Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38. Bölüm

@deeindeniz

 

Emre’den

“Bak amca, hadi gidelim karakola, orada anlat derdini,” dedim sonunda yavaştan sinirlenmeye başlayarak.

“Ne bileyim sizin de bu adamla birlikte olmadığınızı?” Amca ellerini beline koyup kaşlarını çattı.

“Ya sabır! Amca kimliğimi gösterdim ya, hem yalın ayak pijamalarla seni nereye götüreceğiz bu saatte.” Semih de yaka silkerek söylendi amcanın tavrı karşısında.

“Tamam, tek şartla gelirim,” dedi amca sonunda ikna olarak. Gözleri parlarken sunacağı şarttan endişe etmedim değil. Zaten normali bizi bulmazdı.

“Neymiş şartın amca?” Nefesimi seslice vererek amcanın söyleyeceklerini bekledim.

“Giderken bana aşağı sokaktaki Nuriye’yi kaçıracağız,” dedi amca gülerek.

“Ne Nuriye’si amca? Valla gece gece çattık belâya.” Bir Nuriye’miz eksikti zaten, onuda kaçırıp karakolluk olursak Cahit abi artık kapısında yatsam bile kız kaçırdın der, Gamze’yi vermezdi bana.

Gamze’nin odasının penceresine baktığımda kapalı olduğunu gördüm. Allah’tan Cahit abi evde yoktu, yoksa o mutlaka bakardı bu kadar gürültüye. Gamze’nin sesindeki sitemi duyunca dayanamamış, gelmiştim. Yemek yememişti, zaten kolundan dolayı da rahat hareket edemiyordu hazırlamak için. Semih yemek yiyelim dediğinde aklım da onda kalınca arabaya atladığım gibi buraya gelmiştim.

“Bana ne? Ya Nuriye’ye gideriz ya da polisi ararım,” diyen amcayla Semih’le birbirimize baktık kaldık ne yapacağız diye.

“Tamam amca, hadi gel Nuriye’ye götüreceğim seni.” Semih adamın koluna girerek arabaya doğru yönlendirdi.

“Ne diyorsun oğlum sen?” Kızmaya başlıyordum artık, Semih de altmış yaşındaki adamın sözüne uyacak değildi. Elimin altında olan adam küfür mırıldanmaya başlayınca kafasına bir tane indirdim.

“Nuriye teyze bekliyor, hadi hadi, karakolun yanındadır evleri kesin.” Semih arabaya doğru başını sallarken adamı kandırdığını anladım.

“Hadi binin, Nuriye teyzeye gidiyoruz,” dedim ben de artık çaresizce.

Semih ve hırsızı arkaya oturtturdum, her ihtimale karşı amca da öne, benim yanıma geçti. Arabayı çalıştırıp burada bir karakol olmasını umarak ilerlemeye başladık. Bir alt sokak bir üst sokak derken karakolu bulamadık tabii ki!

“Şansıma sokayım!” Sinirle nefesimi verdim.

“Vay edepsiz.” Amca bana kaşlarını çatıp bakarken başını iki yana salladı onaylamaz bir tavırla.

“Semih, sor şu şerefsize karakol neredeymiş.” Sabrımın son kırıntılarıyla idare ediyordum.

“Karakol nerede lan?” Semih yanındaki adamı dürterek sormuştu.

“Abi hırsıza karakol soruyorsunuz, bu işte bir gariplik yok mu?” Alayla dalga geçen hırsıza dikiz aynasından baktım.

“Aç lan şunun kafasını,” dedim Semih’e dikiz aynasından bakarak.

“Siyah kadın çorabı takmış bir de kafaya, salak herif.” Semih başından çorabı çıkartırken söylendi.

“Abi öyle deme, ne kadar pahalı onlar biliyor musun? Bir de ucu sürekli kaçıyor nalet şeyin.” Burada oturmuş hırsızın sitemini dinliyorduk.

“Hırsızın arsızı da bize denk geldi.” Ara sokaklardan geçerken, caddeye çıkacak bir yol arıyordum. En azından soracak birini bulabilirdim.

