Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@deeindeniz

"Merhaba?" dedim tek kaşımı kaldırıp sorar gibi.

"Sizin kapının önündeki rögar tıkanmış, eriyen kar sularını çekmiyor, borular da don olduğu için patlayabilir. Evler müstakil olduğu için su basma tehlikesi var. Biz de çalışma yapıyoruz sorunu gidermek için, önlem amaçlı su vanasını kapatır mısın?" diye sordu Emre. Dün geceden sonra sizli bizli konuşmayı bırakmıştık artık.

Arkasına baktığımda üç askerin biraz ileride beklediğini gördüm. Ama bize bakmak yerine etrafa ya da yere bakıyorlardı. Kerem'i bizi tanıdığı için yanında getirmişti sanırım Emre.

"Tabii, kapatıyorum şimdi." Evi su basmasını düşünmek bile istemiyordum, petek macerasından sonra bir de bunu kaldıramazdım.

Hava buz gibiydi, kapının önünde iki dakika durunca bile donmuştum. Bu soğukta suyla çalışacaklardı bir de. Üşüyüp hasta olma ihtimalleri vardı. Kar kış demeden görevlerini yerine getirmek için uğraşıyorlardı.

"Tamam o zaman, görüşürüz," dedi Emre ciddi tavrından ödün vermeyerek.

Sanırım askerleri yanında olduğu için daha sert duruyordu. Otoritesi yüksek bir komutan olarak görüyordum onu; Kerem de dahil, çok saygılıydı Emre'ye karşı.

"Kolay gelsin."

Önce Emre'ye sonra Kerem'e bakarak söylemiştim. Kerem oldukça sessizdi bugün. Emre arkasını dönünce kapıyı kapattım ben de. Mutfağa geçip ana vanayı kapattım, sonrasında salona geçtim tekrar.

"Kimmiş gelen?" dedi Seda merakla.

"Teğmen Emre Bey gelmiş, evin önünde çalışma varmış da rögar tıkanmış. Vanayı kapatmamızı rica etti, ben de kapattım," dedim yerime otururken.

"Yazık, şu karda kışta çalışıyorlar dışarıda," dedi Zahide teyze üzülerek. Cemre'nin eşi Cem de rütbeli asker olduğu için görevin her şeyden önce geldiğini onlar da biliyordu.

"Öyle tabii, yazık onlara da, bir annenin kuzusu onlar da." Üzüntülü çıkan sesiyle Seda'nın içtenliğine gram inanmadım.

Bu kızda acıma duygusunun kırıntısı bile yoktu. Sırf misafir var diye böyle konuşuyordu eminim. Beni gecenin bir buçuğunda kapıya atmış kızdan bahsediyoruz. Yüzümde alaycı bir gülümseme oluştu. Seda'ya bakıp kahkaha atacaktım az daha.

"Neye gülümsüyorsun Gamze?" dedi hemen Seda. Beni kötülemek için bahane bulmuş gibi.

"Hiç, aklıma bir şey geldi de," dedim oturduğum yerde geriye yaslanırken. Onu kendi silahıyla vuracaktım. Anladığı dilden konuşmak bana göre olmasa da bu yaptıklarına bir karşılık vermem şart olmuştu artık.

"Anlat biz de gülelim," dedi beklediğim gibi gözlerini kısarak.

"Tabii ki yengecim anlatayım. Aklıma geldi geçen bir arkadaşım anlatmıştı da. Abisinin sevgilisi davet etmiş arkadaşımı yatıya. Kızın da çok önemli bir sınavı varmış ertesi günün sabahı. Başka şehirde okuduğu için günübirlik gidip geliyormuş üniversite okuduğu şehre. Arkadaşıma da mantıklı gelmiş abisi de kabul edince. Gece abisi ile sevgilisi kavga edince arkadaşımı kapının önüne koymuş elinde çantasıyla. Hem de bilmediği, kalacak yeri olmadığı bir şehirde. Böyle sen geldin de aklıma, ne yengeler var diye düşündüm," dedim gülümseyerek.

"Vay vicdansız, edepsiz kız, ailesi hiç mi görgü öğretmemiş!" dedi Zahide teyze kaşlarını çatıp sinirle. Tam da beklediğim tepki buydu.

"Gerçekten ne kadar rezil biriymiş. Hayır yani sen kavga ediyorsun, kızın suçu ne? Yaptığı cidden ayıp," dedi Cemre de.

