Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@deeindeniz

"Ne yapacağız şimdi?" Kalbim hızla atmaya başlarken panikle Emre'nin kolunu tuttum.

Ellerim istemsizce titremeye başlamıştı. Emre elimi tutup beni kendine çevirdi. Yüzünde sakinlik vardı ve bu bana iyi gelmişti. Bu gibi durumlarsa asker olduğu için soğuk kanlı olması çok iyiydi. Çünkü biraz sonra panik atak geçirebilirdim. Böyle bir durumla ilk kez karşılaşıyordum ama duymadığım bir şey değildi. Haberlerde verilen olayların şu an birebirini yaşıyordum.

"İlk önce sakin olacağız. Derin derin nefesler al ve önce sakinleş Gamze." Elimi tutup güvence vererek sakince konuştuğunda başımı salladım.

Ellerimi bırakıp cebinden telefonunu çıkarttı ve birini aradı. Kulağına koyduğu telefonla bir yandan da arabanın farlarını kapatıp çalıştırmadan boşa alarak yol kenarına çekti. Bulunduğumuz yer dağlık olduğu için arabanın engebeli arazide aşağı doğru inmesi zor olmamıştı. El frenini çekip arabayı durdurduğunda sinirle konuştu.

"Kahretsin, duymuyorlar!" Telefonu kapattı ve tekrar başka birini aradı. Uzun süre çalan telefona yine cevap yoktu. Sonra başka birini daha aradı ve telefon bu sefer kısa sürede açıldı.

"Gediz, herkese haber ver, saldırı var! Acele edin, kadınlar ve çocukları sığınağa indirin. Ben geri dönemeyeceğim, çoktan sarıldı etrafımız. Cahit Komutan'ıma ilet, Gamze de yanımda," dedi bana bir bakış atarak. Karşıdan gelen sesle kaşları çatılırken ifadesi sertleşti.

"Sana ne diyorsam onu yap, hemen!" diyerek telefonu kapattı sinirle, az önce bana sakin ol diyen adam.

Yüz kasları gerilirken, Gediz'in dedikleri yüzünden sinirlendiğine emindim. Gediz'le konuşana kadar sesini yükseltmek bir yana kaşları bile çatılmamıştı. Benim ismim geçtiğine göre Emre'yi sinirlendirecek ne söylediğini merak ediyordum. Umarım saçma sapan konuşmamıştır. Düşüncelerim orada olan ve eğlenceye devam eden insanlara kaydı.

"Onlar iyi olacak, değil mi?" Emre'ye baktım endişeyle.

"Merak etme, onlar tecrübeli askerler, asıl bizim için burada olmak zor ama sen buna da endişe etme, ben de tecrübeli bir askerim," dedi Emre kendinden emin bir şekilde. Başımı sallayıp onayladım onu. Hepsi ailesini korurdu, buna emindim. Emre'ye güveniyordum.

"Peki şimdi ne yapacağız?" Karanlık olduğu için hiçbir yer net olarak görünmüyordu.

"İlk önce arabadan ayrılmamız lazım, bizi bulmaları uzun sürmez. Gideceğimiz tek yer şu an için yakınlardaki nöbet kulübesi. Gece görüş dürbünü ve elimde fazladan tabanca olmadığı için fazla dayanamayız. Tek olsam neyse de seni riske atamam, kaç kişiler onu bile bilmiyoruz," dedi gözleri üzerimdeyken.

"Tamam, ne yapmam gerekiyor?" dedim artık daha sakindim. Emre'ye yardımcı olmak istiyordum.

"Elimi sakın bırakma," dedi Emre, sonra da arabayı yavaşça açıp dışarı çıktı ve benim olduğum tarafa döndü.

Yavaşça açtığı kapıdan elini bana uzattı. Sımsıkı tuttum sıcacık elini, gecenin karanlığı bizi sararken. Kapıyı çok ses çıkacağı için kapatmayıp aralık bıraktı. Hava gecenin etkisiyle buz gibiydi ve ben maalesef ki elbise giyiyordum! Titrememek için kendimi kastım, Emre'nin elini sıkarken yavaş ve sessiz adımlarla ilerledik.

Yol yerine ağaçlık olan alanları tercih edip kendimizi olabildiğince saklayarak gidiyorduk. Ayağım dala takılınca az daha düşüyordum ama Emre'nin sıkıca tutan eli ben düşmeden çekti beni. Kalbim haddinden fazla hızlı atarken arkamızdaki çalılıklardan hışırtı sesi geldi. Yere düşen kırık dallara basılmasıyla daha çok dikkat çekti. Gözlerim korkuyla büyürken Emre elini ağzına götürüp sessiz ol işareti yaptı. Başımı yavaşça sallayıp onayladım onu.