“Nuriye nerede?” diyen amcayla, “Tövbe tövbe,” dedim.

“Emre, navigasyonu açtım, ilerideki sokaktan sağa sap, dümdüz gidince solda kalıyor.” Semih sonunda akıllılık ederek düzgün bir yol bulmuştu.

Sağa dönüp iki yüz metre kadar ilerledikten sonra sokağın solunda karakolu görünce derin bir nefes verdim. Arabayı karakolun önünde durdurdum.

“İnin hadi.” Kontaktan anahtarı çıkarıp kapıyı açtım.

“Geldik mi Nuriye’ye?” Amca hâlâ et derdindeydi.

“Geldik amca geldik.”

Amcanın ayaklarında ayakkabı olmadığı geldi aklıma. Arabadan inip bagajdaki botlarımı çıkarttım. Kamuflaj lazım olur diye yanımda getirmiştim.

“Amca sen şunları giy, zaten bu soğukta böyle çıkmışsın.” Botları kapıyı açtığımda önüne koydum. Üstüne de arabadaki battaniyeyi sardım. Gelirken yolda dönüşümlü sürdüğümüzden dolayı diğeri uyur diye battaniye almıştık yanımıza.

“Semih, hadi.”

Amca botları giyince, Semih de kolundan tuttuğu hırsızla yanımıza geldi. Beraber polis karakoluna girdik. Saatin gece yarısı olması nedeniyle fazla kişi yoktu ortalıkta.

“Merhaba, kolay gelsin,” dedim masanın başında oturan polise.

“Merhaba, buyurun,” dedi polis bize bakarak. Oldukça garip göründüğümüze emindim.

“Bu amcanın evine hırsız girdi, kaçarken yakaladık.” Hırsızı ve amcayı gösterdim elimle.

“Anladım, sizi şöyle başkomiserin odasına alalım, ifadeleriniz de alınır.”

Polis memuru kalkıp koridorun sonundaki odaya doğru götürdü bizi. Hırsız tutuklanırken, ifade için diğer odaya alındı. Polis kapıyı çalıp durumu anlatınca içeri geçtik. Komiser oturduğu yerden bize önündeki koltukları eliyle gösterdi.

“Buyurun oturun.” Başkomiserin gösterdiği koltuklara oturduk. Kırklı yaşlarının sonunda, saçları kırlaşmış, hafif göbekli bir adamdı.

“Nuriye nerede? Ne zaman gelecek?” Amca etrafa merakla bakıyordu.

“Gelecek amcacım gelecek,” dedi Semih amcayı sakinleştirmek için.

“Amcanın biraz kafası gidiyor. Ailesine ulaşırsanız çok iyi olur gelip almaları için.” Durumu açıklandığımda başkomiser anlayışla salladı başını.

“Edepsize bak, babanla ne biçim konuşuyorsun sen!” Bağıran amca bu sefer hiddetle kalkıp üstüme yürüdü.

“Cahil amca o, bırak sen onu,” dedi Semih kolundan tutarak.

“Ne amcası, baba?” diyen amcayla hepimiz şok olduk.

“Anlaşılan amca alzheimer hastası. Bu gibi durumlar için evin yakınında bulunan karakollara bilgi verilir. Amcayı nerede buldunuz?” Başkomiser telefonu kaldırıp birkaç tuşa bastı.

“Gamze’nin evinin adresini biliyor musun?” Semih’in sorusuyla, “Biliyorum tabii ki,” dedim ezberimde olan adresi vererek.

Bundan sonrası daha kolay geçmişti. Adresten amcanın ailesine ulaşılmış, telefonla çağırılıp amcayı almaları istenmişti. Biz de ifademizi verdikten sonra amcanın ailesi gelene kadar bekledik. Tabii bu arada Nuriye teyzeyi anmadan da duramadık. Gamze ile kısa bir mesajlaşmamız olmuştu o arada.

“Baba, yine mi evden kaçtın?” Telaşla içeri giren yirmili yaşlarındaki adam bizim amcaya sarıldı.

