Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@deeindeniz

Elimde ekmek öylece kapıda kalmıştım resmen. Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde Seda'yı görmem ile korkudan kalbim sıkıştı. Elimle damağımı kaldırdım. Nereden çıkacağı hiç belli olmuyordu. Kaşlarını çatmış bir kapıya bir de bana bakıyordu, elleri belindeydi.

"Aklımı aldın yenge." Bu kız ne ara odadan çıkıp gelmişti?

"Abin sandım zil çalınca geleni ama o değil anlaşılan. Kim gelmiş?" dedi tek kaşını kaldırıp.

"Askerlerden biri geldi, ekmek getirdi," dedim elimdeki poşeti havaya kaldırarak, yüzüne doğru tuttum görmesi için. Gerçi görmemesi mümkün değil ama aklı o an başka bir şeye çalışıyordu.

"Allah Allah, biz günlük iki ekmek yazdırıyoruz. Ne kadar istersek o kadar veriyorlar. Daha fazlasını artmasın diye getirmezler, yasak yani," dedi Seda.

Benim de kafam karışmıştı. Emre kendi hakkını mı vermişti bana? Öyleyse bunu kabul edemezdim. En azından birini geri vermeliydim. Sırf ben sorun yaşadım diye kendi hakkını göndermiş olmalıydı.

"Bir yanlışlık oldu herhâlde, başka birinin ekmeğini almayalım," diyerek montumu giyip botlarımı elime aldım. Büfeye gidip tekrar soracaktım mecburen. Kimsenin hakkını almak istemezdim, sonuçta bu ekmeği bekleyen birisi olabilirdi.

"Tamam, anahtarı al," dedi Seda ve arkasını dönüp tekrar uyumaya gitti. Başka işi yok ne de olsa.

Anahtarı alıp elimdeki ekmeklerle dışarı çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra artık yerini öğrendiğim büfeye doğru ilerledim.

Büfeye geldiğimde ekmek aldığım asker yerinde oturuyordu ama ekmeği getiren asker başka biriydi. Emre ya da şu an karşımda duran asker değildi.

Seda'ya bilerek Emre'nin ismini vermemiştim. Tanıdığına emindim, burada herkes birbirini tanıyordu gerçi. Şehir merkezi yaklaşık bir saat, en yakın kasaba yarım saat uzaklıktaydı. Komşu komşunun külüne muhtaç hesabı eksikleri olduğu zaman birbirlerinden temin ediyorlardı.

"Merhaba, bir şey soracaktım. Ben iki ekmek almıştım sabah ama tilkiler yedi. Sonra bir asker iki ekmek getirdi. Acaba sorar mısınız ekmek kiminmiş?" Asker bana tuhaf tuhaf bakarken kurduğum cümlenin anlamsızlığı yüzüme vurdu. Sonra elime baktığında ekmekleri gördü.

"Askeri tarif eder misiniz hanımefendi?" Öyle söyleyince Emre geldi aklıma. Herkes de takmış bir hanımefendiye, sanki balo salonunda dansa davet ediyorlar.

"Emre Kurt istemiş sanırım ekmeklerin gönderilmesini. Askeri pek hatırlamıyorum aslında," dedim olaya direkt girerek.

Askerin gözleri şaşkınlıkla büyürken, "Emin misiniz?" diye sordu.

"Evet, eminim. Arayıp sorabilir misiniz lütfen?" dedim ısrarla.

Asker en sonunda yanında duran kablolu, eski ev telefonlarına benzeyen telefonla numarayı tuşladı. Biraz sonra telefon açılmış olmalıydı ki konuşmaya başladı. Ellerimi cebime sokmak istiyordum ama tek elimde hâlâ poşet vardı. Aralık ayında olduğumuzdan hava buz gibiydi.

"Hakan Çıta, Mersin. Bir maruzatım var komutanım," dedi sert çıkan sesiyle. Üşüdüğüm için ellerimi birbirine sürttüm. Kabanıma sardım kollarımı.

"Burada bir hanımefendi var komutanım. Ekmek göndermişsiniz bir askerle. Kendisi, başkasının hakkıysa istemiyorum, diyor komutanım. Ne yapalım?" dedi bana bakarak. Bu bakış, başımı yaktın, der gibiydi. Karşı tarafı bir süre dinledi, olayı anlayınca sonuca varmış olmalıydılar.