"Uzağa gitmiş olamazlar, araba yakında," dedi çok da uzağımızda olmayan bir ses. Yutkunurken gözlerimle etrafı taradım. Olduğumuz yerden kıpırdamıyor, nefes dahi almıyorduk neredeyse.

"Şu taraftan ses geldi," dedi başka birisi.

Gözlerim panikle Emre'ye dönerken elimi bıraktı ve sessiz bir şekilde kemerinde asılı duran tabancasını çıkarttı. Emniyet kilidini açıp sessizce mermiyi şarjöre sürdü, ateşe hazır hale getirdi. Adım sesleri daha yakınımızdan gelmişti ki iki el silah sesi duyuldu. Nefesimi tutmuş, donup kalmıştım. Kim ateş etmişti? Daha doğrusu kime ateş edilmişti?

"Koşun çabuk!" diye bağırdı ilk konuşan kişi ve birkaç metre ilerimizde olan hışırtılar artarken bizim tam tersimiz yönünde ilerlemeye başladılar.

"Koş!" dedi Emre, elimi tutup hızla beni kendine çekti.

Bir elinde halen silah duruyordu ve diğer eli beni kendine hapsetmiş, peşinde sürüklüyordu. Hızla Emre'yle birlikte koşmaya başladım. Vücuduma dolan adrenalin ile soğuğu artık hissetmiyordum ama korkuyla atan kalbim sıkışıyordu. Hızla ayağımızın altında gıcırdayan karla, çalılıkların arasından rüzgâr gibi geçiyorduk. Nefes nefese kalmıştım artık, kalbim kulaklarımda atıyordu.

"Emre," dedim kesik kesik nefes alırken.

Vücudumu terk eden adrenalin artık beni taşımıyordu. Bacaklarım soğuktan dolayı hissizleşmeye başlamıştı. Üstümdeki elbise beni ısıtmayı bırak, yanından bile geçmiyordu. Ayağımdaki ayakkabılar karın içine battığımız için sırılsıklam olmuştu.

"Geldik, son bir gayret, tamam mı?" dedi Emre bana bakıp. Başımı salladım, konuşamayacak kadar nefesim boğazımda takılı kalmıştı.

Emre ona yaslanmamı sağlayarak yükümü kendine aldı. Tek eli belimin altından sarılmıştı, diğerinde elinde ise tetikte bekleyen silahı vardı. Yüzüm soğuktan karıncalanmaya başlayınca sonunda bir askerin beklediği nöbet kulübesini gördüm. Aramızda iki üç metre vardı. Hızla ilerlediğimiz yolda arkamızdan silah sesleri yükselmeye başladı. Silah seslerini duyan asker de bize doğru dönüp nişan aldı.

"Teğmen Emre Kurt, parola Vatan! Asker, silahını sakın indirme, baskın var!" dedi Emre olduğumuz yerde durarak, askere onu tanıması için gerekli bilgileri verip.

"Mücahit Varan, Ardahan. Emret komutanım!" dedi Emre'yi tanıyan asker kendini tanıtarak.

Arkadan giderek yaklaşan sesler ile küçük kulübenin yanına ilerledik hemen. Gecenin bir karanlığında ay ışığına sığınıp kalmıştık. Tek kişinin hareket edebileceği kadar genişliği olan, sadece üstü bir tenteyle kapalı ve belimize kadar gelen duvarla etrafı çevrili bir yapıydı nöbet kulübesi. Emre'yle içeri girdiğimizde üç kişi yan yana zorlukla sığmıştık. Emre hemen yandaki gece görüş dürbününü alıp önünüzdeki karanlık ormanı taradı. Ellerimi bedenime sardım, çok üşüyordum.

"Ben seslerden altı kişi saydım ama daha fazla olabilirler." Bakışları bana dönerken sessizce cevap verdim.

"Ben sadece iki kişinin sesini duydum."

"Onlar konuşma sesiydi, durduğumuzda karda ilerleyen ayak sesleri altı kişiye aitti," dedi etrafı kolaçan etmeye devam ederek. Adama boşuna kurt demiyorlar, her şeyi duyuyor. Gerçi ben o an korkudan transa girdiğim için de pek farkında değildim olan bitenin. Silah sesleri bir süre sonra durdu.

"Komutanım, gelen var," dedi Mücahit, karanlık ormanda bir yeri işaret ettiğinde Emre'nin bakışları oraya döndü.

