@deeindeniz
|
10 bin olduk 🫶 Keyifli okumalar...
& "Abi ne oldu?" Telaşla yerimden kalkarken aklıma Seda'yı doktora götürdüğü geldi. "Gelince konuşuruz." Başka bir şey söylemeyeceğini belli eden net ses tonuyla başka bir şey sormadım. Telefonu kapattıktan sonra benimle birlikte kalkan Emre ile artık ne yapacağımı şaşırdım. Elimdeki telefona öylece bakıp kalmıştım. "Gamze, ne oldu?" Emre yanıma geldiğinde onun gözlerinde de telaş vardı. Elimdeki telefonu cebime koydum. Düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordum. İçime öyle bir sıkıntı düşmüştü ki kalbim sıkışıyor, nefes alamıyordum. "Gamze." Emre kollarımı tutup hafifçe sarsarken endişeliydi. Boş bakışlarım yüzünü buldu. "Ankara'ya gidiyoruz." Donuk bir ses tonuyla kelimeler sanki benden bağımsız çıkmıştı dudaklarımdan. "Neden?" diyebildi Emre sadece, gözlerindeki hayal kırıklığı ve üzüntü ile birlikte. "Bilmiyorum Emre, hemen gitmemiz lazım." Çantamı ve montumu alırken elim titriyordu. "Tamam, gidelim." Beni ikiletmeden üstüne yeni çıkarttığı montunu giydi. Yeni gelen yemeklerimize dokunmadan çıktık hemen. Geriye dönüp baktığımda iç çektim sadece. Arabaya bindiğimizde Emre beklemeden arabayı çalıştırdı. Bakışlarım camdan dışarıya kayarken üstümdeki şok azalmamıştı. Emre'nin itirafı üstüne, abimin Ankara'ya dönme sözleri birleşince, içinden çıkılmaz bir hâl aldı düşüncelerim. Neden geri döndüğümüzü bilmeden, ne yapabilirdim ki? Başıma giren ağrıyla, sol elimi kaldırıp alnımı ovdum. "Geri dönme sebebini tahmin ediyor musun?" Emre arabaya bindiğimizden beri ilk defa konuşmuştu. "Bilmiyorum ama tahminim var. Akşam sen de oradaydın, Seda rahatsızlandı, sonra bütün gece gelmediler eve. Gediz ile ilgili konuştuktan sonra bir daha da konuşmadık abimle." Sözcükler zorla çıkarken ağzımdan, tatsız bir his vardı halen içimde. "Seda'nın doktoru hangi hastanede?" dedi Emre bana bir bakış atarak. "Merkezdeki büyük hastanede. Niye," derken bir an durdum. Soruyorsun diye devam edecektim ama Gediz'in de aynı hastanede yattığı geldi aklıma. "Her şeyi anlatmışsa abim beni gönderiyordur." Emre'nin ne demek istediğini anladığımda derin bir nefes verdim. "Öyle bir şey yaptıysa sonunu kendi hazırlamış demektir." Bakışlarım sinirle konuşan Emre'ye kaydı. Direksiyonu sıkmaktan parmak boğumları beyazlamış, vücudu gerginleşmişti. Açıkçası bu durum beni de fazlasıyla geriyordu. Gediz'in ne anlattığını bilmiyordum ama eğer öyle bir şey varsa yalan söyleyeceği kesindi. "Sakin ol lütfen, ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Belki görev emri çıktı, uzun süre gelmeyeceği için de bizi Ankara'ya götürüyor olabilir abim," dedim farklı bir seçenek sunarak. Gediz ve Emre'nin yeniden kavga etmesi daha büyük bir soruna yol açmaktan başka işe yaramazdı. "O daha kötü ya, belki altı aylığına gidecek." Emre sessiz bir kabulleniş içerisinde söylendiğinde benim de boğazıma bir yumru oturdu. Dışarıya baktığım süre boyunca aklımda halen vermemiş olduğum cevapsız bir yanıt olduğu vardı. Her şey belirsizken Emre'ye ne demeliydim? Aslında birkaç dakika önce söyleyeceğim her şey kafamın içinde netti. Duygularımı belirgin bir şekilde açıklayacakken beni alıkoyan