Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@deeindeniz

Valizimi sürükleyerek girişteki kulübeye ilerledim. Burada her zaman bir asker durur ve içeri giren, çıkanları kontrol ederdi. Eğer içeriden birisi sizi davet etmemişse, arayıp geleni haber verirlerdi. Lojmandan içeri asker ve asker yakınları dışında araç sokmak yasaktı. Iğdır üç ülkeye sınırı olan bir şehirdi Ermenistan, İran ve Azerbaycan. Iğdır'ın Ermenistan'a olan sınır köylerine oldukça yakındı lojmanlar. Karşı komşunuz kim diye soran birine 'Ermenistan' cevabını vermekte varmış kaderde.

"Merhaba Cahit Üsteğmen'in kardeşiyim." Lojmanın giriş kapısında duran askere kimlik kartımı uzattığımda elimden aldı.

Bu kimlik kartları sadece askerin birinci derecede yakınlarına veriliyordu. Üstünde adın, soyadın, yakınlık derecen ve bağlı olduğun askerin kim olduğu yazıyordu. Orduevlerinde kalabiliyor ve askeriyenin sağladığı hizmetlerden indirimli olarak yararlanabiliyorsunuz. Örnek olarak askeri sosyal tesislerde kuaförler vardır ve siz dışarıda 20 liraya kestirdiğiniz saçınızı orada 10 liraya kestirebilirsiniz.

"Hoş geldiniz," diyen asker, kapıyı açıp incelediği kimliğimi geri verdi. Gülümseyerek başımı salladım. Bavulumu sürüklemeye devam ederek bana tarif edilen evi aramaya başladım.

Buradaki lojmanlar apartman değil, iki katlı dubleks evlerdi. Oldukça eskiydiler, sanırım yirmi yıllık vardılar. Evlerin rengi standart beyazdı, sayamasam da yirmi beş otuz arası ev olduğunu düşünüyordum. Abimin attığı konuma bakarak sağ tarafa, yürüyüş yoluna döndüm. Eksi bilmem kaç derecede dişlerim birbirine vuruyordu resmen. Bir an önce evi bulmak istiyordum. Sonunda evi bulduğumda derin bir nefes aldım.

Bavulumu hızla çekiştirip kapısında Cahit-Seda Karademir yazan evin önünde durdum. Zile basıp bekledim. Kapı açılmayınca Seda'yı aradım ama ne tesadüf ki açmadı! Artık sinir ve soğuk ile yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Zile arka arkaya basmaya ve kapıya alacaklı gibi vurmaya başladım. Çok geçmeden kapı açıldı. Sevgili yengem üstünde pijamaları ile güzellik uykusundan kalkmıştı sonunda!

"Ne bu Gamze alacaklı gibi?" dedi kaşlarını çatıp. Bir de sinirleniyor, vallahi deli olacağım. Geleceğimi de biliyordu üstelik.

"Dondum, kaç dakikadır kapıyı çalıyorum." Kapıdan çekilmesiyle içeri girip bavulumu kenara koydum. İçerisi dışarının buz gibi soğuğundan daha iyiydi.

"Dolapta kabak vardı. Kapak yapsana, canım çekti." Dakika bir gol bir. Abimin ve yeğenimin hatırına katlanacaktım sadece. İnsan bir hoş geldin, yolculuk nasıl geçti diye sorar değil mi? Normal olanı bu ama benim yengem normal değil.

"Tamam, yemeğini mi istersin, mücverini mi?" Sakin tutmaya çalıştığım sesimle içeriye doğru geçtim.

"Yemeği olsun, üstüne de yoğurt dökeriz," dedi ağzını şapırdatarak.

Gözlerimi kapatıp her şeyin bir rüya olmasını diledim ama maalesef gerçekti. Üstümdeki montu ve beremi çıkartıp askılığa astım. Kapının sağ tarafındaki mutfağa girdim. Etrafa şöyle bir baktım. Ön kapının olduğu yere bakan küçük bir penceresi vardı. Mutfak masası, altı tane bej rengi sandalye ve kahverengi bir halı vardı. Daha önceki mutfakları küçük olduğu için masa ve sandalye takımını yeni almışlardı.

"Senin boyun yine mi uzadı ne?" Sevgili biricik yengem, başını geriye atmış bana bakmaya çalışıyordu.

"Yirmi beş yaşındayım yenge, uzaması tıbbi olarak mümkün değil," dedim sıkıntıyla.

