Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@deeindeniz

İndiğimiz arabaya geri bindik. Ah Seda, başıma ne işler açıyorsun. Emre torpidoyu açıp kâğıt ve kalem alıp bana uzattı yazmam için. 'Geldik, evde yoktunuz, telefonu da açmadınız. Anahtarım yok yanımda, Emre'deyim.' yazdım. Kâğıdı geri ona verdiğimde, arabadan inip kâğıdı kapının arasına sıkıştırdı. Arabaya bindiğinde çalıştırıp klimayı açtı. Ellerimin üstü kızarmıştı, soğuktan titriyordum ve fena hâlde tuvalete gitmem gerekiyordu!

"Evin yakın, değil mi?"

"Lojmanın içinde ne kadar uzak olabilir ki?" dedi gülümseyerek. Öyle de, gel de bunu bana baskı yapan tuvalet ihtiyacıma anlat.

Emre geldiği yoldan dönüp ana giriş kapısından sola girdi. Abimlerin evi sağ tarafta kalıyordu. Birkaç dakika sonra ekmek büfesinin karşısındaki iki katlı dubleks evin önünde durduk. Arabadan inip bagajdaki poşetlerini aldık. Bana hafif poşetleri verip kendisinin ağırları alması gözümden kaçmamıştı. Kapıya geldiğimizde deri ceketinin cebindeki anahtarlığı çıkartıp kapıyı açtı.

Direkt salona açılan kapı ile botlarımızı çıkartıp içeri geçtik. Emre hemen olduğu yere poşetleri bıraktı. Salona baktığımda Emre'nin sağa sola dağılmış kıyafetlerini topladığını gördüm. Alelacele topladığı kıyafetlere bakarak gülümsedim. O an beni fark etmiş gibi bana döndü. Hemen yanaklarımın içini ısırıp gülümsememi bastırdım.

"Kusura bakma, etraf biraz dağınık. Görevden yeni döndüm." Emre mahcup bir ifadeyle bana bakarken tebessüm ettim.

"Sorun yok. Lavaboyu kullanacağım, ben bir ellerimi yıkayayım." Evin içinde gözlerimi gezdirdim, tahmin ettiğim gibi abimin eviyle benzerdi.

"Tabii, ikinci kapı," diyerek giriş kapısının karşısındaki kapıyı işaret etti.

Zaten orası olduğunu biliyordum çünkü abimin evi de aynı konumdaydı bakış açısı olarak. Ben lavaboya ilerlerken, Emre kapının önünde duran poşetleri mutfağa taşıyordu. Lavabodan çıktığımda derin bir nefes verdim, rahatlamıştım.

Emre'yi göremeyince mutfağa girdim, belki aldıklarını yerleştiriyordur diye. Mutfaktaki tezgâhın üstünde bir sürü bulaşık vardı. Ocaktaki tencerede ise yarısı yenmiş yarısı da farelere bırakılmış makarna bulunuyordu. Farelere bile acıdım, yerlerse kesin zehirlenirlerdi çünkü üstü beyaz beyaz mantar olmuştu ve ordu olma yolunda hızla ilerliyorlardı.

"Ben de tam bugün bulaşık yıkayacaktım!" dedi Emre kalan poşetleri getirerek içeri girdiğinde. Ya kesin öyledir canım, ben inandım şahsen.

"Zehirlenmenden korkan annen ya da abimin daha önce bana yaptığı gibi kendini acındıracağın kız kardeşin yok mu?" dedim gülerek.

"Annem için yol çok uzun geliyor, geldiği zaman birkaç ay kalır, yaşlılık işte. Ablam ise gelmese daha iyi," dedi Emre gülümseyerek. Merak etmiştim, acaba konuşmuyorlar mıydı?

"Neden ki?"

"İkiz kızları var beş yaşında. İsimleri Berçem ile Beren. Tek yumurta ikizleri ve benimle oynadıkları en çok oyun: Dayı bil bakalım ben kimim? Bilemeyince işler karışıyor tabii," diyerek cevapladı Emre.

Anlatırken yüzünden gülümseme hiç eksik olmuyordu. Ailesini çok seviyordu demek ki. Ben de onunla birlikte gülümsüyordum. Yeğenlerini sevdiği belliydi, kız çocuklarının yeri ayrı bir tatlı oluyordu, kendini sevdiriyordu.