tek şey aramıza görülecek kilometrelerdi. "Emre, beni burada indir." Merkeze geldiğimizde Emre ile görünmemek için daha ileriye gidemeyeceğimi fark ettim. "Saçmalama Gamze, ben götürürüm." Kaşları çatılırken karşı çıkmıştı. "Abim seninle olduğumu bilmiyor. Dün geceden sonra sence bize inanır mı?" Gediz'in Özge'yi sevdiğini resmen ilan etmiştik ama sürekli görüşen bizdik aksine. Bu durum özellikle gözleri üstümde olan abimin dikkatinden kaçmazdı. "Bir de o saçmalık var." Emre'nin sözleriyle bir şey diyemedim çünkü çok haklıydı, saçmalıktan başka bir şey değildi. "Taksiyle geçerim eve, lütfen," dedim elimi direksiyondaki elinin üstüne koyarak. "Peki, ona da peki." Yol kenarında bir taksi durağının önünde durduğunda bu durumdan oldukça hoşnutsuzdu. "Biz konuşamadık seninle, yarım kaldı." Derin bir nefes vererek elimdeki çantamın kulpunu sıktım. Daha ben bir şey söyleyemeden abimin telefonuyla her şey birbirine girmişti. Emre'ye vereceğim cevap netti ama bunu böyle bir ortamda, üstelik Ankara'ya dönerken söylemek ne kadar doğruydu bilmiyordum. En azından daha sakin ve ikimizin de rahatça kendini ifade edeceği bir ortam olmasını isterdim. "Sen bana hastanede düşünmem için zaman vermiştin ve şimdi ben de sana o zamanı veriyorum. Evdeki durumu, neler olduğunu öğren, sonra da bana haber ver Gamze. Eğer Gediz'in bir parmağı varsa bana bırak, ben hallederim." Emre'nin anlayış dolu sesiyle kendimi daha iyi hissettim. Bu şekilde olsun istemediğimin o da farkındaydı. Aceleye gelmiş bir şeylerin peşinde değildi, yoksa bu kadar uğraşmaz, o hastane odasında söylerdi her şeyi. Basit bir şekilde geçiştirmek, 'Tamam, ben de seni' demek o an için kurulacak bir cümle değildi. Bunun farkındalığıyla birlikte adımlarımızı sağlam atmak istiyorduk. "Emin ol öğrenir öğrenmez haber vereceğim ilk kişi sensin. Dikkat et kendine Kurt." Son kelimeyi gülümseyerek söylemiştim. Kapıyı açıp inmiştim, kapatmadan önce Emre eğilip açık kapıdan, doğrudan gözlerime bakarak konuştu. "Sen de dikkat et Gamzeli." Gözlerindeki parıltı, yeşillerinin içine kadar ulaşıyordu. Yüzümdeki gülümsemeyle kapıyı kapattıktan sonra hemen arkadaki taksiye ilerledim. Arka kapıyı açıp bindikten sonra Emre'nin ilerlediğini gördüm. Lojmanın adresini verip yol boyu Emre'yi ve neden Ankara'ya döndüğümüzü düşündüm. Benim için gerçekten değerliydi Emre. Her sözü, her hareketi sanki bir düzen üstüne kurulmuştu. Tanıştığımız andan itibaren beni incitecek tek bir cümle bile çıkmamıştı ağzından. Her zaman tarafının benden yana olduğunu açıkça belli etmişti. Güvenim giderek artarken, bir ilişkideki en önemli adımı Emre ile geçtiğimizi fark ettim. Birbirimize güveniyorduk. "Geldik hanımefendi." Taksicinin sesiyle girdiğim derin düşünce çukurundan çıktım. Dalgın bakışlarım odağını bulurken, içimi çektim. "Teşekkürler," dedikten sonra ücreti ödeyip taksiden indim. Lojmanların giriş kapısında durmuştuk, izin almadan içeri yabancı araç girmesi yasaktı. Taksiler girişte duruyordu hep. Eve doğru yürürken, abim arayalı çoktan bir saat olmuştu. Emre ile giderken bir anda geçen zaman, dönerken bitmek bilmemişti. Düşüncelerim birbirine girerken, evin kapısına geldim. Anahtarım