@deeindeniz
|
“Gamze?” diyen sesle Emre’yle birlikte kapıya aynı anda döndük. “Anne!” Şaşkınlıkla ağzımdan çıkan nida sahibini bulmuştu. “Ne oluyor burada?” Annem bir bana bir Emre’ye baktığında hâlâ sarılıyor olduğumuzu o an fark ettim. Hemen Emre’den ayrılıp bir adım yana kaydım. “Ben Gamze’yi seviyorum Zeliha teyze.” Emre’nin sözleriyle gözlerim açılırken, bombayı kucağıma bıraktı. “Orasını anladık oğlum da babasıyla abisi bir üst katta oturuyor, siz bunu anlamamışsınız.” Annem onaylamaz bir şekilde bakmasına rağmen oldukça rahattı. “Kızmadın mı anne?” Hayret etmeye devam ediyordum, sakinliğine karşı daha çok şaşırarak. “Gelmişsin yirmi beş yaşına, turşunu mu kuracağım evladım bu saatten sonra?” Annemin cevap beklemediği sorusuyla içime bir sıcaklık geldi. Annem onaylıyorsa babam da tamam derdi kesin. “Veriyorsun yani kızını bana Zeliha teyze?” Emre olayın sonucuyla ilgilenerek heyecanla ortaya atıldığında bakışlarım ona doğru döndü. “Oğlum sizde saflık umarım genetik değildir. Halbuki soyadın da Kurt. Babası, abisi yukarıda, çık bakalım sor veriyorlar mı?” dedi annem başını iki yana sallayıp onaylamazken. “Oldu o zaman ben yukarı çıkayım.” Emre merdivenlere doğru ilerlerken bir şey yapmazsam gideceğini fark ettim. “Gel buraya, canına mı susadın! Ne konuştuk biz seninle, Iğdır’a gidince önce abimle konuşacağız demedik mi?” Kolundan tutup çekerek uyardım. Bu gidişle yukarı çıkmadan sesimize aşağıya ineceklerdi. “Şükür birinizin aklına abin gelmiş. Hadi çocuğum sen git kimse görmeden.” Annem yumuşak bir dille müstakbel damadını kovarken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Tamam Zeliha teyze.” Emre boynunu büküp kapıya doğru ilerledi. Bana son kez baktığında göz kırptı. Annemin vicdanına da oynuyor Kurt. Emre gittikten sonra annemin elindeki kazağa baktım. Yakalamamıza sebep olan şey oydu büyük ihtimalle. “Yine mi çamaşır toplarken düşürdün?” dedim elindeki kazağa hitaben. “Bilmiyorsun sanki aşağı bakmadığımı. Ayrıca konuyu değiştirmeye çalışma Gamze. Ne zamandır görüşüyorsunuz?” Annem sesini biraz alçaltıp sorduğunda sorgu zamanının geldiğini anladım. “Buraya gelmeden bir gün önce başladı, yani tam iki gündür. Babama bir şey deme sakın anne, önce abimle konuşacağız.” Önce abime anlatmazsam büyük olay çıkardı. “Gül gibi damat bulmuşum onlara bırakır mıyım hiç? Sonra alırım ben senin ifadeni, hadi yukarı çık, abin sorup duruyordu nerede kaldı diye.” Annem beni merdivenlere doğru itelerken basamakları çıkmaya başladım. “Anne sen gerçekten bir şey demeyecek misin?” Emin olmak istercesine tekrar soruyorum çünkü bu kadar kolay kabul etmesine hâlâ şaşkındım. “Seda’nın ağzına laf verirsen seni gebertirim. Kırk yılın başı kedi olalı bir fare tutmuşsun.” Söylenerek bana baktı annem, sanki piyango bana çıkmış gibi. Annecim ne faresi, adam kurt! Hem de nasıl kurt bir bilsen... “Tamam canım annem.” Yanağına sulu bir öpücük bırakıp hızla