@deeindeniz
|
Elini çekmesiyle derin bir nefes aldım ve yerinden çıkacak gibi atan kalbimin üstüne elimi bastırdım. Biraz daha sakinleşince kaşlarımı çatarak beni korkutan adama bakışlarımı çevirdim. Kızgınlıkla yanlış bir şey söylememek için sakinleşmeye çalıştım. "Ne yapıyorsun, aklım çıktı!" Karanlıkta görünen belli belirsiz yüzünden tam olarak ifadesini çözemiyordum. "İyi misin diye kontrol etmeye geldim." Sessiz fısıltısının ardından adım sesleri odada yankılandı. Birden 'tık' sesiyle ışık açıldı. Gözlerimi ışığa alışana kadar sıkıca yumup açtım ve karşımda Emre'nin yüzü belirdi. "Gecenin bu saatinde genç bir kızın odasına girmeniz hiç uygun bir davranış değil beyefendi." Kaşlarım çatılsa bile ses tonum yumuşaktı. Onu görmeyi istemiyor değildim ama kim ağzından sular aka aka uyurken birinin, özellikle gözlerine minicik bir hayranlık duyduğu birinin onu izlemesini isterdi ki? Ah, ben o prenses gibi uyuyup uyanan kızlardan kesinlikle değildim. Yatakta çok kez döner ve yorganı -bu durumda pikeyi- bacaklarımın arasına kıstırıp uyurdum. Karanlıkta umarım o hâlimi fark etmemiştir. "Hasta ve yaralı bir kızın yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüm." Gözleri omzuma kayarken içini çekti. Bu durumdan hoşnut olmadığı yüzündeki ifadeden belli oluyordu. "Ben hasta değilim, sadece yaralıyım," dedim basitçe. Kendimi daha iyi hissediyordum açıkçası. Kolum sıkı bir şekilde sabitlenmişti ve çok fazla oynatmadığımda acımıyordu. "Doktorunla konuştum. Askıyı bir hafta boyunca çıkartmaman gerekiyormuş. İlaçlarını da aldım nöbetçi eczaneden, başucundaki şifonyerin çekmecesinde." Emre birkaç saat önce abimin oturduğu koltuğa yöneldi. Bakışlarımız buluştuğunda koltukta yerine yaslanıp ellerini önünde birleştirdi. Bu kadar düşünceli olması gerçekten kendimi iyi hissettiriyordu. Beni düşünüyor olması, benim için bir şeyler yapması, benim için endişe etmesi... Hepsi birleşince gerçekten kalbi güzel olan bu adama karşı içimde bir şeylerin giderek büyümesine neden oluyordu. "Teşekkür ederim." Samimiydim teşekkür ederken. Başını kaldırıp bana baktığında yüzünde yorgun bir gülümseme belirdi. Kıyafetlerine daha dikkatli baktım o an. Üstünde krem rengi bir kazak ve gri-krem karışımı kaşe kabanı vardı. Altına da siyah kot pantolon giymiş, biçimli fiziğini tamamen gözler önüne sermişti. "Beni mi inceliyorsun?" diyen sesiyle ona döndüm. Düşüncelerimle birlikte fazlasıyla ona odaklamıştım. Kısaca tam da öyle yapıyordum ama bunu ona söyleyecek değildim! Ve aklıma ilk gelen şeyi söyledim. "Fermuarın açık." Emre'nin gözleri büyürken birden ayağa kalkıp arkasını döndü bana. Elimi yüzüme kapatırken, çoktan utanmaya başlamıştım. Şu her heyecanlanmamda saçmalamam başıma bir gün çok büyük bir belâ açacaktı. Parmaklarımın arasından bakarken çoktan geri yerine oturmuş gülümseyerek bana baktığını gördüm. "Bu arada galerin epey heyecan verici," dedi Emre. Anlamayarak boş boş baktım ona. "Galeri derken?" Kaşlarımı kaldırıp merakla sorduğumda, başıyla şifonyerin üstünde duran telefonumu işaret etti. Gözlerim büyürken telefonumu elime aldım ve ekranın halen kilitli olduğunu gördüm. "Ama bu nasıl olur? Ekran kilidim vardı, onu geçtim parmak okuyucum vardı." Ekranı açması mümkün değildi. Emre'ye baktığımda kısık sesle cevap verdi. "Ağır bir uykun var. Bu arada söylemiş miydim, parmakların çok ince." Emre gözlerini tavana dikmiş çok ilginç bir şey görmüş gibi incelerken, elimdeki telefonu ona fırlatmak istiyordum. "Sen benim parmağımı kullanıp telefonumun ekran kilidini mi açtın?" dedim hayretler içerisinde. "Sadece