@deeindeniz
|
"Burada konuşulacak konu değil bu Gamze. Daha önce tanıştığınızı Gediz ile burada karşılaştığınızda zaten söylemiştiniz ama sanırım daha ilerisi var." Emre gözlerimin içine bakarak bir şeylerden emin olmaya çalışırken, başımı salladım onaylayarak. "Evet ve ben sana anlatmak istiyorum," dedim kararlılıkla sözlerimin arkasında dururken. Artık içimde tutmak ya da saklamak istemiyordum. Bunun bir nedeni Gediz'in de içinde bulunacağı gruba ders vermem, ikincisi Emre'den ciddi anlamda hoşlanmamdı. Eğer Emre'de o ışığı görmeseydim bunu anlatma gereği kesinlikle duymazdım. Şimdiyse aramıza girecek olan ihtimalleri ortadan kaldırarak başlayacaktım işe. Emre'yle konuşup Gediz ile olan geçmişimden ve nasıl bu hale geldiğimizden bahsedecektim. "Yemekten sonra benim evimde bir kahve içelim mi?" Dışarıdan bakılınca çok yanlış anlaşılacak bir durum olabilirdi ama ben Emre'ye bu konuda güveniyordum. İkimiz de yetişkin insanlardık ve bunu geri çevirmek olayları daha karmaşık bir hale sokabilirdi. "Tamam ama kahveleri ben yaparım." Şartımı öne sürdüğümde nedenini iyi bildiği için sorun edeceğini sanmıyordum. "Merak etme Nuri Alço tarzından ilerlemiyorum, gazoz yerine kahve sunarak," dedi gülerken. "Sadece zehirlenip diğer tarafı boylamak istemiyorum. Henüz erken bence." Yaptığı imaya gülerken yüzünde gözlerimi gezdirdim. Güzel gülüyordu. "Evet, çok erken," dedi Emre de. Yine yoğun ve delici bakışlar yerini almış, gülerken kısılan gözleri kalbimi sıkıştırmıştı. Bu adamın benim üzerimdeki etkisinden bence hiç haberi yoktu. Eğer olsaydı, ya sürekli güler beni kalpten götürürdü ya da hiç gülmez, beni böyle kendine hayran bakarken göremezdi. Sanırım farkında olmaması daha iyiydi, doya doya gülüşünü izlemek çok güzeldi. Ellerime baktığında benim de bakışlarım ellerime kaydı, üstü kızarmıştı. "İçeri geçelim hadi, hava soğuk." Başımı çevirip gecenin karanlığına bakarken Emre'nin sözlerini doğrulamak istercesine rüzgâr esti. O söyleyene kadar farkında bile değildim havanın soğukluğundan. Üstümüzde mont bile yoktu ama dışarıda oturmak isteyenler için elektrikli ısıtıcı vardı kapının iki yanında. "Olur," dedim ben de onaylayarak. Emre ile birlikte tekrar üst kata çıktığımızda herkes kendi arasında sohbet etmeye başlamıştı. Emre ve Gediz arasında oturacak olmak beni yeniden germeye başlamıştı. "Uğur, yana kay," dedi Emre işaret ederek. "Tamam." Uğur itiraz etmeden yerinden kalkarak biraz önce Emre'nin oturduğu yere oturdu. Emre'nin diğer yanında Gediz oturuyordu ve onun yanına oturması da sorundu. Uğur bunun yerine Emre'nin oturduğu yere geçti. Gediz'in yanında artık Uğur oturuyorken, Emre -garantilemek içindi sanırım- Uğur'un yanına oturdu ve ben de onun yanına geçtim. Derin bir nefes alıp masada konuşulan konuları dinlemeye başladım. Biraz önceki gerginlik göz ardı edilmiş, sineye çekilmişti. Biraz sonra yemek servisi başladı ve acısız urfa önüme geldi. Herkes adana söylemişti, üstelik bol acılı. Bu girişin bir de çıkışı vardı onlar