"Dur tahmin edeyim, sen de hiçbir zaman bilemiyorsun." Başını aşağı yukarı salladı iç çekerek.

"Ne yapayım, çok benziyorlar." Gülerken kısılan gözleri yeşillerini daha bir ortaya çıkartmıştı. Sanırım gözlerine birazcık, azıcık, minnacık hayrandım. Kalbim birkaç tık daha fazla atmaya başlayınca gözlerimi kaçırdım.

"Bu mutfağa bu hâlde bir şey yerleştirilmez. Hadi bakalım kollarını sıva beyefendi," dedim konuyu değiştirerek.

"Ben bir ara yaparım, hiç elin değmesin," dedi aceleyle. Panik olmuştu sanırım ama o bir aranın geleceğinden hiç emin değildim.

"O bir ara sanırım evi fareler basınca." Gülerek başımı iki yana salladım.

İlk önce tenceredeki makarnadan evrim geçirmiş mitolojik varlığı çöpe döktüm. Sonra da elime bulaşık eldivenlerini geçirdim.

"Sen çöpleri at da gel," diyerek kapının ağzında yığın olmuş çöpleri işaret ettim. Geneli pizza kutuları, boş kola şişeleri ve hazır gıdadan oluşuyordu.

Emre başını salladı, çöp poşetlerinin hepsini tek seferde alıp mutfaktan çıktı. Ben olsam üç seferde ancak atardım. Adamda güç var, boy var, yeşil gözler de var. Aman Gamze, işine bak işte. Kendimle kavga ettiğime göre başlayabilirim. Emre gelince onu salonda apar topar bir yerlere sokuşturduğu kıyafetleri bulup makineye atması için gönderdim. Çaktırmayın, dikkatim dağılıyor yanımda olduğunda.

İlk önce bardakları çamaşır suyuna yatırdım, renkleri sarının bir ton açığıydı neredeyse. Sonra da tabakları, kaşık ve çatalları güzelce sıcak suyla temizleyip bulaşık makinesine yerleştirdim. Buzdolabını korka korka açtım, içinden her an bir şey çıkıp saldırabilirdi bence. Buzdolabında milattan kalmış kahvaltılıkları ve çürümüş sebzeleri çöpe attım. Dolap boşalınca iyice deterjanlı suyla sildim. Sonra da tezgâhın üstünü, ocağı ve lavaboyu bütün kiri çıkana kadar temizledim. Uzun süredir görevde olmalıydı, yoksa mümkün değildi bu kadar beklemesi malzemelerin.

"Gamze, bir şey sorabilir miyim?" dedi Emre. O kadar kaptırmıştım ki kendimi temizliğe, geldiğini bile duymamıştım.

"Evet, tabii ki," dedim bir elimde sarı bez diğerinde cifle.

"Renklilerle beyazları ayırıyor muyduk? Annem her defasında söylüyor ama unutuyorum." Tek kaşını kaldırmış, haylaz parıltılarla bakıyordu gözleri. Şu an aşırı tatlı görünüyordu gözüme.

"Evet, ayırıyoruz." Çıkıp gösterirdim de şimdi donu falan çıkar, tövbe yani. Temizlik dediysek o kadarına da girmeyelim.

"Tamam o zaman, ben makineye koyduklarımı çıkartıp ayırayım," dedi. Yüzündeki çocuksu ifadeyle gülmeye başladım. Hâline gülerken bana bakıyordu. Dudaklarımı ısırıp omuz silktim.

"Ayır bir zahmet."

Emre geri yukarı çıkınca ben de kalan yerleri silip ellerimi iyice yıkadım. Cifle iyice telleyip parlattığım demlikle çay suyu koydum. Bu arada tepsimi de boş olarak buldum. Beğenmişti demek ki gerçekten de. Poşette gördüğüm atıştırmalıklardan bir tabağa koyup çayı da demledim. Emre geldiğinde yüzünde savaş kazanmış gibi bir zafer edası vardı.

"Hallettim," dedi bana bakarak büyük bir gururla.

"Aferin sana Kurt Komutan." Alayla söylediğimde gözlerime baktı.

"Sen nereden biliyorsun?" dedi kaşlarını kaldırarak.

"Ekmek gönderdiğin asker söylemişti. Kurt Komutan'ım gönderdi, diye. Soyadından geliyor herhâlde diye düşündüm." Ben sandalyeye otururken karşımdaki sandalyeyi çekti o da.

