Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm

@deeindeniz

 

Adımlarımı benim için ortaya konmuş masaya çevirdim, elimdeki çalışma kâğıtlarını ve kitapları bıraktım. Kapının tıklatılmasıyla kapıya doğru baktım.

“Girin,” dediğimde kapı açıldı ve Haşim Albay ile birlikte Gediz içeriye girdi.

Bütün askerler sanki içeriye okul müdürü girmiş gibi ayağa kalkıp hazır ola geçti.

“Oturun.” Haşim Albay askerlere yönelik konuştuğunda bunun bir emir olduğunu biliyordum. Onlar geri yerlerine oturunca bana döndü.

“Hayırlı olsun Gamze ilk günün.” Haşim Albay’ın sözleriyle, “Teşekkür ederim,” dedim.

Gediz’i görmezden gelip hafifçe tebessüm ettim. Elinde tuttuğu dosyayı bana doğru uzattığında aldım.

“Her ders isimlerinin yanına imza atacaklar, burada olduklarına dair. Mesai saatleri içerisinde olduğu için maaşlarından kesinti olmayacak. Senin de iş sözleşmen en üstteki kâğıtta yazıyor. Oku, aklına takılan ya da değiştirmek istediğin bir yer olursa imzalamadan gel tekrar bakalım.” Haşim Albay ciddi bir şekilde anlatırken kâğıtları masanın üstüne bıraktım.

“Peki efendim.” Saygılı bir şekilde cevap verip beklenti içinde baktım.

Gediz’i de alıp gitmesini istiyordum çünkü Gediz başvuru yapmadığı için sınavlara girmeyecekti. Sınıfta olmasının bir nedeni de yoktu.

“Gediz, geç bir yere otur. Bu arada Gediz üniversite sınavına girecekmiş, zaten aynı konuları işlediğiniz için izin istedi benden. Derslere de katılacak.” Haşim Albay’ın gözleri sınıfa kaydı. Emre’ye bakarak söylediğini biliyordum ama o tarafa bakmadım.

“Anladım Haşim Bey.” Zorla çıkarttığım sesimle duraksamadım.

“İyi dersler,” deyip çıktığında bana doğru bakan yirmi adama döndüm.

“Fotokopi çektirip gelebilir mi biriniz?” Biraz sesimi yükseltip sordum.

“Ben giderim hocam.” Ercan’ın sesiyle derin bir nefes verdim.

“Teşekkür ederim Ercan. Önlü arkalı olacak şekilde yirmi tane çektirip gelir misin? Ders notlarını da yine aynı şekilde yirmi tane olacak şekilde çektirilsin ama uzun sürer, onu dersten sonra alırım ben.” Masadaki kalın kâğıt yığınını Ercan’a verdim. Ercan çıktıktan sonra Haşim Albay’ın verdiği dosyadaki isim listesini çıkarıp en yakınımda olan Semih’e uzattım.

“İsminizin yanına imza atacaksınız.” Kâğıt elden ele dolaşmaya başlayınca Haşim Albay’ın verdiği iş sözleşmesine göz attım. Her şey uygun görünüyordu.

“Buyurun,” diyen sesle başımı kaldırdığımda Emre’nin bana bakan gözleriyle karşılaştım.

“Teşekkür ederim.” Kâğıdı elinden alırken ellerimiz birbirine değdi ve bir elektrik akımı geçti tenimden.

Kapı açılıp Ercan gelince, Emre gözlerini benden çekip yerine geçti. Ercan’dan kâğıtları alınca derin bir daha nefes verdim. Bugün aldığım nefesler yetmiyordu sanırım.

“Şimdi herkese iki sayfalık bir test dağıtacağım. Tarih dokuzuncu sınıf konularıyla ilgili, kısaca seviyeniz ne durumda onu ölçeceğiz.” Ayağa kalkarak sıranın önüne ilerledim.

“Ama hocam, ilk günden sınav falan ayıp oluyor.” İlk itiraz Semih’ten gelmişti.