çıkmaya başladım merdivenleri. Eve çıktığımızda babam ve abim ellerinde çay bardakları ile oturuyorlardı salonda. Seda’nın sesi de mutfaktan geliyordu, telefonda konuşuyordu büyük ihtimalle. Montumu vestiyere bırakıp salona doğru adımladım. “Hayırlı akşamlar.” Abim ve babam bana doğru döndüğünde kolumdaki askıyı düzelttim, yaralı bir kızdım sonuçta ben. “Ne akşamı kızım, gece oldu,” dedi babam saate bakıp. “Sohbete dalmışız baba.” Bizimkiler kızları tanıdığı için başka bir şey demedi. “Emre’yle Semih bırakmış seni.” İşin diğer boyutuyla ilgilenen abim tek kaşını kaldırıp konuştu. “Akşam işleri varmış, onlar bıraktı, dönüşte de aldılar sağ olsunlar. Sana haber verecektim ama yemeğe gitmişsiniz abi.” Öylesine konuşur gibi bahsedip yanlarına oturdum. “Hastaneden sonra biraz çıkalım istedi Seda.” Abimin bakışları mutfağa kayarken içini çekti. “Bir şey dedi mi doktorlar?” Merakla sorduğumda abim cevapladı beni. “Sonuçlar yarın çıkacak öğleden sonra gittiğimiz için. Profesör gelecekmiş, yarın bir de ona gösterilecek testler, gerekirse tekrar yapılıp bebeğin içinde bulunduğu keseden sıvı alınacak.” Ben gelmeden konuştukları belliydi, abimin sözlerinden sonra kimse bir şey demedi. “Cahit, annemlere gidelim mi bu gece?” Seda mutfaktan çıkıp yanımıza geldiğinde elini karnına koymuştu. Bu ara hep böyleydi, bebeği hissetmek istiyordu sanırım. “Saat geç oldu, rahatsız etmeyelim.” Seda’nın yüzü abimin sözleriyle asılmıştı. “Annemle konuştum da, özledim, hem hastaneye orası daha yakın. Gelmişken onları da görmek istiyorum.” Seda’nın sözleriyle abim derin bir nefes alıp başını salladı. “Olur, ara haber ver, müsaitlerse gidelim,” dedi abim Seda’yı kırmayarak. “Şimdi konuştum ben annemle, bizi bekliyorlar.” Planını çoktan kurmuştu zaten, abimin kabullenmesi bekliyordu sadece. Her zamanki Seda işte. “İyi o zaman. Baba bize müsaade, yarın hastaneden sonra geliriz.” Abim ayağa kalktığında gitmek için bizimkilere döndüler. “Tamam oğlum, kendinize dikkat edin,” dedi babam. “Bir hayırlı haberinizi alsaydık inşallah.” Annem de içini çekerek abime baktı. Abimin gittiğine üzülse de belli etmezdi. Sonuçta Seda’nın da bir ailesi vardı ve onlara da gitmeleri gerekiyordu. Emre’yi bizim evde kalırken düşündüm de, gece su içmeye kalktığında babamın annemden gizli buzdolabından aldıklarını yerken basması tam bir komediydi. “Sen neye gülüyorsun Gamze?” Başımı kaldığımda Seda bana bakıyordu. Bütün bakışlar bana dönünce gülümsemeye devam ettim. “Halasının kuzusunu düşünüyorum, bir doğsun onun pamuklara saracağım.” Affet beni yeğenim ama yapmak zorundaydım! “Tabii, hepimiz pamuklara saracağız prensesimi.” Seda karnını okşayarak gülümsedi. “Cinsiyeti belli oldu mu?” dedim heyecanla. “Halen kendini göstermiyor inatçı meleğimiz ama annesi kız olduğunu düşünüyor.” Abim de gülümseyerek omuz silkti. “Sağlıklı olsun da.” Bakışlarım Seda’nın karnına kayarken tek temennim buydu. Abim küçük