Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@deeindeniz

Sabah telefonumun alarmıyla falan uyanmadım, yüzüme vuran güneş ışığıyla falan da değil, kuş sesleri ile kesinlikle değil. Tepemde dikilmiş cırlayan bir Seda'yla güne başladığınızı düşünün. Ya da düşünmeyin, size de yazık.

"Gamze, canım omlet çekti. Gamze kalksana ya, ne uykucusun."

Gözlerimi zar zor açıp saate baktım. Saat daha dokuzdu. "Allah'ım neden ben ya neden?" diye söylendim içimden. Derin bir nefes alıp başımı kaldırdım, Seda'ya baktım. Her sabah nasıl bu kadar gıcık olabilirim diye düşünüyor mu acaba? Hareket ettiğimde omzum sızladı. Akşam yorgunluktan koltukta sızıp kaldığımdan her yerim ağrımaya başlamıştı. Üstümden pikeyi atıp yatakta doğruldum.

"Tamam, bir elimi yüzümü yıkayayım da yapalım omleti," dedim.

Tabii ki yapalım derken kendimden bahsediyordum tamamen. Yoksa Seda'nın magazin programı açıp kalktığım yere yatmasıyla hiçbir alakası yoktu. Sinirlerime sahip olmaya çalışarak banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Su bile buzun erimiş hâli gibiydi. Üst kata, sevgili odama çıkıp valizin içinden arayarak bulduğum hırkamı üstüme, panduflarımı da ayağıma geçirdim. Valizin kapağını kapatıp odadan çıktım, aşağıya geri indim.

"Gamze, çay suyunu koymuştum, onu da demlersin."

Vallahi zahmet etmişsin Seda, onu da yapardım ben! Sakin ol Gamze, yeğenin için katlanıyorsun. İçimden söylene söylene mutfağa gittim. Anlamıyorum cidden, millet doğurana kadar her işini kendi hallediyor, bu kızda tık yok. Bir iş yapmadığı gibi yapılanı da beğenmiyordu.

Hamileliğinin ilk üç ayını da Ankara'da, bizim evde geçirmişti. Kendi annesi bile tahammül edememiş, biraz da kaynananda kal diye bize postalamıştı. Sanmayın ki ben bu kıza şimdi sinirleniyorum. O ilk üç ayı sürekli kusmak ve benim burnumdan getirmekle geçirdi. Annem hasta, abim görevde, benim başıma kaldı doğal olarak.

'Gamze susadım, Gamze acıktım, Gamze canım sebzeli makarna istedi, Gamze kustum.' Bunlar kurduğu cümlelerin bazılarıydı sadece. Hamile kız, yardım et sevap olur diyenler olacaktır kesin ama böyle bir şeye bütün gün kimse katlanamaz diye düşünüyorum. Üstelik size zamanında çok baskı uygulayıp çektirmiş birisine karşı. Ama ben hâlâ sabrediyordum.

Mutfağa girdim, kaynayan suyla çayı demleyip omleti yaptım. Kahvaltılıkları çıkartıp sofrayı da hazırladım. Çayları doldurup tabaklara omleti servis yaptım.

"Yenge, kahvaltı hazır," dedim salonda oturan Seda'ya seslenerek. Biraz sonra gelen Seda sofraya bir bakış atıp oturdu. Ekmek sepetinden dün abimin gelirken aldığı ekmeği çıkarttım.

"O ekmek bayatlamıştır Gamze. Hemen ileride ekmek bayisi var, lojmanın içinde. Hemen bir koşu alıp gelirsin sen." Ağzına attığı yumurtayı yerken, elimde ekmek kaldım öylece.

"Yenge ne bayatlaması, yumuşacık ekmek. Hem abim günlük ekmek mi alıyor?" dedim yaptığı saçmalığı yüzüne vurarak. Bu kadarı da fazlaydı artık.

"Sabah alıyor ama geç kaldığı için alamadı bugün. Hadi git al, yeğeninin canı istemiş," dedi gözlerini doldurarak. Ah, bir de durduk yere ağlamasından nefret ediyordum. Sinirle yerimden kalkıp ekmeği bıraktım masaya. Bir de üst değiştirmekle uğraşmak zorunda kalmamak için direkt montumu giydim. Çantamdan cüzdanımı alıp telefonumu cebime koydum ve botlarımı giydim.

Kapıyı açıp buz gibi havayla karşılaştığımda titredim. Resmen sabahın ayazında boş yere evden çıkartmıştı beni. Beremi başıma geçirip uzun kestane rengi saçlarımı içine tıkıştırdım. Cebimden çıkarttığım kulaklığı telefonuma takarak müzik listemden yeni bir şarkı açtım.

