”

“Neden buradasın?”

“Babamı özledim Tristan. Tıpkı senin annemi hasta yatağında bırakacak kadar babamı özlemen gibi.” Dedi ses tonunda bolca kinaye ile.

Tamra bey “Cristian!” diye uyarırcasına sesini yükseltiğinde kafamı istemsizce kaldırıp bakmıştım. O anda parlak gözlü çocuğun bakışları üzerime düştü. Hemen kafamı geri sakladım aynı yere. Bunun üzerine içinde bariz alay olan kelimeler söyledi. “Tüm şeylerin sebebi bu kız mıydı yani? Şuna baksana titriyor.”

Üzerime uzandığını hissettiğimde endişeyle daha sıkı tutundum Tamra bey’e. Normalde asla böyle bir yaklaşım yapmazdım ama ölmek de istemiyordum. “Yasaklara dokunmaya bayılıyorsun değil mi?” Beklediğim gibi kimse dokunmamıştı.

“Tabiki, benim olayım bu”

“Ama ona dokunursan Cristian, inan neler yapacağımı tahmin bile edemezsin. Söz konusu kardeşim bile olsa yaparım. Çünkü; bunun düşüncesi bile seslerden daha rahatsız ediyor beni.” Söylediklerini anlamasamda sesindeki tehlikeli tınıyı parmak uçlarıma kadar hissetmiştim.

“Woaw, Tristan Aznavour. Sen misin bu?”

Tamra bey’in aldığı nefesle göğsü kabarmış,bende hafif yükselmiştim. Sanırım sakinleşmeye çalışıyordu, bir kaç defa daha yapmıştı aynı şeyi. “Cristian, git. Sonra gel sataş, şimdi değil”

Tamra bey geriye çekilip yüzümü ortaya çıkardı. Gözlerimi hâlâ camda bekleyen adamdan kaçırdım.”Önümüzdeki binayı görüyor musun?” diye sordu Tamra bey. Büyük villayı anımsatan gri-lacivert bir ev vardı. Kafamı evet anlamında salladım. “Orası benim evim. Yürüyebilir misin?”

Sırtım acıyordu ama mecbur yürüyecektim. O kaçık parlak gözlü herifle kalmayı asla istemezdim. Ben bir cevap vermeden Tamra bey, önündekini görmezden gelerek kapıyı sertçe açıp çıkmam için bekledi.

Ayaklarımı dışarı attığımda sırtımın sızısıyla ses çıkarmamak için dişlerimi sıktım. Ama Tamra bey’in gözünden pekâlâ kaçmamıştı. Koyu mavi gözlerini şapkalı herife çevirdiğinde, bakışlarındakiler iyiye işaret değil gibiydi.

Gülümsedi, ama o minik gamzesi görünmedi. ”Canı acıyor görüyor musun?” Tamra bey izin alırcasına elime uzandığında elini tuttum. “Senin yaptığın aptal şey onun canını acıttı. Şimdi ben ne yapayım sana? Bak, ellerime. Zor tutuyorum kendimi.” Kuvvetiyle ona çekildiğimde kollarını dikkatle bacaklarımın altından geçirdi ve ayaklarım yere değmiyordu artık. “Kullanabildiğim son mantık kırıntısıyla konuşuyorum, siktir git.”

Tam kaburgamdan tuttuğunda dehşet acımıştı, vücudum gerim gerim gerildiğinde Tamra bey hissetmiş gibi elini yukarı omzuma kaydırdı.

Parlak gözlü adam, artık Tamra bey ne dediyse gidecek gibiydi. Yolun uç kısmında belli belirsiz görünen beyaz bir araba vardı. Sanırım onundu. Arkasını dönerken ‘okeey’ dedi. Gitmeden son bir kez bana bakıp anlamadığım şeyler söyledi ve beklemeden arabasına girdi. “Bonne nuit, lâche” -İyi geceler, korkak.-

O gittiğinde gelen rahatlamayla nerede olduğumu fark ettim. Ben. Tamra bey’in. Kucağındayım. Evin bahçesinden vuran ışıkla görebileceğini düşünerek ellerimi oynattım. “Yürüyebilirim. İndirir misiniz?”

“Olmaz, canın acıyor.” Dedi. Bir şeyler düşününce ekledi “Dokunduğum için rahatsız mısın? Başka türlü taşıyamam.”

“Taşımanızdan rahatsızım. Etik değil.”

“İhtiyacın Neva, ben görevimi yapıyorum.”

“Beni taşımanız ihtiyacım olan bir şey değil ama!”

Bahçenin büyük demir kapısı elektronik bir sistemle açıldığında beklemeden taş yola ilerledi. “Haklısın. Ama o an kol kaslarımın söndüğünü hissedip ağırlık çalışmak istedim ve sende gözüme dambıl gibi göründün.” Kafasını eğip yüzüme baktı. Böyle bir yaklaşım beklemediğim için duraksadım. “Taşımamı istemiyorduysan dambıl gibi görünmeseydin, Neva.”

