Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@deeindeniz

 

İkimiz de birbirimize bakarken ilk adımı o attı ve yanıma gelip sıkıca sarıldı bana. Ben de sol kolumla yavaşça sarıldım eski dostuma. Özlemim ağır basmıştı sanırım, uzun zaman sonra birlikte olduğumuz anıları hatırlamıştım.

“Seni görmeyi beklemiyordum.” Sesindeki heyecanla yavaşça geri çekildi.

“Ben de seni beklemiyordum. Helin benim liseden yakın dostum olur.” Ceyda ile üniversiteden arkadaş olduğumuz için lise arkadaşlarımızı tanımıyorduk.

“Erim de kuzenim benim, teyzemin oğlu.” Ceyda gülümseyerek beni süzdüğünde ben de onu inceledim.

Üstünü saran kırmızı, mini elbisesiyle çok güzel görünüyordu. Yıllar onu değiştirmiş ve daha alımlı bir kadın yapmıştı. Yüzündeki o çocuksu gülüş gitmiş, yerini daha ağır bir tebessüm sarmıştı. Hep kısa olan saçlarını uzatmış, yuvarlak yüz hatlarına yakışan perçem kestirmişti. Üç yılda çok şey değişmişti ikimizde de.

“Koluna ne oldu?” Gözleri koluma kayarken endişeliydi ses tonu.

“Sen abinle görüşmüyor musun?” Kaşlarım çatılırken sesimin sabit çıkması için hafifçe öksürdüm. Gediz kesin söylemiştir beni gördüğünü diye düşünüyordum.

“Abimden üç yıldır haber almıyorum. Ortadan kayboldu, bizimle iletişime geçmiyor hiçbir şekilde. Sen abimi mi gördün?” Ceyda elimi tutarak merakla sorduğunda kafam karışmıştı.

“Burada konuşulacak mevzu değil ama sana yanıt vereyim, gördüm, üstelik çok yakından gördüm maalesef.” Karşıma çıktığı ilk andan itibaren yaşadıklarımı hatırladım.

“Gamze sana bir zarar-” dediğinde arkamda varlığını hissettiğim Emre ile hemen sözünü kestim.

“Şimdi değil,” dedim arkamda duran Emre’ye bir bakış atarak. Müzik sesinden ve biraz geride kaldığından Ceyda’nın söylediğini duymamıştı, en azından öyle olmasını istiyordum.

“Tamam, numaranı ver, görüşelim en kısa zamanda. Yarın da buradayım ama sonraki hafta Iğdır’a gidiyorum.” Ceyda’nın sözleriyle neye uğradığımı şaşırdım.

“Iğdır mı? Neden?”

“Evet, sözleşmeli olarak başvuru da bulundum, yedekteydim aslında ama öğretmen açığı çıkınca haftaya göreve başlayacağım,” dedi Ceyda beni daha da şaşırtarak.

“Gediz de Iğdır’da,” dedim. Ceyda anlamayan gözlerle boş bir şekilde bana baktı.

“Abim Iğdır’da ne yapıyor? Sen nereden biliyorsun?” dedi hayretle.

“Uzun hikâye, yarın bir planım yok, numaranı kaydet,” dedim telefonumu uzatarak. Ceyda hızla numarasını yazıp kendini aradı ve telefonumu geri verdi.

“Gitmem gerekiyor, görüşürüz,” dedim, son kez sarılıp Emre’nin yanına döndüm ve bizim kızların yanına ilerledik.

“Gediz’in kardeşi demek,” dedi Emre kulağıma doğru.

“Evet ama abisiyle bir alakası yok. Gediz ile üç yıldır görüşmüyorlarmış,” dedim ben de sessizce. Kızların yanına geldiğimizde Helin’e sıkıca sarıldım.

“Tebrik ederim canım,” dedim gülümseyerek. Helin ile sarıldıktan sonra diğer kızlarla da sarıldım. Kolumun durumunu yaptığımız sosyal medyadaki sohbet sırasında öğrendikleri için sormadılar.

“Kızım adam taş resmen, ne zaman istemeye geliyor seni,” dedi Helin bana fısıldayarak. Emre uzaktan kızlara merhaba demişti ve bir adım gerimizde duruyordu.

“Daha yeni her şey, şu an öyle bir durum da yok,” dedim gülümseyerek.