"Peki komutanım!" dedi ve telefonu kapattı sonrasında da. Soğuk havada ellerim buz tutmuştu. Burnumun kızardığına da emindim. Hasta olmak istemiyordum daha fazla bu soğukta kalıp.

"Komutanım kendi pay hakkını size vermiş hanımefendi, herhangi bir sorun yok," dedi asker bana dönerek. Poşetten çıkarttığım ekmeğin birini askere geri uzattım.

"Kendisine teşekkür ettiğimi iletin. Bir ekmek yeterli bana, siz diğer ekmeği kendisine verirsiniz," dedim.

Asker ekmeği geri alınca arkamı dönüp hızla eve doğru ilerledim. Doğru olanı yapmıştım bence. Sonuçta akşam gelirken ekmek bulamayabilirdi. Burası küçük bir yerdi ve merkeze gitmek için yaklaşık bir saatlik araba yolculuğu gerekiyordu. Ekmek almak için o kadar yol gitmesi gerekmezdi böylelikle.

Geldiğim yolu geri dönerken kardan temizlenmiş yerlere basmaya dikkat ediyordum. Bazı yerler oldukça kayganlaşmıştı ve düşmek şu an isteyeceğim en son şeydi. Kolumu, bacağımı kırmak istemiyordum. Eve geldiğimde anahtarla kapıyı açarak içeriye girdim. Üstümü çıkartıp elimdeki ekmekle mutfağa geçtim.

Soğuyan çayımı titreyerek döktüm lavaboya, artık soğukla aramda samimi bir ilişki vardı. Seda ortalıkta yoktu. Çayı tekrar ısıtıp kahvaltımı yaptım. Ekmeğin yarısını geri poşete koydum, Seda sık sık acıkıyordu. Mutfağı toplayıp salona geçtim. Geri kalan zamanda okuduğum Kız İsteme Merasimi adlı kitabıma devam ettim. Cevahir teyzeye bayılıyordum, idolümdü kadın resmen. Tam en heyecanlı yere geldiğimde Seda'nın sesini duydum.

"Gamze!" diye bağıran baş belâm ile telefonumu bırakıp odasına ilerledim. Yatağın içinde oturmuş, gözleri dolu doluydu, ağlayacak gibiydi.

"Kustum," dedi. Yatak yorgan batmıştı hep. Derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

"Tamam, sen git üstünü başını temizle, ben hallederim burayı."

Seda başını sallayıp beni onayladı. Banyoya giderken ben de mutfağa dönüp plastik eldiven geçirdim elime. O kadar yerse tabii kusar. Tamam, hamilesin anlarım da kendine de dikkat etmen gerekiyor. Bir buçuk ekmek yemek de ne demek? Her bulduğunu ağzına sokarsa olacağı bu işte.

Yatağın yorganını, çarşafı ve yastık kılıflarını söktüm. Yorganı katlayıp boş odaya götürdüm havalandırmak için. Diğerlerini de elime alıp balkondan silkeledim, evler müstakil olduğu için sorun olmaz diye düşündüm. Sonra da kirlileri çamaşır makinesine atıp yıkamaya ayarladım. Yatağa yeni çarşaf, yorgan, yastık ayarladım. Seda da temizlenip gelmişti.

"İyi misin?" diye sordum. Rengi biraz solmuştu.

"Boğazım ağrıyor biraz," dedi yatağa geri uzanırken.

"Ben sana ıhlamur kaynatayım, sen de yatıp dinlen." Odadan çıkıp mutfaktaki çekmecede gördüğüm ıhlamuru cezvede kaynattım, içine de biraz bal ekledim. Seda'ya götürüp içmesini sağladıktan sonra akşam yemeğine başladım.

Telefonum çalmaya başladığında salonda kaldığı için salona dönüp aldım. Abimin aradığını görünce beklemeden açtım.

"Prensesim, ne yapıyorsunuz?" Abimin sesiyle gülümsedim.

"Yemek yapacaktım abi, yengem uyuyor," dedim.