“Babanızı hırsız kovalarken bulduk.” Semih ayağa kalkarken, sözleriyle karşısındaki adam donup kaldı.

“Ne hırsızı?” Şaşkınca sordu genç adam.

“Sanırım gece sesine uyanmış amca, sonra da hırsızı kovalarken sokakta bulduk. Hırsızı yakaladık, amca Nuriye teyzeye gitmek istediğini söyledi ama sonunda karakola getirmeyi başardık.” Ben de ayağa kalktım, amcayı teslim etmiş, ifade de vermiştik. Artık gitme zamanımız gelmişti.

“Ben Halil bu arada, çok teşekkür ederim. Nuriye annemdi, ölümünden sonra babam vefatını hiçbir zaman kabul edemedi. Sizi bir alt sokağa götürmek istemiştir, eskiden orada oturuyorlardı. Annem vefat ettikten sonra babamın hastalığı ortaya çıkınca kendi yanıma aldım babamı. Ablam da bir alt katta oturuyor, gündüzleri ablam, akşamları da ben bakıyorum.” Halil durumu anlattığında amcaya bir bakış attım. Şimdi sessizce bir köşede duruyordu.

“Geçmiş olsun.”

Bir hastalığı olduğu belliydi ama insanın içinde bir yerler burkuluyordu amcaya. Boşuna Nuriye diye tutturmamıştı anlaşılan.

“Siz gidebilirsiniz gençler.” Başkomiserin de onayıyla gitmek için kapıya doğru ilerledik.

“İyi geceler komiserim,” deyip ayrıldık karakoldan.

“Ne geceydi be!” Semih arabaya bindiğimizde güldü hâlimize.

“Sorma, Allah’tan ailesi bulundu amcanın.” Arabayı çalıştırıp eve geçmek için yola çıktık.

“Gamze’nin haberi var mı burada bir evin olduğundan?” Bu konuda konuşmadığımız için söylememiştim. Zaten zamanımız kısıtlıydı, onda da duygularımız hakkında konuşmuştuk.

“Söylemeye fırsat bulamadım henüz. Zaten benim değil ev, dedemindi, anneme kaldı.” Önemsiz dercesine omuz silktim.

Dedem vefat etmeden önce çocukları arasında mal paylaşımı yapmış, anneme de Ankara’daki bu evi vermişti. Bizimkiler pek gelemedikleri için arada ben ya da ablam gelirdi birkaç günlüğüne. Evi havalandırır, çocukluğumuzda geldiğimiz evdeki eski günleri hatırlardık.

“Tam yazlık aslında ama tek sorunu denizi yok.” Semih daha önce geldiği için evi biliyordu.

“Yazın bahçesine anneannem su bidonları koyardı. Isınınca büyük bir leğenin içine dökerdi oynamamız için,” dedim içimi çekerek. İkisini de çok erken kaybetmiştim. On yedi yaşında dedem, yirmi yaşında anneannem vefat etmişti.

“Benim hiç böyle bir çocukluğum olmadı maalesef.” Semih buruk bir gülümsemeyle pencereden dışarıya baktı.

“Seninkiyle nasıl gidiyor?” Konuyu değiştirdim, sevgilisinin olduğunu biliyordum aslında. O gün Zeliha teyzeyle kız bakma konusunda gerçekten mi yoksa yanımızdan uzaklaştırmak için mi konuştuğunu merak ediyordum. Semih’in uzun süreli, inişli çıkışlı bir ilişkisi vardı.

“Uzak mesafe ilişkisi işte, gittiği kadar. Dört yıldır birlikteyiz, aileler de tanıştı. Bu sene yaza söz, nişan düşünüyoruz Allah kısmet ederse.” Sonunda bir karar vermelerine sevinmiştim.

“İnşallah, hayırlısı olsun.” Gamze’nin ailesini tanımam ve annesinin onay vermesi bir nebze de olsa içimi rahatlatıyordu.

Arabayı park edince iki katlı müstakil evin önünde durduk. Bahçesi meyve ağaçlarıyla dolu olan, beyaz badanalı, çocukluğumun her yaz tatilini geçirdiğim eve baktım. Özlemiştim geçen yıllar ile birlikte bu evde olmayı.