Köşedeki masaya hep birlikte geçtik. Helin yanımızdan ayrılmış, Erim ile yüzüklerin takılması için ortadaki sahne kısmına geçmişlerdi. Emre ile yan yana oturuyorduk, kızlar da bizimle geçmişlerdi masaya.

“Geliyorum, bunu açmam gerek,” dedi Emre elindeki telefonu göstererek.

“Tamam,” dedim. Emre kalkıp arka tarafa yönelince ben de sahneye döndüm.

“Gamze, sizin nişan ne zaman?” dedi Gümüş göz kırparak.

“Daha o aşamaya gelemedik ama hayırlısı bakalım,” dedim gülümserken.

“İnşallah çok mutlu olursunuz canım, çok yakışıyorsunuz. Seda ile durumlar nasıl?” dedi durumumuzu bildiği için.

“Halen aynıyız, tam iyi olacağı tutuyor, bakıyorum Seda bildiğimiz Seda. Bu arada ani gelme sebebimiz bebekle ilgili, test yapacaklar bir sorun var mı diye,” dedim durumu kısaca açıklayarak.

“Seda ne kadar kötü niyetli olsa da bebeğe umarım bir şey olmaz,” dedi Gümüş de üzüntüyle.

“Öyle tabii Gümüş, biz de aynı şeyi düşünüyoruz. Sağlıklı doğsun da inşallah, gerisi önemli değil. Bizimkiler de perişan oldu tabii,” dedim.

“Geri gidecek misin?” diye sordu Gümüş. Müzikten ve kalabalıktan birbirimize yaklaşmış konuşuyorduk.

“Belli değil, her an her şey olabilir. Seda’nın ve bebeğin durumuna da bağlı,” dedim.

“Anladım canım, hayırlısı,” dedi Gümüş de.

Yüzüklerin takılmasının ardından pasta kesildi ve servis başladı. Emre’nin halen dönmemesiyle etrafa baktım ama yoktu. Telefonumu çıkartıp mesaj attım.

“Görüşmen bitti mi?”

Halen cevap gelmeyince ayağa kalkıp Emre’nin gittiği yöne doğru ilerledim. Biraz ilerideki açık kapıdan terasa çıktım. Hava gerçekten buz gibiydi. Emre arkası dönük bir şekilde duruyordu.

“Emre,” dedim seslenerek. Bana döndüğünde yanındakinin Semih olduğunu gördüm. İkisi birlikte bana doğru geldiler.

“İçeri geçelim, hava soğuk,” dedi Emre. Ben de onlarla birlikte içeriye geçtim.

“Gelmeyince merak ettim,” dedim içeri girdiğimizde.

“Semih geldi, istihbarat hakkında konuşuyorduk, yarın İstanbul’a gitmemiz gerekiyor,” dedi Emre bana bakarak. Birkaç gün daha burada kalacaklarını sanıyordum ama işleri erken bitmişti demek.

“Anladım, nişan bitti zaten, arkadaşlarıma veda edeyim çıkalım biz de.”

“Olur, Semih de gidiyordu zaten,” dedi bakışları benden yerli Hulk’a dönerken.

“Yine nereye gidiyorum acaba,” dedi Semih gözlerini devirerek. Bu hâline gülümseyerek cevap verdim.

“Semih de gelsin, zaten eve bırakacaksın beni, hava çok soğuk,” dedim Emre’ye dönüp.

“Onun derisi kalın, bir şey olmaz,” dedi Emre, Semih’e yandan bir bakış atıp. Semih, bu çocuk olmamış bakışları atıp başını iki yana salladı. Ben de daha fazla ısrar etmedim.

“Ben gidiyorum o zaman,” dedi Semih, Emre’ye bakarak.

“Kapı orada kardeşim, güle güle,” dedi Emre el sallayıp.

“Hava eksi bilmem kaç derece, beni sokağa atıyorlar, gör Allah’ım gör,” dedi Semih ellerini açıp.

“Oğlum yürü git, sanki evlat edindik de sokağa atıyoruz, bu ne hareketler,” dedi sonunda Emre dayanamayarak. Semih geriye doğru birkaç adım attı.

“Bak gidiyorum ona göre,” dedi Semih son kez. Emre cebinden çıkarttığı yüz lirayı Semih’in cebine koydu.

“Taksiyle git.” İkisinin bu hallerini gülümseyerek izliyordum.

Çocuk gibiydiler askeriye dışında ama o kamuflaj işin içine girince demir gibi oluyorlardı. Semih’i de daha iyi tanımıştım ve Emre ile aralarında sıkı bir dostluk olduğu belliydi.

