Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Yedinci Bölüm: Parlak Gözlü Adam

@darkydarky

Şarkı bittiğinde gözlerimi açmıştım ve Tamra bey... uyuyordu? Kendimi bir an bebek bakıcısı gibi hissetmiştim, bu düşünceme istemsizce güldüm.

Tamra beyin yataktan biraz taşan ayaklarını gördüğüme koskoca adama bebek dediğimi farkettim. Bu beni daha da güldürdü.

Bunlar dışında, ben şimdi ne yapacaktım? Şarkıyı tekrar mı etseydim? Hayır, uyumak için fazla hareketliydi. Aslında uyuduğu için çalmama gerek de yoktu ama sadece iki günde özlemiştim ben.

Kemanı omzumdan indirip parmak uçlarımda odadan çıktım, en mantıklısı buydu. Ve Baran bey’in odasından da çıkıyordum ki kemanı bırakmak geçti aklımdan, ona çalmam için mi vermişti bana, yoksa her zaman kullanmam için mi?

İhtiyaçlarını karşılamak benim görevimdi şuan ihtiyacın olanı veriyorum demişti.

Bu yüzden daha fazla düşünmeden az önce çantasına koyduğum kemanı alıp her zaman gittiğim çalışma salonuna yürümeye koyuldum.

Salona girdiğimde çıkış saati olduğundan herkes toplanıyordu, Taylan hocayı tam çıkacakken yakaladım. Koşa koşa yanına gidip beni görmesini sağladım.

“Kaçmıyorum Neva, sakin ol.” Dedi gülerek “Bir şey mi diyecektin? Bugün yoktun.”

Bizden sorumlu kişi o’ydu, izin almam gerekiyordu. Telefonum olmadığı için-babam fırlattığında kırılmıştı- etrafa bakınırken, Taylan hoca notlar kısmını açıp telefonunu bana uzattı. Biraz utansam da hemen alıp yazdım. “Hocam bu saatte gelmek durumunda kaldım, biraz çalışmak istiyorum. Lütfen salonu kullanabilir miyim?” Saat 17:54 tü, altıda dağılıyorduk. Taylan hoca yazdıklarımı okurken istekle ona bakıyordum.

“Kemanın kırılmıştı,” koluma astığım çantaya baktı “Ama bakıyorum da yine pes etmemişsin. Böyle sıkı çalış Neva” İzin verdi, izin verdiiii! “Ama bugün olmaz. Baran beyin oğlu Tamra bey burada. Gözüne batmamak iyidir, kendisi biraz garip biri.”

Onun kızacağını düşünmüyordum. Acaba Tamra bey’in çalışanı olduğumu söylemeli miydim? O zaman net izin verirdi ama ya Tamra bey rahatsız olursa. Bunu ona sormayı aklıma not ettim. “Kendisi şuan odasında dinleniyormuş. Hocam.. Lütfen izin verin.” İkna olması için ekledim. “Tüm sorumluluk benim. Gizlice girdim derim.”

Taylan hoca yüzümden akan heves selini incelerken karar veriyor gibiydi. “Kameralar var, kalacaksan başında benim olmam gerekiyor.” Ve o tam çıkıyordu. Bahtsızsın be kızım.

Salonda kimse kalmamışken Taylan hoca kemanını astığı askılığa gidip çantayı aldı. Ne yapıyordu? Hayretle yanına gidip telefona yazdığım şeyi gözünün önüne tuttum.

Hocam ne yapıyorsunuz?”

“Bir ay sonra yarışması olan öğrencimi çalıştıracağım.”

Ne? Gerçekten benimle mi kalacaktı? Aklıma aniden Akif hocam geldi, sarılmak istedim. Ama tabiki tuttum kendimi. “Hocam gerçekten teşekkür ederim. Zelal’in dün yaptıklarından sonra biraz tökezledim ama yüzünüzü kara çıkarmayacağım, emin olun.”

