Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@deeindeniz

Gamze'den

Abimin sorusuyla birlikte olduğum yerde öylece kaldım. Aklıma kötü ihtimaller gelirken Gediz'i tehdit ettiğim için abime saçma sapan şeyler anlatıp anlatmadığını bilmiyordum. Eğer böyle bir şey yaptıysa kendi ellerimle boğardım Gediz'i. Ona dokunmak bile midemi bulandıracağı için bu fikri hemen sildim aklımdan.

"Gamze, artık söylemeliyiz bence." Emre ayağa kalkarak bana döndüğünde gözlerim onu bulurken başımı iki yana salladım. Gediz ile ilgili hiçbir şeyi anlatmak istemiyordum abime.

"Neyi anlatacaksınız?" Abim bir bana bir Emre'ye bakarak tek kaşını kaldırdı.

"Abi, Gamze söylemek istemiyor ama bu iş onun başına belâ açacak gibi, ben haberin olsun taraftarıyım." Şimdi olmaz Emre! Daha ben bunu anlatmaya hazır değildim.

"Şu işi düzgünce anlat önce Emre. Benim kardeşimin, Gediz ve seninle ne alakası var? Kavgayı neden ettiniz diye sorunca Gediz'e, Emre'nin kıskançlığı yüzünden diyebilecek cesareti var ama gerisini ona sorun diyor." Abim sinirle tek tek kelimelerin üstüne basarak konuşurken ikimize de baktı. Elim ayağım titremeye başlayınca benden ses çıkmayacağını anlayan Emre konuşmaya başladı.

"Abi, Gediz bizim albayın yeğeni Özge'yi seviyor. Kız da sürekli benim peşimde dolaştı yılbaşı gecesi. Gamze'den de ben ricada bulundum Özge'ye benden uzak dur demesi için çünkü ben muhatap olursam iş büyür diye düşündüm, albayın yeğeni sonuçta," dedi Emre, daha sonra derin bir nefes verip kurguladığı senaryoyu devam ettirdi abimin sorusuyla.

"Kavganızla ne alakası var bu konunun?" dedi abim tek kaşını kaldırıp sorgularcasına.

"Abi, o gece Gediz işi abartıp üstüme gelince kavga ettik, Özge'den uzak dur falan dedi. Ayrıca kız umurumda bile değil üstelik. Gamze Hoca da Gediz ile hastaneye konuşmaya gitmiş olayın daha fazla büyümemesi için." Emre abime bir an her şeyi söyleyecek diye ödüm koptu ama yine bu işten ustaca sıyırdı ikimizi de. Kurt, kurtluğunun hakkını veriyordu.

"Yani Gediz, Özge'yi seviyor öyle mi?" diye sordu abim bana bakarak.

"Hem de nasıl seviyor. Kör olmuş resmen Gediz aşkından, suçsuz yere Emre'ye saldıracak kadar kıskanmış," dedim ben de Emre'nin yalanına ayak uydurarak. Ah keşke sevse, nerede o günler, diye de içimden geçirmeden edemedim.

"Öyle olsun bakalım. Ama bu işten yırttık diye düşünmeyin sakın, gözüm üstünüzde. Şimdi ben Seda'yı hastaneye götüreceğim, rahatsızlandı. Emre, sen de evine geç dinlen, yarın izinlisin. Gamze, sen de kapıyı sıkıca kilitle," diyen abim en son cümlesini kurarken gözleri halen Emre'nin üstündeydi.

"Tamam abi. Seda'nın neyi var?" Hamilelikle ilgili bir sorunu olup olmadığını merak etmiştim.

"Bilmiyorum, karnım ağrıyor diyor. Acile götürüp gelirim hemen." Abim sesli bir nefes verirken bakışları tekrar Emre'yi buldu. Emre ayakta olduğu için direkt kapıya doğru yöneldi.

"İyi geceler, ben gideyim artık," dedikten sonra abim kapıdan geçirdi.

Kendimi koltuğa atıp oturdum. Biraz sonra abim ve Seda da çıkınca hissettiğim açlıkla ile mutfağa yöneldim. Ocakta duran çorbaya bir bakış attım.

"Yok, yemeyeceğim. Kesin zehirlenirim, zaten Seda da hastalandı. Kesin yaptığı çorbadan," dedim çorbadan uzaklaşarak. Dolabı açıp içinden kahvaltılık çıkarttım, meyve suyuyla karnımı doyurdum. Mutfağı toplayıp odama çıktığımda yukarıda bıraktığım telefonun ışığı yanıp sönüyordu.