Yerli Hulk, tayfa arasında göstermese de şakacı bir yapıya sahipti. Ercan daha soğukkanlı ve uyumlu birine benziyordu. Dursun tam bir komediydi. Sercan boşboğazlıklarıyla, samimiyetiyle kendini belli ediyordu.

İçlerinde bir tek Uğur kapalı bir kutu gibiydi. Hiçbir şekilde renk vermiyor, her durumda herkesi tartıyor, ortamın havasına göre rol alıyordu. Bu köstebeklik konusunda en çok ona dikkat etmek gerekiyordu bence.

“Biz de gidelim mi?” dedi Emre düşüncelerimin arasından.

“Olur tabii,” dedim düşüncelerimi bir kenara bırakıp Emre’ye gülümserken.

Beraber içeri geçip önce arkadaşlarımla vedalaştım, sonra da Helin’e ve Erim’e tekrar mutluluklar dileyip Emre ile beraber aşağı, otoparka indik.

“Kolun ne durumda?” dedi Emre arabanın kapılarını açıp.

“Yarın hastaneye gideceğim. Bakalım, belki çıkartırlar,” dedim arabaya binerek. Emre arabayı çalıştırıp ana yola geçti.

“Saat sekiz buçuk, bir kahvelik zamanın var mı?” Emre bana bir bakış atıp önüne döndü. Onu izlediğimden değil tabii ki, arada yan cama baktığım için görüyordum bunları.

“Sana her zaman zamanım var,” dedim onun gibi içimden geleni söyleyerek. Bu bana attığı mesajı hatırlatmıştı.

“Güzel.” Emre gülümseyip yönünü Hamamönü’ne çevirdi. Oranın kumda kahvesi bir başka oluyordu.

Kısa süre sonra vardığınız Hamamönü’nde arabayı yine otoparka bırakıp ara sokaktan indik. Yerlerde az kalan kar artık erimeye başlamıştı.

“Burası güzel,” dedim yan taraftaki kafeyi işaret ederek. Her geldiğimde buradan kahve içiyordum.

“Rehber sensin,” dedi Emre onaylayarak. İçeri geçip üst kata çıktık ve köşedeki masaya oturduk. Hava soğuk olmasına rağmen içerisi klimalardan dolayı sıcaktı. Montumu çıkartıp yandaki sandalyenin üstüne bıraktım.

“Hoş geldiniz,” dedi garson menüleri bıraktı.

“Hoş bulduk. Ben menüye hiç bakmayayım. Sütlü filtre kahve alırım,” dedim her zamanki siparişimi vererek.

“Ben de sütsüz filtre kahve alırım. Tatlı ne önerirsin?” dedi Emre bana dönüp.

“Buranın tiramisusu enfes.” Uzun zamandır yemediğim için bir anda canım istemişti.

“Bir porsiyon da tiramisu alalım biz o zaman,” diyen Emre ile tatlı sipariş etmediğim için pişman oldum. Keşke ben de isteseydim.

“Ne kadar daha buradasınız?” dedi Emre, garson gidince.

“Bilmiyorum, abimi daha görmedim ve test sonuçlarını henüz öğrenemedim. Abimi aradım ama telefonu kapalıydı,” dedim içimi çekerek.

“Anladım, bana da haber verir misin? Yani bebeğin nasıl olduğunu. Cahit abi ve Seda için çok zor bir durum. Umarım gayet sağlıklı doğar yeğenin,” dedi Emre.

Güzel kalbi bir kez daha kendini göstermişti.

“Tabii haber veririm,” dedim başımı sallayıp. Kahvelerimiz gelince fincana döktüğüm kahveye süt ekleyip üç şeker attım. Emre ise ne süt ne şeker koymuştu.

“Öyle çok acı olmuyor mu?” dedim kahvesini işaret ederek.

“Üç saatlik uykuyla operasyona çıktığımı biliyorum, günlerce taş üstünde, ağaç üstünde birkaç saatlik uykuyla geçirdiğim zamanları. Kahveyi sert içmeye alışmışım çok fazla uykusuz kaldığım için,” dedi rahat bir şekilde. Sözleriyle bir kez daha anladım yaptığı mesleğin ne kadar kutsal olduğunu.

“Baban albaymış,” dedim kahvemden bir yudum alarak.

“Sen nereden biliyorsun? Doğru ya, Cahit abi söylemiştir,” dedi Emre kendi sorup kendi cevaplarken.