ihtiyacın olduğu zamanlarda araman için numaramı kaydetmek istemiştim. Sabah işe geçeceğim için senin de ilaç aldığından dolayı uyanmanı beklemiyordum." Uyanmam onun için tam bir sürprizdi anlaşılan. Masum olmaya çalışan ama bana şu anda tam bir kurt gözüken Emre, omuz silkmekle yetindi. "Ve telefonumu karıştırdın?" Kızgınlıkla kaşlarım çatılırken, yataktan doğruldum kolumu tutarak. "Tabii ki hayır! Sadece telefonunu kullanmayı bilmiyorum, benim telefonumdan farklı modeli. Bu yüzden birazcık yanlışlıkla, kesinlikle bilerek değil, galeriyi açmış olabilirim." Emre tamamıyla inkâr durumuna geçerek konuştuğunda bu dediğine inanmak istiyordum. "Ne kadarını gördün?" Elimde duran telefonu şifonyerin üstüne bırakınca elimi yüzüme kapatıp, parmaklarımın arasından baktım. "Sadece şu koltukta arkadaşlarının üstüne yattığın fotoğrafı. Ha bir de şey var, kızın birisi senin sırtına atlamıştı, dil çıkartıyordunuz," dedi Emre çok normal bir şeymiş gibi. Liseden arkadaşlarımla olan buluşma fotoğraflarımızdı ve biz bir araya gelince halen kendimizi lisedeki gibi hissediyorduk. Genelde hafızam dolunca bilgisayara aktarırdım fotoğraflarımı. En son Iğdır'a gelmeden bunu yapmıştım ve bu yüzden şanslıydım. Yoksa Emre çok daha değişik fotoğraflarla karşılaşabilirdi. "Ah be Gümüş, atacak zamanı buldun değil mi fotoğrafları?" Sızlanarak ellerimi yüzümden çektim. Çok da kötü fotoğraflar değildi. "Gümüş arkadaşın mı? Senin üstüne atlayan kız," diye sordu Emre gülerek. "Evet, ismi Gümüş değil aslında, soyadı Gümüş. Bizim sınıfta aynı isimde yakın olduğumuz bir arkadaşımız daha vardı. O yüzden Gümüş diyoruz biz kendi aramızda," dedim açıklayarak. Çok deli dolu bir kızdı ve birbirimize her zaman destek olmuştuk her konuda. Whatsapp'ta, Bitmeyen Dostluk adında bir grubumuz vardı ve ben buraya gelmeden önce görüşmüştük. O anların fotoğraflarıydı Emre'nin gördükleri. Liseden itibaren birbirimizden kopmayan beş arkadaştık. On yılı geçmişti dostluğumuz, halen devam ediyordu. "Uzun süredir arkadaşsınız demek, ne güzel. Ben liseden çıkınca direkt Harp Okulu'na geçtim ve hepsiyle koptuk. Ama Harp Okulu'nda sağlam dostlar edindim. Hepimiz başka şehirlere dağılsak bile hâlâ görüşüyoruz." Yüzündeki tebessümle anlatırken, arkadaşlarını özlediğini düşünüyordum. Gözleri dalarken derin bir nefes verdi. Bana hayatından bir şeyler anlatması güzeldi. Onu fazlasıyla merak ediyordum açıkçası. Aramızdaki sessizliği bozan, kapıdan gelen sesle ikimiz de kapıya baktık. Biraz sonra açılan kapıyla hemşire elinde tuttuğu demir tepsi ile içeriye girdi. Sanırım ilaç vaktiydi. "Uyuyorsunuz sanmıştım. Ağrı kesici için gelmiştim," dedi bir bana bir Emre'ye bakarak. Benim yaşlarımda, esmer, minyon, iri ela gözleri olan bir kızdı. "Tabii ki yapabilirsiniz," dedim Emre'de takılı kalan gözlerini kendi üstüme çekerek. Ağzını kapat ağzını, diyesim geldi kıza. Yavaşça salına salına yanıma ilerleyip elinde ilaçlar ve iğne bulunan tepsiyi şifonyerin üstüne bıraktı. Zaten oturduğum için kalkma gereksiniminde bulunmadım. Sağ kolum sarılı olduğu için sol kolumu öne doğru uzattım. "Kan tahlili için de kan almamız gerekiyor," dedi boş şırıngayı eline alarak. "Damarlarım ince, bu yüzden kan verirken sorun yaşıyorum genelde," dedim hemşireyi uyararak. Delik deşik ediyorlardı bu yüzden kollarımı. En son kan aldırmak için gittiğimde, yeni doğan bebeklere taktıkları iğneyle kan almışlardı. Üçüncü denemeydi üstelik ve çok kötüydü. "Merak etmeyin, ben hemen halledeceğim." Konuşurken yandan da Emre'ye bakış atıyordu. "Ben buradayım," dedim kızın gözlerine bakmaya