@deeindeniz
|
Salonda Emre, Gediz, Semih, Ercan, Dursun, Sercan, Uğur ve abim oturmuş bana bakıyorlardı. Hepsinin üstünde askeri kamuflaj vardı, abim dışında. Şaşkınlıkla ayağım son basamakta kalırken en sonunda harekete geçtim. Birkaç adımla salonda bana bakan topluluğun yanına gelmiştim. "Gamze, geçmiş olsun demek için gelmiş öğrencilerin," dedi abim gülümseyerek. Öğrencilerim mi? 25-30 yaş arasında, kazık kadar olmuş öğrencilerim. Gülümsemeye çalışarak sırayla gözlerimi hepsinin üstünde gezdirdim. Emre'nin üstünde biraz fazla oyalanan bakışlarım, Gediz'in üstünden saniyeler içinde geçti. Derin bir nefes aldım. "Hoş geldiniz." Biraz öncekine göre daha normal bir şekilde konuştum. Merdivenlerden bağırarak indiğim kısmı unutmuş olsunlar lütfen. "Hoş bulduk," dediler Yurttan Sesler Korosu gibi hep bir ağızdan. "Nasılsınız Gamze Hocam?" Uğur'un sorusuyla ona döndüm. "İyiyim Uğur Bey, teşekkür ederim." Bey demek de çok tuhaf geldi. Aynı yaşlardaydık üstelik. "Cahit Üsteğmen'im de izin verirse şu bey lafını kaldıralım lütfen. Biz öğrencileriniziz hocam sizin." Uğur aklımdan geçenleri dile getirmişti. Abime baktım cevap bekler gibi. Normalde olsa direkt olur derdim ama hepsi abimin yanında çalışıyorlardı ve sorun çıksın istemiyordum. Abim bana göz kırpınca gülümsedim, anlayışlı bir abiye sahiptim. Uğur'a doğru döndüm. "Tabii, Uğur." Tebessüm ederek konuştuğumda herkes memnundu. Birkaç adım atıp abimin yanına oturdum. Gediz ve Emre'nin ortasında, üçlü koltukta Semih oturuyordu. Sercan, Uğur ve Ercan da üçlü koltuktayken, tekli koltukta Dursun, diğer teklide de abim oturuyordu. Ben de abimin yanındaki sandalyeye oturmuştum. Emre'ye bakmak istesem bile bu ortam pek uygun değildi. Buraya gelme fikrinin kimden çıktığını merak ediyordum. "Eee, daha daha nasilsinuz?" diyen Dursun ile ortamda herkes gülmeye başladı. "Daha daha iyiyiz Dursun, sen nasılsın?" Abim, Dursun'a uyarak cevap verdiğinde bakışlarım ikisi arasında gitti geldi. "İyiyuz komutanum, bizim finduk bahçelerune böcek dadanmiş. Anam aradi dedu, ula babasinun tarlasina fişki ektuğum, ağaçları mucuk sardi, diye. Ben da onunla uğraşiyurum." Dursun'un konuşması hem hızlı hem de şiveli olunca gülümsemeden yapamadım. "Geçmiş olsun diyelim, ilaçlayınca geçer inşallah. Ben bir Seda'ya bakıp geliyorum, halsizdi biraz." Abim son cümleyi bana bakarak söylemişti. "Tamam abi," dedim. Hamileliğin yedinci ayına girmişti ve bu aylarda daha çok kilo aldığı için uykusu da ağır oluyordu. Abim Seda'ya bakmak için odaya doğru gitti. Ben de oturduğum yerden kalktım. Ev sahipliği bana düşmüştü artık. "Çay içeriz değil mi?" Öylesine sormuştum ortaya. "Hocam size zahmet olmasın." Ercan, koluma baktığında hepsinin benim için endişe ettiğini görebiliyordum. Kolay bir şey yaşamamıştık o gece. "Tek kolla demliğe su koyabilirim Ercan," dedim sol elimi sallayarak, tebessüm ettim. Mutfağa ilerleyip ocağın üstünde duran demlikleri es geçip çaycının fişini taktım. Böylesi daha hızlı olurdu. Suyu doldurup çaycının düğmesine bastım. "Yardım edebilirim." "Aklımı aldın," dedim yüreğim hoplarken, arkamı döndüm. Her defasında sessiz sessiz yakalıyordu bu adam beni. "Aklını aldığımı bilmiyordum." Muzip bir tavırla göz kırptı Emre. Bu adam