“Evet hocam, en azından bir tanışsaydık,” diyen arkadaki sese döndüm. İlk defa gördüğüm bir askerdi.

“Ben seninle ders bitiminde tanışırım.” Emre arkaya bir bakış atarak sert bir ses tonuyla konuştu. Asker büyük ihtimalle Emre’den rütbesi düşük olduğu için geriye yaslandı sessizce.

“Siz teste başlayın, ben zaten genelinizi tanıyorum, yılbaşı etkinliğinden. Tanımadıklarımla da listeye bakınca tanışırız.” Emre’ye uyarıcı bir bakış attım.

Abimin burada görev yaptığını unutuyordu sanırım, ki bu çok büyük bir şeydi. Birisi biz söylemeden ağzından kaçırırsa bu durumu çok kötü yapardı. Testi Semih’e doğru uzattım ve herkes alınca yerime oturdum.

“Hocam, kalem getirmedim ben. Derslerin başlayacağını biraz önce öğrendik,” dedi başka bir asker.

“Benim yanımda vardı fazladan.” Ankara’dan gelirken yanıma aldığım kalemliği açtım.

Nedense kalem takıntım vardı ve kurşun, uçlu, tükenmez kalemden oluşan büyük bir kalemliğe sahiptim. Ben daha yerimden kalkamadan Emre kalemi elimden aldı ve kalemi olmayan askere ilerledi.

Bu Kurt’la çok işimiz vardı anlaşılan!

Gediz’e doğru hiç bakmamıştım. Umarım Ceyda ona bir çocuğu olduğunu söylemiştir. Nedense bu kadar rahat bir tavır takındığı için söylediği konusunda emin olamıyordum. Önümdeki isim listesine baktım, herkes imzalamıştı.

“Enes Karaca.” Listenin başındaki ismi okudum.

“Benim hocam.” Ayağa kalktı arkalarda daha önce görmediğim bir asker.

“Memnun oldum Enes,” dedim tebessüm ederek. Başıyla selam verip oturdu.

“Serkan Uzuner.” Bir diğer isme geçtim.

“Memnun oldum hocam,” dedi ayağa kalkıp.

“Ben de memnun oldum Serkan.”

Bundan sonra tanımadığım askerler olan Murat, Emir, Hasan, Abdullah, Ayhan, Oğuz, Melih, Gökhan, Soner, Orhan ve Volkan ile de aynı diyalogları tekrar ettik. Tabii isimlerini aklımda tutmam biraz zaman alacaktı. Hepsinin üç numara saçları ve standart kamuflajları da bana hiç yardımcı olmuyordu.

“Hocam, şu soruya bir bakar mısınız?” Seslenen ismini en son söylediği için aklımda kalmıştı. Gökhan.

“Tabii.” Yerimden kalkıp ona doğru ilerledim.

Konferans salonu olduğu için büyük bir masanın etrafında, yan yana dizili sandalyelerde oturuyordu hepsi. Masanın bir kenarında sandalyeler vardı sadece. Arka arkaya olan iki masaya onar kişi oluşturacak şekilde yerleştirilmişti. Karşılarında ise daha küçük bir masada, onlara bakacak şekilde ben oturuyordum.

“Soruda herhangi bir hata yok. Sorun nedir?” Gökhan’a doğru dönüp tek kaşımı kaldırdım.

“Soru olması,” dedi bana sırıtarak.

“Bilmediğiniz soruları boş bırakın.” Başımı iki yana sallayıp yerime geçtim.

On dakika sonra biten testleri topladım, evde okuyacaktım sonuçlarını. Saate baktığımda kırk dakikanın dolduğunu fark ettim.

“On beş dakika mola verelim. Saat şu an buçuk, çeyrek kala devam edeceğiz.” Herkese hitaben konuştuğumda onayladılar.

“Sigara molası verelim hadi.” İçlerinden birisinin konuşmasıyla teker teker sınıftan çıktılar.

Acaba yakalarına isimlik mi taksaydım?