3 Cevapsız Arama

Kurt

Bu kadar çok aradığına göre bir şey vardı kesin. İçim içime sığmazken arama tuşuna dokunup Emre'yi aradım.

"İyi misin?" diye sordu açar açmaz.

"İyiyim, aramışsın, bir sorun mu var?" Sesi biraz telaşlı geliyordu sanki.

"Sorun yok, sadece Cahit abinin ben gittikten sonra sana bir şey deyip demediğini merak ettim." Sesi normal, sakin tonuna dönerken tebessüm ettim. Beni merak etmişti.

"Yok, demedi ama tam olarak inandığını da sanmıyorum. Dikkatli olmakta fayda var." Yatağıma otururken yandaki masada duran ilaç poşetine uzanıp aldım ve bardağa su doldurdum.

"Aslında gerçeği söyleyecektim," dedi Emre derin bir nefes alırken.

"Olmaz, aynı iş yerinde çalışıyorlar. Düşünsene, kız kardeşini seven ve şu anda tehdit eden adamla aynı yerde çalışıyorsun. Bir de Seda hamile, onun sıkıntısı, gerginliği var. Üstüne ben yük olamam. Zaten üç aylığına geldim." Emre'yi ikna etmek için arka arkaya cümlelerimi sıralarken durakladım. Son cümle istemsizce dudaklarımdan döküldü. Karşı tarafta bir sessizlik olurken ben de kalan iki ayımı düşünüyordum çünkü çoktan bir ay geçmişti bile.

"Seda doğum yapınca mı gideceksin?" dedi Emre sonunda.

"Evet, bizimkiler gelecek, ben de Ankara'ya döneceğim." Eninde sonunda gideceğimi biliyordum. Emre'nin de bildiğine emindim çünkü Seda için burada olduğumu biliyordu.

"Anladım, yarın izin günüm. Teşekkür işini sen de derslere başlamadan halledelim mi?" Ses tonu biraz daha iyi gelirken, onu görmeyi ben de istiyordum. Baş başa vakit geçirmek iyi gelecekti.

"Olur ama akşam çok geç bir saat olmasın, gündüz çıkabiliriz," dedim abimin 'gözüm üstünüzde' demesini hatırlatarak. Heyecan yapmaya başlamıştım şimdiden.

"Peki, saat on iki gibi hazır olursan vakit çok geç olmadan gidip geliriz." Saat uygundu, üstelik fazla vaktimiz de olurdu.

"Nereye gideceğiz?" dedim merakla.

Iğdır hakkında lojman ve askeriye dışında hiçbir fikrim yoktu. Gezmeyi bırakın doğru düzgün dışarı bile çıkamamıştım geldiğimden beri. En son yemeği de Gediz sağ olsun burnumuzdan getirmişti.

"Gideceğimiz yer sürpriz ama kalın giyin." Emre ser verip sır vermeyerek konuştuğunda güzel bir yer olacağına emindim.

"Peki, öyle olsun," dedim ben de gülümsemeye devam ederken.

"İlaçlarını içtin mi?" Kucağımda duran ilaç poşeti ve masanın üstünde duran su dolu bardağa baktım. Tamamen aklımdan çıkmıştı!

"Seni aradığımda içmek üzereydim." Ama seninle konuşurken unuttum demedim tabii ki.

"Tamam, güzelce dinlen ilaçlarını iç, yarın haberleşiriz," dediğinde gülümsemem büyüdü. Dudaklarımı ısırarak bastırdım gülümsememi. Çocuk gibi davranıyordu bana sanki.

"Olur, iyi geceler."

"İyi geceler."

Telefonu kapattıktan sonra ilaçlarımı içip yatağa uzandım. Saat henüz sekiz olmuştu ve ben kendimi uyumama rağmen yorgun hissediyordum. Telefonu elime alıp annemi aradım. Birkaç çalıştan sonra açılan telefona, "Kızım," diyerek babam cevap verdi.

"Baba, nasılsınız?" Özlemle derin bir nefes aldım. İkisini de çok özlemiştim.

"İyiyiz kızım, sen nasılsın? Abinler nasıl?" Sesinden anladım onun da özlediğini, titremişti sesi konuşurken.

"İyiyim baba ben, abimler hastaneye gitti, Seda biraz rahatsızlandı." Şimdi iyiler desem, telefona isteyince veremeyecektim.

"Neyi varmış, önemli bir şey mi?" dedi babam endişeyle.

"Ben de bilmiyorum baba, henüz aramadım ama tansiyonu falan düşmüştür. Annem nerede?" Seda, tatlı canı isteyince bile hastaneye giden biriydi. Annemin de sesini duymak istiyordum kapatmadan.