deli ediyordu beni. "Ben hallettim bile, sen içeri geç hadi." Abimin mutfağa gelmesini istemiyordum, üstelik bu konuşmaya tanık olması hiç hoş olmazdı. Kenarda duran tepsiyi alıp mutfak dolabını açtım. Bardakları tepsiye dizmeye başladım. Ensemde hissettiğim nefesle gözlerim sonuna kadar açıldı. "Saçlarını toplayalım en azından, rahatsız olma." Sesini çok yakınımda duyunca tuttuğum nefesi verdim. Eli saçlarıma değdiğinde huylandım ve birden geri dönünce Emre ile karşı karşıya geldik. Gözlerimi bir türlü kaçıramıyordum ondan. Eli yavaşça sol kolumdan aşağı indi, bileğimde olan siyah lastik tokayı aldı. Ben halen hareketsizken, bana biraz daha yaklaştı sanki aramızda çok mesafe varmış gibi. Elleriyle iki yandan saçlarımı geriye doğru alıp, okşar gibi hafif dokunuşlarla bağladı. İşi bittiğinde gözleri benden hiç ayrılmadan bir santim bile uzaklaşmadı. Zümrüt gözleri yeşilin her tonunu barındırıyor ve o şaheseri sadece bana sunuyormuş gibi hissediyordum. Çok güzeldi. "Su alacaktım," diyen sert bir sesle girdabına kapıldığım büyü bozuldu. Hemen bir adım geri gidip gözlerimi kaçırdım. Emre'nin arkasında duran Gediz'le göz göze geldik. "Tabii." Beklemeden arkamı dönüp tezgâhın üstündeki sürahiden bardağa su doldurdum. Elim titrerken bardağı öne doğru uzattım. Gediz elini uzatırken, Emre yanımda durduğu için araya girdi ve elimden bardağı alıp tek dikişte içti. Gözleri şimdi orman gibi alev almıştı, her an yanardağ gibi patlama noktasına gelebilirdi. Bardağı geri bana uzatıp, Gediz'i kolundan tutup hızlıca çıkarttı mutfaktan. Beş dakikada yaşadığım olaylar üstüne, elimde tuttuğum bardağa su doldurup büyük yudumlarla içtim. Çok mu sıcak olmuştu ne? Mutfağın penceresini açıp soğuk havadan bir nefes çektim. Soğuk hava içeriye dolunca ürperdim. Tüylerim diken diken olmuştu. Pencereyi geri kapatıp kaynayan suyla çayı demledim. Derin bir nefes aldım, mutfaktan çıkıp salona geçtim. "Çayı demledim." Abime bakarak konuştuğumda başını salladı. Abim koltuktaki yerinde oturuyordu ama Seda yoktu halen. Emre'ye bakmaktan çekiniyordum, en son bakışlarından sonra içime bir şey oturmuştu. Gediz ile olan geçmişteki konuyu halen anlatmamıştım ama sanki Emre biliyor gibiydi. Acaba Gediz söylemiş olabilir miydi? Bu düşünceyle içim içimi yedi. Yalan yanlış şeyler anlatması benim için iyi değildi. "Prensesim, sen de hastasın, dinlen ben hallederim." Bana şefkatle bakan abime tebessüm ederek yanındaki boş sandalyeye oturdum tekrar. "Hocam, ne zaman başlayacaksınız derslere?" Sercan, ortamda sessizlik oluşunca sorduğu soruyla ilgiyi üstüne çekmiş oldu. "Pazartesi kontrolüm var, bakalım askı çıkarsa salı günü başlamayı ben de istiyorum," dedim. Evde kalmak artık çok sıkıcı olmaya başlamıştı. Üstüne bir de Haşim Albay'a verdiğim söz vardı. "Valla hocam eksiğimiz çok, sınava da yedi ay kaldı. Temmuz ortasında olacakmış sınav." Semih de konuşmaya dahil olunca herkesin çalışmak için beni beklediğini anladım. "Benim çalıştığım bir kitap var, size yayınevini söylerim dersler için onu alırsınız. Notlarım da vardı onları da Ankara'dan isterim kargoyla, sizler için fotokopi çektiririz. Notları okusanız bile büyük faydası olur," diyerek çalışma alanımızı açıkladım. Koskoca adamlara yazı