olduğu için zile basmadan kapıyı açtım. "Ben geldim." Seslenerek içeriye doğru adımladım. Montumu ve çantamı askılığa bırakıp salona geçtiğimde daha ne olduğunu anlamadan bir çift kol sardı beni. Aşağı baktığımda Seda'nın birebir kopyası, üstelik hamile bir ikizinin olup olmadığını ya da paralel bir evrene geçiş yapmış olabileceğimi düşündüm. Bunun dışında bütün ihtimaller bana imkânsız geliyordu. Tekrardan doğru görüp görmediğimden emin olmak için gözlerimi kısıp baktım. Çünkü Seda bana sarılıyordu! "Gamze," diye içini çeke çeke ağlayan Seda ile öylece kaldım. Abime baktığımda koltukta oturmuş, yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. "Ne oldu?" Endişeyle kasılırken Seda'nın ağlamasına dayanamayıp sırtını sıvazladım. Bakışlarım abimi bulurken gözlerini kaçırdı. "Oturun hadi, birazdan çıkacağız." Sözlerinin altında acı vardı. Abim kolay kolay bu hale gelmezdi. Seda benden ayrılıp oturunca ben de karşıdaki koltuğa oturdum. "Abi endişeleniyorum artık, bir şey söyle." Ellerim titremeye başlarken, sesim çoktan kendini ele vermişti. İkisinin de hâli hâl değildi. "Doktora gittik biliyorsun. Birkaç test yaptılar ve bebeğin durumunun sorunlu olabileceğini söylediler," dedi abim sıkıntıyla. Seda'nın ağlamaktan konuşacak hâli kalmamıştı. "Nasıl sorunlu?" Kalbime çöken yükle zorlukla nefes aldım. Avuç içlerim terliyordu, ihtimaller aklıma gelirken düşündüğüm şeyin olmadığını söylemesi için abime baktım. "Engelli ya da ölü doğma riski %90 oranındaymış. Her şeye hazırlıklı olun, dedi doktor. Ankara'daki hastaneye yarına sevk aldım, akşam uçağına da bilet. Sen gelene kadar ben valiz hazırladım, sen de eşyalarını hazırla, iki üç saate çıkarız." Ses tonunu sabit tutmaya çalışsa bile içindeki o endişe ve acının sesi sanki bana bağırıyor gibiydi. Kalbimdeki sıkıntı bütün vücuduma yayılırken derin bir nefes aldım. Bakışlarım Seda'ya dönerken gözlerine ağlamaktan kan oturmuştu. Ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın o bir anneydi. Böyle bir şeyin kendi başıma geldiğini düşünmek bile bir felaketken onun yaşıyor olması sarstı beni. "Doktor hata yapmış olabilir. O da insan sonuçta ya da testler hatalı da olabilir. Hatırlasana abi, Dilek ablanın bebeğine de engelli olabilir demişlerdi ama Dilek abla kimseyi dinlemedi. Çocuk şimdi iki yaşında, zekâ küpü." Boş yere umut vermekte istemiyordum ama kesin bir sonuç yoktu ellerinde. Bunlar da ihtimal dahilindeydi. Dilek abla teyzemin kızıydı ve gerçekten de aldırma konusunda ısrar eden herkesi terslemiş, 'O benim çocuğum, nasıl doğarsa doğsun, doğma hakkı var. Bakacak olan benim, anne olan benim,' demişti ve eşi de onu desteklemişti. İki yaşında zekâ küpü bir kızı olmuştu ve Dilek ablayla ne zaman konuşsak 'Benim imtihanım da buymuş, şükür ki kızıma kıymadım,' derdi. Ne kadar mutlu olduğunu gözlerinde görürdüm ve şimdi bu seçenek neden bizim için de geçerli olmasındı. "Olabilir mi gerçekten Gamze?" Seda gözlerinde ufacık bir umut kırıntısıyla sesi titrerken bana baktı. "Tabii ki olur, kendini bu kadar harap etme. Hem engelli olsa bile o benim yeğenim, yine senin evlâdın. Şimdi böyle davranıp hem kendini üzüyorsun hem de bebeğini. İhtimal