“Sabah kahvaltıyı dışarıda yaparız artık, evde bir şey yok.” Cebimden çıkarttığım anahtarla kapıyı açtım.

“Gamze’ye bir de kahvaltı götüreceğiz de tam olsun,” dedi Semih dalga geçerek.

“İster götürürüm ister götürmem, sevgili benim sevgilim sana ne?” Ters ters baktığımda bir adım geri çıkıp ellerini kaldırdı.

“Tamam Kurt, senin sevgilin, bir şey mi dedik sanki?” Geri adım atarken alayla gülüyordu bir de.

Eve girdiğimizde soğuk olduğu için direkt bir kat aşağı indim, kilerde yığılı olan odunlardan getirip sobayı yaktım. İçerisi ısınınca montlarımızı çıkardık. Bu evin her bir köşesinde bir anım vardı. Ahşap vitrin anneannemin çeyizinden kalmaydı, büyük tüplü bir televizyon, tahtadan yapılmış sedirler vardı salonunda. İki oda, bir salon, mutfak, tuvalet ve banyodan oluşan kutu gibi ama güzel bir evdi.

“Burada uyuruz, diğer odalar çok soğuk oluyor soba yanmayınca.” İki sedir uyumak için yeterince uygundu. Yatak odasına geçip ezbere bildiğim yerinden iki tane yastık ve battaniye aldım. Salona geri döndüğümde Semih sedirlerden birine uzanmıştı.

“Uyuyalım da bana fark etmez, başım ağrıyor artık.” Semih yastığın ve battaniyenin birini aldı. Yanımızda getirdiğimiz çantalardan eşofmanları çıkarttık. Yan odaya geçip üstümü çıkartıp gelene kadar Semih çoktan uyumuştu.

Ben de yatağıma yatıp elimdeki telefonun ekranına baktım. Gamze ile bugün çekildiğimiz fotoğraf vardı. Öyle güzeldi ki Gamzeli, her bakışı her gülüşü canıma can katıyordu. Telefonu kapatıp başımı yastığa koydum ve gözlerimi kapattım.

Sabah uyandığımda saate baktım direkt.

“Semih kalk, geç kalıyoruz!” diye seslendim yerimden fırlarken. Saat on bire geliyordu.

“Kalktım,” dedi hemen yataktan çıkarken.

Askeriyenin alışkanlık yapan yönlerinden biride kalk denildiği anda hemen uyanmaktı. Hızlıca üstümüzü değiştirip evden ayrıldık.

“Sen sür.” Anahtarı Semih’e verdim.

Gamze mesaj atmıştı, araba kullanırken ararsa cevap veremezdim. Konuşurken dikkatim fazlasıyla dağılıyordu. Gamze’ye cevap yazdıktan sonra telefonun sesini açıp cebime koydum. Hastanede işi bitmişti ve şükür ki iyiydi. Askısı çıkınca rahatladığına emindim.

“Yüzünde güller açıyor sabah sabah.” Semih tek kaşını kaldırıp bana baktı yola çıktığımızda.

“Gamze’nin kolundaki askı çıkmış, durumu iyiymiş.”

“Sevindim, kız az daha yok yere canından oluyordu.” Semih’in sözleriyle başımı hızlıca ona çevirdim.

“Bu konuyla ilgili bir şey söyleme Semih, sinirim hâlâ kor bir ateş gibi üzerimde duruyor.” Sert çıkan sesimi umursamadım, ne demek istediğimi anlıyordu. Bunun düşüncesi bile beni deli etmeye yetiyordu.

“Tamam Kurt, sakin, gayet iyi yengemiz,” dedi Semih tek elini kaldırıp.

Yol üstünde fırından aldığımız ikişer simit ve meyve suyuyla hızlı bir kahvaltı yaptık. Ankara Emniyet Müdürlüğüne geldiğimizde kapıdaki polislere askeri kimliklerimizi gösterdik ve Terörle Mücadele katına çıktık. Dün buraya gelmiş, yakalanan hainin baskındakilerden biri olduğunu teyit etmiştik. Askeriyeye düzenlenen baskında kaçanlardan biriydi. Bugün de adamı alıp İstanbul’a gitmemiz gerekiyordu yargılanması için.