Taylan hoca notu okuduğunda kaşlarını kaldırdı, sorgularcasına bakıyordu. “Zelal sana ne yaptı?”

Hocam tüm müzik bölümü biliyor kemanımın kırıldığını, Zelal yarışmaya katılamadığı için bana kinlenip kırdı işte.” Bir anda öfkelensem de öfkemin pek bir şey ifade etmediğini hatırladım.

“Zelal’le konuştun mu?” Başımı olumsuzca salladım. “Bir şeyi gözünle görüp duymadan-ki bazen bunlarda yetmez. Olayın aslını öğrenmeden kimseyi suçlama Neva... Şimdi çıkar kemanını biraz çalışalım. Bir saatim var senin için.”

♪♪♪♪♪♪

Saatler sonra kısa aralarla Taylan hocanın bana ayırdığı süre bitmişti, biz hâlâ çalışıyorduk. Neyse ki bu son şarkıydı. Kemanı omzumda taşımaktan sol tarafım ağrımaya başlamıştı. Zaten sırtımı anlatmama gerek bile yok.

“Neva..” Taylan hocanın sitem eden sesiyle an’a döndüm. Arkama geçip tutuşumu düzeltti, arşeyi elimden alıp “Rahat bir tutuşun olmalı, biliyorsun.” Diye uyardı.

“Öhm öhöhöhö” biri ciğeri çıkar gibi öksürüğünde Taylan hocada yanımdan çekilmiş bende kemanı omzumdan indirmiştim. Garip bir görüntümüz vardı, kabul ediyorum.

Tamra bey?” diye sorarken yandan bir bakış atmıştı bana Taylan hoca. Ve Tamra bey onu bir yerlerine bile takmadan bana döndü. “Ders süresi bitti diye biliyorum?”

Kelimeler parmaklarımdan dökülürken cevapladım. “Bir ay sonra yarışmam var Tamra bey. Çalışmak istedim, Taylan hoca da sorumlu eğitmen olduğu için benimle kalması gerekiyordu. Saatler hızlı geçmiş,” Sonra utana sıkıla ekledim. “Aslında eve nasıl gideceğimi bilmiyordum”

“İhtiyaçların Neva, onlar benim sorumluluğum. Düşünme sen bunları. Ve benim evimde kalacaktın?” İsmimi çok garip telaffuz ediyordu ama aynı zamanda kulağa hoş da geliyordu. Ne diyorum ben ya? Banane.

“Ne?” Taylan hoca şok olmuş şekilde bir bana bir Tamra beye bakıyordu.

Tamra bey Taylan hocaya bakıp yapay olduğu her halinden anlaşılan saniyelik bir gülümsemeyle mimik yaptı, sonra dönüp tekrar bana hitaben konuştu. ”Dersin bittiğinde ararsın olur mu? Ama dur telefonun yok sanırım, hiç görmedim elinde. Benimkini al”

Tamra bey telefonunu uzatıyorduki Taylan hoca hızlı hızlı konuştu. “Ders bitti, bitti. Hem zaten Neva da yorulmuştu.”

Ya adam yanlış anlıyordu. Taylan hoca işaret dili bilmiyordu ve açıklamak için telefonunu ver de diyemezdim. Tamra bey neden düzeltmiyordu, yanlış anladığı gayet ortadaydı.

“Öyleyse gidelim?”

Açıklasana be adam. “Kemanı alayım, geliyorum.”

“Bırak yorulma Alain geliyor. Ve sen neden hâlâ buradasın?” Son cümlesini Taylan hocaya bakarak demişti.

“Anlamadım?”

“Neyse zaten biz çıkıyoruz.”

Tamra bey’in tavırlarına bir anlam veremediğimden çok üstelemedim, anlamadığım soruya kafa patlatmazdım çoğu zaman. Bu sırada Alain dediği esmer selvi boylu adam gelip kemanı tek tutuşla eline alarak önümüzden geçip gitti.