"Tam olarak değil. Anlatmamı ister misin?" diye sordu emin olamayarak, kararsızdı sanırım ama ben gerçekten de hikâyesini merak ediyordum. Bunu kaçıramazdım.

"Tabii ki, çok merak ettim," dedim cesaretlendirerek.

"Dağda operasyona çıkıyoruz çoğu zaman, abinden bilirsin. Buraya geldiğim ilk yıldı, ertesi hafta operasyona çıktık. On iki kişilik timle, Ermenistan'a giden kaçakçıların peşindeydik. Karadeniz üstünden geliyorlar, Kars ve Iğdır onlar için en yakın mevki sınırdan geçmek için," dedi Emre. Elimle dur işareti yaptım. Üşümüş, biraz da acıkmıştım. Emre de üşümüş olmalıydı, ellerini avucunun içine alıp duruyordu. Kalkıp ikimize çay koydum, atıştırmalık hazırladığım tabağı da masaya bıraktım.

"Ne kaçakçılığı yapıyorlar?" Sandalyemi çekip geri yerime oturduğumda sormuştum.

"Tütün, hayvan, cep telefonu gibi şeyler. Biz de baskın yapmak için çıkmıştık zaten yola. Aracılardan biri muhbirdi," dedi Emre çayından bir yudum olarak.

"Sonra ne oldu?" diye sordum kendimi kaptırarak. Abime de anlattırırdım hep, merak ederdim böyle şeyleri. Bize dinlerken heyecanlı geliyordu ama onlar bunu yaşıyordu, çok tehlikeliydi.

"Sonra tabii muhbir iki taraflı çalışıyormuş, karşı tarafa da haber vermiş, pusuya düşürüldük. Erken fark ettik ama adamlar bizim ilerleyeceğimiz yolda silahlarla bekliyorlardı. Hepimiz aynı yerdeydik ama plan yapıp üç gruba ayrılmıştık, muhbirden haberimiz yok, tek seferde baskın yapmayı düşünüyoruz. En önde biz vardık öncü olarak. Arkada sekiz kişi çatışmaya doğru ilerliyor, habersiz. Sonra bir çözüm yolu bulmak için düşündüm. Osmanlıda bilirsin, Kurt Kapanı taktiği vardır, diğer isimleri Turan ve Hilal taktiğidir."

"Evet, gayet iyi biliyorum, Tarih öğretmeniyim ben." Omuz silkip tebessüm ettim.

"Çok iyi, o zaman daha kolay anlarsın. Ben öncü olarak kalıp diğerleri gelene kadar bekledim. Sonra biz dört kişi önden ilerledik, tabii bizi sadece dört kişi sandılar öncü olduğumuz için. Diğerleri iki taraftan sardı onları, sonra çapraz ateşe aldık, tabii hepsi yakalandı. Sonra da lakabım Kurt olarak kaldı," dedi Emre. Tam onu tebrik edecektim ki zil çalmaya başladı.

"Abim herhâlde." Emre ile kalkıp kapıya ilerledik. Emre kapıyı açınca abim tam karşımda duruyordu.

"Abi neredesiniz, kaç kere aradım seni." Söylenirken yüzüm asılmıştı. Gerçekten kapıda kalabilirdim bu soğukta Emre olmasa.

"Abim benim telefonum hiç çalmadı ki. Seda'yla konuşmuşsun sorun yok siz işinizi halledin diye. Kapıda da notu bulunca buraya geldim." Abim şaşkınlıkla konuşurken sinirle nefesimi verdim.

"Abi telefonunu verir misin?"

Elimi uzattığımda abim telefonunu çıkartıp verdi. Kendimden onu aradım ve hoparlöre verdim. Benim aramam çalıyordu ama telefon çalmıyordu. Sonra numaramı girdiğimde telefona, numaramın engelli olduğunu gördüm.

 

"Abi Gamze'yi engellemişsin," dedi Emre de elimdeki telefona bakarak.

"Ben neden engelleyeyim?"

Abimin kaşları çatılırken ben zaten onun yapmadığını biliyordum. Telefonu ona uzatıp gösterdim engelli olduğumu. Emre yanımda olduğu için onun numarasını da engellemişti büyük ihtimalle. O yüzden Emre aradığında da çalmamıştı telefon.

