@deeindeniz
|
Gamze'den "Çok şey oldu ama ben abin değilim." Çok yakından gelen sesle birlikte gözlerimi açtığımda karşımda Haşim Albay'ı görmeyi beklemiyordum. Şaşkınlıkla öylece bakıp kaldım. Hemen kolumu sabit tutarak oturup toplandım. Bu saatte burada ne aradığını cidden merak ediyordum. Kapıyı kapatıp odanın içinde ilerledi. "Rahatsız olma kızım," dedi Haşim Albay yatağın yanında duran koltuğa oturarak. Üstündeki kamuflajı görünce askeriyeden geldiğini anladım. Yüzünde bir tebessüm vardı. "Kusura bakmayın efendim, abim sandım da sizi," dedim mahcup bir şekilde. "Geçmiş olsun Gamze, nasılsın?" dedi sakin bir şekilde askıda olan omzuma bakarak. "İyiyim efendim, ağrım yok." Yapılan ağrı kesiciden sonra daha iyi hissediyordum. "Raporları okudum. Hem Mücahit hem de Emre'nin anlattıkları, yaptığın inanılmaz bir cesaret. Tebrik ediyorum seni kızım." Yüzündeki gururlu tebessümle birlikte ben de tebessüm ettim. "Ben elimden gelen ne varsa onu yaptım." İçimden geldiği gibi samimiyetle konuştuğumda yavaşça başını salladı. Haşim Albay tam ağzını açmıştı ki kopan gürültüyle yerimde sıçradım. Bir şey pat diye ses çıkardı. Koridordan gelmişti ses, hem de bayağı yüksekti. Haşim Albay hemen yerinden kalkıp kapıya yöneldi. Eli belindeki silaha yöneldiğinde ben de merakla bakıyordum. "Ne oluyor burada!" Kapıyı açtığında gürledi birden. Gözlerim sonuna kadar açık, az önce yanımda oturan adam mı bu, dedim. Fırtına gibiydi resmen. "Bir yanlış anlaşılma oldu komutanım." Emre'nin sesiyle daha fazla kulak kesildim. Göremiyordum onu ama sesindeki ciddiyet kendini belli ediyordu, oldukça gergindi. Yine ne olmuştu da böyle zor durumda kalmıştı konuyu merak ediyordum. "Evet komutanım, yanlış anlaşılma oldu. Ben yaralanan askerimize geçmiş olsun demek için gelmiştim, Gamze Hanım'ın yan odasında kalıyor, biliyorsunuz. Emre Komutan'ım da şüpheli sanmış beni arkadan görünce." Gediz'in sesini duymamla kaşlarım çatıldı. Bu ikisi ne karıştırıyordu anlamamıştım. Üstelik Gediz'in yalan söylediğine de emindim. Asla Emre ile aynı tarafta olmazdı, bir çıkarı olmadığı müddetçe. "Kendinize gelin, hastane burası! İkiniz de izinli değil misiniz bugün, gidin dinlenin!" diyen Haşim Albay'ın sesi bıçak gibi kesti sözlerini. "Emredersiniz komutanım!" Emre ve Gediz aynı anda söyledikten sonra Haşim Albay geri odaya girdi ve kapıyı kapattı. Emre beni görmeye mi gelmişti? Eğer öyleyse Haşim Albay gönderdiği için içeri gelemezdi bir daha. Haşim Albay bana doğru dönerken, merakla o tarafa baktığımı görünce tebessüm etti. Hemen başımı çevirdim boş duvara doğru. "Duvarlar da ne güzel, bembeyaz, iç açıyor baktıkça," dedim gülümsemeye çalışarak. "Yalnız duvarlar açık sarı, kızım. Acaba düştün de gözlerine bir şey mi oldu?" Haşim Albay'ın düşünceli çıkan sesiyle zorlukla yutkundum. "Yaaa, öyle miymiş? Işıklardan göz yanılması oldu sanırım," dedim. Ah ah Gamze, şanssızlığın bugün de yüzüne kahkaha atıyor, maşallahın var! "Benim seninle konuşacak başka bir konum vardı bu haytalar bölmeseydi." Haşim Albay eski yerine oturarak konuştuğunda gözlerimi ona çevirdim. "Nedir?" dedim merakla. "Bu saldırının planlı olduğunu düşünüyoruz." Yüzünde oluşmaya başlamış derin çizgiler kaşlarını çatmasıyla ortaya çıkmıştı. Oldukça düşünceli ve endişeli göründü gözüme. "Nasıl peki?" dedim anlamaya çalışarak. "Yılbaşından birkaç gün önce eğlence iptal edilmişti. Daha sonradan hareketlilik yavaşlayınca sınırda, ben de askerlere ve eşlerine moral olması için yapılmasına karar verdim. Birisi o gece herkesin toplanacağını biliyordu." Bana bakarak anlattığında olayları anladığım an şaşkınlıkla ne diyeceğimi bilemedim bir süre. "O yüzden lojmanlar yerine direkt askeriye hedef alındı." Sözlerimle birlikte yavaşça her şey yerine oturdu. Lojmanlar