için. Ben tabağa, tabak bana bakıyordu. Kebap oldukça uzun olan bir şişe geçirilmişti. Sağ elim askıda olduğu için sıkıntı çekecektim sanırım. Birden önümden alınan tabakla şaşkınca baktım. Emre önüne aldığı tabağımdaki kebabı önce usta bir hareketle şişten çıkartıp sonra da tek lokmalık parçalar hâlinde bıçak yardımıyla böldü. Yanındaki pideyi de parçalara ayırıp tabağımı önüme geri bıraktı. Ona gülümserken göz kırptı bana. Bu hareketi çok hoşuma gitmişti. "Afiyet olsun," diyerek başladı herkes. Üstümde hissettiğim gözlerle masaya baktım. Herkes yemeğini yiyordu kendi hâlinde. Gediz ile göz göze gelince hızlıca bakışlarımı çektim. Birkaç saniye bile olsa gözlerindeki kızgınlığı görmüştüm. Tabağıma bakıp başımı kaldırmadan yemeğime odakladım. "Gamze Hocam, evlenmeyi düşünüyor musunuz?" Sercan'ın sorusuyla ağzımdaki lokma boğazıma takıldı. Öksürürken önümdeki ayran dolu bardağa uzandım. Birkaç yudumun ardından derin bir nefes aldım. "Oğlum Sercan, soracağın soruyu si-" derken Semih'e sert bir ses durdurdu. "Semih!" dedi uyarırcasına Emre. "Seveyim diyecektim komutanım." Devamında boğazını temizleyip azar yiyen çocuk gibi omuz silkti Semih. "İyi misin?" dedi Emre bana dönerek. Gözleri endişeli bakıyordu, ses tonu biraz öncekine göre yumuşaktı. "İyiyim, fazla çiğnemeden yutmaya çalıştım, büyük geldi lokma sanırım." Peçeteyle ağzımı yavaşça silip birkaç kere daha boğazımı temizlemek için hafifçe öksürdüm. "Hocam kusura bakmayın birden sordum," dedi Sercan mahcupça. "Sorun değil Sercan. Yirmi beş yaşındayım, elimde bir mesleğim de var ve evet, karşıma fikirlerimin uyuşacağı, sevebileceğim birisi çıkarsa neden olmasın?" Net bir cevap vermiştim bence. Bir yandan da tabağımda artık kendinden geçmiş, 'ne olursun ye artık, tabağa yapıştım' diyen kebap ile bakışıyorduk. "Hocam, arkadaşınız falan varsa tanıştırırsanız çok makbule geçer." Normalde bu tür sohbetlere alışık değildim ama Sercan'ın soruş tarzı cevaplama isteği oluşturuyordu. Üstüne bir de boşboğaz olması onu gerçekten komik kılıyordu. "Arkadaşlarımdan birisi evli, çocuğu var. Diğeri nişanlı, bekâr olan iki arkadaşım var." Gülümseyerek ona doğru dönüp konuşmuştum. "Aman deyim hocam, sonra sizin başınız belâya girer," dedi Uğur gülerek. Sanki bildiği bir şey vardı da onu ima ediyordu. "Neden? Çok mu çapkınlar?" Bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirdim, Gediz'i es geçerek. Daha doğrusu Emre'yi merak etmiyor değildim. "Ne çapkını hocam dağ başında?" dedi Semih de itiraz ederek. "Dağ başında aşk olmaz mı?" Gülümseyerek sorduğumda sorumun sahibi yanımdaydı aslında. "Olmaz mı, hem de en güzelinden olur." Emre bana dönerek beklediğim cevabı verdiğinde bakışlarımız buluştu. "Hazan ve Eylül mü evlenmedi daha?" dedi Gediz. Emre'den çektiğim bakışlarımı önümdeki ayrana odakladım. Bardağımı elime alıp kısaca cevapladım. Her ortamın içine limon sıkıyordu ve ben bu gece tatsızlık çıksın kesinlikle istemiyordum. "Evet, onlar." "Siz önceden bayağı yakından