çalışarak. Emre ise telefonunu çıkarmış onunla ilgileniyor, kızın bakışlarını ya fark etmemişti ya da görmezden geliyordu. Umarım görmezden geliyordur. Kız biraz sonra bayılma taklidi yapıp üstüne düşse şaşırmazdım. Emre tam arkasında kalmasa da benimle aynı hizadaydı. "Kolunuzu kıpırdatmayın ve avucunuzu sıkıp açın," dedi koluma turnike için lastiği bağlayıp sıktırarak. Dediğini yaptığımda parmaklarını kolumun üst kısmında gezdirdi. "Tamam, buldum," dedi iğneyi koluma batırırken. Yanma hissi oluşurken o tarafa hiç bakmıyordum. Neden bitmediğini merak ederek baktığımda şırıngaya kan gitmediğini gördüm. İğneyi geri çekti kolumdan. Canım acıyordu ama bir şey demedim. Zaten damarlarım inceydi, ilk seferinde bulamamış olabilirdi. Derin bir nefes aldım. "Boş damarmış, bir daha elinizi sıkıp gevşetin," dedi. Ben bunları yaparken o halen Emre'yi inceliyordu. "Sizi bir yerden tanıyorum sanırım." Kızın Emre'ye bakıp konuşmasıyla, Emre başını kaldırıp kıza bir bakış attı ve telefonuna geri döndü. "Ben sizi tanımıyorum," dedi kısaca. Hemşirenin yüzü düşse de devam etti konuşmaya. "Siz askerlerin bahsettiği Kurt Komutan değil misiniz? Hastanede halen sizin kurtardığınız askerler konuşuluyor," dedi hemşire heyecanla. Adamın adını da bilmeyen yoktu. "Evet," dedi Emre yine kıza bakmadan. Emre ifadesiz tuttuğu sesiyle kısa cevaplar verip geçiştirmişti. En sonunda hemşire bana dönüp bu sefer başka bir damardan denedi şansını ama daha fazla acıdı, iğneyi batırmasıyla canım daha fazla yandı. "Ah!" Acıyla geri çekildiğimde kolumun acısıyla gözlerimi kapattım. Gözyaşlarımın akmaması için direniyordum. Sağ kolum, sol kolumdaki acıyla bedenim kasıldığından ağrımaya başlamıştı. Sol kolumsa iğnenin giriş yerleriyle sızlıyordu. "Gamze," diyen Emre'yle gözlerimi açtım. Şırınga yine boştu! İğneyi çekince damardan kan gelmeye başladı. Acayip şekilde sızlıyordu. Akan kan kolumdan aşağıya ince şerit hâlinde kendine yol çiziyordu. Emre şifonyerin üstündeki pamuğu alıp koluma bastırdı. "Ben gidip doğru dürüst bir doktor çağırayım ve sen sakın ona bir daha yaklaşma," dedi Emre sert bir şekilde hemşireyi uyararak. Emre odadan çıkarken acıyan kolum daha fazla sızlamaya başladı. "Ben çok özür dilerim," dedi kız eli ayağı birbirine girmiş bir şekilde. Bu durumda onu avutacak, önemli değil diyecek değildim. Gözünün önüne bakmak yerine iki kere canımı yakmıştı. İlkinde sorun etmedim ama ikincisiyle birlikte benim de tahammülüm kalmamıştı. Biraz sonra Emre ve doktor içeri girdiler. Doktor aceleyle yanıma geldi ve Emre'nin koluma koyduğu pamuğu kaldırıp baktı dikkatli bir şekilde. Otuzlu yaşlarının sonlarında, uzun boylu, kahverengi gözlü biriydi doktor. "Damarı patlatmış, morarmaması için alkollü pamuk koyacağız," dedi. Yan taraftaki şişeden bolca bir pamuğa döküp koluma bastırdı. "Çok yakıyor." Acıyla nefesimi verirken gözlerim doldu. "Birazdan geçecek," dedi doktor. Sonra da hemşireye döndü bakışları. "Stajyerler ne zamandan beri katlardaki hastalardan kan alımı yapıyor? Senin acilde olman gerekmiyor mu?" Doktor bey kaşlarını çatarak hemşireyi azarlandığında bakışlarımı kaçırdım. "Ben bir arkadaşımın yerine çıkmıştım," dedi kız kem küm ederek. Şimdi anlaşılmıştı işin aslı, kız stajyerdi ve beni denek olarak kullanmıştı kolumu delik deşik ederek. Üstelik damarlarım ince diyerek uyarmıştım. "Aşağıya in ve o arkadaşınla beni bekleyin," diyerek hemşireyi gönderdi doktor. Hemşire kapıdan çıktıktan sonra bize doğru döndü. "Kusura bakmayın, hemen bir hemşire gönderiyorum size, geçmiş olsun." Doktor yapılan yanlışlığı düzelmek