"Sen değil karın yaptı zaten bunu abi. Üstelik ben Seda'yı aradım, açmadı telefonu. Bana attığı mesaja bak, inanmıyorsan Emre'ye sor." Sinirim giderek artarken telefondan Seda'nın attığı mesajı bulup ekranı abime gösterdim.

"Eh be Seda, ben sana ne diyeyim?" Abim sinirlenerek çenesini sıvazladı.

Emre'ye de rezil olmuştuk onun yüzünden. Resmen beni istemediğini alenen belli ediyordu. Askıdan montumu alıp üstüme giydim, botlarımı da giyip bağcıklarını bağladım. Emre de benimle birlikte çıkmıştı evden. Arabasının bagajında kalan, bizim olan alışveriş poşetlerini verdi.

"Teşekkür ederim, sen olmasaydın cesedimi bulurlardı artık." O an abimi önemsemeden Emre'ye dönerek minnetimi ifade ettim. Çünkü sinirlenmekte oldukça haklıydım.

"Ben de teşekkür ederim yardımın için." Emre abimden çekinse de tebessüm etti.

"Sağ ol kardeşim, sen olmasaydın sıkıntı olacaktı bizim için." Abim, Emre'nin elini sıkarak samimi bir şekilde konuştuğunda, sesi minnettar çıkmıştı.

"Sorun yok abi, iyi geceler," dedi Emre tebessüm ederek.

Abimle eve doğru yürüdük. Tek kelime etmedim, oldukça sinirliydim. Eve gelince abim anahtarla kapıyı açtı, içeri girdik. Elindeki poşetleri mutfağın kapısının önüne bıraktım. Bu poşetler için beni sokakta bırakmıştı zaten.

"Seda!" diye bağırdı abim elindeki poşetleri kenara koyarak. Seda odadan çıkınca bana bir bakış attı memnuniyetsizce. Ne haltlar karıştırdığını söylediğimi bilmiyordu tabii, yine susup oturduğumu sanmıştı.

"Geldiniz mi?" Abime bakıp öylesine sormuştu, geldiğimizi gördüğü hâlde.

"Bir daha yalan söylersen, Gamze geri Ankara'ya döner ama tek başına değil. Seni de annenin yanına gönderirim. Madem sana kendi rızasıyla yardım edene haksızlık ediyorsun, o zaman mecbur kaldığına burnun sürte sürte gidersin. Son uyarım!" Abim sinirle Seda'ya bağırdığında yediği haltı anlattığımı da anlamıştı.

Seda sinirle bana baktığında omzumu silktim. Bu yaptığı çizmeyi aşmıştı artık. Onu umursamadan mutfağa gidip dolaptan kendim için atıştırmalık bir şeyler çıkartıp yedim. Sonuçta onlar dışarıda yemek yemişti, beni düşünmeyeni ben neden düşünecektim ki?

Yemek yediğim için çıkarttığım bulaşığı toplayıp, poşetleri yerleştirmeden çıktım mutfaktan. Seda Hanım kendi siparişlerini yerleştirsin bir zahmet. Merdivenlere yönelip soğuk olmasına rağmen üst kata çıktım. Kanepeden bozma yatağıma yorgan üstüne yorgan örtüp yattım. Sabah sabah Seda'nın yüzünü görmeye niyetli değildim. Emre ile geçirdiğimiz günü düşünüp gülümseyerek içimi çektim. Bir süre sonra kapanan gözlerimle uykuya daldım.

Sabah çalan zilin sesiyle uyandım. Gözlerimi zar zor açıp saate baktığımda sekiz bile olmadığını gördüm. Yataktan kalkıp kendime gelmeye çalışırken, valizden aldığım hırkayı üstüme giyip odamda çıktım. Merdivenlerden aşağı indiğimde kapı halen açılmamıştı. Seda'nın umurunda olmazdı zilin çalması, nasıl olsa evde her işi yapan Gamze vardı. Hırkanın önündeki kuşağı bağlayıp kapıyı açtım. Kapıyı açtığımda karşımda duran Emre'yi görünce şaşırdım. Yeşil gözleri beni incelerken ben de ona bakıyordum. Elinde dün ajanlık numaraları ile aldığım pedi görünce donup kaldım.

"Sanırım bunu benim poşetime koymuşsun," dedi gülmemek için dudaklarını ısırırken.

Loading...
0%