Boyum 1.75 olduğu için genelde uzun olarak nitelendirilirdim. Ama boyu 1.50 olan yengem için gittikçe uzuyordum nedense. Bunda onun boy kompleksinin payı da vardı. Sürekli benimle ilgili eleştirecek bir şeyler bulduğu için artık bu durumlar bana normal geliyordu.

Mutfağa girip buzdolabını açtım, içinden kabakları çıkardım. Yıkadıktan sonra güzelce soydum ve küp küp doğradım. Yarım saatlik bir uğraşın ardından pişen yemeğin altını kısıp, televizyon karşısında yatan Seda'nın yanına ilerledim.

"Benim odam nerede? Eşyalarımı yerleştirmem gerekiyor, abim gelene kadar dinlenirim biraz da." Hâlâ tam anlamıyla ısınamamıştım, üşüyordum.

"Üst katta, koridorun sağındaki en son oda," dedi yattığı yerden kalkmaya zahmet bile etmeyerek.

Bavulumla kısa bir bakışmanın ardından, ya Allah diyerek sırtladım. Tam dengemi kaybediyordum ki son anda geri sağladım. Nefes nefese çıktığım ahşap merdivenlerin sonunda elim kalbimde kaldım. Biraz sakinleşince koridorun sonunda olan odaya ilerledim. Kapı bir gıcırdama eşliğinde korku filmlerindeki gibi açılınca hemen bir Nas suresi okudum. Tövbe, bu kızın ne yapacağı belli olmazdı.

Odaya girdiğimde ise tamamen bir hayal kırıklığıydı benim için. Kanepeden bozma bir yatak, tek kişilik bir masa ve sandalye vardı. Ulan mahkumların bile daha çok eşyası vardır. Bavulumu kapının yanındaki boş yere bıraktım. Kıyafet yerleştirme işi de yatmıştı. Koşturmacanın sıcağı ile fark etmemiştim ama buz gibiydi içerisi, durdukça daha çok üşümeye başladım.

Bavulu açıp Seda'nın Ankara'dan istediklerini çıkarttım. Bavulun yarısı zaten onundu! Elime aldığım poşetlerle odadan çıkıp merdivenlerden indim.

"Yukarısı buz gibi, petekler de yanmıyordu, açmayı mı unuttunuz?" Seda'nın karşısındaki koltuğa oturduğumda, şöyle bir yüzüme bakıp televizyona geri döndü.

"Yok canım, petekleri akşam beş ile sekiz arasında açıyorlar sadece, merkezi sistem burası. Senin odanın peteği de bozuk zaten. Klima var bir tane, o da bizim odamızda," dedi yattığı yerde gerinerek. Bu konuyu abim gelince konuşmak üzere rafa kaldırdım. Seda ile bir çözüm yolu bulmak, soğukta yatmakla aynıydı çünkü.

"İstediklerini getirdim." Elimdeki poşetleri yukarı kaldırıp gösterdim.

"Koy bir yere, bakarım sonra," dedi umursamazca.

Gözlerim büyürken ağzım açık kalmıştı. Sabahın köründe kalkmış Ankara'yı turlamıştım ben istediklerini bulacağım diye. Gecenin bir vakti arayıp söylemişti çünkü. Sinirle poşetleri bıraktım, mutfağa gidip pişen yemeği kontrol ettim. Sağ sola bakarak bulduğum tabak kaşık ile sofrayı kurdum. Sabahtan beri bir şey yemediğim için acıkmıştım ben de.

"Yemek hazır yenge," dedim seslenerek. İki tabağa koyduğum yemeği servis ettim. Seda yattığı yerden yemek lafını duyunca hemen geldi. Yemeklerimizi sessizce yedik Allah'tan. Mutfağı toplayıp içeri geçtim ben de. Saat beş olmuştu ve burada hava erken kararıyordu. Biraz televizyon izleyerek vakit geçirdik.

Kapının çalmasıyla ayağa kalktım. Abimi gerçekten özlemiştim. İki kardeş olmanın verdiği olumlu bir yön ise bağın daha sıkı olmasıydı. Her zaman bir ablam ya da kardeşim olmasını istemiştim ama kısmet değilmiş. Annem ve babamın yaşı da bayağı ilerlemişti zaten evlat sahibi olduklarında. Babam şimdi altmış iki yaşında, emekli, annem ise elli dokuz yaşında bir ev hanımıydı.