yazdıracak, tahtaya kaldıracak değildim ya. Konuşanları yazdırıp ceza olarak tek ayak üstünde bekletmek, derste konuşana silgi fırlatmak da otuz yaşındaki öğrencilerime çok uygundu zaten. Kırmızı kurdele takardım bütün soruları yapanlara da tam olurdu. Emre'yi tahtaya çıkmış, elinde tahta kalemiyle soru çözerken düşündüm bir an. Dayanmayıp kıkırdağımda bütün bakışlar yine beni buldu. "Çay demlenmiştir." Ani atakla bakışlardan kurtulmak için ayağa kalkacakken abim durdurdu. "Tek elle nasıl getireceksin, ben hallederim." Abim kalkarken yerime geri yerleştim ben de. Abim mutfağa giderken arkasından baktım öylece. "Yaralı asker, evine gitti mi?" Sorumla birlikte sessizlik bir kez daha bozuldu. "Evet, gitti. Durumu senden daha iyiydi, hemen müdahale edildi ona," dedi Gediz. Bakışlarım Gediz'i bulurken keşke bulmasaydı dedim. Emre ile artık yan yana oturuyorlardı ve ikisinin gözü de benim üstümdeydi. Gerilirken bu ikisinin neden birlikte oturduğunu düşündüm. Biraz önce birbirlerini boğazlayacak gibiydiler. Dudağımı ısırırken Emre'nin kaşları çatıldı, yine neye kızdı bu adam? "Çaylar da geldi." Mutfaktan çıkan abim elindeki tepsiyle gelirken, bakışlarımı Emre'den çektim. Tepsiyi ortadaki sehpanın üstüne bıraktığında, herkes kendi çayını almaya başladı. Sol elle oldukça sıkıntı çektiğim için çayı en son almak için bekledim. Herkes çayını alıp yerleşince ayağa kalkıp, iki şeker attığım çayımı karıştırdım. Tam arkamı dönmüştüm ki Semih'in ayağına takılıp, elimdeki çayla birlikte dengemi kaybettim. Elimdeki bardağı tutmaya çalışırken Emre'nin üstüne düştüm, bardaktan dökülen çay da Gediz'in üstüne geldi. "Gediz, iyi misin?" diye sordu abim hemen. Ben de Emre'nin yardımıyla, oturduğum dizlerinden hızla kalktım. Allah'ım rezillik! "Çok özür dilerim, yandın mı çok?" dedim telaşla. Aslında Gediz umurumda bile değildi ama herkesin içinde de sana az bile demek ayıp olurdu. Emre'ye baktığımda gözlerinde muzip bir ışık vardı. Dudağının kenarı hafif kalkmıştı ve hiç istifini bozmadı, gayet rahattı. Üstelik keyifli bile diyebilirdik bu hâline. "Çok gelmedi zaten. Gamze Hocam, banyoyu gösterir misiniz?" Gediz hafif bir iniltiyle, tam tersine canının yandığını belli ederken, içimdeki suçluluk duygusuyla ayağa kalktım. Başımı sallayıp elimle merdivenleri işaret ettim. Ben önde o arkada ilerledik. Gediz ile birlikte üst kata çıkmıştık, banyo burada olduğu için. Çok fazla ona bakmamaya çalışarak yana çekildim. "Burası," dedim kapıyı göstererek. "Bu beni ilk yakışın değil." Sözlerine anlam veremeyerek ona doğru döndüm. "Daha önce üstüne bir şey döktüğümü hatırlamıyorum," dedim tek kaşımı kaldırarak. Ne demek istediğini anlamıştım ama anlamak istemediğimi gerçekçi hâline vurarak söyledim. "Ben seni gördüğüm gün yandım, sensizlikle kül oldum ve şimdi yeniden doğuyorum Gamze. Karşında gördüğün bir Anka kuşunun yeniden doğuşu ve bu sefer ölmeye niyetim yok," dedi gözlerimin içine ciddi bir şekilde bakarken. Ne derse desin, ne yaparsa yapsın karşımdaki kişinin normal biri olmadığını biliyordum. Gediz takıntılı, hastalıklı biriydi. Geçti, diye düşünmek istiyordum ama her şekilde bundan vazgeçmediğini görüyordum. Bir kez daha benden yana ona karşı bir his olmadığını söylemekten