valizi aldı, Seda’nın ailesinin evine gitmek için çıktılar. Odama doğru yönelip kendimi yatağıma attım. Bir süre dinlenip üstümü değiştirdim, mutfağa geçtim. Annem ile babam salonda oturuyorlardı. “Anne, yiyecek bir şey yok mu?” Salona doğru seslendiğimde boş tencereyle bakışıyorduk. Annemin ben giderken yemek yaptığını görmüştüm. “Seda hepsini süpürdü, dışarıda yediklerini beğenmemiş,” dedi annem seslenerek. Buzdolabını kapatıp odama geçtim. Karnım guruldarken kendi hâlime güldüm. Yatağımın üstüne uzandım, kolumdaki ağrı giderek azaldığı için daha rahat hareket ediyordum. Aklıma daha birkaç saat önce Emre’nin annemle konuşması gelince tebessüm ettim. Telefonumu elime alıp Emre’ye mesaj attım. Kime: Kurt Ne yaptın? Semih’in yanına gittin mi? Çok beklemeden cevap geldi. Kimden: Kurt Geldim. Sen ne yaptın, annen bir şey dedi mi? Kime: Kurt Yok, demedi, abime söyleyene kadar gizli tutacak. Abimler Seda’nın ailesine gittiler zaten. Seda giderken buzdolabını da yanında götürmüş… Mesajı yazarken gülmüştüm. Kimden: Kurt Ailesinin buzdolabı yok muymuş? Gelen mesajla ne demek istediğimi anlamadığına emin oldum. Hatta ne diyor bu kız demiştir kesin. Kime: Kurt Midesinde götürmüş, iyi ki tatlıyı yemişim yoksa iyice aç kalacaktım. Gülümsedim, mesajı beklerken gözlerimi kapattım. Telefon titreşimde olduğu için mesajın geldiği ânı biliyordum. Uzun süre mesaj gelmeyince işinin olduğunu düşündüm. Yarım saat sonra telefonum çalınca Emre’nin aradığını gördüm. Bekletmeden açtım, sesini duymak mesajdan daha iyiydi. “Emre.” Yüzümde büyük bir gülümseme oluşmuştu. “Odanın penceresini aç.” Sesindeki o küçük yaramaz tınıyı yakalamıştım. Hızla pencereye doğru ilerledim ışığı yakmadan pencereyi açtığımda aşağıdaydı ve yanında Semih de vardı. Bakışlarım onu bulurken oldukça şaşkındım. Bir elini cebine koymuş diğerinde telefon, arabaya yaslanmıştı. Başını yukarı kaldırınca bakışlarımız buluştu. Gecenin karanlığı bile olsa zümrüt yeşili gözlerinin üstümde olduğunu biliyordum. “Ne yapıyorsun burada?” Gözlerimi ondan çekip sokağı kontrol ettim, kimse yoktu. “Aşağıya poşet sarkıtır mısın bir ipe bağlayıp.” Arkasını dönüp arabanın kapısını açtı ve elindeki poşeti havaya kaldırıp bana gösterdi. “Yenge Allah razı olsun sayende karnım doydu.” Semih telefona doğru eğilerek konuştuğunda güldüm. “Semih, sus yoksa yediğin son yemek olacak.” Emre telefonu kendinden uzaklaştırsa da duymuştum. “İki dakika bekle.” Konuştuğumda onaylayınca telefonu yatağa bıraktım. Mutfaktan bir poşet aldım, sonra da annemin örgü çantasından ipi alarak geldiğim gibi sessiz bir şekilde odama döndüm. Telefonu bir elime aldığımda hâlâ hatta bekliyordu. Poşetin içine kalemliğimi koydum ağırlık yapsın diye, sonra da telefonu elime alıp poşeti aşağı sallandırdım. Odam arka sokağa baktığı için şanslıydım, en azından kimse görmemişti. “Bıraktım.” Poşetin ağırlığından anlamıştım zaten. Hızlı bir şekilde yukarı çektim