Bense susup Seda'nın moraran yüzünü izliyordum zevkle çayımı yudumlarken. Benim üstüme oynarsa çekinmeden ben de onun üstüne oynardım. Anladım ki böylesi daha zevkli oluyormuş.

"Evet, şükür ki Seda gibi bir yengem var," dedim Seda'ya bakıp gülümserken. Seda da gülümsemeye çalıştı. Biraz daha zorlasa çarpılmış gibi görünecekti zorlama olduğu belli olan gülümsemeyle.

Seda ağzını açıp bir daha bana sataşmaya kalkmadı. Daha sonra Cemre'nin işinden, eşiyle nasıl tanıştığından ve onların memleketinden konuştuk. Cemre de okul öncesi eğitmeniydi. İkimiz de öğretmen olmak ve atanma sorunları ile ilgili konuşmuş, şartların zorluğundan dert yanmıştık. Bir saatin ardından kapı çalınca bu sefer Emre'nin geldiğini bilerek ayağa kalktım. Kapıya ilerleyip açtığımda tahminimin doğru olduğuna emin oldum.

"Merhaba," dedim direkt. Soğuktan yüzü kızarmaya başlamıştı hafiften. Giydikleri kamuflaj kalın olsa da esen rüzgâr ile soğuk bıçak gibi keskinleşiyordu.

"Merhaba, vanayı açıp su geliyor mu diye kontrol eder misin hemen?" diye sordu ellerini üşüdüğü için birbirine sürterken. Bu soğuk havada hepsi dışarıdaydı halen.

"Tamam, bekle bakıp geliyorum," dedim. Mutfağa gidip vanayı sonra da suyu açtım. Su akmıyordu vana açık olduğu hâlde. Vanayı her ihtimale karşı kapatıp kapıyı açtım tekrar.

"Su akmıyor vanayı açtığım hâlde," dedim beni bekleyen Emre'ye.

"Borular dondu yine o zaman" dedi derin bir nefes verirken. Yorgunluğu belli oluyordu, üstüne bir de üşümüştü.

"Kapıyı kapat içeri soğumasın, sen de üşüyorsun, gir içeri hadi. Bir daha bakalım biz de," dedi Emre.

Bu hâlde bile beni düşünmesi gülümsetti. Kapıyı kapatınca mutfağa geçtim ve beş büyük kupaya çay koydum. Büyük bir tabak çıkartıp içine de kek, patates salatası, böreklerden ekledim, fazla yaptığım için çok vardı. Tepsiyi elime alıp mutfaktan çıktım.

"Askerlere çay koydum, çok soğuk hava, verip geliyorum," dedim salona girdiğimde. Seda ağzını açtığında o konuşamadan Zahide teyze girdi araya.

"Benim güzel, merhametli kızım, ver tabii içleri ısınır." Seda da açtığı ağzını kapattı geri. Montumu ve ayakkabılarımı giyip tepsiyi elime aldım ve kapıyı açtım. Üç metre ilerideki Emre ve askerlerin yanına ilerledim. Emre'nin arkası bana dönüktü.

"Kurt Komutan'ım," dedim seslenerek.

Askerler ona böyle sesleniyorlardı ve Emre demek askerlerin içinde tuhaf olurdu sanırım. Ayrıca abim de komutanları oluyordu. Sesimle birlikte bana dönen Emre şaşırmış gibiydi. Yüz ifadesi yumuşarken elimdeki tepsiye kaydı bakışları.

"Buyurun Gamze Hanım," dedi. Sanki gülmek istiyor ama kendini sıkıyordu. Bence de gülmesin, tepsi var elimde.

"Çay getirdim. Hava çok soğuk, üşümüşsünüzdür diye."

"Çay mı Kurt Komutan'ım, iki dakika içsek olur mu?" dedi askerlerden birisi. Belli ki çayı çok seven biriydi ya da çok üşümüş.

"Rizeli olduğu nasıl da belli, çay deyince ağzının suyu akıyor adamın," dedi yanındaki asker de gülerek.

"Telaffuzunuz bayağı iyi, genelde yöre ağzıyla konuşuyor Karadeniz insanı," dedim şaşırarak. Her yörenin kendine has hafif bir ağzı oluyordu. Askerin ise konuşması gayet düzgündü.

"Liseyi ve üniversiteyi İstanbul'da okudum, yıllar içinde ağız kayboldu Gamze Hocam," dedi asker başını eğip saygıyla konuşurken.