"Annen yan komşuda, kahve içmeye gitti Serpil Hanım çağırınca. Ben bir abini arayayım, merak ettim," dedi babam. Serpil abla elli iki yaşında, emekli hemşireydi. Geçen sene eşini kalp krizinden kaybetmişti. İki çocuğu vardı, kızıyla birlikte yaşıyordu, oğlu ise evliydi. Annemle çok iyi anlaşırlar, sık sık kahveye gidip gelirlerdi birbirlerine.

"Tamam baba. İyi geceler." Telefonu kapatır kapatmaz abimi arayacağını bilerek kısa kestim.

"İyi geceler kızım," dedi babam da.

Kaldığım kitaba devam ederken bir yandan da Emre'nin beni yarın nereye götüreceğini düşünüyordum. Kitabın satırlarını çift görmeye başlayınca saate baktım. Gece yarısına gelmişti neredeyse, öyle dalmıştım ki zamanın ne kadar çabuk geçtiğini bile fark etmemiştim.

Abimler hâlâ dönmediği için merak etmeye de başladım. Telefonumu alıp abimi aradım. Telefon uzun uzun çalmasına rağmen açılmadı. Babamı da bu saatte arayıp abimle konuştun mu da demek istemedim, endişe etmesini istemiyordum. Seda'nın mızmızlanmalarıyla ilgileniyordu büyük ihtimalle. Aradığımı görünce nasıl olsa dönerdi bana. Işığı kapatıp yatağıma yattım ve uykuya daldım.

"Nerede bu?" dedim çalan telefonu tek elimle ararken. Gözlerim henüz açılmamıştı çünkü. Sonunda yataktan yavaşça kalkıp çalan telefonu elime aldım. Abim arıyordu.

"Efendim abi?" Kısık çıkan ses tonumla birkaç kez öksürdüm hafifçe.

"Gamze, biz biraz geç geleceğiz, Seda'nın testleri varmış yapılması gereken. Haşim Albay'dan izin aldım ben de onları da yaptıralım diye. Sen de dikkat et kendine." Yorgun geliyordu sesi.

"Abi bir sorun yok değil mi?" Endişe etmeye başlamıştım.

"Doktor rutin kontrol dedi abim. Şimdilik bir şey yok, merak etme sen." Bir şey olsaydı söylerdi abim.

"Tamam, görüşürüz," diyerek telefonu kapattım.

Hamilelikte bir sürü test ve tarama yapılıyordu, normaldi bunlar sonuçta. Ayrıca eve geleceğiz dediğine göre de fazla bir şeyi yoktu. İçim rahatlarken saate baktım. Ona gelen saatle hemen kalkıp yatağımı topladım.

"Geç kalacağım," diye söylendim. Normalde yarım saatte hazır olabilirdim ama tek kolla ve üstümü giymem bile yarım saat sürüyorken oldukça zordu. Askı çıkınca rahatlayacaktım artık.

Emre, kalın giyin dediği için siyah boğazlı bir kazak ve altına da siyah dar paça kot pantolon seçtim. Uzun uğraşlar sonucu giydiğim üstümle derin bir nefes verdim. Elektriklenen saçlarımı düzelttim.

Aşağı inip ekmek arası peynir, domates yapıp meyve suyumla içtim. İlaçlarımı da içtikten sonra banyoya geçip dişlerimi fırçaladım. Saçlarımı tarayabildim sadece çünkü sol elle toplanmıyordu bile. Emre'nin saçlarımı topladığı o an aklıma gelince içim titredi. Öyle nahif ve narin bir şekilde davranmasını hiç beklemiyordum o an. Telefonum çalmaya başlayınca beklemeden açtım.

"Efendim," dedim bir yandan çantamı kapatmaya çalışarak.

"Hazır mısın? Seni almaya geliyorum." Eve kadar gelecekti anlaşılan.

"Hazırım, olur." Saatin on ikiye geldiğini fark ederken, tam vaktinde hazırladığımı anladım.

"Kapıya gelince ararım." Telefondan gelen hışırtılardan montunu giydiğini anladım.

Telefonu kapatır kapatmaz aynanın önüne âdeta ışınlandım. Ruj ve maskara kullanıp çok da belli olmayan bir makyaj yaptım. Çantamı da alıp aşağı indim. Telefonum çalınca meşgule atıp montumu ve botlarımı giyip çıktım evden. Kapıyı kilitleyip arabada beni bekleyen Emre'nin yanına ilerledim. Kapıyı açıp soğuk havadan, içerinin sıcak havasına geçiş yaptım.

"Merhaba." Gülümseyerek Emre'ye doğru döndüm.