“Evet, öyle bir sohbet arasında geçti,” dedim konuyu geçiştirerek. Yoksa senin neden hain olmadığını anlatıyordu diyemezdim herhâlde.

“Evet, emekli oldu geçen yıl, sonunda ikna etmeyi başardık. Mesleğine o kadar bağlıydı ki, kalp rahatsızlığı çıkmasa yine bırakmazdı,” dedi Emre tebessüm ederek.

“Kötü bir şey değildir umarım,” dedim babasının rahatsızlığı için.

“Ritim bozukluğu vardı ve kendini yormaması gerekiyordu. Şimdi kendilerine bağ evi aldılar, orada ekip biçiyorlar,” dediğinde babam geldi aklıma.

“Bütün emekliler aynı sanırım. Bugün babam da bağ almak için arsa bakmaya gitmiş, kendilerine uğraş arıyorlar,” dedim bir yandan da Emre’nin dokunmadığı tatlıya bakış atarak.

“Senin için istedim,” dedi Emre.

“Neyi?” dedim anlamayarak.

“Tatlıyı senin için istedim.” Tatlı tabağını önüme bıraktı .

“Ben sandım ki tatlıyı sevdiğin için istedin.”

“Hayır, sevdiğin tatlıyı öğrenmek için sana sordum. Sen de bana sevdiğin tatlıyı söyledin ve ben de sevdiğin bir şeyi almak istediğim için sana tatlı söyledim,” dedi tane tane açıklayıp, kurduğu uzun cümleden sonra derin bir nefes alıp bana gülümseyerek.

“Seni de seviyorum.”

Emre’nin elindeki çatal sözlerimle masaya düşerken tok bir ses çıkarttı.

Yüzünde şaşkın bir ifade oluşurken önüme bıraktığı tatlıdan bir çatal alıp yedim. İnanılmaz nefisti ve ağzımda kıvamlı tadı beni cezbediyordu. Kahvemden bir yudum daha alıp Emre’ye baktığımda halen aynı şekilde bana baktığını gördüm.

Ne olmuştu ki?

“Emre, iyi misin?” dedim sonunda elimi gözünün önünde sallayarak.

“Az önce ne dedin?” diye sordu tekrar konuşmaya başlayarak.

“Tatlıyı neden benim için istediğini sordum,” dedim Emre’ye bakarken.

“Peki ondan sonra ne dedin?” diye ısrarla sordu Emre bir şeye inanmak istiyormuş gibi.

“Seni de sevdiğimi-” derken ne dediğimi o anda fark ettim ve gözlerim şaşkınlıkla büyürken Emre’nin dudakları yukarı doğru kıvrıldı.

“Bir an hayal gördüğümü falan sandım.” Elini uzatıp elimin üstüne koydu

Ben az önce Emre’ye ye onu sevdiğimi mi söylemiştim?

Yok canım yok, yapmam ben öyle şeyler.

Yaptım işte yaptım, yaptım, yaptım.

“Gamze, iyi misin?” dedi benim demin ona sorduğum gibi.

“İyiyim,” diyebildim içime kaçan sesimle.

“Seni seviyorum ve senin de beni sevdiğini duymak, bilmek inan çok güzel,” dedi Emre elimi hafifçe sıkarken.

Bakışlarımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinin içine baktığımda gözlerinin güzelliği yine beni etkisi altına aldı.

Zümrüt gözlü adam artık onu sevdiğimi biliyordu.

“Ben böyle değil, daha sakin bir zamanda söylemek istiyordum sana. Bir anda kalbimden geçen dudaklarımdan döküldü,” dedim açıklamaya çalışarak.

“Şşş, öyle ya da böyle fark etmez, sonunda sen bir bana Gamzelisin ya buna yeter Gamzeli’m.” Elini yanağımdaki gamzemin olduğu yere getirip hafifçe okşadığında başımı eline yasladım.

“Öyle, zümrüt gözlü kurt,” dedim gülümseyerek.

“Demek bana özel lakabım bile var,” dedi gülerken.

“Tabii ki var, ben buldum,” dedim çok mükemmel bir şey yapmış gibi.

“Ben herkese kurt oldum bu zamana kadar, bir sana zümrüt gözlüyüm.” Emre kalbimi daha hızlı arttıran cümlelerle gözlerimin içine bakıyordu.