"İki kişiler," dedi Emre, Mücahit'in ona uzattığı dürbünü alıp baktığında.

Ben kimseyi görmüyordum, gecenin karanlığının üstüne eklenen ağaçların çevrelediği orman gizliyordu onları. Sesler giderek artarken Emre öne çıkmış, beni arkasına almıştı. Mücahit silahını omzuna almış, atış için hazır hale gelmişti.

"Silahlarınızı atın, Türk askerine teslim olun!" diye bağırarak ilk uyarısını yaptı Emre. Karanlığın etkisiyle göremiyordu ama yaptıkları sesten nerede oldukları net bir şekilde belli oluyordu.

"Asıl siz teslim olun T.C askeri. Kalabalığız, etrafınızı çevirdik!" diye bağırdı ormanda sesini duyduğumuz adamlardan birisi.

"Son kez söylüyorum. Teslim olun, ateş açacağız!" dedi Emre bağırarak.

Karşıdan gelen silah sesiyle bize doğru nişan almış, ateş ediyorlardı. Emre direkt eliyle başımı aşağıya bastırmış, kendisiyle birlikte yanında duran Mücahit'i de yere çekmişti. İki el silahın ardından ses kesildi. Emre başını kaldırıp dürbünle baktı.

"Gece görüş dürbünleri yok, ateş ediyorlar ama kör karanlığa." Emre'nin sözlerinden sonra hiç değilse bizi göremedikleri için rahat bir nefes aldım.

"Komutanım, bizim için avantaj bu, vurabiliriz ikisini de." Mücahit heyecanla konuştuğunda, ikiye iki oldukları için ihtimal verdim.

"İkisini aynı anda vurmamız gerekiyor Mücahit, sorun şu ki tek bir dürbünümüz var," dedi Emre sıkıntıyla nefesini vererek.

"Ben yardımcı olabilirim." Kendimden emin çıkan sesimle birlikte ikisi de bana doğru döndü.

"Nasıl olacak?" diye sordu Emre bana merakla.

"Abim askeriyenin sınavlarına hazırlanırken poligonda beraber çalışırdık. Abim gözlerini kapatır, ben de ona hedefin yerini söylerdim, böylelikle hedefe tam isabet vurmaya çalışırdı," dedim açıklayarak. Şu an en çok istediğim şey üçümüzün de buradan sağ salim çıkmasıydı. Bunun için korkularımı bir kenara bıraktım.

"Komutanım, dürbünü eğer hanımefendiye verirsek bizi yönlendirebilir. Atış konusunda ben de iyiyimdir, derecem var." Mücahit önerisini sunarken benim akımdan geçen de buydu.

"Yapabilir misin?" dedi Emre'nin gözleri beni bulurken.

"Yaparım, yapmak zorundayım," dedim. Emre gözlerime bakıp başını salladı.

Eğer önce Emre ya da Mücahit ateş etse, kör karanlıkta arka arkaya ateş ederlerdi yerimiz belli olduğu için. Gelen kurşunlardan birisinin isabet etme olasılığı da yükselmiş olurdu. Ayrıca birini indirseler bile diğerinin geri çekilip destek çağırma olasılığı yüksekti. İkisine de aynı anda ateş etmek zorundaydılar.

Dürbünü bana uzatan Emre'nin elinden aldım. Titreyen ellerimi sabit tutmaya çalışarak soğuk havayı içime çektim. Bedenimi esir alan adrenalin yükselirken ayağa kalktım. Bir yanımda Emre diğer yanımda Mücahit silahlarını kaldırıp ateşe hazır hâlde beni beklediler. İlk önce Mücahit'in tam arkasında durup eliyle desteklediği tüfeğinin hizasında dürbünle baktım. Silahlarını bizim olduğumuz yere nişan alan pislikle zorlukla yutkundum. Acele etmemiz gerekiyordu.

"Mücahit çok az sağa. Evet evet. Tamam, dur, şimdi iki santim aşağıya. Hayır, biraz daha, tamam budur. Sakın kıpırdama, hareket hâlinde değiller şu an. Silahlarıyla burayı hedef aldılar. Onlar da ateş edecek," dedim ve hemen Emre'nin arkasına geçtim.

"Biraz yukarı, biraz da sola. Tamam, şimdi oldu," dedim dürbünle karşı tarafa baktığında ateş için nişan aldıklarını gördüm.

"Şimdi!"

 

 

 

Yeni bölümler için oy vermeyi unutmayınız lütfen.

Loading...
0%