İsmimi ve öğretmen olduğumu bilmelerine şaşırmıştım ama bir şey demedim. Belki abimden dolayı öğrenmiş olabilirlerdi ama bu da saçma gelmişti. Emre ya da Kerem söylemiş olabilir diye düşündüm. Askerlerin arasında Kerem yoktu, askeriyeye ya da ekmek büfesine dönmüş olmalıydı.

"Hadi gevezeliği bırakın, çaylar soğumadan için," dedi Emre tepsideki kupaları askerlere dağıtarak. En son kupayı da kendisi aldı.

"Teşekkürler Gamze Hanım," dedi.

"Rica ederim, atıştırmalık var bu tabakta da, alın siz onu da getirirsiniz sonra boşları," dedim tepsiyi uzatarak. Emre'nin gözleri parlarken, askerler de ondan farksızdı. Ev yemeği bir başka oluyordu tabii. Emre'nin tek kaldığını biliyordum, diğerleri de asker olduğu için sadece günlük çıkan yemeklerden yiyorlardı.

Emre'ye tepsiyi verip eve geri girdim. İki dakikada yüzüm soğuktan kızarmıştı hemen. Montumu çıkartıp salona geçtiğimde Zahide teyze ve Cemre gitmek için kalkmışlardı.

"Artık bize beklerim, mutlaka gelin," dedi Cemre içtenlikle bana gülümseyerek.

"İnşallah, geliriz," dedim ben de gülümseyip. Seda ile biraz zordu orası ama Cemre ve Zahide teyzeyi sevmiştim.

"Tabii tabii, geliriz," dedi Seda da yalancı bir gülümsemeyle.

Cemre ve Zahide teyzeyi kapıya kadar geçirdim. Seda kapıya gelme zahmetinde bile bulunmamıştı. Kapıyı açmamla yüzünde bir gülümseme ile kapıda durmuş, bir elinde tepsi diğer eli kapıyı çalmak için havada bekleyen Emre'yle karşılaştık. Zahide teyze ve Cemre'yi görmesiyle ciddi ve resmi hâline büründü yine. Fena yakalanmıştı, gülmemek için dudaklarımı ısırdım.

"Teşekkür ederiz çaylar ve börek için Gamze Hanım," dedi tepsiyi bana uzatarak.

"Rica ederim Emre Bey, afiyet olsun," dedim ben de ciddiyetle tepsiyi geri alırken. Nedense en ciddi anlarda gelen gülme isteği ile dolmuştum.

Emre kapıdan çekilirken, Zahide teyze konuştu. "Gamze eline sağlık, her şey çok güzeldi. Sen şu evlilik işini düşün bence, senin gibi kızı kaçırmazlar," dedi Zahide teyze gülümseyerek. Emre'ye baktığımda birkaç adım atmıştı ki durdu.

"Afiyet olsun Zahide teyze. Bakalım, nasip kısmet," dedim ben de gülümseyerek.

Emre'ye baktığımda biraz önce durduğu yerde olmadığını gördüm. Kaşla göz arası nereye gitmişti ki? Askerlere baktığımda halen çalıştıklarını gördüm. Cemre ve Zahide teyze gidince eve geri girip mutfağa elimdeki tepsiyi bıraktım. Salondaki tabakları almak için içeriye geldiğimde Seda karşıma dikildi.

"Sen insanların yanında ne biçim konuşuyorsun? Beni rezil mi etmek amacın?" Yüzüme sinirle bağırdığında tek kaşımı kaldırdım.

"Gerçekleri duymak zoruna gitti galiba? Seni rezil etmek istesem direkt senin olduğunu söylerdim. Başkalarından duy istedim yaptığın şeylerin nasıl göründüğünü. Bence daha fazla konuşmadan kendin otur düşün, ne yapıyorum, neden yapıyorum diye." Bağırmadım ama bu sözler bağırmaktan daha etkiliydi bence.

Seda söylediklerim ile sessizleşince ben de ortalığı toplayıp merdivenlere yöneldim. Akşama yemek yapmama gerek kalmamıştı, fazladan yaptığım için. Odaya girdiğimde halen sinirliydim. Hem yapıyor hem de yaptıkları yüzüne vurulunca üste çıkmaya çalışıyor. Bu kadar da yüzsüzlük olmaz, pes artık.

Valizden çıkarttığım kitabımı aldım, sakinleşmek için yatağıma yatıp okumaya başladım. Yorgunluktan gözlerim bir süre sonra kapanmaya başladı. Kanepeden bozma yatağımda uyuyakaldım.

Loading...
0%