"Güzel seviyorsun," dedim gözlerine bakarak.
"Güzeli, güzel seviyorum," dedi.
İnsan yeni bir hikâyeye, biriyle tanışarak ya da yeni bir yere giderek başlarmış. Benim hikâyemde ikisi de vardı.
Gittiğim yeni şehirde tanıştığım adamla hikâyem başladı.
Teğmen Emre Kurt...
Zümrüt yeşili gözleri beni her defasında büyülüyordu. İçine çekildiğim derin bir kuyuydu sanki. O derin kuyu bende keşfetme isteği uyandırıyordu. Bana doğru attığı her adım bir diğerinden daha güçlüydü ve kaçmamı imkânsız hâle getiriyordu. Sonunu göremediğim o kuyuya gözlerimi kapatıp, kendimi bırakma isteğim gün geçtikçe artıyordu.
Askeriyede öğretmenlik yapmaya başladığımda, başıma geleceklerden bihaberdim. Abimin de görev yaptığı bu askeriyedeki öğretmenlik görevi, içerideki haini bulmam için bir araçtı. İçimizde, kapalı kapılar ardında, ihanet eden biri vardı. Açtığım her kapı bir diğerine çıkarken; o kapılardan birinde
onu bulmaktan korkuyordum.
Hayatımın hiçbir evresinde işlerin kolay olacağını düşünmemiştim ama bu kadar karmaşık olmasını da beklemiyordum.
Mesleğimi seviyordum, uğraşmam gereken bir tabur asker olsa bile elimden geleni yapmaya hazırdım.
En azından böyle olmasını umuyordum.
Şimdi yeniden düşününce askeriyede hemşire olmak gerçekten istediğin bir meslek mi diye iki kez düşünür ama yine de aynı şeyi söylerdim.
İş tamam, para tamam derken gelelim asıl meseleye dediğinizi duyar gibiyim.
Peki, ya aşk?
İşte orada kalbime atılan çelmeyle derin sulara takılı kalıyorum.
Kalbimin kapattığım kapıları yeniden açılır mıydı yoksa zaten hep aralık mıydı?
Bu sorunun cevabını ben de kendi yolumda ilerlerken bulacaktım. Belki de Küçük Bir Aşk Masalı`na denk gelirdim.
Kim bilir?