tanışıyordunuz herhâlde?" diyen Uğur ile ortamda sessiz bir gerginlik oldu. Elimdeki bardağı masaya bıraktım yavaşça. Gediz'in gözlerinin üzerimde olduğunu bilerek başımı kaldırıp Uğur'a baktım. "Evet, beş yıl önce tanışmıştık, Gediz'in kardeşi ile aynı üniversiteye gidiyorduk o zamanlar. Zaten bunları tanıştığımız zaman söylemişti Gediz." Uğur'un ne yapmaya çalıştığını o an gerçekten anlamadım. Daha önce, yılbaşı gecesi de Gediz ile ilgili sorular sormuştu bana. "Kalkalım mı?" Emre sessizliği bozarak sorduğunda, herkes onayladı. Sandalyeden kalkıp montumu almak için hareket ettiğim zaman Emre benden önce davranmış, giymem için montumu tutmuştu. "Teşekkür ederim." Tek kolumu geçirip diğerini omzumun üstünde bıraktım. Bu ince davranışları, benim için çok önemliydi. Beni önemsediğini bana hissettirmekten çekinmiyordu. "Rica ederim." Merdivenlere doğru ilerlediğimde bir yanımda Emre diğer yanımda Semih vardı. Kendimi korumaları tarafından çevrilen ünlüler gibi hissettim. Gerçi hepsi uzun boylu, yapılı adamlardı. Merdivenlerden inip çıkışa yöneldiğimizde aklıma hesap geldi. Masaya hesap gelmediği için çıkışta ödeyecektik sanırım. "Hesabı nasıl ödüyoruz?" dedim. Çünkü kimse kasaya yönelmemişti henüz. "Herkes yediğini ödüyor genelde hocam ama bu sefer komutanım ısmarladı yemeği." Sercan, gülerek başıyla Emre'yi işaret ettiğinde ben de yanımda duran adama baktım. "Teşekkür ederim, ilk maaşımı alınca benim de sana sözüm olsun." Samimi bir şekilde resmen Emre'yi yemeğe çıkarmak istediğimi söylemiştim. "Sen bir başla da bakarız," dedi çok da inandırıcı olmayan bir şekilde, geçiştirir gibi. Beni mi yoksa hesap ödemeyi mi geçiştiriyordu görecektim artık. Umarım hesap ödemedir. "Dursun, hiç sesin çıkmadı bugün, bir sorun mu var?" Gerçekten de Dursun yemekte pek konuşmamış, sessizce yemeğini yemişti. Emre'nin gözünden bir şey kaçmıyordu sanırım. "Komitanum, benum Nazli mesaj atmiş. Bu hafta istemeye geleceklerimiş bizum köyün muhtarunun uşaği Kazim'a." İçini çekerek gözlerini uzaklara çevirdi. Anlaşılan ortada sıkıntılı bir durum vardı. Dursun ve Nazlı konuştuğuna göre aralarında bir ilişki var demekti. Nazlı'nın ailesi bu durumu bilmiyor olabilirdi. Seçenekler çoktu aslında bu durumda. İki taraftan birinin ailesi de istemiyor olabilirdi. Sessiz kalıp sorunun ne olduğunu öğrenmek için konuşmalarını dinledim. "Sen bu kızı istemeye gitmedin mi? Ne oldu o iş?" Emre elini Dursun'un omzuna koyarken, ben de bir kısmını öğrenmiş oldum. "Gittuk, anası askere kiz vermam, orda burda dolaniysun, kizumu tek bırakmam dedu. Ne yapalum komitanum, vatan diyirum anlamiyurlar." Dursun'un hüzünlü çıkan sesiyle ben de üzülmüştüm. "Tamam, sen geç arabaya şimdi, yarın bir konuşalım bu konuyu," dedi Emre de arkadaşının omzunu sıvazlayarak. Dursun ile aynı yaştaydık, Emre ile iki yaş olduğu için aramızda, Dursun'a abilik yapıyordu ve bunda oldukça başarılı gibiydi. Üstelik bu durum oldukça zordu, sevdiği kızın ailesi tarafından istenmiyordu sırf mesleği yüzünden. Böyle