Aslında soyadları kamuflajın üstünde yazıyordu, öyle seslenebilirdim ama birinde gördüğüm ‘kıllıbacak’ soyadı ile bu ihtimali sonsuza kadar rafa kaldırdım.

“Konuşabilir miyiz?” Gediz’in sesiyle başımı masadaki kâğıtlardan yukarı kaldırdım.

Bakışlarım Emre’ye kaydığında ifadesiz bir şekilde bize baktığını gördüm. Sanki bir şeyler bekliyordu.

“Dersler hakkında bir sorun varsa sorabilirsin.” Başka bir konu hakkında konuşmaya kesinlikle tahammülüm yoktu.

“Gamze, dün gece Ceyda geldi ve biz konuşurken,” dediğinde sözünü kestim. “Aile meseleleriniz beni hiç ilgilendirmiyor.” Direkt olarak kesin bir şekilde bunu Ceyda’ya da söylemiştim.

“Emre de oradaydı,” dedi sessizce ve daha yüksek bir sesle ekledi. “Biraz dışarıda konuşalım.” Gözlerime dikkatlice bakarken kabul edeceğime emindi.

Oturduğum yerden ayağa kalktım ve içeride kalan iki kişiye yönelttim bakışlarımı. Emre ve Gediz’e. Kapıya ilerledim, tam Gediz de arkamdan gelirken kapıyı kapattım, bakışlarım Gediz’i bulurken şaşırdığını gördüm.

“Evet, dinliyorum.” Sesimi yükseltip konuştuğumda şaşkınlığı devam ediyordu.

“Burada konuşmak istediğine emin misin?” Gediz tek kaşını kaldırıp beni sorgular bir şekilde baktı.

“Benim sevdiğim adamdan saklayacak bir şeyim yok.” Emre’nin yanına doğru ilerledim. Emre de ayağa kalkmıştı, iki adımla yanıma geldi ve beni kendine çekip sahiplenircesine belimden tuttu.

“Siz birlikte misiniz?” Gediz’in kaşları çatılırken gözlerine nefret tohumları çoktan ekilmişti. Emre’nin sesini ilk defa bu kadar net duydum daha sonrasında.

“Birlikte olmak çok hafif ve yavan kalıyor. Gamze çok daha fazlası benim için ve çok daha fazlası olacağım onun için. Senin hiçbir zaman aramıza giremeyeceğini anlaman için daha ne yapmalıyım Gediz? Dövdüm olmadı, sövdüm olmadı, uyardım olmadı.” Emre sesinden çıkan yakıcı bir ateşle, hırsla söyledi sözlerini.

“Onu senden daha uzun zamandır ve senden daha çok sevdiğim için mi böyle yapıyorsun Kurt? Yoksa ona senden daha önce sahip olduğum için mi?” Gediz de bir adım atıp tehditkâr bir ifadeyle konuşunca ağzından çıkanı kulağının duymadığına emindim.

“Seni öldürürüm!” Emre hırsla beni bıraktığı gibi Gediz’in üstüne ilerledi.

Emre’nin kolunu tuttuğum hâlde onu zapt etmek elbette ki imkânsızdı. Gediz ilk hamleyi Emre’den beklediği için sessizce yerinde duruyordu. Emre şu anda baruttan farksızdı ve Gediz’e ulaştığında patlayacaktı.

“Yardım et!” Kapıdan giren Semih’e aceleyle bağırdım. Semih hemen Emre’nin yanına gelip Gediz’e ulaşamadan tuttu.

“Git buradan! Defol!” Gediz’e öfkeyle baktığımda güldü sadece. Gediz çıktıktan sonra Emre’nin bakışları bana döndü.

“Semih çık!” Emre sinirle bağırdığında gözleri bendeydi.

“Gamze Hocam.” Semih bana bakarak isteğimi sordu.

“Çık Semih,” dedim onaylayarak. Semih çıktıktan sonra alev saçan gözleri bana döndü.

“Şimdi Gamze, sana tek bir soru soracağım ve sen de bana net bir yanıt vereceksin.” Emre hayır kelimesini asla kabul etmeyecek bir şekilde gözlerime dikkatlice baktı.