Siyah bir dış kapının önünde durduğunda Baran bey’in odasındaki gibi kolu kavrayarak el izini kapıya okutup açtı. “Siz bana şişman mı dediniz?” Ben kilolu değildim aksine çok çok zayıftım. Annem bana hep kara kuru kız diyordu. Haklıydı bir nevi.

Evin içinde merdivenleri çıkarken durdu “Ortalama bir dambıl onbeş yirmi kilo, sence şişman mı demişim?” diye sordu. Dememişti. Bi dakika biz ne diyorduk? Beni oyalayarak konuyu dağıtmış, taşımaya devam etmişti.

Nefeslenip basamakları çıkmaya devam ettiğinde dinlenmek için durduğunu anlamıştım. “Hile yaptınız. İndirin beni.”

Cevap vermeyince ellerimi önünde salladım, buradayım dermiş gibi. Yine cevap vermedi. Bir kapının önünde durduğunda sonunda düşmemem için destek veren elleri çözülmüş, yere basabilmiştim. “Al, indirdim. Şimdii, kıyafetlerini değiştirceksen gardıropta var, tabi istersen sonra yenilerini alabiliriz. Duş almak istersen de her şey hazır. Yemek yemediğini düşünüyorum, bir şeyler yapacağım. Hoca yorulduğunu söylemişti ama yemek yer öyle uyursun olur mu?”

Yuhh. Benim yıllık planımı da yapar bu adam. “Teşekkür ederim ama uyumak istiyorum.”

Tamra bey ısrar etmeden gittiğinde ilk işim odaya girip kapıyı kilitlemek oldu. Ne olur ne olmazdı yani.

Odayı incelediğimde benim odamın üç dört katı büyüklüğünde olduğunu farkettim. Çift kişilik bir yatak vardı-ki ben tek kişiydim. Rahat olması açısından böyle olduğunu sonradan anladığımda kendi salaklığıma güldüm.

Odada balkon kapısı dışında iki kapı fazladan vardı. Birini açtığımda banyo olan ama banyodan çok oturma odasına büyüklüğünde bir yere açıldı. Diğer kapıyı açtığımda ise bir mağazaya girmiş gibi, türlü türlü kıyafet vardı. Bir de yenisini mi isteyecektim?

Uygun olan bir kaç parça kıyafet alarak -iç çamaşırlarını kim almış diye merak etmiştim- banyoya geçip hızlıca duş aldım. Havluyla kurulanıp beklemeden kıyafetleri üzerime geçirdim.

Sonunda yatağa geldiğimde yastığın üstündeki telefon dikkatimi çekti. Tamra bey’in miydi? Tuş kilidine bastığımda ekran açıldı, ‘Evet, telefon sana ait. İtiraz etme. Telefon bu, tüm devrin ihtiyacı.’ Yazıyordu. Güldüm nedense.

Şifresi olmadığından kolayca uygulamalara girmiştim bile. WhatsApp’a dokunduğumda bir kayıtlı kişi vardı. Tamra bey. Kendisini sadece Tamra diye kaydetmişti.

Siz; İyi geceler Tamra bey.

Telefonu kapatıp yatağa girdiğimde gözlerimi kapatsamda zihnim açıktı. Cevap bekliyordu. Neden ya.. Kendine gel Neva. Sil mesajı. Neden yazdın zaten.

Ekranı açıp mesaj sekmesine girdiğimde mesajım mavi tik olmuştu. Sonra isminin altında ‘yazıyor...’ çıktı.

Tamra; İyi geceler Neva hanım.

Tamra: İlaçlarını kullanmayı unutma.

♪♪♪♪♪♪

Ne zamandır tavanla bakıştığımı bilmiyordum, ne zaman uyandığımı bilmediğim gibi. Tavana baka baka çekici gelmeye bile başlamıştı. Dümdüzlüğü mesela çok güzeldi.

Yavaş yavaş kendime geldiğimde nerede olduğumu hatırladım. Tamra bey.. iş.. onun evi.. anlaşma..

Yataktan kalkmaya çalışırken yana devrildiğimde kendimi yerde buldum. Ama sırtım ya. Lanet girsin. Belimi ovuşturarak doğrulduğumda kapıya yürüyordum. Çok acıyordu. Bir gün daha ne kadar kötü başlayabilirdi ki?

Kilidi çevirdiğimde kapı direkt açılmıştı. Yani birisi açmayı mı denemişti? Yok canım... Var canım, iyiki kilitlemiştim işte.

Bir adım attığımda ayağıma değen şeyle az daha çığlık atıyordum. Elimi ağzıma kapatmasaydım. Eğilip baktığımda, çiçek buketiydi?

Menekşe kokuyordu hemde. Elime aldığımda kağıttan yapılmış bir buket olduğunu anlamıştım. Buketi yüzüme yaklaştırdığımda kokusu beni sarhoş edecekti sanki. Bayılıyorum bu kokuya.

Dikkatli baktığımda minik bir zarf farkettim. Çiçeği koluma sıkıştırıp kağıdı açtım. Kağıt zarfa göre kocamandı ve üzerinde mükemmel bir el yazısı vardı.