çekinmedim. "Gediz, bence meslek tercihini Edebiyat bölümünde yapmalıydın. En azından bu sözlerin ile genç kızların kalbini çalardın. Bende işe yaramadığını ne zaman fark edeceksin?" Artık anlamasını istiyordum ama bir türlü anlayacakmış gibi durmuyordu. "Bana kendin geleceksin Gamze. Bu sözümü sakın unutma. Sen de sevdiğinin değil de seni sevenin daha kıymetli olduğunu anlayacaksın. İşte o zaman sana bugünkü gibi bütün kapılarım açık olacak." Gözlerinde gördüğüm o karanlıkla bir adım geri attım. Sözleriyle içime bir şeyler otururken yutkundum. Cevap vermeden arkamı dönüp merdivenlere ilerledim. Salona geldiğimde bir çift yeşil alevin sürekli beni izlediğinden emindim. Yukarıda gereğinden fazla kalmıştım. Banyoyu gösterip gelmek normalde bu kadar uzun sürmezdi. Emre'nin evi de burayla aynı olduğundan daha iyi biliyordu evin şeklini. "Gamze, sen yemek de yemedin bu saate kadar, ilaçlarını içeceksin daha," dedi abim bana bakarak. Yemek düşünecek akıl mı kaldı abi bende... Kenardan ilerleyip yerime geçtim. "Atıştırırım ben bir şeyler," diye söylendim. Aç hissetmiyordum zaten. "Komutanım, biz de yemek yemeye gidecektik, isterseniz siz de gelin." Emre'nin önerisiyle olduğum yerde durdum. Bakışlarım ona dönerken 'Ciddi misin?' diye sormak istedim. "Seda biraz halsiz, onu bırakıp gelemem ben ama Gamze, istersen sen gidebilirsin." Abim ismimi söylediğinde dikkatimi ona verdim. Az önce yemeğe tek gitmemi söyledi? Abim normalde bana pek karışmazdı ama yedi erkekle de yemeğe göndereceğini pek sanmıyordum. Demek ki çok güveniyordu onlara ya da içerideki köstebeği bulmam için onlarla arkadaş olmamı istiyordu. Her iki seçenekte de gitmemi istediği belliydi. "Peki, olur," dedim aklıma yatan arkadaş olma fikriyle. Üstüm gayet iyiydi, bu yüzden değiştirme gereği duymadım. Gediz aşağı iniyorken merdivenlerden, çaylarını bitirmiş, ayaklanmıştı herkes. "Kalkıyor muyuz?" Gediz'in sorusuyla birlikte herkes birbirine baktı. "Yemeğe gidecektik ya, oraya geçiyoruz," dedi Uğur, Gediz'e ima ederek. "Yemeğe mi gidecektik?" Gediz sanırım bu ekipte üvey evlattı, hiçbir şeyden haberi olmuyordu. "Gamze Hocam, siz çantanızı alın, biz bekliyoruz," dedi Ercan olaya nokta koyarak. Daha fazla bu saçma konuşmaya tanık olmamak için merdivene doğru ilerledim. Yukarı çıkıp odamdan siyah sırt çantamın içini açtım. İçinden ruj ve rimel çıkarttım. Sol elimle tam makyaj yapamayacağım için biraz rimel, biraz da ruj sürdüm. Daha fazla bekletmemek için çantamı toplayıp aldığım gibi odadan çıktım. Merdivenlerden indiğimde herkes kabanını giymiş, hazır bekliyordu. "Bir şey olursa ararsın prensesim." Abi bari bu kadar erkeğin içinde deme prenses falan... Öğretmeni olacağım sonuçta hepsinin. Prenses Hocam demezlerse iyidir. "Tabii ararım abi," dedim tek kolumdan montumu giyip diğerini omzumda bırakırken. Abime gülümseyip göz kırptım. Başını yavaşça salladığında beni bilerek gönderdiğini biliyordum. Onlar hakkında bilgi sahibini olmamı ve tanımamı istiyordu. Albay ve abim içerideydi ama haini göremiyorlardı. Bu yüzden dışarıdan bir göze ihtiyaç duymuşlardı. Kapıdan hep birlikte çıktık, havanın kararmasıyla ayaz çıkmıştı. Soğuk rüzgâr saçlarımı uçuştururken, çantamı sol koluma taktım. Abimin arabasını almak