poşeti. “Çok teşekkür ederim.” Emre’ye gülümseyerek söylediğimde, bence sesimden anlamıştı görmese bile. Pencereden de olsa sokak lambasının altında olduğu için yüzünü net bir şekilde görebiliyordum. “Afiyet olsun Gamzeli’m. Hadi sen soğutmadan yemeğini ye, biz de gidiyoruz.” Kalbimi Gamzeli’m dediği yerde o an bıraktım, artık o kadar hızlı atıyordu ki hissetmiyordum. “Tamam, hava soğuk zaten, hasta olma sen de.” Pencereden bile hissedilen soğukla içimi çektim. “Eve gidince mesaj atarım, iyi geceler.” Elini kaldırdığında ben de elimi kaldırdım elini hissetmek istercesine. “İyi geceler Kurt.” Telefonu kapattıktan sonra pencereyi kapatmak için hareketlenmiştim ki Emre ve Semih’e doğru hızla koşan bir adam dikkatimi çekti. Hemen arkasından da ayakları çıplak, ellili yaşlarında pijamalı bir amca bağırdı. “Hırsız var! Tutun şu adamı!” demesiyle Semih ve Emre aynı anda hareketlendi. Tam adam Semih’in yanından geçiyordu ki bir metrelik ayağını öne uzatmasıyla adama çelme taktı. Adam sendeleyip düşeceği sırada Emre yakasından tuttuğu gibi yumruğunu adamın yüzüne geçirdi. Hah, ekip işi diye buna derim! Gecenin karanlığında çıkan çıt sesini ben bile duymuştum. Tek tek sokaktaki evlerin lambaları yanmaya başlayınca, salondan babamın sesi duyuldu. “Şimdi sıçtık!” Babamın ve abimin gecenin bu saatinde Emre ve Semih’in neden kapıda olduğunu öğrenmesiyle anında sorgunun başlayacağını hissedince kalbim hızla çarptı. Annem söylemese bile babam Emre’yle Semih’i tanıdığı için abime gece burada olduklarını söyleyebilirdi. Sonra başlasın sorgu. “Hadi amca, bin arabaya, karakola götürelim sizi.” Emre aceleyle konuşurken bizim binaya bakıyordu. O da babamın çıkacağından endişe etmişti belli ki. “Ne bineceğim senin arabana! Polis çağırın.” Amca inat ederek direnince Semih girdi devreye. “Amca askeriz biz, polisi meşgul etmeyelim, hem adamı yakaladık hem de çalınanları.” Elindeki siyah çantayı adama uzatmıştı, diğer eliyle sıkıca hırsızı tutuyordu. “Kendini asker, polis olarak tanıtanlara inanmayın diye her hafta mesaj çekiyor devlet. Yok, polis çağırın!” İnat etmeye devam eden amcaya hayretle baktım. “Semih, çıkar kimliğini.” Emre, Semih’in tuttuğu hırsızı elinden alıp adamın ensesinden sıkıca tuttu söylenerek. “Bak bey amca, Astsubay Semih Karaaslan.” Cüzdanında duran kimliği gösterdi Semih. “Gamze, bir ses duydun mu?” İçeriden seslenen annemle hemen pencereyi kapatıp perdeyi çektim. Sakin bir şekilde içeriye geçtim. “Yok annecim, ne sesi? Mahallenin iti kopuğu işte, gece gece bağırıyorlardır.” Bilmezlikten gelerek omuz silktim. “Geçenlerde Hayri’nin evine hırsız girmiş, çok üzüldüm adamcağıza.” Baba senin Hayri amcanın hırsız şu an aşağıda... Pencereye bir bakış attım. “Vah vah, inşallah en kısa zamanda yakalanır.” Mahallenin evhamlı kadınları gibi oldum iyice. Hayri amca babamın mahalleden tavla arkadaşıydı. Arada sırada çay ocağında tavla oynarlardı. İkisi de emekli