Tamra beyle akademinin çıkışına, arabaya yürürken kulaklığı yine kulağındaydı. Arabaya binene kadar da çıkarmadı. Dışarıya çıktığımızda havanın kararmış olduğunu yeni fark ediyordum. Kaç saat olmuştu ki?

Arabanın arka koltuğunda Tamra bey’le yanyana otururken Alain denen selvi adam şoför koltuğunda idi. Başımı cama yaslarken göz ucuyla onu izliyordum. Bu sırada bugün olanları düşündüm.

Fransa’daki patronum Türkiye’ye hatta benim evime gelmiş, beni, yüzümde babamın attığı tokadın iziyle gördüğü için hastaneye götürüp rapor yazdırmış, sonrada karakolda şikayet etmemi sağlamıştı. Bir anlaşma imzalayarak işimizi resmiyete dökmüştük. Bana çiçek ve ‘keman’ almıştı. Şimdide beni evine götürüyordu. Karşılığında sadece bir parça müzik çalmıştım, bu kadardı.

Sessizliği bölen Alain’ın sorusu olmuştu. “Le prenez-vous de force?” -Onu zorla mı götürüyorsun?-

Tamra bey itiraz eder gibi cevap verdi. “Non!” -Hayır!-

“Mais on dirait. Regarde ton visage” -Ama öyle görünüyor. Yüzüne bak-

İkisi arasında konuşurken ben Tamra bey’in hoş aksanlı Fransızcasına hayran hayran bakıyordum. Yani karanlıktan görmesem de suratına bakıyordum. Tabiki suratıyla değil Fransızcasıyla ilgileniyordum. Sadece tek kelime söylemişti ama çaktırmayın.

O anda Tamra bey’in yüzü bana çevrildiğinde onu izlerken yakalanmıştım. Lanet girsin ama. “O eve tekrar dönmeyeceksin ama şuan otele mi gitmek isterdin?”

Beklenmedik sorusuna cevap vermek istedim ama hava karardığından ellerimi net görebilir miydi? Tamra bey selvi adama bir kaç kelime söylediğinde araba tavanındaki sarı ışık açıldı. “Afedersin, şimdi cevap verebilir misin?”

Bilmem farketmez. Size hangisi uygun gelirse.” Sonuçta o karşılayacaktı dimi.

“Eve gidelim. Ben varım diye rahatsız hissedeceksen alt kata inmem hiç.” Dedi istekle.

İyi de koca katı ne yapacağım ben? “Bir oda verseniz şimdilik, yeter bana. Kocaman katı ne yapacağım?”

“Neva,” diye ciddiyetle ismimi seslendiğinde ne oldu dercesine yüzüne baktım. “Sen benim kemanistimsin değil mi?”

Böyle bir tabir var mıydı ki? “Öyleyim sanırım. Neden sordunuz?”

“Boşver” bana bakmayı kesip önüne dönüyordu ki vazgeçti. “Merak ediyorum, çok çok değer verdiğin biri var mı?”

Ani ve konudan bağımsız sorular soruyordu, ilk günden etiket yapıştırmak istemiyorum ama bu adam gerçekten bir garipti.

Çok çok değer verdiğim biri vardı zaten sadece. Ben de “Var” dedim.

“Biliyordum,” diye birden parladı “O adam dimi? Şu kendine ödül verip seninle çalışan. Biliyordum ben.”

Kendine ödül vermek? Kim olduğunu anlamamıştım. Biraz önceyi hatırlayınca “Taylan hoca mı?” diye sordum. “Böyle düşünmeyin, mutlu bir evliliği var onun. Söylediklerinizi duysa çok utanırım. Nedenini bilmediğim sorular soruyorsunuz Tamra bey..”

Neden sorduğunun farkında değilmiş gibi bir telaşa kapıldı. “Ben şey için.. şey için sordum. Şey...İş için. Etkilenmesin istedim. J’emmerde l’oxygène qui va à ton cerveau, Tamra.” -Beynine giden oksijeni sikeyim, Tamra.-

Aksanı neden böyleydi? Türkçe’yi düzgün konuşamıyordu, bence hep Fransızca konuşmalı bu adam. Alın size yeni dil öğrenme sebebi. Off, saçmalıyorum yine.