daha açık bir hedefti ve rütbeli askerler evlerinde daha savunmasızdılar. Eşleri, çocukları varken kimse endişe etmeden kendini bir çatışmanın ortasına atmaz, siviller için savunma yapıp geri püskürtmeye çalışırdı saldırıyı. Oysaki o gün planlı bir şekilde hem sivillerin hem de askerlerin ağır hasar alacağı ve yine savunmasız olacakları bir yer seçilmişti. Askeriyede yapılan organizasyonla ilgi bir anda değişmişti. "Zeki bir kızsın Gamze, şimdi bana çıkardığın sonucu söyle," dedi Haşim Albay gözlerime bakarken. "İçeride köstebek var." Bulduğum sonuçla birlikte gözlerim açıldı. "Maalesef öyle. Bunu sadece abin ve ben biliyoruz. Şimdi üçümüzün arasında sır olarak kalacak." Haşim Albay'ın emredici, kesin bir tonda konuşmasıyla birlikte aklım karıştı. Sadece yüksek rütbede olan iki kişi biliyorsa oldukça önemli bir şeydi. Abim bana bunların hiçbirinden bahsedemezdi çünkü oldukça gizli bilgilerdi bunlar. Karşımda duran, yıllarını bu mesleğe adamış adamın ise kesinlikle bana anlatmasının altından bir neden olduğunu hissediyordum. Direkt olarak sormaya karar verdim. "Bildiğim kadarıyla bunlar gizli bilgi. Neden bana söylüyorsunuz? Ayrıca kimseye bu konuyla ilgili tek kelime etmeyeceğime de emin olabilirsiniz," dedim aklımdan geçen, beni tereddütte bırakan soruyu sorarak. "Çünkü bizimle iş birliği yapmanı istiyorum. Sen bir asker kardeşi ve ülkesini seven Türk gencisin. Öğretmenlik yapmaya başlayacaksın kısa zaman sonra, senden sadece gözlemlerini paylaşmanı istiyorum. Seninle arkadaş olmalarına izin ver." İşte şimdi nedenini anlamış oldum. Ben içlerine girecek biriydim, hepsi tanıyordu ya da tanıyacaktı beni. Haşim Albay'la abim de onlara yakındı ama benim gibi arkadaş olamazlardı. Sonuçta üstüydü ikisi de ve içerideki hain kimse onlara bu konuda açık vermemişti bu zamana kadar. Bense hepsini yeni tanıyordum. "Rütbeli askerlerden mi şüpheleniyorsunuz?" dedim içime bir öküz dört bacağını da yayıp otururken. "Cahit ve benden sonra rütbeli olanlar sadece o yedi kişi. Güzergâh ve yol haritasını sadece onlar biliyordu." Haşim Bey ellerini oturduğu koltuğun kenarlarına koyup geriye yaslanarak konuştuğunda, birkaç gün önce tanıştığım adamlar geçti gözümün önünden. "Ben çok şaşırdım ve ne diyeceğimi bilemiyorum." Serbest olan elimle saçımı geriye doğru atarken derin bir nefes aldım. Beynim tüm fonksiyonlarını durdurmuştu sanki. Kalbim, peki ya Emre, diye çarptı. Yedi kişinin içinde Emre'nin de ismi vardı. Nedense koşulsuz şartsız ona güveniyordum. Böyle bir şey yapmayacağına karşı içimde büyük bir inanç vardı. Üstelik bunu yapacak potansiyele sahip birisi varken. Gediz'den her şeyi beklerdim. "Abin de destekliyor, beni ikna eden de kendisi oldu zaten. Silah kullanmakta oldukça iyiymişsin abinden duyduğuma göre." Haşim Albay tek kaşını kaldırarak bana baktığında başımı salladım. Abimin bu konuda beni önermesine oldukça şaşırmıştım. Düşündüğümde, polis olmama bile sıcak bakmamıştı üniversite sınavından önce. Kendisi asker olmuştu sonrasında ama halen sıcak bakmıyordu. Kendimi korumam için üniversite döneminde ders aldırmıştı bana, silah kısmıysa biraz daha başkaydı. Abim, askeriyenin sınavlarına hazırlanırken ben de onunla birlikte heveslenip öğrenmiştim. "Evet, silah kullanmayı biliyorum, ruhsatım da var." Her ihtimale karşı yanımda taşıyordum ruhsatımı. "Sana kendi silahlarımdan birini vereceğim, her ihtimale karşı yanında taşıman için. Senden sadece gözlemlerini paylaşmanı istiyorum, dikkatli bir öğretmen gibi," diyerek beni ikna etmeye çalıştı Albay. Eğer kabul edersem onlara faydam olacaktı. Hem o kişi bulunursa diğerlerinin de suçsuzluğu ispat edilirdi. Emre'yi düşünüyordum, suçsuz yere üstüne bile kalabilirdi bu suç. Üstelik yılbaşı gecesinde olanların tekrarlanma