var demiş, kesin değil, biz o %10'luk kısma tutunalım." Güç vermek ister gibi sözlerimi kararlı bir şekilde söyledim. "Her hâliyle kabulüm, yeter ki bırakıp gitmesin, ölmesin," dedi Seda gözünden süzülen yaşlarla. Abimin de gözleri dolmuştu ama Seda'nın hâlini görünce onu daha fazla üzmemek için kendini bırakmadığını anladım. Seda'nın yanına gidip oturdum. Elini tutup karnına koydum. Gözlerine yerleşen umutla okşadı karnını. "O senin bebeğin ve seni dinliyor. Sen ona eğer her şeyin iyi olduğunu söylersen o da sana karşılık verir." Gözümden yanağıma süzülen gözyaşını umursamadan gülümsedim. "Annecim, her şey yolunda," dedi Seda karnındaki elini hareket ettirmeye devam ederken. Ve o anda Seda'nın eli belirgin bir şekilde yukarı kalkıp indi. Bebeği, annesini hissediyordu. "Hareket etti, tam elimin olduğu yere elini koydu sanırım." Seda gözyaşları içinde gülümseyerek, heyecanla konuşmuştu. "Gördün mü, o da seni merak ediyor, tanıyor ve üzüldüğün için endişe ediyor." Elimi Seda'nın elinden çekerken tebessüm ettim. Şimdi daha iyi görünüyordu, ağlaması durmuştu. "Annecim, sen hiç üzülme olur mu? Bak ben de üzülmüyorum artık. Sen her hâlinle mükemmel bir bebeksin," diye konuşup karnını okşamaya devam etti Seda. Bakışlarım abime dönerken ne kadar dikkatli bir şekilde baktığını fark ettim. Seda'nın tuttuğu karnına bakarken öyle bir hâldeydi ki kaskatı kesilmişti. Seda sakinleşmiş, bebeğini üzeceği korkusuyla acısını derinlere gömmüştü. İhtimallere tutunup bebeği için gülümsedi. Seda ne kadar kötü olursa olsun, anne olma konusundaki isteği göz ardı edilemezdi. "Ben valizimi hazırlayayım. Abi, iki dakika gelir misin? Yardıma ihtiyacım var." Seda'dan ayırdığı gözlerini bana dikip hafifçe başını salladı. Oturduğum yerden kalktığımda abim de benimle birlikte kalkıp, merdivenlere yöneldi. Basamakları çıktığımızda üstümdeki ağırlığı hissettim. Odama girdiğim gibi arkamdan giren abimle kapıyı kapattım, arkamı döndüğümde ona sıkıca sarıldım. Kollarını belime dolarken göğsü sarsılıyordu. "Çok korkuyorum Gamze, ikisine de bir şey olacak diye çok korkuyorum." Abim sesinden bile belli olan büyük bir üzüntüyle gözyaşlarını serbest bıraktı. Kolay kolay ağlamazdı abim. Hatta annem, bu özelliğimin abimden geçtiğini söylerdi. Annem ve babamın en ufak şeyde bile gözleri dolar, duygulanırlardı. Babamın abimin sünnet düğününde ağladığı bile söylenirdi. Bu iki duygusal ebeveynin arasında biraz daha sert kabuklu bir hâl almıştık abimle. Şimdiyse içindeki korkuyla akıtıyordu gözyaşlarını. "Abi, güzel düşün ne olur. Ben inanıyorum her şeyin güzel olacağına." Ne kadar teselli etmeye çalışsam da benim de gözlerim tekrar dolmuştu. Abim benden ayrıldıktan sonra yanaklarından süzülen yaşları sildi. "Seda'yı bilirsin, delidir, kincidir, kalp de kırar ama seviyorum be kızım. Beni bu kadar çok sevdiğinden yapıyor. Size karşı tutumu da bu yüzden bu kadar sert. Paylaşmayı sevmiyor, kendi içinde bencil. Ama o benim evladımın annesi, bu yük çok fazla ona da." Yavaşça duvara sırtını verip yere çöktü. Ben de yanına doğru çöküp oturdum. "Biliyorum abi ama sen evlâdın ve Seda için güçlü durmak zorundasın. Hadi Seda gelmeden in sen aşağıya, bu