Alain aynadan Tamra beye yamuk bir gülüşle bakarken gülmemek için kendini tuttuğunu farkettim.

Nefes almayan biri yaşayan birinin hayatını etkileyebilir mi.” Cümlem soru cümlesi gibi görünse de bir hayır cevabıydı mimiklerimden de anlaşıldığı üzere.

Söylediklerimle az önceki telaşlı ifadesi yüzünde donmuş bir kaç saniye sonra hiç olmamış gibi durulmuştu. Biraz düşündü. “Ölüm vücutta değil, kafadadır Neva.” Eliyle yandan kafasını gösterdi. “Herşey burada. Anılar yaşıyorsa -ki uğursuz anılar hep yaşar. İşte onlar her hatıra geldiğinde yaşayan kişinin nefesinden çalar. Zaten bu sebeple ölmezler.”

Ben az önce bu adama Türkçe konuşamıyor mu demiştim? Lafımı geri alıyorum hocam.

Konuyu dağıtmak istedim-konuşmak istemediğim şeylere de kafa patlatmazdım- ama direkt aklımdan geçeni de söylememeliydim sanki. “Bu sabah neden geldiniz? Mesajda bir kaç gün demiştiniz. Sabah gelenin siz olduğunuzu şaşırdım, beklemiyordum.”

“Meriç ağladığını söylemişti. Mesajlarıma da cevap vermemiştin, endişelendim biraz.”

Mesaj mı yazmıştı?

Taa Fransa’dan gelecek kadar ama biraz? Bir müzik bu kadar değerli olabilirdi.”

Tamra bey bir şey diyecek gibi oldu ama geri çekti kendini nedense. “O müzik sen kemana dokunduğun sürece değerli Neva.”

Ağzı iyi laf yapıyordu he. Az önce de şimdi de. “Sizin Türkçe konuşamadığınızı düşünmüştüm. Kelimeleri yanlış kullanıyordunuz. Ama güzel cümleler de söylüyorsunuz. Kafam karıştı.”

Söylediklerime güler gibi olduğunda gözlerim dudağının üst kısmında oluşan küçük gamzeye gitti. Nereye baktığımı farketttiğimde irislerimi rastgele başka yönlere çevirdim. ”Türkçe’yi biraz unutmuşum kabul ediyorum. Düzgün cümle kurmam için biraz düşünmem gerekiyor.”

Bu sırada selvi adam sohbetimize katıldı ama tabiki ben anlamadım.”Veut-il quelque chose de chez lui ? Nous sommes près de chez vous.” -Evden bir şey istiyor mu? Yakınındayız.-

Tamra bey selviden dönüp bana baktı. “Evden kıyafet dışında bir eşya almak istiyor musun? Mesela manevi değeri olan bir şey falan.”

Manevi değeri olan bir şey... Kemanım vardı. Kırıldı. Bir de mektubum. O da akademide, dolabımdaydı. Başımı hayır anlamında salladım.

“Non. Allons à la maison.” -Yok. Benim eve gidelim.-

Evimin olduğu sokağı geçip ıssız bir yola giderken istemsizce arka tarafa bakmıştım. “Baban sana hep böyle miydi?”

Nasıl?” Parmağıyla yanağımı gösterdiğinde cevabımı almıştım. “İlk defa oldu, babası eskiden onu çok dövdüğü için bu konuda hassastı hep.”

Kafasını arkaya yaslayıp koyu mavi gözlerini tavandaki sarı ışığa diktiğinde sesli düşündü. “Bu sefer yapmasına sebep olan şey neydi o zaman?”

Telefonuma bakmak istedi. Peş peşe-” ellerim havada asılı kaldı. Peş peşe mesajlar gelmişti. Bana Tamra bey dışında kim yazabilirdi ki?

Meriç ağladığını söylemişti. Mesajlarıma da cevap vermemiştin, endişelendim biraz.