olduğu için boş zamanları çoktu. “Siz yatmıyor musunuz artık? Abimler sabah erken gelir, ben de hastaneye gideceğim.” Yatmalarını ummaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. “Yok, daha dizim bitmedi.” Annem eline aldığı portakalı soyarken bıçağın ucuyla televizyonu gösterdi. “Ben odama gidiyorum o zaman, siz de dışarıdan ses falan gelirse bakmayın. Maganda kaynıyor, Allah korusun ateş ederler falan.” Elimden geldiği kadarıyla dışarı bakmalarını engellemeye çalıştım sözlerimle. “Allah korusun kızım,” dedi annem üç kere önündeki ahşap sehpaya vururken. “İnşallah korur anne, iyi geceler tekrar.” Yavaşça arkamı dönüp odama geri girdim. Pencerenin aralığından baktığımda kimsenin olmadığını görüp derin bir oh çektim. En azından kimseye yakalanmamıştık. Amcayı ikna etmişlerdi anlaşılan ama o amcadan daha dişli olmasını bekliyordum. Hırsızı da alıp karakola gittiklerini tahmin ettim. Telefonumu elime alıp Emre’ye mesaj attım. Kime: Kurt Burada sorun yok, şükür bizimkiler anlamadı. Sende durum ne? Kimden: Kurt Karakola geldik. Beni bekleme sen, işimiz biraz sürecek. İyi geceler Gamzeli’m. İyi geceler Kurt, yazıp gönderdim gülümseyerek. “Gel bakalım,” dedim Emre’nin getirdiği poşeti açarak. İçindeki ılık etli dürümü ve ayranı çıkarttım. Kokusunu içime çekerken heyecandan unuttuğum açlığım kendini belli etmişti. Tadını çıkartarak yemeye başladım. Yemeğim bitince çöpleri toplayıp poşetin ağzını sıkıca bağladım. İçeriden televizyonun sesi gelmediği için kapıyı araladığımda, bizimkilerin uyumaya gittiklerini boş salonla karşılaşınca anladım. Hızla mutfağa geçip çöp kovasına poşeti attım ve odama geçip yorganın altına girdim. Sevmek ve sevildiğini bilmek, bunu hissetmek çok güzel şeydi! Yatakta heyecandan birkaç kere daha döndükten sonra en sonunda gözlerimi kapatıp uykuya teslim oldum. Sabah alarmın çalmasıyla gözlerimi açtım. Hastane kontrolüm vardı bugün ve sabaha almıştım randevuyu. Yerimden yavaşça doğrulup telefonu kapattım. Askıdan kurtulmayı istiyordum artık, omzum da iyi durumdaydı. “Gamze, ben de seni kaldıracaktım.” Annem kapıyı açıp bana baktığında yataktan kalktım. “Uyandım anne, hazırlanıp çıkarım şimdi.” Esnerken uykulu sesimi bastırdım. “Abin aradı, hastaneye geçmişler onlar da şimdi. Bakalım, hayırlı haberleri bir gelseydi,” dedi annem içini çekerek. “İnşallah anne.” Annem çıkınca dolaba yönelip lacivert bir kazak ve gri bir kot pantolon çıkarttım. Askının izin verdiği ölçüde hızla üstümü değiştirdim. Saçlarımı da tarayıp açık bıraktım, çantamı alıp odamdan çıktım. “Anne ben gidiyorum,” diye seslendim mutfağa doğru. “Kahvaltını yapınca çık.” Annem mutfaktan çıkarak ellerini önündeki mutfak önlüğüne sildi. “Tahlil falan isterlerse aç karnına gideyim, poğaça falan atıştırırım.” Montumu giyerken koluma dikkat ettim. Ayakkabılarımı vestiyerden alıp kapıya doğru ilerledim. “Tamam, bak mutlaka ye bir şeyler, sonra aç kalıp orada