isterdim ama bu kolla kullanmazdım. Bu yüzden içlerinden birinin arabasıyla gidecektim. "Nasıl gidiyoruz?" dedi Sercan merak ettiğim soruyu dile getirerek. Herkesin kendi arabası vardır büyük ihtimalle. "İki araba gidelim, tek tek uğraşmayalım." Semih'ten çıkan fikirle birlikte başımı Emre'ye doğru çevirdim. Kimse itiraz etmeyince, arabaların olduğu otopark kısmına doğru yürüdük. Yollardaki kar temizlendiği için rahat bir şekilde yürüyordum. Zaten bir kolum yaralıydı, diğerini de kırarsam Seda beni kapıdan içeri sokmazdı işler ona kalır diye. Aslında fena fikir değildi. Ankara'ya geri dönmek istesem de şu an için dönmeme konusunda sebeplerim vardı. "Emre Komutan'ım, sizin araba geniş, bir de benimkini alırız," dedi Uğur. Evet, Emre'nin arabası bayağı genişti. Adamda boy var, normal yani. "Olur Uğur." Emre arabasının kapılarını açarak cevap verdiğinde ben de bir adım attım yanına doğru. Aynı anda kapıyı açar açmaz Gediz ön koltuğa oturmuştu bile. Öyle hızlı hareket etmişti ki, şaşkınlıkla ayağım havada kaldı. Emre sinirle Gediz'e bakarken o arabayla gitmek ölüm gibi gelirdi bana artık. Ben de yavaşça geriye doğru dönüp Uğur'un arabasına adımladım. "Uğur sen benim arabayı al, ben seninkini alırım." Emre'nin sesi tam arkamdan geliyordu. Uğur bir bana bir Emre'ye bakıp omuz silkti. "Tamamdır," dedi başını eğerken. Gülüyor muydu o? "Öne geç." Yanımdan geçerken bana doğru konuştu. Uğur'un attığı anahtarı tutarken hiç zorlanmadı. Zaten arkaya oturmak gibi bir niyetim yoktu benim de. Bu Emre'de sadece kurtluk değil tilkilik de vardı bence. "Nereye gidiyoruz?" dedim arabanın kapısını açıp öne oturduğumda. Emre sürücü koltuğuna geçmiş, arabayı çalıştırmıştı. Arka kapılar açılmış, Semih ve Ercan yerleşmişti. "Bizim hep gittiğimiz bir mangal evi var kırsal tarafta, etleri çok iyidir. Genelde yol üstü olduğundan yolculuk yapanlar için uğrak bir yer." Emre beğeniyle bahsettiğinde sık sık gittiklerini düşündüm. "Kendin pişir kendin ye tarzında mı?" diye sordum isminden dolayı. Genelde kırsal tarafında olan böyle mangal yerleri eti kendi veriyor, pişirme işini müşteriye bırakıyordu. Ankara'da da vardı böyle yerler. "Hayır, ocakbaşı tarzında." Emre gülümseyerek cevapladığında heyecanlanmıştım. Hayatımda hiç ocakbaşına gitmemiştim ama üniversitede Adanalı bir arkadaşım çok övgüyle bahsetmişti. Merak ederdim ben de, bugüne kısmetmiş artık. Adana'da, yerinde yemesi daha başka olurdu tabii. Arkada oturan sessiz yolculara doğru baktım. Bir şey demeyeyim diyordum ama Semih'in boyundan dolayı bacakları karnına yapışmıştı neredeyse. Kafası tavana değiyordu adamın üstelik. "Keşke sen öne geçseydin Semih." Hâline gülmek istesem de ayıp olacağını düşündüm. Cidden iki büklüm duruyordu 1.95'lik adam. "Canımı seviyorum ben Gamze Hocam." Semih imayla konuşup bir bana bir de Emre'nin oturduğu koltuğa baktı. "Neden ki?" Merakla sorduğumda Ercan araya girdi. "Komutanım arabayı biraz hızlı kullanıyor da ondan bahsediyor bizimki," dedi Ercan ve kaşlarını kaçıp Semih'e baktı. Bazı yerlerde çok büyük potlar kırsa da arada arkadaşlarını da topluyordu Ercan. Araba ana yoldan ayrılıp topraklı yola çıktığında önüme döndüm ve yol boyu radyodan çıkan müzik dışında kimseden ses çıkmadı. Mangal evine