Taşlar yerine oturdu işte. Babam o yüzden mi bana vurmuştu? Bu muydu yani?

Yan bir bakışla havada tuttuğum ellerimi gördüğünde yüzünü bana çevirdi. “Bir şey mi dedin? Ellerini görmedim tekrar söyler misin?”

Ne deseydim şimdi? Sizin endişeniz yüzünden tokat attı bana mı? Bunun yerine avuçlarımı havada savurarak boşver dercesine hareket ettirdim.

Babam bana vurduğu için şikayet etmiştik. Tamra bey de babama vurmuştu, hemde bir taneyle de yetinmemişti. “Babama vurdunuz, ya o da sizi şikayet ederse?”

Kelimelerini tartıyormuşcasına baktı ve “Bana bir şey yapamaz.” Dedi. Sonra ekledi. “Sana da yapamayacağı gibi.”

Onlar zengindi. Halledebilirlerdi dimi? Tabi hallederdi. Annesi dünyaca ünlü bir Fransız takı markası sahibiydi. Babası da ihraç ve ithal yapmak ile ilgileniyordu, bunlardan bağımsız Spotlight akademiye ortak olmuştu. Zayıf bir adelet sisteminde yaşarken onu bir şikayetle hapse tıkmak kolay olamazdı zaten.

Tamra bey çalıp çalmadığını asla anlamadığım telefonunu kulağına götürürken “Efendim Meriç” dedi.

Artık ne duyduysa ifadesi ciddileşmiş kaşlarını çatmıştı. “Ne işi var onun Türkiye’de... Tamam, nerede şuan?... Babamın haberi var mı?... Söyleme ona, başımıza iş çıkarmadan bul-“

Büyük bir PAT sesinden sonra araba yolda savrula savrula durmaya çalışıyordu, bir yerlere çarpmamak adına kapı koluna tüm gücümle tutunmuştum ama sırtım için geç kalmıştım, fena sızlıyordu. Tamra bey o hızla telefonu bir tarafa atarken beni dirseğimden tutup kolunun altına çekti. Bir kaç metre sürüklenmenin sonunda araba ancak yolun ortasında durmuştu.

Korkuyla Tamra bey’e baktığımda ne olduğunu çoktan anlamış gibiydi. Lastik mi patlamıştı?

“Le fils de pute a tiré avec une arme sur le pneu!”-Orospu çocuğu lastiğe ateş etti!- Alain hiddetle konuştuğunda küfür ettiğini hissetmiştim nedense. Tamra bey uyarırcasına “Fils de pute? Parle correctement, Alain.” Dedi. -Orospu çocuğu? Doğru konuş, Alain-

Şöfor koltuğunda oturan sırık adam hiddetinden hiç bir şey eskitmezken avuçlarını sertçe direksiyona vurdu. "Şu anda bunu mu düşü-”

İkimizin olduğu cam tık tık tıklatıldığında alainın sözleri yarım kalmış ben ise yerimde zıplamıştım korkudan. Simsiyah bir silüet vardı. Biri açıklasın neler oluyor bu lanet yerde?

Tamra bey Alain’a seslendiğinde cam aşağı aşağı açılmaya başladı. Ne yapıyor bu adam? Yoksa iş diye kandırıp beni organ mafyalarına mı satacaktı? Daha neler. Ama ne kadar tanıyordum ki onu, kahretsinki bilemezdim.

Cam açıldığında siyah maskeli, şapka takmış adam bize doğru eğilmişti. Üstümüzde yanan tavan lambasından çarpan ışıkla delice parlayan mavi gözler benim üzerimde gezindi, rahatsız etmişti.

Bu durumda istemsizce Tamra bey’in arkasına doğru sığınmıştım. Parlak gözler üzerimden çekildiğinde Tamra’ya döndü.

“Salut, Tristan.” -Selam, Tristan-

♪♪♪♪♪

Bişiler oluo bişilerrr

Loading...
0%