hâlde görmesin seni. Ben de hazırlanıp geliyorum hemen." Omzuna elimi koyup yavaşça sıktım. "Sağ ol prensesim, iyi ki yanımızdasın," dedi abim, alnımdan öpüp saçlarımı okşadı. Abim oturduğu yerden kalkıp çıktı, arkasından kapıyı kapattı. Yavaşça oturduğum yerden kalktım ben de. Odanın içinde gözlerimi gezdirdim. Zaten içinde bütün eşyalarım olan valize ilaçlarımı ve eşofmanlarımı koyup ağzını kapattım. Tek elle yapabildiğim kadar ortalığı topladım. Tamamen hazırdım on dakika içinde. Telefonumu aşağıda bıraktığım aklıma gelince Emre'ye halen haber vermediğimi fark ettim. Aklım o kadar dağılmıştı ki üzüntüden ona haber vermemiştim. Aşağı indiğimde abim kendi valizlerini odadan çıkartıyordu. Seda bıraktığım yerde, salonda oturuyordu. "Abi benim bavulumu da indirir misin?" Kolum askıda olduğu için diğer kolumu da merdivenlerden düşüp kırmayı göze alamadım. Tek elle zaten o bavulu indirmem mümkün değildi. "Tamam prenses, ben hallederim. Bu arada istediğin bir şey var mı? Askeriyeye gidip geleceğim yarım saatliğine evrakları imzalamaya." Yanımdan geçerken üst kata doğru ilerledi, bavulumu almak için. "Hayır abi, yok." Abim yukarı çıkınca montumun cebinden telefonumu aldım. Emre aramamış ama mesaj atmıştı. Kimden: Kurt Merak ettim. Her şey yolunda mı? '5 dakika sonra arayacağım. Müsait misin?' yazıp gönderdim aceleyle. Kimden: Kurt Sana her zaman müsaitim. Mesajıyla gülümserken telefonun ekranını kapattım. Abim bavulumu indirip, askeriyeye gitmek için evden çıkmıştı. Seda da gidene kadar dinlenmek için yatak odasına geçmişti. O kadar çok ağlamaya normal olarak halsiz kalmıştı. Bu durum hepimizi üzse bile tahlil sonuçları gelmeden kimse net bir şey söylemiyordu. En azından Ankara'daki doktordan kesin olarak durumu öğreneceklerdi. Basamakları dikkatli ve sessiz bir şekilde çıkıp, biraz önce çıktığım odaya girdim. Telefonumu açıp rehbere girdim. Emre'yi ararken, düzelttiğim yatağın kenarına oturdum. Abim kısa süre sonra geleceğinden konuşmak için başka şansım yoktu. Buradan direkt havaalanına geçecektik. "Efendim?" diyerek açtı telefonu. "Emre, evde misin?" Abimle karşılaşma ihtimallerine karşı sormuştum. "Evdeyim, senden önce geldim hatta. Sen eve girene kadar kapıda bekledim." Ses tonu yumuşak geldiği için üstümdeki gerginlik biraz azalmıştı. "Ankara'ya gidiyoruz gece uçağıyla," dedim tek nefeste. Uzatırsam sanki söyleyemeyecek gibi hissediyordum. O kadar zordu ki bunu dile getirmek. Daha yeni aramızdaki duyguların bir ismi olmuşken, ben gidiyorum demek oldukça zordu. Bir süre duraksadı, sadece nefes sesi geldi. Birden söylemek sanırım bunu daha kabullenir kılmamıştı. "Gediz her şeyi anlatmış, değil mi?" Sesindeki yumuşak tını bir anda kaybolurken, yanlış anlamıştı. "Hayır hayır. Sorunun onunla hiçbir ilgisi yok. Seda hamile biliyorsun. Buradaki doktor bebekte sorun olduğunu söylemiş. Ankara'ya, kendi doktoruna muayene olmaya gidiyor. Tabii abimle ben de gidiyoruz yanında. Birkaç günlüğüne mi yoksa daha uzun süre mi bilmiyorum." Durumu açıkladım hızlı bir şekilde. Biz gittikten sonra Emre'nin Gediz'le tekrar kavga etmesini istemiyordum. Bu ara yeterince göze bakmıştık. "Umarım bebekte bir şey