"Tamam Gamze, biliyorsun yengen hamile, farkındayım üstüne geliyor ama sen idare et abim. Olur mu prensesim?" Seda hamile olmasa bile böyle abi ama yine sen bilirsin.

"Tamam abi, sen merak etme, hallediyorum ben," dedim, üzülmesini istemediğim için bugün olanları anlatmadım.

"Var mı gelirken istediğin bir şey?"

"Yok abi ama yengemin olabilir. Ben söylerim mesaj atar sana." Şimdi bir de abin aramış niye söylemedin diye şikâyet etmesini istemiyordum.

"Tamam prensesim, görüşürüz."

"Görüşürüz abi." Telefonu kapatıp cebime koydum.

Mutfağa dönüp akşam için fırında patates ve tavuk yapmaya karar verdim. Seda da çok severdi. Bizde kaldığı süre boyunca abimden bile iyi tanımıştım kendisini. Telefonumdan müzik listemi açtım ve mutfağın kapısını kapattım. Hem sesin gitmesini istemiyordum hem de kokunun. Hamile olduğu için aşırı hassaslaşan Seda, hamile olmadan önce de böyleydi. Bu yüzden dikkat ediyordum.

Patateslerimi soyup yıkadım ve dilimler hâlinde doğradım. Tavuğu yıkayıp bıçakla üstüne birkaç çizik attım daha iyi pişmesi için. Kimyon, kekik ve tuzla iyice harmanladım, salçalı suyunu da ekleyip fırına verdim. Yanına da ayran ve pilav yaptım bize yetecek kadar. Artan olursa da kuşlar yesin diye balkonun kenarına koyuyordum. İşim bitince derin bir nefes alıp oturdum. Telefonumdan kitabımı okumaya devam ettim.

"Gamze, ne yapıyorsun?" diyerek içeri girdi Seda. Telefonumu bırakıp ona döndüm.

"Yemekleri hazırladım. Sen seviyorsun diye tavuklu patates yaptım," dedim fırını göstererek.

"Ay çabuk at onu çabuk, kusacağım şimdi!" diye bağırmaya başladı. Ben öyle şaşkınca bakarken abim girdi içeriye. Anahtarla girmişti kesin çünkü zil çalmamıştı.

"Neler oluyor?" Seda'nın bağırışını duymuştu büyük ihtimalle, duyulmayacak gibi de değildi.

"Ben de anlamadım." Omuz silkip cevap verdiğimde Seda bizi aydınlattı.

"Tavuk yapmış Cahit. Onun da bebekleri olacaktı, öldürmüşler onu ama. Ben nasıl yerim ki şimdi. Götür Cahit, istemiyorum. Gördükçe midem bulanıyor, at şunu," dedi tiksintiyle ve gözlerini doldurarak. Biraz daha dursa ağlayacaktı. Hamileliğinin ilk aylarında bayıla bayıla yerdi, hatta budu elinde tutup parmaklarını bile yalardı. Seda ile aynı ortamda yemek yememeye o ara kesin olarak karar vermiştim.

"Tamam, götürüyorum şimdi sakin ol," dedi abim ve mis gibi tavuklu patates dolu olan fırının kapağını açıp tepsiyi mutfak beziyle aldı eline. Yeni piştiği için tepsi oldukça sıcaktı. Daha tadına bile bakamamıştım. Yüzüm asılırken abim de acıklı acıklı bakıyordu tepsiye. Abim tepsiyi alıp çıktı dışarıya. Yarım saat sonra geri gelmişti.

"Döktün mü abi?" diye sordum içim acıyarak.

"Yok be kızım, tek yaşayan bir arkadaş var ona verdim. Ev yemeği yemiyor garibim çoktandır," Neyse en azından dökmemişti, o kadar uğraşmıştım.

"Abi bekâr olanlara lojman verilmiyordu hatırladığım kadarıyla."