burada düşüp kalma,” dedi annem her zamanki öğütleriyle. “Olur pamuğum.” Öpücük atıp, kapıyı açıp çıktım. Botlarımı giyip merdivenlerden indim. Günaydın uykucu, yazıp Emre’ye gönderdim. Dün gece ne olduğunu merak ediyordum, ayrıca çok uyumadığını da tahmin edebiliyordum. Mesaj gelince gülümseyerek telefonu açtım ama Emre yerine Ceyda’dan geldiğini gördüm. Üstüne tıklayıp mesajı okudum. Kimden: Ceyda Günaydın canım, akşam Eskişehir’e dönüyorum, gitmeden görüşelim mi? Mesajı okuduktan sonra cevap yazdım hızla asansörün düğmesine basarken. Kime: Ceyda Günaydın. Olur tabii ki, her zaman gittiğimiz kafe nasıl? Hastaneye gidiyorum, işim bitince mesaj atarım. Kimden: Ceyda Bana uyar, senden haber bekliyorum. Gelen mesajdan sonra asansöre binip aşağı indim. Telefonu cebime koydum, cadde üstünden geçen minibüslerden birini durdurup bindim. Çok da uzak olmayan hastaneye gelmem on beş dakikamı almıştı. Minibüsten inip hastaneye yöneldim. Randevu aldığım için direkt ismim ekranda çıkınca kimliğimle birlikte içeri girdim. “Merhaba, şikâyetiniz nedir?” Sorulan soruyla dikkatimi doktora verdim. Kırklı yaşlarındaki erkek doktor ve bilgisayar başında oturan kadın sekreter vardı odada. “Merhaba doktor bey, ben vuruldum, ameliyat oldum ve kolum askıya alındı. Kontrol için gelmiştim, hem de askıyı çıkartabilir miyim artık diye soracaktım.” Sözlerimle birlikte burnunun ucuna düşen gözlüğünü düzelten doktor, aniden yüzüme ve sonra da koluma baktı. “Nasıl vuruldun?” dedi şaşkınca. Bu kadar kolay söylemem bana da değişik geldiği için doktora bir şey diyemedim. “Askeri bir çatışmanın ortasında kaldım. Abim asker ve yapılan bir saldırıcı sonucu ben de yaralandım.” Biraz daha detay vererek durumu anlattım. “Kimlik numarasından hastane geçmişine bak, yapılan tedaviye göre ne kadar iyileşmiş bir kontrol edelim.” Doktor bilgisayar başında duran sekreterle konuştuğunda ben de sessizce dinliyordum. “Peki doktor bey.” Sekretere kimliğimi verip doktora döndüm. “Siz de arka tarafa geçip kazağınızı çıkartın.” Başımla onayladım kısaca doktoru. Arka taraftaki bölmeye geçip perdeyi çektim ve kazağımı çıkarttım. Altına tişört gitmiştim kazağımı çıkartacağımı bildiğim için. Omzumun altında olduğu için kurşunun girişi, tişörtün omuzunu biraz yukarı kaldırmam yetiyordu. Askılığı da çıkartmıştım tamamen. Sedyeye oturup bekledim. “Bakalım iyileşmiş mi?” Doktor plastik eldivenlerini takınca yanıma geldi. Kolumu biraz ileri tutup dikiş izlerinin olduğu alanı gösterdim. Eliyle kolumu tutup kurşunun bıraktığı izin olduğu bölgeyi inceledi. “Gayet iyi görünüyor. Şimdi birkaç hareket yapacağız ve acıyıp acımadığını söyleyeceksin, ona göre bakacağız.” Bana baktığında, “Tamam,” diyerek onayladım. Doktor kolumu tutup birkaç kez kol egzersizi hareketleri yaptırdı ve sadece birinde batma gibi bir yanma hissi oluştu ama o da fazla sürmedi. Yüzümdeki kasılmadan anlayan doktor daha fazla ileri gitmedi. Kolumu