düşünen insanlar az olsa da maalesef vardı. Abim de askerdi ve böyle bir şey başına gelse çok üzülürdüm. Gerçi Seda'nın ailesi istememek bir yana, neredeyse abimi bulduğu için göbek atacaklardı. "Üzüldüm hâline," dedim Dursun gidince, içime derin bir nefes çekerek. "Herkes asker eşi olamaz, zordur. Bak sen de görüyorsun, en yakın örneği abin ile Seda. Abin görevdeyken Seda doğum yapsa, abin görevi yarıda bırakıp gelemez. Bu mesleğin zoru dağ, bayır, zorlu şartlar, pusu olsa da insanı en çok zorlayan ev hasreti aslında." Arabaya ilerlerken Emre'nin sözlerini düşündüm ve çok haklıydı bu konuda. Abimin aylarca süren gittiği görev olmamıştı ama yine de iki hafta ile bir ay arasında değişen görevlere çıktığı olmuştu. Bu süre içinde ondan çok az haber alıyorduk ve endişe ediyorduk. İlk ayrı kalışımızda ne kadar üzülmüştük annemle. Merak etmiştim bir yandan da, Emre de böyle uzun süreli görevlere çıkıyor muydu? "Emre, anahtar sizde kalmış." Uğur yanımıza geldiğinde, Emre cebindeki anahtarı çıkartıp Uğur'a verdi. Kendi arabasına geçtiğinde ben de yanına ilerledim. Gediz yoktu bu sefer, öne geçip oturdum. "Semih nerede?" dedi Emre arkaya bakarak. Ercan, Dursun ve Sercan vardı, yan yana oturmuşlardı. "Uğur'un arabasında öne geçti komutanım. İç organlarım birbirine geçti diyordu." Ercan gülerek durumu anlattığında gülümsememi bastırdım. "İç organlarını severim onun." Emre sessizce söylenirken önüme döndüm. Arabanın konsolundaki saate baktığımda on olduğunu gördüm, yol yarım saat sürüyordu. Araçta sessizlik oluşurken radyoyu açmak için hareketlendim. Çıkan şarkı ile kanalı değiştirmeyi bırakıp geriye yaslandım. Karanlık, yol kenarında ikili şerit hâlinde yanan lambalarla aydınlatılmıştı. "Sever misin?" diye sordu Emre bana bir bakış atıp. İçeriyi Müslüm Gürses'in Adını Sen Koy parçası doldururken. "Kim sevmez ki?" Müslüm Gürses'in birçok şarkısını dinliyor ve seviyordum. "Komutanım, geçen kış rakı balık sofrası yapmıştık karda. Bu sene de yapalım, siz izin alırsınız Cahit Üsteğmen'den," dedi Sercan. Müslüm Gürses şarkıları denilince akla ilk rakı sofraları geliyordu galiba onlar için. "Oğlum daha yeni baskın yedik, akıllanmazsınız siz. Bir süre toplu etkinlik yok dedi Haşim Albay tedbir amaçlı." Tedbirler arttırılmış, önlemler alınmıştı Emre'nin söylediklerine göre. "Tamam komutanım." Sercan hoşnutsuz bir ses tonuyla kabullendi. Kimse bu durumdan memnun olmasa da gerçekten büyük bir olay atlatılmış ve çok az bir hasarla çıkmışlardı. Bu hasarın birazını ben alsam da kendi adıma mutluydum daha kötüsü olmadığı için. En azından yaralı olarak kurtulmuş, bu olayı ucuz atlatmıştık. Lojmanlara giriş yaptığımızda herkes arabalardan inip otoparktaki kendi arabasına yöneldi. "İyi geceler," dileyerek ayrıldılar. "Gamze, seni eve bırakırım ben." Gediz'in sesiyle arkamı döndüm ve halen beklediğini gördüm. Emre, evin anahtarlarını arabada bırakmıştı, alıp gelmesini bekliyordum. "Gerek yok." Kısaca, soğuk çıkan sesimle konuştum. "Geldim, gidelim." Ne