Hızlı adımlarla ilerleyerek montumu giyerken, mutfaktan bağırarak tarif ettiği büfeyi aramaya başladım. Yakın dediği yer lojmanın diğer çıkış kapısının önündeydi. Soğuktan titreyerek uyuşan bacaklarımla büfeyi gördüğümde, daha fazla vakit kaybetmeden yürüdüm. Büfenin önüne geldiğimde içerideki görevli askere rica ettim.

"Merhaba, iki ekmek alacaktım."

Asker yüzüme bile bakmadan ekmeği poşete koyup verdi. Parayı da bana bakmadan aldı. Biraz şaşırsam da Seda'nın dedikleri geldi aklıma. "Lojmanda askerlerin eşi, kızı oturduğu için askerler hiç bakmaz, konuşmaz genelde. Belki komutanının karısı ya da kızı diyerek uzak dururlar. Aslında çevrende sürekli birilerini hissetmek başta korkutucu oluyor. Her an bir şey olacakmış gibi hissediyorsun. Bir zaman sonra alışıyorsun ama," demişti.

Ben de buna yorup bir şey demedim, ekmeği alıp ilerledim. Ekmek sıcaktı ve çok güzel kokuyordu. Açlığa dayanamayıp ekmeğin ucunu kopartıp yemeye başladım. Çocukluğum gelmişti aklıma, fırından dönerken yapardım hep. Etrafıma bakarken küçük bir köpeğin bana doğru geldiğini gördüm. Aramızda biraz mesafe vardı, sanırım ekmeğin kokusuna acıkan bir ben değildim.

Gittikçe yaklaşan köpek önümde durduğunda gülümsedim. Biraz eğilip sevdim, ekmek vermek istemiştim. Cinsi de farklıydı sanırım. Köpeğe de pek benzetemedim ama kırma olabilirdi. Eğilmem ile bana hırlaması bir oldu. Geriye doğru giderken aslında bir tilki yavrusu olduğunu anladım. Karşıdan bana doğru koşan annesini de görmem ile arkamı dönüp koşmaya başlamam bir oldu. Bildiğim tüm duaları okurken hâlâ peşimden geliyorlardı. Kulaklığım kulağımdan düşerken birinin sesini duydum.

"Ekmeği bırak elinden!" diye bağırıyordu.

Hızla elimdeki ekmek poşetini bıraktım, daha hızlı koşmaya devam ettim. Arkama baktığımda poşetteki ekmeği yiyen tilki ailesini gördüm ve sert bir şekilde taşa çarptım. Ayağımın da kaymasıyla yeri boyluyordum ki ellerinin sıcaklığı eldivenlerin üstünden bile belli olan taş beni sıkıca tuttu. Düşmeyi bekleyerek sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım yavaşça.

"İyi misiniz?" dedi kar maskesinden boğuk ama sert sesiyle. Derin bir nefes alıp iki ayağımın üstünde dengemi kurdum. Ve hayatımda hiç görmediğim zümrüt yeşili gözlerle karşılaştım.

"Evet, teşekkür ederim. Siz olmasaydınız tilkilere yem olacaktım."

Sesim kısık çıkmıştı ama beni duyduğunu biliyordum, başını sallamıştı. Olayın etkisindeydim hâlâ, ellerim titriyordu. Karşımdaki adamın gözlerine bakmak için başımı biraz kaldırmam gerekiyordu.

Benim uzun boyuma rağmen çenesine ancak geliyordum. Boyu yaklaşık 1.85 olmalıydı ama kalın kar botları onu en az 1.90 gösteriyordu. Aynı botlardan abimde olduğu için biliyordum, tabanları oldukça yüksekti. Yüzünün hiçbir ayrıntısı belli olmuyordu. Sadece zümrüt yeşili gözleri görünüyordu. Sesinden genç olduğu belliydi ama en fazla otuz derdim.

"Buraya kadar aç olduklarında iniyorlar. Yaklaşık yirmi dakika uzaklıkta bir köy var, genelde oraya inerler ama şansınıza yolları buraya düşmüş," dedi. Benimle alay ediyor gibi gelmişti ses tonu ama bozuntuya vermedim. Ekmekleri yiyen tilkiler geldikleri gibi gitmişlerdi. Onlara da üzülmüştüm, hava çok soğuktu ve yiyecek bir şeyleri yoktu.

"Hayvanlar için yapabileceğimiz bir şey var mı?" diye sordum. Hayvanları gerçekten çok seviyordum ve her ne kadar beni yemekleri yapmaya niyetlenseler bile aç olmalarını istemezdim.

"Belediye ve gönüllüler, haftanın belirli bir günü gelip temiz su ve mama bırakıyor. Tabii ne kadar çok kişi olursa o kadar iyi olur. Hayvanlar oldukça fazla ve gördüğünüz gibi bazen yetmiyor," dedi asker. Rütbesine baktığımda teğmen olduğunu anladım. Lojmanda genelde hep er oluyormuş Seda'nın dediğine göre. Arada denetleme için ya da nöbet değişimlerinde geliyormuş rütbeliler.