yoktur. Cahit abi ve Seda için çok üzücü bir durum." Emre anlayışla konuştuğunda, içimi çektim. "Umarım Emre, bizim de tek temennimiz bu." Yerdeki halıyı incelerken sesim durgunlaştı. "Peki sonuçlar hemen belli olur mu?" Emre'nin sesindeki tedirginliği hissedebiliyordum. "Hayır, olmaz sanırım. En azından birkaç gün sürer diye düşünüyorum. Orada da testler yapılacak, tekrar duruma bakılacak. Şu an kimse bir şey bilmiyor ve herkes çok üzgün." Benim de içim gidiyordu, ne kadar sürerse sürsün, sonucun iyi olması tek dileğimdi. "Peki, haber verirsin değil mi?" Emre'nin sorusu üstüne, düşündüm ve sakince cevap verdim. "Tabii, uzakta olmam konuşmamıza engel değil." Ben her koşulda Emre'nin yanımda olduğunu hissediyordum zaten. "Gamze!" Seda'nın sesini duymamla Emre'nin yüzüne telefonu kapattım birden. "Efendim?" dedim kapıyı açıp içeri giren Seda'ya. "Biriyle mi konuşuyordun?" Elimdeki telefona bakarak tek kaşını kaldırdı. "Evet, Gümüş ile konuşuyordum. Bir şey mi vardı?" Yalandan kim ölmüş? "Ne zaman geleceğimiz belli değil, dolabı boşaltalım diyecektim. Hayvanlara veriyorsun ya artanları," dedi Seda. Gerçekten bunu beklemiyordum işte. Seda hayvanları mı düşünüyordu? "Alık alık bakma yüzüme, hadi. Ben çoğunu hallettim zaten, kalan yemekleri versen yeter." Omuz silkip odadan çıktı. Arkasından şaşkınca bakarken elimdeki telefon titredi, Emre arıyordu. "Kusura bakma, Seda geldi, birden kapattım." Gelen tıkırtı sesiyle kapıyı kontrol edip derin bir nefes verdim. "Ama şimdi kapatmam lazım, abim gelir birazdan, çıkacağız." Ayrıca Seda'nın tekrar gelme ihtimali de vardı. "Tamam, görüşürüz. Senden haber bekliyorum." Ses tonu biraz önceki tedirginliğinden kurtulmuştu. "En kısa sürede. Görüşürüz." Telefonu kapattıktan sonra öylece baktım bir süre. Daha Emre duygularını yeni açmışken, araya giren sorunlar ile kafamı bir türlü toplayamıyordum. Daha fazla beklemeden aşağı inip, mutfaktaki artan yemekleri poşete koyup evin arkasındaki açık alana bıraktım. Kuşlar buradan yiyebilirdi. Eve girerken abim de gelmişti. Evdeki elektrikli eşyaların fişlerini çekip pencereleri kontrol ettik. Abim dış vanadan suyu da kesti, donma ihtimaline karşı. Bavulları arabaya yerleştirirken abim, onu bekledik. Her şey hazır olunca dışarı çıktık. "Emre." Başımı arabaya çevirdiğim gibi onu görmeyi beklemediğim için şaşkındım. "Merhaba, sizi ben bırakacağım." Seda da yanımızda olduğu için daha mesafeli konuşuyordu ama ben parlayan yeşillerini net bir şekilde görüyordum. "Emre, bavulları yerleştirdim ben. Sana da zahmet oldu," dedi abim yanımıza geldiğinde. Seda'nın beline elini koymuş, destek oluyordu. "O ne demek abi? Havaalanında bırakamazsınız arabayı, ne zaman gelirsiniz belli değil." Gözleri dalgınca bakarken, kısa bir an sonra bana değmeden abime baktı tekrar. "Tamam, geçelim o hâlde geç kalmadan." Abimin sözleriyle az ileride duran Emre'nin arabasına ilerledik. "Cahit, sen yanımda otur," diyen Seda ile abim arkaya geçince ben de öne, Emre'nin yanına oturdum. Daha bugün bu arabada beraber gülerek gidiyorduk. Şimdiyse benim ne zaman geleceğim, hatta gelip gelmeyeceğim bile belli değildi. Emre arabayı çalıştırdı ve yola çıktık. Yol