ihtimali vardı. Abimin, diğerlerinin tuzağa düşme ihtimali bile çok kötüydü. Kararımı vermiştim. "Peki, sadece gözlemlerimi paylaşacağım." Kabul etmemle birlikte tebessüm etti albay. "Teşekkür ederim kızım." Elini uzattığında bekletmeden sol elimi uzattım. Bilerek tutmam için kendisi de diğer elini uzatmıştı. Haşim Albay çıkarken yattığım yerde iyice yayıldım. "Ne yapacağım şimdi ben?" diye düşündüm sıkıntıyla nefesimi verirken. Altına girdiğim yük çok büyük bir şeydi. Masum birini suçlamak ya da suçlu ile yüzleşmek, ikisi de oldukça kötü bir durumdu. Peki Gediz ve Emre, onlar ne olacaktı? Tanıştığım astsubayların hepsi cana yakın, çok iyi kişiler gibi duruyorlardı. Üstelik şüphe çekecek bir durumları da yoktu bence. Baş ağrım başlayınca gözlerimi kapatıp uyumayı bekledim. İlaçların da etkisiyle vücudumu serbest bıraktım ve kısa süre sonra uykuya daldım. "Gamze," diyen sesle gözlerimi yavaşça araladım. Bir çift zümrüt göz girdi görüş alanıma. Gözlerimi kırpıştırıp gerçek olup olmadığına emin olmaya çalıştım. Gözlerim ışığa alışınca netlik kazandı, zümrüt gözler gitmemişti, buradaydı, rüya değildi. Koskoca üç gün geçmişti ama beyefendi yeni geliyordu yanıma. Aklıma gelen fikirle gülmemek için yanaklarımın içini ısırdım. "Kimsiniz?" dedim şaşkın şaşkın bakarak. "Gamze, benim Emre." Kaşları çatılırken cevap vermişti. Biraz geri çekilip şöyle bir inceledi beni. "Ben Emre diye birini tanımıyorum. Başka biriyle mi karıştırdınız acaba?" Omzumu silkip yatakta oturdum. Koluma dikkat ederek arkamdaki yastığı biraz kaldırdım. "Hayda, ulan kıza neler söyledim hafızasının gideceği tuttu," dedi başını iki yana sallayıp ellerini saçlarının arasından söylenerek geçirirken. "Beyefendi çıkar mısınız lütfen dışarıya?" Gülmemek için kendimi zor tutarken, bana tanıştığımızda hanımefendi dediği geldi aklıma. "Gamze benim ben, Teğmen Emre. Hani tilkilere yem olmaktan seni kurtaran Emre. Sonra senin odanın kaloriferi patladı, bir günde beraber alışveriş yaptık, benim evimde sen temizlik yaptın hatta," dedi yatağın yanına gelip göz göze geleceğimiz şekilde eğilirken. Bakışlarında garip bir şey vardı. Gözlerime dikkatlice bakarken orada kendini aradığına emindim. Onu unutmuş olmamamı istiyordu. Nedense bu durum hoşuma gitti. Oyunu biraz daha uzatmaya karar verdim, daha fazla neler döküleceğini merak ederek. "Aaa, beyefendi uydurmayın lütfen, ben asla sizin evinize gelmedim." Başımı diğer tarafa çevirip ona bakmadım. Elimi ağzıma bastırdım gülmemek için. Ay birlikte yaptıklarımızın hepsini de hatırlıyor! "Bak hatta sen vurulduğunda ben senin yanındaydım. Seni eve bırakıyordum baskına uğradığımız anda. Onu da mı hatırlamıyorsun?" dedi son bir umutla. Başımı ondan yana çevirdim, gözlerimi kocaman açıp hayretle sordum. "Ben vuruldum mu?" Emre de hayretle bana bakarken cevap verdi. "Yok ben vuruldum." Gözlerimin içine yoğun bir şekilde bakarken etkisi altına girmemek çok zordu. "Yaa, nereden vuruldunuz?" Acaba daha önceden yaralanmıştı da ondan mı bahsediyordu. İma ettiği şeyse eğer kalbim üç beş takla atmıştı. Sana vuruldum mu demek istiyordu yoksa? "Gidip bana gayet iyi diyen doktoru bulmayan Emre'yi," deyip kapıya doğru gidiyordu ki arkasından bağırdım hızla. "Kandırdım!" dedim aceleyle. "Eh be Gamzeli eh be, ne diyeyim ben sana," dedi Emre bana dönerken. Gamzeli kelimesi beynimin duvarları arasında dönüp dururken beynim beni kuytu bir sokaktaki karanlık bir anıya sürükledi. "Dayan Gamzeli'm, sen çok güçlünsün ve bizim daha konuşacak çok şeyimiz var. Aramızda yarım kalmış bir şeyler var." Emre'nin sesinden duyduğum ve yeni hatırladığım sözlerle, imasının aslında gerçek olduğunu anladım. Emre, sana vuruldum, demek istemişti.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
|
0% |