"Tekrar teşekkür ederim," dedim. Başka bir şey demek aklıma gelmedi o an. Ekmek büfesine doğru tekrar ilerlemeye başladım. O ekmekler olmadan Seda beni eve bile almayabilirdi.

"Tekrar karşınıza tilki çıkabilir. İsterseniz ben getirebilirim ekmeğinizi," dedi bir iki adım atmıştım ki. Beklemediğim teklifi beni şaşırtmıştı ama aynı olayı bir daha yaşamak istemiyordum. Geri dönüp kararsızlıkla baktım.

"Zahmet olmasın," dedim çekinerek.

"Sorun değil. Hangi lojman?" Yüzünde kar maskesi olmasa gülümsediğine emindim. Eğlenen bir ton vardı sesinde. Yanına ilerleyip gözlerine baktım çünkü tepkisini çok merak ediyordum.

"Cahit Karademir'in lojmanı, yerini biliyorsunuzdur sanırım," dedim başımı hafif yana eğip dudaklarım kıvrılırken.

"Üsteğmen Cahit Karademir?" dedi boğazını temizleyip sorar bir bakış atarak.

"Başka Cahit Karademir var mı bilmiyorum ama evet, üsteğmen, kendisi abim olur," dedim eğlendiğimi gizlemeyerek.

Biraz önce aynı şekilde onun da eğlendiğine emindim çünkü. Burada rütbe sıralamasına göre albaydan sonra abim geliyordu. Karşımdaki asker, teğmen olduğuna göre abimden rütbe olarak daha düşük oluyordu.

"Peki hanımefendi, siz geçin ekmeğiniz gelecek," dediğinde etrafıma bakıp kime hanımefendi dediğini bulmaya çalıştım. Hâlâ bana bakıyordu. Ne ara hanımefendi oldum bilmiyorum ama gülerek başımı iki yana salladım.

"Teşekkürler," dedim gülümseyerek ve bu sefer eve doğru gitmek için yanından geçtim. Yürürken geri dönüp baktığımda ekmek büfesine doğru ilerlediğini gördüm. Ekmekleri getirecekti sanırım.

Çıkmadan anahtarı aldığım için kapıyı açtım direkt. Montumu çıkartmadım, hâlâ üşüyordum. Mutfağa ilerlediğimde Seda'nın kahvaltısını çoktan yapmış, telefonuyla oynarken çayını içtiğini fark ettim. Bu kız beni delirtecekti sonunda.

"Gamze, sen mi geldin?" Bana bir bakış atıp telefonuna tekrar döndü.

"Ben geldim, yapmışsın kahvaltını," dedim üstüne bastıra bastıra. Gördüğü hâlde bir de tekrar soruyor, ikizim var da benim mi haberim yok acaba?

"Gelmek bilmedin, ne yapayım acıktım. Ne yapıyorsan dışarıda soğukta... Ekmek de almamışsın hem," dedi memnuniyetsizce.

"Ne yapayım, tilkilerle fink atıyorum. Az daha yem oluyordum," dedim kendime çay alıp otururken. Bardağa yapışasım gelmişti, buz gibiydim. Ellerimin titremesi biraz azalsa bile üşüyordum.

"Yine mi inmişler? Neyse, bir şey de olmamış sana." Sanki olmadığına üzülmüş gibiydi. Başımı iki yana sallayıp çayımı yudumladım. Buz gibi olmuş tabağımda duran omlete bir bakış attım. Ekmeğin hepsini yemişti, doğal olarak.

"Ekmeği bırakmak zorunda kaldım, peşimi ancak öyle bıraktı," dedim, neyse ki onların karnı koymuştu. Seda'nın da karnı toktu, olan yine bana olmuştu.

"İyi bari, ben biraz yatacağım, yoruldum." Sanki ekmeği almaya onu göndermiştik de tilkiler onu kovalamıştı. Bir insan oturduğu yerde yemek yerken nasıl yorulabilirdi?

"Yat tabii, dinlen." En azından başımda durup emirler yağdırmasından iyidir diye düşünerek cevap verdim.

Seda odasına giderken ben de kendime çay doldurdum. Üstümdeki montu çıkartmış, biraz olsun ısınmıştım. Zil çalınca oturduğum sandalyeden kalkıp kapıya ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda elinde ekmek poşeti olan bir asker vardı.

"Kurt Komutan'ım gönderdi," dedi asker ekmeği uzatarak.

"Kurt?" dedim sorar bir şekilde.

"Teğmen Emre Kurt," dedi asker. Ekmeği alınca arkasını dönüp geldiği gibi gitti başka bir şey demeden. Arkasında şaşkın şaşkın bakan bir ben bıraktı.

Abimin görev arkada

şlarından bahsederken arada ismi geçen, Kurt lakaplı Emre Kurt mu dedi asker yoksa ben mi yanlış duydum?

Loading...
0%