bıraktığında derin bir nefes aldım. “Askıdan kurtulabilirsin artık ama koluna dikkat edip ani hareketlerden sakınacaksın. Yara güzel kapanmış, dikişler düşmüş zaten. Krem yazacağım sana, günde bir kere üstüne sürersen hem ağrını azaltır hem de iz kalmasını engeller.” Doktor, incelemesi bittiğinde geri çekilmişti. Eldivenlerini çıkartıp çöp kutusuna attığında masasının başına geçti. “Evdeki kullandığım ilaçlarımı bırakabilir miyim?” Ağrı kesici olmak üzere antibiyotik de vardı. “Antibiyotikleri bırak, sadece ağrı kesiciyi günde bir kere al yeterli gelir.” Doktorun önerisiyle, “Peki,” dedim. Doktor görüş alanımdan çıkınca arada kalan perdeyi kapattım. Kazağımı giydim ve askıyı çantama koydum. Perdenin arkasından çıkınca doktorun uzattığı kağıdı, reçeteyi ve kimliğimi aldım, teşekkür edip çıktım. Hastaneden ayrılırken telefonumun mesaj sesiyle cebimden çıkartıp baktım hemen. Kimden: Kurt Günaydın Gamzeli’m, yorucu geçen bir geceydi, uyuyakalmışım. Öğlen İstanbul’a geçeceğiz, işler yoğun olacak. Hastaneye gittin mi? ‘Sen işlerini hallet, ben seni beklerim. Gittim ve askı çıktı sonunda, gayet iyiyim’ yazdım, yanına da gülücük ekleyip gönderdim. Ceyda’ya da yarım saat sonra kafeye geçeceğimi yazdım. Emre’den mesaj gelmeyince yoğun olduğunu anladım. Buraya görev için gelmişlerdi ne de olsa. Eczaneye uğrayıp kremi aldım ve soğuk havaya rağmen biraz nefes almak için kafeye kadar yürüdüm. Kafeye gelince kapıyı açıp içerinin sıcak havasıyla titredim. Hemen arka masalardan birine geçip oturdum. Bu kafeye öğrencilik zamanlarımızda gelirdik hep Ceyda’yla. Bizde kaldığı zamanlar sabah kahvaltımızı burada yapar, gülüşmeler eşliğinde sohbet ederdik. “Selam.” Gelen sesle oturduğum yerden kalkıp sarıldım bir zamanlar en yakın arkadaşım olan kıza. Ayrıldığımızda montunu çıkarttı ve karşıma oturdu. “Selam canım. Sipariş vermedim, birlikte söyleriz diye.” Ben de üstümdeki montumu çıkartıp kenardaki sandalyeye koydum. “Hatırladığım kadarıyla buranın sıcak çikolatası güzeldi. Alalım mı?” Ceyda ellerini masaya koyup bana baktığında aramızda geçmiş yılların anıları vardı. “Evet, doğru hatırlıyorsun,” dedim ben de onaylayarak. Siparişimizi verince ikimiz de bir an duraksadık. Üç yıldır görüşmüyorduk ve çok şey birikmişti. “Abimi nerede gördün Gamze? Gerçekten onun için endişe ediyorum.” Ceyda tereddüt ederek sorarken konuya direkt girmişti. “Abin Iğdır’da Ceyda, daha doğrusu şimdilik orada görev yapıyor.” Geriye yaslanıp kollarımı önümde birleştirdim. Üç yıldır görüşmemeleri bana hâlâ çok tuhaf geliyordu. “Öğretmen mi oldu? Mühendislik okumak istiyordu ama onunla da orada ne gibi bir görev yapabilir? İnan ki aklım almıyor.” Ceyda şaşkınlıkla tahminlerini sıralarken keşke hayal ettiği gibi mühendis olsaydı diye geçirdim içimden. Belki o zaman hiç karşılaşmazdık. “Askeriyede astsubay olmuş, üstelik abimin komutasında. Iğdır’da abimin görev yeri, Seda’yı biliyorsun, abimle