Abim bekârken askeriyenin yatakhanesinde kalıyordu. Gerçi tek yaşıyorsa karısı annesinde kalıyor da olabilir. Genelde doğu da görev yapan askerlerin eşleri annelerinin yanında ya da eşlerinin ailelerinin yanında kalıyordu. Hamilelik, hastalık gibi sorunlarda hemen hastane bulamıyordunuz maalesef. Diğer bir sorun ise eşiniz göreve gittiğinde uzun süre gelmeyebiliyordu. Abim anlatmıştı daha önce bu gibi bir durumu. Kızı iki yaşında olan bir asker göreve gitmiş altı aylığına. Geri döndüğünde kızı tanımamış babasını. Abim 'Gözleri dolu dolu anlattı, çok üzüldüm hâline. Benim de çocuğum olacak, insan ister istemez düşünüyor aynı duruma düşer miyim diye,' demişti. Hâlâ içimde kalmıştı o sözler.

"Bekâr. Buradaki askeriyenin rütbeli yatakhanesi dolu olduğu için kalacak yeri yoktu. Şehir merkezi de oldukça uzakta malûm. Rütbeli olduğu için Tugay Komutanı izin verdi," diyerek açıkladı abim.

Yemeğimizin yarısı gittiğine göre tabaklara pilavlarımızı koydum. Umarım bu sefer de pirinçleri topraktan ayırdınız diye kalan yemeğimizi lojmana dağıtmamıza sebep olmazdı Seda.

"Evet, yemekte pilav ve ayran kaldığına göre buyurun sofraya." Sandalyemi çekip oturunca abim ve Seda da oturdular.

Yemeklerimizi yedikten sonra mutfağı topladım ve kahve yaptım. Seda ve abime verip ben de oturdum yanlarına. Seda yine izlediği saçma sapan dizilerden birini açmıştı. Telefonumu açıp sosyal medyaya baktım daha fazla katlanamayıp. Abim seslenince telefondan kaldırdım başımı.

"Prensesim sana ısıtıcı alacaktım bugün, odadaki petek arızalı o yüzden ısınmıyor. Askerler arasında anlayan varmış. Ben yaparım komutanım, dedi. Hem ısıtıcı ile uğraşmak zorunda kalmazsın abim." Bu daha iyi bir fikirdi sanırım, hem ısıtıcıyı sürekli kapatıp açmakla uğraşmazdım.

"Olur abi, akşam mı gelecek bakmak için?" diye sordum.

"Yok abim, yarın gündüzden gelecek. Ben de gelirim yanında zaten." Bugün de salondaki yatak yolu göründü bana.

"Sıkıldım ben, film izleyelim." İzlediği dizinin saçmalığına o da katlanamamıştı herhâlde ya da ilgi çekmeye çalışıyordu.

Seda'nın huysuzluk etmeye başlaması demek, abimin ilgisini kendinde istemesi demekti. Abimle onun yanında konuşmak bile zordu bazen.

"Mısır patlatırım ben, siz filmi seçin," dedim onları baş başa bırakarak. Yoksa sürekli huysuzluk çıkartacaktı.

Mutfağa geçip çay suyu koydum ve mısır patlayana kadar oyalandım. Çayı da demleyip telefona arkadaşlarımdan gelen birkaç mesajı cevapladım. Seda ile olan durumumuzu bildikleri için hâlâ sağ olup olmadığımı soruyorlardı. Gülerek yaşıyorum ama fazla uzun sürmez, yazdım. Telefonumu cebime koyup işime veri döndüm. Mısır kâselerini de hazırlayıp çayları doldurdum. Tepsiyle içeri girdiğimde Seda bana baktı.

"Gamze gel gel, fal kapattım sana."

Yine ne işler karıştırıyorsun Seda? Fala inanma, falsız da kalma demişler. İnanmasam bile kızlarla eğlencesine atıp tutardık ama Seda'nın bu sevecen tavrı şüphe inandırmadı değil. Kahve fincanımı ben kapatmamıştım ama Seda kapatmıştı anlaşılan. Mısır kâselerini ve çayları küçük sehpalara yerleştirip oturdum tekli koltuğa.

"Ne diyormuş falda, KPSS görünüyor mu bu sene bana?" dedim gülerek.

"Bir tane uygulama var ona gönderdim, şimdi gelir." Seda cümlesini bitirdiği anda mesaj geldi telefonuna. Açıp

hemen baktı gülerek. Abim başını olumsuz anlamda sallayıp filme geri döndü.

"KPSS yok ama üç vakte kadar koca görünüyor sana," dedi Seda.

Loading...
0%