için en azından uğraşmıştı. "Teşekkür ederim," dedim kısaca. Kolumdaki sızı giderek azalıyordu ve kan durmuştu. Emre yanıma gelip kolumu açtı ve pamuğu çöpe atıp minik yara bandını yapıştırdı. İçeriye gelen hemşire hemen kan aldı, ağrı kesicimi vurup çıktı beklemeden. "Bakma bana öyle, iyiyim," dedim. Başını olumsuz olarak iki yana sallarken koltuğa oturdu. "Nasıl bu kadar kolay zarar görüyorsun ve olağan karşılıyorsun şaşırıyorum," dedi sanki daha fazla tepki vermemi bekler gibi. Konuyu değiştirmek için başka bir konu açtım. Yeterince canım yanmıştı ve bunu konuşmak istemiyordum. Emre hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum hazır onunla konuşma imkânı bulmuşken. "Sizin kendi memleketinize tayininiz çıkmıyormuş, bence en üzücü olan bu. Asla kendi memleketinde, ailene yakın görev yapamıyorsun." Konuyu değiştirdiğimde içini çekti. Öğretmenler için böyle bir kural yoktu, başka illere bile gitsen kendi memleketinde de görevini yapabiliyordun. Abim için de bu durum geçerliydi. Ankara'da görev yapamıyordu ama çevre illerde görev yapabilirdi. Saatlerce uzaklık yerine birkaç saatlik bir mesafeyi tercih ederdik yine de. "O konuda şanslıyım sanırım. Annem nereye gitsem peşimden geldi. Aslında sen gelmeden bir ay önce gitti. Burada olsaydı kesin tanışırdınız," dedi Emre bana bakarak. Bu adamın gözlerine her baktığım da sanki bir girdaba kapılıyordum, beni durmadan içine çekiyordu. Bir dakika, az önce o annesiyle tanışmamdan mı bahsetti? Ne sıfatla tanıştıracaktı ki? Komutanımın kız kardeşi, arkadaşım, hoşlandığım kız. Sanırım sonuncu ihtimal en güzeliydi. "Ne güzel ne güzel," dedim diyecek bir şey bulamayınca. Oldu o zaman, bize müsaade de tam olsun bir de Gamze. Tutup da tanıştır hadi diyecek hâlimde yoktu şu durumda gerçi. "Geç oldu, uyu istersen, sabah taburcu olacaksın." Emre gitmek için ayağa kalkarken konuşmuştu, biraz daha kalmasını istiyordum. Aslında yorgun ve uykulu hissediyordum ama Emre beni dinç tutuyordu. Ağrı kesicinin etkisi de başlamıştı, uykumu getiriyordu. Zihnen de dinlenmem gerekiyordu, baş ağrım vardı biraz. "Gelecek misin tekrar?" Yastığa doğru başımı koyduğumda kendimi tutamayıp sormuştum. "Gelmemi ister misin?" diye sordu. Dalga geçer gibi değildi, aksine ciddi bir tavırla sormuştu bu soruyu. Sanki cevabı gerçekten merak ediyordu. "Bilmem, gelirsen bana kitap getirir misin diye soracaktım. Malûm birkaç gün evde tıkılıp kalacağım kolumdan dolayı." Hem gelmesini istediğimi belirtip hem de bahanemi sunmuştum. "Olur, hangi tür kitaplardan okumayı seversin?" diye sordu Emre. Elleri ceplerinde ayakta duruyordu. "Tarih ve Edebiyat klasiklerinin çoğunu okuduğum için daha güncel kitaplar tercih ediyorum. Tamamen sana bıraktım." Kitap zevkini merak ediyordum. "Tamam o zaman. İyi uykular sana, iyi dinlen." Tebessüm ederek birkaç adım atmıştı gitmek için. Kapıya yaklaşmış, açmak için kulpunu tutmuştu. Aklıma gelen sinsice planla sırıttım. "Emre sana bir şey soracağım," dedim dudağımı ısırarak. Emre arkasını dönüp bana baktığında tek kaşını kaldırıp, "Tabii ki," dedi. "Vurulduğum andan sonrası çok net değil ama birkaç kelime dönüp duruyor o anları düşündükçe." Elimi çeneme koyup Emre'ye baktım. Bir an tereddüt eder gibi olsa da toparlanıp tamamen bana doğru döndü. "Nedir?" diye sordu. "Birisi sanki bana sesleniyordu. Gamzeli, yarım kalan ve bırakma. Bu üç şeyi hatırlıyorum sadece. Sen bir şey biliyor musun?" Dikkatli bir şekilde onu izlerken tepkilerini merak ediyordum.
Oy vermeyi yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
Instagram: deein_deniz
|
0% |