"Merhaba, hoş geldin," dedi sıcacık gülümserken.

"Hoş buldum. Nasılsın?" Hâlâ açık olan kapıyı tek elle kapatmaya çalışırken sormuştum.

"İyiyim, sen nasılsın?" diye sordu bana bakış atarak.

Lânet kapı bir türlü kapanmıyordu! Sinirle soluyup kapıyı bir kez daha kendime çektiğimde gelir gibi olan kapı tekrar geri gidince ben de kapıyla birlikte geriye doğru savruldum. Koltukta açık kalan kapıdan aşağı doğru sarkmıştım yatar gibi. Elim halen kapı kolunda olduğundan düşmedim şükür.

"Gamze, Allah aşkına nasıl becerdin?" Emre kollarımdan tutup beni kendine çekti. Tamamen doğrulduğumda sinirle kapıya baktım.

"Hepsi bu aptal kapı yüzünden! Ne olurdu adamakıllı tek çekişte gelip kapansaydı?" İçimdeki hâlâ atamadığım hırsla söylenerek elimle yüzüme gelen saçımı çektim. Emre yavaşça beni bırakıp üstümden eğildi ve başı omzuma değerken kapıyı çekip kapattı.

"Kapıyla olan kavga da bittiğine göre artık gidebiliriz." Emre gülmeye yakın bir şekilde söylediğinde ben de durumun saçmalığına gülmeye başladım. Emre de gülerken gözleri her an beni izliyormuş gibi bir his veriyordu.

"Bu arada iyiyim," dedim geç de olsa sorusuna cevap vererek. Emre başını sallayıp arabayı çalıştırdı ve lojmandan çıkıp ana yola girdik.

"Hâlâ söylemeyecek misin nereye gideceğimizi?" Geçtiğimiz yollar boş arazilerle kaplıydı, gittikçe merkezden uzaklaşıyorduk.

"Adı üstünde sürpriz ama seveceğine eminim." Kendinden emin konuşmasıyla bir daha sormadım.

Yollarda bir tabela ya da işaret görmek için dikkatlice bakmaya başladım. Arada Emre'ye kaçamak bakışlar da atıyordum tabii ki. İçine beyaz gömlek, üstüne de gri bir kazak giymişti, altında da yine gri kot pantolon vardı. İçimi çektim, fazlasıyla yakışıklıydı.

"Evdekiler benimle olduğunu biliyor mu?" Ses tonu meraklıydı galiba.

"Henüz o kadar delirmedim. Seda'ya söylesem, Gamze Emre'ye kaçmış diye abimi arar." Gülerek başımı iki yana salladım.

"O kadar kötü mü? Yani Seda ile yaşamak?" dedi Emre gülümseyerek.

"Tahmin bile edemezsin. Sana gelen tavuklu patatesi onun için yapmıştım, en sevdiği yemekti ama bir anda tiksinir oldu. Neymiş yavru civcivleri varmış, nasıl yermiş tavuğu. Ertesi gün de benden o tavuğun yavrularını pişirmemi istedi." Olayın vahametini anlatırken aslında sabrımın ne kadar fazla olduğunu fark ediyordum.

"Civcivleri mi?" Emre gözlerini büyütüp şok olmuş bir şekilde bana bakarak sormuştu.

"O kadar da değil, yumurta istedi," dedim gülerek. Yolda geçtiğimiz yerler karla kaplıydı ve giderek yukarı çıkıyorduk.

"Cahit abiye üzüldüm, gerçi hamilelik döneminde ablam da çiğköftenin üstüne mayonez döküp yiyordu. Duygu yoğunluğu hormonlardan dolayı değişiyor sanırım." Emre'nin sözleri üzerine Seda'nın hamilelik öncesi ve sonrası hallerini düşündüm. Hiçbir değişiklik yoktu.

"Gelmedik mi halen?" Sormayacağım dememe rağmen merakıma yenik düşerek bir kez daha sormuştum.

"Geldik sayılır, dağın yamacına ulaştığımızda duracağız." Dediği yere doğru baktığımda sadece kar dolu tepelik görüyordum. Karın içinde oturmaya getirmemişti, bildiği vardır kesin. Yani inşallah vardır.

"Radyoyu açmayacak mısın?" diye sorunca ister istemez radyoyla aramızda bir bakışma geçti. Allah korusun!

"Yok ben almayım."

Kibarca reddedişim karşısında yarım ağız gülümsedi. Emre arabayı sağ tarafa kırıp yolun eğimli yamacına dönünce gördüğüm manzara karşısında büyüledim.

"Burası harika, şelale olduğunu bilmiyordum." Şaşkınlıkla karşımdaki doğa harikası görüntüyü seyrederken nefesim kesilmişti.