boyunca kimse konuşmasa da Emre ile birkaç kez göz göze geldik. İkimizin de içinde söylenmeyen birkaç cümle vardı. "Teşekkür ederiz." Araba havaalanın otoparkında durduğunda gözlerimiz buluştu. Emre başını salladı sadece önemli değil der gibi. Abim inip Seda'yı indirince ben de bir türlü açamadığım kapıya bir bakış attım. Emre arabadan inip benim tarafıma dolandı, kapıyı açtı. En azından kolum dolayısıyla bir bahanem vardı, dikkat çekmiyorduk. "Koluna dikkat et." İkimiz de aynı şeyi hatırlamıştık büyük ihtimalle, kapıyı kapatırken birkaç saat önce neredeyse düştüğümü. "Ederim, sen de kendine dikkat et," dedim sessizce. Abim valizleri çıkartıyordu bagajdan, görüş alanından çıkmıştık. "Ederim." Buradan ayrılmak daha zordu sanırım. Ben gideceğimi biliyordum, o ne zaman geleceğimi bilmiyordu. Üstüne ağır gelen duygular işin içine girince Kurt'u özleyeceğimi biliyordum. Zümrüt gözlü kurdu geride bırakmak çok zordu. "Bu taraftan." Emre geride kalırken abimlerin yanına ilerlemeye başladım. "Görüşürüz Emre," dedi abim. "Görüşürüz abi." Emre gittikçe geride kalırken, dönüp arkama baktığımda bana baktığını gördüm. Önüme dönüp abimi takip ederken yüzümde çoktan gülümseme oluşmuştu. Havaalanına girdikten sonra her şey daha hızlı ilerlemeye başladı. Bilet kontrolünden sonra uçağa yerleştik. Abim ve Seda üzgün oldukları için ben de konuşma gereksinimi duymadım. Zaten içimden de gelmiyordu. Emre'nin yemekteki sözleri ve bakışları aklımdan çıkmıyordu bir türlü. "Sayın yolcularımız, inişe geçiyoruz. Lütfen kemerlerinizi takın." Yapılan anonstan sonra kafamı dağıtmak için elime aldığım ama hiç odaklanamadığım kitabı çantamın içine bırakıp kemerimi taktım. "Abi, annemlerin haberi var değil mi?" Kısık sesle abime sorduğumda bana doğru döndü. "Neden geldiğimizi bilmiyorlar. Gidince konuşacağım, uzaktayken haber vermek istemedim." Haklı olduğunu düşündüğüm için bir şey demedim. Bunu dile getirmek bile zordu. "Abi, kolumu bilmiyorlar annemle babam halen. Buzda düştüm, kolum incindi diyeceğim ben, haberiniz olsun." Vuruldum dersem kadının kalbine inerdi bir de. Ayrıca haber vermediğimiz için bir de ona üzülürdü. "Olur prenses," dedi abim de. Seda'nın hiç sesi çıkmıyordu, eli sürekli karnındaydı. En azından ağlama krizine bir son vermişti ve daha iyi görünüyordu. Uçaktan inince havaalanından taksiye binip eve doğru yola çıktık. Babam gelmek istemişti ama abim gerek olmadığını söyleyerek geri çevirmişti. Bizim bu durgun hâlimizi görünce ne olduğunu soracaktı ve yolda konuşmak yerine tek seferde evde konuşmak daha iyiydi. Tanıdık sokaklardan geçerken bu şehri özlediğimi hissettim. Burada doğmuş, büyümüş ve okumuştum. Ankara benim için bir başkaydı. Gecenin soğuk ayazı insanı ürpertiyordu. Kışın Ankara'nın ayazını yiyen hasta olmazsa, bir daha da olmazdı zaten. Evimizin önüne geldiğimizde bir aydan fazladır görmediğim için etrafa baktım. Her şey bıraktığım gibiydi. "Hadi hemen yukarı çıkalım, hava soğuk." Abim bavulları aldığında binaya girdik. Evin anahtarı olduğu için zili çalmadım. Kapıyı açınca annemin kapıyı açmaya geldiğini gördüm. "Gamze'm, kızım," dedi annem. "Annem." İçeriye girince özlemle sarıldık birbirimize. "Senin