“Hoş geldiniz Emre.” Iğdır’daki olaylarla ilgili daha önce konuştuğumuz için komiseri tanıyordum.

“Hoş bulduk Salih. Paketi almaya geldik hazırsa.” Bu işten kimse memnun değildi, o şerefsiz konuşmadığı için elimizde herhangi bir bilgi yoktu.

“Hazır, yanınızda iki polis memuru daha olacak. Evraklar tamamdır, cezaevi aracı da ayarlandı.” Salih’in sözleriyle Semih araya girdi.

“Yalnız biz arabayla geldik, askeri araç.”

“Sorun yok, buradan göndeririz. Haşim Albay’ı arar haberdar ederiz.” Salih, Haşim Albay’ı daha önceden tanıdığı için sorun etmedim gönderme işini. Aralarında hallederlerdi.

“Tamam o zaman, biz paketi alıp geç olmadan yola çıkalım.” Sözlerimden sonra Salih de onayladı beni.

Evrakları imzalayıp dosyayı aldıktan sonra cezaevi aracına bindirdiğimiz suçlu ile yola çıktık. Semih ve ben arkaya geçerken polisler ön tarafa geçti.

“Eee, uzun yıllar hapiste çürüyecek olmak nasıl bir duygu? Çok severler içeride senin gibileri.” Semih elleri arabaya sabit kelepçeli olan şerefsize nefretle bakıyordu.

“Yaralılarınız var diye duyduk. İçlerinden biri kızmış, çok güzelmiş, öyle diyorlardı bizimkiler. Ölmemiştir umarım, bizimkilerle tanışacak daha.” Pis pis gülerek konuştuğunda gözüm döndü.

“Senin o ağzını parçalar, akbabalara leş diye atarım!” Sinirle üstüne atlayıp yumruğu geçirdim. Semih arkadan belime sarılıp zor zapt ediyordu.

“Bırak Semih, yakarım seni de! Öldürürüm seni piç kurusu!” Hırsla bir kez daha geçirdim yüzüne. Yediği yumrukla dudağından kan akarken geriye doğru yapıştı.

“Tut şunu, öldürecek beni,” dedi Semih’e doğru korkuyla seslenirken.

“Kes sesini yoksa ona kalmadan ben öldürürüm seni.” Semih kolumu tutarken aslında onun da benimle aynı düşünceyi paylaştığını biliyordum.

“Ne oluyor?” Polislerden biri aradaki camı açıp bize baktı.

“Sağa çek, biz öne geçeceğiz yoksa elinde götürecek bir mahkum kalmayacak.” Semih bağırınca araba sağda durdu, pisliğe doğru sinirle döndüm.

“Eğer bir daha sesini duyarsam, seni çeker vururum. Kimse de neden demez. Niye biliyor musun? Senin gibi şerefsizleri kimse umursamaz, vatan haini it seni.”

Arka taraftan inip öne geçtim. Semih aracı sürerken ben de yanına geçip oturdum. Torpidodan aldığım ıslak mendille elimin üzerindeki kanı sildim.

“Şerefsiz piç kurusu.” Halen sinirimi alamadığımdan yumruklarımı sıktım.

“Al,” dedi Semih sigara uzatırken.

Sigarayı alıp pencereyi indirdim ve derin nefesler alarak içmeye başladım. Biraz daha sakinleştikten sonra telefonumu açıp Gamze’yi aradım. Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı.

“Gamze, nasılsın?” Derin bir nefes verip sigarayı söndürdüm.

“İyiyim, eve gidiyorum.” Konuşurken ses tonu biraz garip geliyordu.

“Sesin kötü geliyor. Bir şey mi oldu?” Merak etmiştim, yeğeninin sonuçları kötü çıkmış olabilir miydi?

“Telefonda konuşulacak şeyler değil Emre. Yüz yüze konuşunca anlatırım. Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?” Gamze sesinden tam olarak anlamadığım bir tonla huzursuzdu. Bebekle ilgili bir şey olsa söylerdi.