zaman geldiğini hiç anlamadığım Emre, elini belime koyarak beni hafifçe öne doğru çekti yürümem için. Belime değen sıcak eli ile vücudum gerilirken, Emre'nin bunu içsel bir sahiplenme hissiyle mi yaptığını merak ediyordum. "İyi geceler. Derslerde görüşürüz artık bol bol hocam," dedi Gediz yanımdan geçerken. Emre yanımdaydı ve bir anda yok oldu. Hızlıca Gediz'in karşına geçip durdu. "Bana bak Gediz, sesin çok çıkıyor bu ara. O sesini kısmamı istemiyorsan ayarına dikkat et." Gediz'in karşısında dururken sinirli bakışlarını ona dikmişti. Elleri yumruk olmuş, her an saldırıya hazır gibi duruyordu. Gediz'in ne kadar pislik birisi olduğunu bildiğimden, Emre'yi geri çekmek istedim. "Emredersiniz komutanım!" Ben daha hareket edemeden Gediz geri adım attı asker selamı vererek. Ama bunu ciddi bir şekilde değil de lakayt bir tavırla, dalga geçiyor gibi yapmıştı. Sonra da gözleri beni buldu ve o gözlerde gördüğüm şey beni ürküttü. Arkasını dönüp kendi arabasına ilerledi. "Gidelim," dedi Emre beni bekleyerek. Yanına ilerlediğimde yürümeye başladık. Ne diyeceğimi gerçekten de o anda bilmiyordum. İkimiz de ayağımızın altında artık erimeye başlamış karın ıslak sesleriyle yürüdük. Telefonumu çıkartıp saate baktım, on bire geliyordu artık. Epey geç olmuştu. "Ben bir abime haber versem aslında iyi olur." Emre'ye döndüğümde başını salladı. Abimi aradım, uzunca çalan telefon açılmamıştı. "Uyudu herhâlde, bir yarım sonra beni bırakır mısın?" dedim çok da geç olmasını istemeyerek. "Olur tabii." Emre'nin evine geldiğimizde, evin kapısını açarak geri çekildi geçmem için. İçeri girdiğimizde evin bir önceki gelişime göre daha derli toplu olduğunu gördüm. Büyük bir gelişme vardı ya da gerçekten ben kötü bir ana denk gelmiştim. Emre'nin o halleri aklıma gelince gülümsedim. "Tek elle yapabilecek misin kahveyi?" Sorusuyla ona doğru döndüm, tek kaşını kaldırmıştı. "Biz kadınlar istediğimiz zaman her şeyi yapabiliriz." Göz kırptıktan sonra üstümdeki kabanı çıkartıp koltuğa çantamla birlikte bıraktım. Emre de üstündeki kamuflajın ceketini çıkarttı. "Ben bir üstümü değiştirip gelsem iki dakika?" Mahcup bir ifadeyle bakınca beni tek bırakmak istemediğini anladım. Sonuçta ev sahibiydi. "Tabii, ben de o ara kahveyi yaparım," dedim omuz silkip. Ben mutfağa geçerken, Emre odasına geçti. Geçen sefer geldiğimde bütün malzemeleri kendim yerleştirdiğim için bulmam zor olmadı. Hızlıca iki kişilik yaptığım orta şekerli kahveyi fincanlara pay ederken Emre geldi. Mutfak masasına fincanları bıraktım ve Emre ile karşılıklı oturduk. "Bir kahvenin kırk yıl hatırı var derler. Seninle kırk yıllık bir hatıra bu kahveyle birlikte dahil oluyoruz. Şimdi bana en başından anlat bakalım, Gediz ile bu hatıra nasıl dahil oldun?" dedi Emre gözlerimin içine bakarken. Gözlerime bakarken bir şeyler aradığını biliyordum ve ben ona aradığı şeyi sadece sözlerimle değil, hislerimle de belli edecektim.
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayınız lütfen. |
0% |