koluma ne oldu?" Boynumdaki askı kendini fazlasıyla belli ederken, gülümsedim. "Yok bir şey anne. Düştüm karda kayıp, incinmiş askıya aldılar sadece." Bu konularda ne kadar becerikli olduğumu bildiği için şaşırmadı. "Anne, biz de buradayız," dedi abim içeri girerken. Benden daha uzun bir zamandır görmüyordu annemi. "Oğlum, hoş geldiniz." Benden ayrılan annem, bu sefer abime sıkıca sarıldı. Seda da içeri girince kabanlarımızı çıkartıp vestiyere astık. "Yemek hazırladım, elinizi yüzünüzü yıkayın, sofraya oturun." Hepimizi birlikte gördüğü için oldukça sevinçli görünüyordu annem. "Anne, gel bir konuşalım," dedi abim daha fazla beklemeden. Annemin yüzü abimin sözleriyle asılırken, fark etmişti bir terslik olduğunu. "Böyle apar topar gelmenizden belliydi bir şey olduğu." Annem söylenirken salondan içeriye girdik. "Babam," dedim oturan babamın yanına gidip öperek. Abim ve Seda da babama sarıldıktan sonra hepimiz oturduk. "Anlatın bakalım." Babam hepimize bakıp en son abimde durdu. "Bebek ile ilgili testler yapılması gerekiyormuş, biz de buraya geldik. Doktor sorun olabilir dedi ama kesin bir şey yok. Henüz tüm tahliller yapılmadı." Abim durumu biraz daha yumuşatarak söylerken, durumu daha ayrıntılı bildiğim için kendimi kötü hissettim. Annem ve babam yaşını almış insanlardı, endişe durumuna göre rahatsızlanabilirlerdi. "Sorun neymiş?" Annem eli kalbinde, nefesini tutmuş abimi dinliyordu. "Biz de bilmiyoruz annecim henüz. Abim dedi ya, testler yapılacak, daha sonrasında da ne olduğunu öğreneceğiz. Zaten şu an hiçbir şey belli değil," dedim elini tutarak. Ortamda sessiz bir ağırlık olunca gerginlik oluştu. "Hadi, acıktık biz, annemin güzel yemeklerini özledik hem," dedi Seda da benim gibi ortamı yumuşatarak. Bir musibet bin nasihatten iyidir derler ya, sanırım Seda'yı etkilemişti. "Tabii geçelim." Abim de bize ayak uydurmuştu konunun dağılması için. Sessiz geçen bir yemeğin ardından etrafı topladık. Seda düşünceli bir şekilde dalgınken, abim yanından ayrılmadı. Anneme bırakmadan ben de mutfağı topladım. Herkes saatin ilerlemesiyle odasına çekildi. Odama girdiğimde yatağımın üstüne oturdum. Telefonumu elime aldım ve Emre'ye mesaj attım. Kime: Kurt Evdeyiz, haber vermek istedim. Kimden: Kurt İyi yaptın. Seni şimdiden özledim. 'Ben de özledim' yazıp gönderdim. Ona karşı duygularımı açamasam bile uzakta da olsak içimden geçenleri yazdım. Üstümü değiştirip eşofmanlarımı giydim. Banyoya geçip dişlerimi fırçaladım, yüzümü yıkadım. Odaya geçip yatağıma yattım. Emre'den mesaj beklerken telefon elimde uyuyakaldım yorgunlukla. Sabah alarmın çalmasıyla uyandım. İyi de ben alarm kurmadım ki! Söylenerek yatağın içinde çalan telefonu bulduğumda 'Kurt' yazısını gördüm. Gece o kadar beklemiştim mesaj atmasını, uyuyakalmıştı sanırım. Çalan telefonu açıp uykulu sesimle mırıldandım. "Emre." Telefonu kulağıma yaklaştırırken esnememi bastırdım. "Günaydın. Ben Ankara'dayım," diyen sesini duydum gözlerimi zorlukla açarken.
Yeni bölüm için yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayınız lütfen. ✨ İnstagram: DeeinDeniz Çok yakında diğer kitaplarımda gelecek profilden de hesabı takibe alabilirsiniz. 🌸 |
0% |