“Ben de seni seviyorum Gamzeli’m. Sen ne zaman istersen o zaman anlatırsın ama bu hâlin, sesin hoşuma gitmedi bilesin.” Durgunluğuna anlam veremesem bile bana anlatacağını biliyordum.

“Dediğim gibi Emre, yüz yüze konuşuruz. Böyle uzaktan ne sen anlayacaksın beni ne de ben anlatabileceğim kendimi. Bizimle ilgili bir şey değil ama merak etme.” Gamze sıkıntılı bir nefes verirken daha fazla üstelemedim konuyu.

“Tamam güzelim, yorma kendini. Ben şimdi İstanbul’a gidiyorum, az bir yolumuz kaldı, akşam uçağıyla da Iğdır’a geçeceğim. Kendine dikkat et.” Daha fazla uzatmayarak, istediği gibi konuşmak için ona zaman verdim.

“Sen de Emre, kendine çok dikkat et. Öpüyorum, görüşürüz.” Sözleriyle yüzümde geniş bir gülümseme oluştu.

“Ben de,” dedim boğazımı temizleyip.

Telefonu kapatınca ekrana baktım bir süre, şimdi yanakları hafif kızarmış, kendi hâlinde gülümsüyordur kesin. İlk defa bu kadar samimi bir konuşma yapmıştık ve birazdan aramıza kilometreler girecekti. Boğazıma oturan yumruyla, derin bir nefes aldım. Gamze’den uzak olmak zor olacaktı.

“Sizin düğün ne zaman?” Semih’in sorusuyla çok yakında demek istesem de daha zamanı vardı.

“Iğdır’a dönünce Cahit abiyle konuşacağız bakalım. Artık annesi de biliyor. İyi karşıladı Zeliha teyze, sorun yok şimdilik.” İçim biraz olsun rahatlamıştı, en azından yarı yarıya benden taraftı artık aile üyeleri. Annesi ve Gamze’ye karşı babası ve Cahit abiydi.

“Benim gibi bekleme, ben sana diyorum bak. Dört yıl oldu, nedense gittikçe uzaklaştık birbirimizden. Önceden her gün konuşurduk, şimdi neredeyse dört beş günde bir kere konuşuyoruz. Ama birbirimizden de kopamıyoruz, arada geçen yıllar, emek, sevgi var.” Semih içini çekerek durgun bir ses tonuyla konuştu. Nedense bana o aradaki bağ çok da kuvvetli gelmemişti bu sözlerle.

“Sağa çek de ben kullanayım, senin de bir sigaraya ihtiyacın var gibi görünüyor.” Semih arabayı sağ şeride çekerken bana hak vermişti.

Semih’le yer değiştirdikten sonra ara vermeden İstanbul’a geldik. İstanbul Emniyetine giriş yapıp iki polis memuru ile birlikte teslim ettik hızlıca işlemleri bitirip. Buradaki kalan son evrakı imzalayıp çıkacaktık.

“Bunun yüzüne ne oldu?” dedi komiser evrakları alırken.

“Düştü.” Omuz silkip umursamazca çenemi kaşıdım.

“Daha çok düşecek burada. Sorgu odasına götürün.” Başıyla polislere işaret etti.

“Tüh be, bilseydim düşerken tutmazdım,” dedi Semih hayıflanarak.

“Bizimkiler tutmayı sevmez merak etme.” Komiserin alaylı sözleriyle ben de katıldım onaylayarak.

“Hiç gerek yok bence de, hatta düşene bir tekmede onlar vursun ki düşmemeyi öğrensin.” Dişlerimi sıkarken, iki yumruk daha atamadığım için pişmandım.

“Merak etme, bizimkiler sever öğretmeyi,” dedi komiser gülerek.

Dosyaları teslim ettikten sonra cezaevi aracını geri dönecek olan polislere bıraktık. Direkt havaalanına geçip Iğdır için uçak bileti aldık. Semih de ben de bu iki gün içinde sürekli oradan oraya gitmiş, yorulmuştuk. Benim için en güzel yanı Gamze’yi görmüş olmam ve beni sevdiğini öğrenmiş olmamdı. Hatırlayınca bile o an yüzümde geniş bir gülümseme oluşuyordu.