geldiğimizde buraya gerçekten bayıldım. Yol kenarında iki katlı ahşap ev, çevresindeki ağaçlara asılan renk renk dilek fenerleri ile aydınlatılmıştı. Yüksekte kaldığı için kar burada biraz daha fazlaydı. Önünde dört beş masa bulunan bir verandası vardı. Birkaç basamakla verandaya çıkılırken, ahşap korkulukları manzarayı izlemek için gayet uygundu. Bu havada dışarıda durulmazdı ama yazın çok güzel limonata içilip kitap okunurdu burada. "Beğendin mi?" dedi Emre arabayı park edip yanıma geldiğinde. Diğerleri içeriye girmek için ilerlerken onun gelmesini beklemiştim. "Bayıldım." Gülümseyerek etrafa bakarken ilerlemeye başladık. Diğerlerinin yanına gittiğimizde hepimiz tamamdık. İçeri geçtiğimizde oldukça sıcak olduğunu hissettim. Burnuma mis gibi et kokuları geliyordu, fena acıkmıştım. Sağ tarafta, ortada büyük bir ocak vardı. Bu normal ev ocakları gibi değildi. Altında yanan kömür ateşi vardı ve üstündeki davlumbaz ortaya çıkan is kokusunu çekiyordu. Üstünde çeşit çeşit kebaplar pişiyordu, görsel bir şölendi resmen. Etrafa baktığımda, yarı yarıya doluydu masalar. "Hoş geldiniz komutanım," dedi orta yaşlarda bir beyefendi yanımıza geldiğinde. Adam elini uzattığında, Emre elini sıktı. Benden biraz kısa, saçları kırlaşmış, hafif göbekli birisiydi. Gerçi ben de böyle bir yerde çalışsam göbek yapardım. "Hoş bulduk Sami abi, bize sekiz kişilik bir masa ayarlar mısın?" Tahminimde haklıydım. Emre, Sami abiyle oldukça samimiydi. Buraya sık geliyordu. Gerçi bekâr adamdı, yemek yapanı da yoktu. Dışarıdan yemeye alışmıştır. "Üst kat boş, rahat edersiniz, oraya geçin." "Tamam abi," dedi Emre onaylayarak. Girişin sağında bulunan ahşap basamaklara ilerledik. Yukarı çıktığımda iki masayı birleştirip uzun bir masa yaptılar. Gediz ve Emre'nin birbirine olan bakışları ortamı ve beni gittikçe geriyordu. Montlarımızı çıkartıp kenarda duran askılığa astık. Herkes yerine oturunca en sonunda siparişleri verdik. Emre bir yanımda, Gediz bir yanımda oturuyordu. Bugün yine inanılmaz şanslıydım. Gediz'den uzak durmak için sandalyemi biraz daha Emre'ye yakın tutmuştum. Gediz ise bunu umursamamış, biraz daha yaklaşmıştı. "Sandalyeni çek biraz," dedi Emre dibime kadar girmiş Gediz'e bakarak. O bakışların hedefi olmak istemezdim. "Ben gayet iyiyim." Gediz rahat bir tavırla geriye yaslandı. "Sana çek dedim." Üstüne basa basa konuştuktan sonra ayağa kalktı Emre. Olay çıkacağına adım gibi emin olduğum için ben de ayağa kalktım. "Emre, bana lavabonun yerini gösterir misin? Elimi yıkamam gerekiyor," dedim koluna dokunarak. "Tamam," dedi Gediz'deki sinirli bakışlarını çekerek. Merdivenlere ilerlediğimde arkamdan geleceğini biliyordum. Aslında içeriye girdiğimizde etrafa bakarken kasanın arkasında kalan tuvaletleri görmüştüm. Amacım el yıkamak değildi zaten. Alt kata indiğimizde kolundan tutup nereden bulduğumu bilmediğim bir cesaretle Emre'yi kapının önündeki verandaya çıkarttım. "Sana söylemem gereken bir şey var." Emre'nin gözlerine bakarak kurduğum cümleyle derin bir nefes aldım. "Dinliyorum," dedi gözlerimin içine bakmaya devam ederken. "Gediz ve benim beş yıl önceki tanışmamız sadece kız kardeşi Ceyda ile sınırlı değildi."
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.
|
0% |