Bakışlarındaki yeşil-kızıl hareler, dudağının kenarında asılı kalan gülüş ve her baktığımda özgürlüğünü ilan eden yumuşak kahvenin en güzel tonu saçları ile tam bir tablo gibi karşımda duruyordu ve beni sevdiğini söylüyordu.

Kalbim, ruhum ve benliğim sadece onda mutlu, huzurlu oluyordu.

“Seni ilk gördüğümde, yani kollarının arasına düştüğümde, sadece gözlerini görmüştüm. O an sadece gözlerini düşünüyordum, sonra nereye baksam gözlerin geliyordu aklıma,” dedim o zamanki düşüncelerimi paylaşarak.

“Ben de gözlerini gördüğümde bir çift kahverengi gözün dünyayı ayaklarımın altından kaydırdığını düşünmüştüm,” dedi o da benim gibi tanıştığımız ilk ana dönerken.

“Emre, bir süre kimse bilmesin istiyorum, en azından biz Iğdır’a dönene kadar. Sen yarın geri gideceksin ve yine uzak kalacağız. Abimin bilmesi de bu ara sıkıntı olur, biliyorsun, bebek mevzusu hepimizi üzdü. Şimdi böyle bir konuyu açmak istemiyorum.”

“Tabii, sen ne zaman istersen ama çok fazla da gizli kalsın istemiyorum. Sen Iğdır’a döndüğünde oturup Cahit abiyle de konuşacağız. Önce onun bilmesi gerekiyor,” dedi anlayışla ama sınırını da çizerek.

Emre’nin abimden bir şey saklamak istemediğini biliyordum ve aynı şekilde ben de istemiyordum ama ikimiz için de biraz zaman ayırmak, kim ne der diye düşünmeden onunla vakit geçirmek istiyordum.

“Söz Iğdır’a döndüğümüzde abimle birlikte konuşacağız,” dedim gülümseyerek.

Emre’nin telefonu çalmaya başlayınca elimi bıraktı ve cebinden telefonunu çıkarttı.

“Haşim Albay arıyor, önemli olabilir,” dedi Emre bana bakıp.

“Aç sen.” Emre kalkıp terasa çıkınca ben de tatlım ve kahvemle ilgilenmeye başladım.

İçim içime sığmıyordu. Sonunda zümrüt gözler sadece bana aitti ve bir beni görüyordu. Söylediklerini hatırlayınca dudağımı ısırdım, benim gibi onun da beni ilk gördüğü anlar içinde yer etmişti. En güzeli de sevdiğin tarafından her zaman sevildiğini hissetmekti.

Şimdi düşünüyorum da, Emre bana söylemediği zamanlarda bile hep hissettirmişti.

Emre geri dönüp yerine oturdu. Bakışlarımız buluştuğunda aramızda oluşan kıvılcımları hissediyordum.

“Başka bir şey ister misin?” diye sordu bitmiş tabağıma bakarak.

“Yok, istemiyorum, teşekkür ederim. Sorun yok değil mi?” Mesela birkaç gün daha burada kalmasını gerektirecek sorunlara hayır demezdim.

“Yok, kontrol etmek istemiş, görev konuları, askeriye işleri işte,” dedi Emre artık soğuduğunu bildiğim kahvesinden bir yudum alarak.

“Bir şey isteyebilir miyim?” dedim kabul etmesini umarken.

“Ne istersen,” dedi zümrüt gözleri parlarken.

“Beraber bir fotoğrafımız olsun istiyorum.” O gittiğinde elimde ikimizin bir fotoğrafı olsun istiyordum.

“Harika olur,” dedi Emre, yerinden kalkıp yanıma oturdu ve telefonumu ona verdim.

Sandalyesini bana yapıştırdıktan sonra elini omzumdan atıp kamerada ben önde kalacağım şekilde kolunu uzattı. Bana arkadan sarılmış gibi duruyordu ve bu kadar yakın olmaya kalbim dayanmıyordu.

“Çekiyorum,” dedi saçlarıma doğru sıcak nefesini verirken. Bütün içtenliğimle gülümsedim ve benim için dünyanın en harika fotoğrafı ortaya çıktı.

Yanımda sevdiğim adam vardı, daha ne olabilirdi ki?

Saate kayan gözlerimle geç kaldığımı fark ettim. Emre’den ayrılmak istemesem de evdekilere hesap vermek daha zordu. Bir nişan altıda başlayıp gece yarısına kadar sürmüyordu çünkü.