Kapıyı açtıktan sonra gülümseyip kocaman sarıldım abime. Üstündeki kamuflaj bile buz tutmuştu ama önemsemedim. Abim de beni sararken arkadan bir yalancı öksürük geldi.

"Hoş geldin hayatım," dedi Seda kendini belli etmek için.

"Hoş geldin abi," dedim ben de gülümseyerek. Kısa kesim siyah saçları, kahverengi göz rengiyle abimle benziyorduk. 1.83 olan boyuyla abim benden biraz uzundu. En son Seda'yı Ankara'dan almak için geldiğinde görüşmüştük, yani üç ay önce.

"Hoş buldum," dedi abim bir bana bir Seda'ya bakıp. Kapıdan çekilip abimin girmesi için yol verdim. Kapıyı kapatıp salona doğru geçtik.

"Yolculuğun nasıl geçti prensesim?" diye sordu abim.

Yaşım ne kadar büyürse büyüsün abimin hep prensesi olarak kaldım ben. İsmimle seslenmek yerine hep prensesim derdi. Bunda abimin okuduğu bir masaldan çok etkilenip, prenses olacağım ben diye bütün ev halkını ayağa kaldırmamın da etkisi vardı tabii. Abim de o gün beni evin prensesi ilan etmişti.

"Ne prensesi canım, kız evlenecek yaşta hâlâ prenses diyorsun," dedi Seda bozularak. Ben de diyordum ne zaman başlayacak laf sokmaları, kıskançlıkları.

"Ne evlenmesi? Daha mesleğini eline alacak benim kardeşim önce. Sonra isterse belki bir ihtimal olabilir." Abim her zamanki korumacı tavrıyla hemen beni kanatları altına almıştı. Gülümseyerek öpücük attım.

Seda böyleydi işte, abimle aramızdaki en ufak konuşmayı bile kıskanır, kendine pay çıkartırdı. Etraftan duyduğum kötü görümcelere taş çıkartırdı. Liseden çok yakın arkadaşımın anlattığına göre de eşinin ablası, eşiyle arasındaki samimiyeti kıskanır, laf söylermiş sürekli. Bizde ise durum tam tersiydi. Abim üstünü değiştirip geldi.

"Aç mısın Cahit? Kabak yemeği vardı." Seda konuyu değiştirmek için yemeği öne sürmüştü bile, utanmasa ben yaptım derdi, hatta bunu demesini beklerdim.

"Yok canım, değilim. Çok yoruldum bugün, kardan kapanan köylere gittik, yol açma çalışmaları vardı. Hasta çocuklar ve yaşlıları hastaneye götürdük, yoğun geçti," dedi abim. İşleri bir o kadar zor ve güzeldi ki insan imrenmeden yapamıyordu.

Bazen özeniyordum ama annem ve babam karşı çıkıyordu. Abim asker olduğu için bir evlatlarını daha uzağa göndermek istemiyorlardı. Ama unuttukları bir şey vardı ki ben zaten tayinim ülkemin en ücra köyüne dahi çıksa gidecektim.

"Abi bu arada yukarıdaki oda çok soğuk, ne yapabiliriz?"

Oda dışarıdan bir iki derece daha sıcaktı muhtemelen. Dışarısı eksi yirmi beş olduğuna göre kesin hipotermi geçirip sabaha nalları dikerdim. Seda da kına yakardı artık, abim tek ona kaldı diye.

"Bugün salonda yat abim, yarın oraya elektrikli ısıtıcı alalım. Aşağıda iki oda var ama biri ardiye gibi diğeri de bebek eşyasıyla dolu." Abimin önerisiyle onayladım, hiç yoktan iyidir.

"Tamam abi."

Evden, annemle babamdan, genel olarak akrabalardan konuştuk bir süre. Annem ve babamla her hafta görüntülü konuşuyorlardı zaten. Çok özlediğimiz zaman ya biz hafta sonu geliyorduk ya da abim geliyordu. Annemin ameliyatı çıktıktan sonra Seda'nın hamileliği, sonrasında abimin gittiği görevler derken üç ay görüşememiştik.

Saatin on olmasıyla abim ve Seda odalarına gittiler. Abim sabah çok erken çıkıyordu evden, Seda da hamile olduğu için çok çabuk yoruluyordu. Ben de yatağımı hazırladıktan sonra üşüyerek ve yorucu geçen bir günün ardından yastığa başımı koyar koymaz uyudum.

Loading...
0%