"Aslında yok zaten. Sadece kışları eriyen kar suları birikince dağın yamacından şelale görünümü verir. Yaz gelip havalar ısındığında yüksek kesimlerde kar kalıyor, su buharlaşıp havaya karışıyor. Kısaca bu manzara sadece kış ayları ortaya çıkıyor," dedi Emre açıklayarak.

Karşımda üst tarafları buz tutmuş ama içe doğru akan karlar içinde bembeyaz bir şelale vardı. Manzara o kadar güzeldi ki insan gözlerini alamıyordu. Emre arabayı durdurunca, gözlerimi şelaleden ayırıp çevrede gezdirdim. Şelalenin alt kısmında kalan iki katlı ahşap ve oldukça şirin görünen eve baktım.

"Kimin evi orası?"

"Ev değil aslında, kışın bu manzarayı görmeye gelenler için yapılmış küçük bir restoran diyebiliriz. Hadi, acıkmış olmalısın, ben acıktım bile." Emre kapısını açıp inmişti.

Benim olduğum tarafa yönelip kapıyı açtı, yere sağlam basarak indim. Yavaşça merdivenlerden yukarıdaki restorana çıkmaya başladık. Manzara halen etkisini sürdürüyordu üstümde.

"Evet, hanımlar önden." Emre kapıyı açarak kenara çekildi. Gülümseyerek içeri girdim, içerisi sıcacıktı. Ortada harıl harıl yanan soba eşliğinde ufak aydınlatmalar yanıyordu. Şelaleyi gören bir masa seçip oturduk.

"Elektrik var mı burada?" diye sordum tepemizde yanan aydınlatmalara bakarak.

"Jeneratör ile çalışıyor, burada elektrik yok henüz. Beğendin mi?" Emre hâlinden memnun bir hâlde geriye yaslandı.

"Bayıldım, beğenmek ne kelime!" Dolu dolu hayranlığımı belli ederek gülümsedim.

"Hoş geldiniz, ne alırdınız?" Yanımıza gelen genç bir çocuktu, en fazla 16-17 yaşlarındaydı.

"Iğdır'a gelip bozbaş yememek olmaz. Sana da uyarsa bozbaş alalım," dedi Emre. Daha önce hayatımda ilk defa ismini duyduğum yemekle tereddüt etsem de Emre'ye güvenerek kabul ettim.

"Olur, uyar bana." Siparişleri verdikten sonra şelale ve Emre arasında gidip gelen bakışlarım Emre'nin konuşmasıyla son buldu.

"Gamze, ben aslında seninle bir şey konuşmak istiyorum," dediğinde kalbim kanatlanıp uçacak sandım. Öyle mi girilir cümleye zalimin çocuğu?

"Evet?" Cümlelerinin devamını heyecanla bekliyordum.

"Siparişleriniz," diyen garson ile duraksadık. Yemekler masaya yerleştikten sonra bakışlarım tekrar Emre'ye döndü.

"Gamze, sen bana bir soru sormuştun, vurulduktan sonraki gece hastanede yatarken, tam ben kapıdan çıkmak üzereydim. Duyduğun bazı kelimelerle ilgili bir şey bilip bilmediğimi sormuştun. Ben o gün sana cevap veremedim ve bunu telafi etmek istiyorum." Gözlerime büyük bir ciddiyetle bakarken, ses tonu kararlıydı.

Telefonum masanın üstünde çalmaya başlarken abimin aradığını gördüm. Telefonumu sessize alıp Emre'ye geri döndüm. Emre de derin bir nefes alıp verdi o sırada. Elleri masanın üstünde yumruk olmuştu. Telefonum tekrar çalınca yine meşgule attım. Emre gözlerimin içine baktı ve devam etti.

"Ben senden hoşlanıyorum, hem de bayağı bayağı hoşlanıyorum. Ne hoşlanması, seviyorum. Üstelik kollarıma düştüğün o ilk andan itibaren," dedi, bir 'oh' çekti sonrasında. Boşluğa bakar gibi baktım gözlerine öylece. Telefonum tekrar çalmaya başlayınca yine oraya kaydı tüm dikkatimiz.

"Aç istersen, önemli herhâlde." Emre'nin sözleriyle başımı salladım. Ne ara açtığımı bile hatırlamadığım telefona cevap verdim.

"Efendim?"

"Gamze, neredeysen çabuk eve gel, Ankara'ya dönüyoruz."

 

 

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen yeni bölümün gelmesi için.

 

Bana buradan ulaşabilirsiniz;

Instagram: DeeinDeniz

Loading...
0%