Menekşe kokusunu seviyorsun ama çiçeğini yaşatamıyorsun...

Bu çiçeklerin yaşaması için çabalaman gerekmiyor Neva,

Onlar sadece senin için kokuyorlar.

Not: Bu seferde ağaçlar ölüyor deme sakın. Geri dönüşüm kağıtlarından yapıldı. Bana çiçek alma demiştim. Almadım. Gerçekten. Kendim yaptım. Ve evet sana ille de çiçek vermem gerekiyor. Nedenini sorma, keyfim öyle istiyor.

Ben evde yokum, babam çağırdı mecbur gittim. Rahat olabilirsin benden başka kimse giremez. Sana kahvaltı hazırladım, akşam yemedin. Bir arkadaşımın sevgilisi frambuaz çok seviyormuş. Belki sende seviyorsundur diye reçelini ekledim masaya.

Not: Mutfak alt katta sağdan ikinci kapı. Şimdiden afiyet olsun, kemanistime.

Kadığıdı aynı şekilde katlayarak zarfa koyduğumda içim bir garip olmuştu. Bu kadar ayrıntı düşünmesi kalbimi kıpır kıpır etmişti. Sus kalbim. Sus. Sen çığlıklar atarken benim sesim çıkmazsa bu en çok sana haksızlık olur. Sus.

Yine de heyecan yapıp, hayır eksik oldu. Birinin ‘benim için’ bir şeyler yapmasına heyecan yapıp kağıttan buketimi koklaya koklaya aşağı indim.

Tam mutfağa girecektim ki etrafımda bir hareketlilik sezdim. Hızla arkama döndüğümde, yolunmuş tavuk gibi kahverengi saçlar, soluk ve şiş bir yüzle bana bakan bir adet ben vardım. Aynaymış la.

Sabah sabah aksiyon ihtiyacımıda karşıladığıma göre artık karnımı doyurabilirim.

Sonunda mutfağa girerken Tamra bey’in beni böyle görmüş olabileceği ihtimalini düşündüm. Adamın aklı giderdi he.

Koca bir tabak pankek ve etrafında çeşitli çikolatalar, reçeller, içecekler, anlamadığım bir kaç bir şeyler daha vardı. Masaya yaklaştığımda en üstteki pankekin bir şekli olduğunu gördüm. Keman şekli verilmiş, üstüne çikolata sosuyla hatları çizilmişti. Gerçekçi duruyordu. Tam nasıl yapıldığını düşünüyordum ki Tamra bey’in ressam olduğu aklıma geldi. Tabi öyle olsa bile uğraşıldığı belliydi.

Gülümsedim. Benim için yapılmış, uğraşılmıştı. Öyle mutlu oldum ki bir daha hiç üzülmem sandım.

Hemen en üstteki kemanı alıp kocaman bir ısırıkla tadına baktım. Enfes... Pembemsi reçeli gördüğümde pankekin üzerine kaşığıyla dolu dolu koydum. Bunu daha önce neden yememiştim ben??

Ağzımdaki lokma ile koşa koşa yukarı çıkıp telefonu aldım. Masayı fotoğraflayıp Tamra bey’e attığımda gözlerimden mutluluk fışkıracaktı resmen.

Siz; Tamra bey çok çok teşekkür ederim. Şimdi siz yine ihtiyaç dersiniz ama bu benim için bir kahvaltıdan fazlasıydı.

Keman pankeki bittiğinde yuvarlak olanlardan alıp reçeli sürerek hepsini ağzıma tıktım. Böyle bir lezzet yoktu. Ama hepsini yediğim için sanırım boğazım acımıştı.

Hazırda duran üzeri kapatılmış meyve suyundan içtiğim de yutabilmiştim ama boğazımdaki acı gitmedi. Bardağın kalanını da içerken mesaj gelmişti.

Tamra; Afiyet şeker olsun suskun.

Tamra; Teşekkür etme yine de. Dün yaşadıklarının telafisi diye düşün?

Ekran bulanıklaştığında gözlerimi kırpıştırıp baktım, daha kötü oldu. Boğazımdaki acı artmış sanki orayı tıkamıştı, nefesim kesiliyordu. Ne biçim reçel bu zehir etti kahvaltımı diye düşünürken, o an dank etti.

Senin mutluluğun buraya kadardı, Neva. Hiç tanımadığın bir adamın yemeğini yersen böyle olursun. Herkes düşündüğün gibi iyi değil. Bak zehirledi seni.

Neden sebepsizce zehirlesindi ki? Doğru ya bir insanı öldürmek için sebep gerekmiyordu artık. Keyfi istemiştir, yapar.

Yardım çağırmak istedim ama bu eve ondan başka kim girebilirdi? Belli belirsiz şekilde açık ekrana bir arama düştüğünde belki yardımı olur diye açtım, kim olduğunu bilmiyordum bile.

Artık aldığım nefes ciğerlerime ulaşamazken direnemedim ve kendimi olduğum yere bıraktım. Gerisi karanlıktaydı

♪♪♪♪♪

Oy ve yorum yapın laaaaağğğ

Loading...
0%