evlendiler, şu an hamile. Abim göreve gittiği için Seda tek kalmasın diye Iğdır’a gittim ben de, bir aydan biraz fazla oldu. Onu görünce neye uğradığımı şaşırdım. Hiç tanımıyormuş gibi yapmak istedim ama herkese beni tanıdığını ilan etti resmen.” Durumu kısaca özetlediğimde Ceyda’nın da kafasının karıştığına emindim. Siparişlerimiz gelince ikimiz de bir süre sessiz kaldık. Önümde duran kupadan bir yudum aldım. Sıcak çikolata tatlı bir kıvam bırakırken dudaklarımın arasında, derin bir nefes aldım. Ceyda ile oturup geçmişi açmayalı yıllar olmuştu. En sevdiğim dostumu, abisi yüzünden kaybetmiştim ben. Her şeye rağmen Ceyda’yla geçirdiğimiz yıllar vardı. “Peki sana bir zarar vermeye çalıştı mı? Gamze, çok üzgünüm, eski konuları açmak istemiyorum ama geçmişi ikimiz de biliyoruz.” Ceyda gözlerinde gördüğüm kaygıyla sorarken çekingendi. “Gediz aynı Gediz. Hiçbir değişiklik yok Ceyda onda. Gözlerimin içine her baktığında dört yıl önceki Gediz geliyor sanki karşıma. Sonraki seneyi biliyorsun zaten, sürekli beni takip ederek geçirdiği koskoca bir sene. Okulu bırakmayı bile düşündüm ama aileme durumu açıklamak çok zor geldi. Hele abim öldürürdü onu bütün bunları bilseydi.” Başımı iki yana sallayarak bu düşünceden kurtulmaya çalıştım. Abim bana çok düşkündü, yaşadıklarımı bilseydi kesinlikle çok daha büyük bir şey olurdu. “Biliyorum ve inan çok ama çok pişmanım. Onun düzeldiğine inanmakla çok büyük bir hata yaptım. Babamın krizinden sonra çok değişti abim, nedenini sen de biliyorsun. Sonra bu takıntılı hâli çıktı ortaya. Gamze, ben olmasaydım bu şeyleri yaşamayacaktın en başından.” Gözleri dolarken titrek bir nefes verdi. Bu konuda Ceyda’ya katılmıyordum, Ceyda bana o gün Gediz’in beni sevdiğini söylemese bile bunları yaşayıp yaşamayacağım belli değildi. Gediz sonuçta beni bir kere görmüştü, o gün aklına takmıştı. Belki o gün değil de iki sene sonra ya da burada karşı karşıya geldiğimizde de yine aynı durumu yaşayacaktık. Bu yüzden Ceyda’yı suçlamak saçma olurdu. Gediz’in içinde vardı bu takıntılı ruh hâli. “Sen ya da başkası fark etmezdi Ceyda. Olacağı vardı ve oldu. Ben seni çoktan afettim.” Elini tutarak hafifçe yanında olduğumu belirtircesine sıktım. Gediz’le o kulübede olanlardan sonra Ceyda bir yıl boyunca yanımdan ayrılmamıştı. Her gün beni Eskişehir servislerinden alıp her ders bitimi Ankara servislerine bırakmıştı. Vicdanı ona da yük olmuştu. Okul bitince görüşmeme kararını da bu yüzden ben vermiştim. Çünkü ne zaman yüz yüze gelsek Ceyda kendi hatalarını, bense o günü hatırlıyordum. Ama bir şey vardı ki, gerçeklerden hiçbir zaman kaçamıyordunuz. “Gamze, benim sana söylemem gereken bir şey daha var.” Sıkıntılı bir ses tonuyla konuştuğunda, iyi olmadığı belliydi söyleyeceği şeyin. “Nedir?” Elimde tuttuğum kupadan bir yudum alıp bakışlarımı Ceyda’ya çevirdim. “Gediz’in bir çocuğu var,” diyen Ceyda ile ellerimin arasından kupa kayıp düştü.
|
0% |