“Acıktım ben, uçağa bir saat var daha, şu karşıdan bir şeyler yiyelim.” Semih’in gösterdiği yolcu girişinin karşısında restoranlar vardı.

“Şimdiye kadar dayanabilmiş olmana şaşırdım zaten.” Ben de çok yerdim ama Semih benim yediğimin iki katını yeme kapasitesine sahipti.

“Böyle zamanlarda içeriden yiyorum, üç beş gram yağım var onlar yetiyor.” Semih gülerek karnını ovuşturdu.

“Oğlum ne adamsın.”

Yemeğimizi yedikten sonra havaalanına geri dönüp uçağa yerleştik. İki saat süren yolculuğumuzun ardından havaalanından çıkıp taksi durdurduk.

“Askeriyeye,” dedim şoföre.

“Sen eve gitmiyor musun?” Semih’in sorusuyla saate baktım, akşam dokuz olmuştu.

“Önce Haşim Albay’a evrakları teslim etmem gerekiyor, sonra eve geçeceğim.” Dosyaların imzalanması gerekiyordu bir an önce, görev bitmişti.

“Geçen eğitimde verdiğin yedek silahın bende duruyor. Gelmişken onu da al, bir şey olur sonra üstümüze kalmasın. Toplantı odasındaki benim dolapta kilitli.” Semih kendi anahtarlığından çıkarttığı küçük anahtarı gösterdi.

“Tamam, alırım ben.” Uzattığı anahtarı aldım.

Askeriyeye gelince Semih kendi odasına giderken ben de Haşim Albay’ın odasına yöneldim. Bugün nöbetçi olduğu için burada olduğunu biliyordum. Yönetim binasına girip üçüncü kata çıktım. Kapıyı tıklatıp bekledim.

“Gel,” demesiyle içeri girdim esas duruşta durup selam verdim.

“Komutanım, evrakları getirdim. Paket yerine ulaştı.” Kâğıtları uzattığımda aldı, hazır ol komutunda bekliyordum.

“Rahat, Emre.” Pozisyonumu bozup evrakları inceleyen Haşim Albay’a doğru ilerledim. Evrakları imzalayıp çekmecesine kaldırdı.

“Başka bir isteğiniz var mı komutanım?”

“Gidip dinlen, yarın eğitim sende. Gediz’den de uzak dur. Askeri Mahkeme’ye giderse bir dahaki olay, ben bile engel olamam.” Haşim Albay beni uyardığında derin bir nefes aldım. Durumun iç yüzünü anlatamadığım için kabullendim.

“Emredersiniz komutanım.” Tekrar selam verip çıktım.

Merdivenlerden inip alt kata ilerledim. Saatin ilerlemesiyle koridorlar boştu. Silahı alıp bir an önce eve gitmek istiyordum, başım ağrımaya başlamıştı.

Toplantı odasının önüne geldiğimde duyduğum seslerle bekledim, içeride birileri vardı.

“Bunu nasıl yaparsın abi? O kızın hayatını az daha mahvediyordun ve şimdi gelip onun için savaşacağım diyorsun!”

Bu kızın ses tonu tanıdıktı, bir an sonra hatırladım. Gamze’yle Ankara’da arkadaşının nişanına gitmiştik ve orada konuşmuştular. İsmini tam olarak hatırlamıyor olsam da Gamze söz konusu olunca etrafındaki her şeye dikkat kesiliyordum. Peki kime abi diyordu? İşte bu beni merak ettirmişti.

“Çeneni hemen kapat Ceyda! Sana bu işe karışma dedim. Gamze bana geri dönecek, seneler önceki yaptığım hatayı bir daha yapmayacağım!” Gediz’in sinirle bağırmasıyla daha fazla yerimde duramadım.

“Ne hatasıymış bu?” dedim kapıdan içeri girerek.

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız.

Loading...
0%