“Gitmen gerekiyor,” dedi Emre yüzümün düştüğünü fark edince.

“Abimle babam çoktan gelmiştir şimdi. Seda’nın durumunu da merak ediyorum.”

“Tamam, hadi bırakayım seni.” Hesabı ödedikten sonra kalktık ve arabaya doğru ilerledik.

İkimiz de sessizleştik o an. Yarın Emre gidecekti ve benim ne zaman gideceğim de belli değildi. Aramıza girecek uzun mu kısa mı olduğunu bilmediğimiz bir süre vardı. Bu sanırım beni endişelendiren önemli bir etkendi. Zümrüt yeşili gözlerini görememek, ellerinin sıcaklığını hissedememek, yanımdayken sesini duyamamak zor olacaktı.

“Gediz konusunda kendine dikkat et, seni kışkırtmasına izin verme.” Kalbime bir sıkıntı çökerken, Gediz’in ben yokken neler söyleyeceğini düşünmek bile istemiyordum.

Aramızda olan her şeyi tam olarak bilmiyordu, benim bile hazmetmem yıllar almıştı. Gediz’in her yüzüne baktığımda aklıma gelenler Emre’nin de bilmesiyle faciaya dönüşürdü. Gediz’i tehdit ettiğim gün geldi aklıma, ona her şeyi söyleyip mahkemeye vermekle tehdit etmiştim.

Ve bu tehdit sadece şimdiki zamanı değil, geçmişte yaşananlar için de geçerliydi.

“Alma şu piçin adını ağzına,” dedi Emre arabayı çalıştırırken gergin bir şekilde.

Gediz için çok daha güzel küfürleri olduğunu ve ben yanında olduğum için söylemediğini biliyordum. Haksız da sayılmazdı, Emre’yi kışkırtmak için elinden geleni yapıyordu. Korkum bu kışkırtmaların sonunda büyük bir tepki vermesi ve başının belâya girmeseydi.

“Tamam ama sen yine de her şeye karşı dikkatli ol.” Yumuşak bir şekilde konuştuğumda, başını sallamakla yetindi sadece.

Eve doğru yaklaşmamız ise bu güzel günün bittiğinin habercisiydi. Emre’ye artık gizli bir şekilde değil de açıkça bakıyordum. Gerçi o ben fark ettirmeden baktığımı sandığım anlarda bile baktığımı biliyordu. Refleksleri oldukça iyi olduğu için ona çaktırmadan bir şey yapmak da mümkün değildi.

“Fotoğrafı bana da gönder eve gidince.” Emre bizim evin önünde durduğunda boş karanlık sokakta gözlerimi gezdirdim.

“Olur, gönderirim.” Elimi tutunca bakışlarımız buluştu.

“Seni sevdiğimi ve beklediğimi aklında tut, sakın çıkartma.” Emre karanlıkta bile parlayan yeşil gözlerini benden ayırmazken gülümsedim.

“Sen de unutma seni sevdiğimi ve bir an önce sana gelmek istediğimi.” Ve kalbimin sana ait olduğunu.

Evimizin önünde olduğumuz için sarılamadan ayrıldık birbirimizden. Arabadan inip kapıyı kapattım. Ben içeri girene kadar gitmeyeceğini bildiğim için binaya ilerledim. Kapıyı açıp son bir kez Emre’ye baktım ve içeri girdim.

Yavaş adımlarla merdivene ilerlerken birden birisi kolumu tuttu ve bana sıkıca sarıldı. Kalbim son hız atarken Emre olduğunu bildiğim için ellerimi beline dolayıp ben de ona sarıldım. Daha birkaç saniye önce ona sarılmadığım için içim burukken şimdi çok daha iyi hissediyordum.

“Sana sarılmadan gitmek istemedim.” Emre beni göğsüne yaslarken itiraz etmedim.

“Ben de öyle gitmek istemezdim.” Yerimden memnun bir şekilde sıcaklığına sığındım.

Yarına onsuz bir şekilde uyanmak çok zor olacaktı çünkü her gün onu görmeye, yakınımda olduğunu hissetmeye alışmıştım. Şimdi gidecekti ve biz bir daha ne zaman görüşeceğiz belli değildi. Kalbim buruk, sözlerim yarımdı. Derin bir nefes alıp kokusunu içime çektim bir kez daha.

“Gamze?” diyen sesle Emre’yle birlikte kapıya aynı anda döndük.

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Loading...
0%