“Peki.” Ben de kararlılıkla gözlerine baktım.

“O piç, o şerefsiz!” Sinirle derin bir nefes alıp elini saçlarının arasından geçirdi. “Sana sen izin vermeden dokundu mu?”

Çaresiz bir şekilde gözlerime bakarken nefesini verdi. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken kendime hakim olmak zorundaydım. Bilmiyordu, cevabını bilseydi bir an beklemez, dün geceden geriye Gediz diye bir şey kalmazdı. Gözleri ‘hayır’ dememi bekliyordu ve ben ona istediği cevabı verdim.

“Dokunmadı, Gediz ile aramda hiçbir şey geçmedi. Bunları seni kışkırtmak için söylüyor, inanma ona.” Titreyen ellerimi yumruk yaptım. Açtığı aramızı kapatıp iki adımda yanıma geldi ve başını saçlarımın arasına gömdü.

“Özür dilerim. Sana böyle bir şey sorduğum için özür dilerim ama bilmem gerekiyordu,” diye fısıldadı yumuşak çıkan sesiyle.

“Sana kim söyledi bunu, Gediz söylemeden önce de bunu düşünüyordun değil mi?” Hareketsiz bir şekilde durdum. Sarılmak istiyordum ama şimdi sırası değildi.

“Emre!” Semih kapının arkasından seslendiğinde bir adım geri attım ve Emre’nin kolları arasından sıyrıldım.

“Gelin,” dedim sesimi yükselterek.

“Seni eve ben götüreceğim.” Emre yerine geçmeden önce gözlerime bakıp konuştuğunda sadece başımı sallayıp onayladım.

Semih başını kapıdan uzatıp bize baktı ve kapıyı açtı. Onun ardından yavaşça içeriye girmeye başladılar. Herkes yerine oturunca, “Hocam, Gediz yok, arayalım mı?” dedi askerlerden birisi. Astsubay tayfasından ses çıkmamıştı.

“Gelmek isteseydi gelirdi.” Yüzünü görmek isteyeceğim şu dünyadaki en son kişi bile olamazdı. Emre’ye söyledikleri yenilir yutulur şeyler değildi.

Önümdeki kitabı açıp Tarih Bilimine Giriş’in ilk konusuna odaklanmaya çalıştım. Kapı tıklatılıp açıldı, Gediz elinde kâğıtlarla içeriye girdi.

“Hocam, fotokopiler çekilmiş.” Bana bakmadan kâğıtları masaya bırakıp yerine geçti. Ellerim titremeye başlarken, boğazımı temizledim ve güçlü durdum.

Bunu bize yapmasına izin vermeyecektim. Onun oyununa gelip Emre ile aramı bozmayacak, aksine ona daha çok sarılacaktım.

“Elinizdeki fotokopilerden ders işleyeceğiz. Not tutmanıza gerek yok ama yanınızda testler için kalem bulundurun lütfen. Şimdi konularda sırayla gideceğiz ve her konu bitiminde uygulamalı olarak test çözeceğiz. Eksik kalan yerleri de tekrar yaparak telafi edeceğiz. Sorusu olan?” Tek kaşımı kaldırıp herkese baktım. Notlar, elden ele herkese ulaşmıştı.

“Hocam, bekâr mısınız?” diye bir soru gelmesini beklemiyordum tabii ki.

“Bilmeyenler için küçük bir not düşüyorum buraya, Cahit Karademir’in kardeşi ben, Gamze Karademir. Umarım bazılarınız için yeterince açık olmuştur.” Net olarak hiç kimsenin bana yaklaşamayacağını duyurdum. Birisi hariç.

Emre’yi söyleyemezdim henüz ama bu abimin rütbesini kullanmayacağım anlamına gelmiyordu. Sınıf sessizleşince, derse başladım.

Ders bitene kadar da sadece konuya odaklandım. Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak işimi yaptım. Telefonumun alarmını kırk dakika sonraya kurduğum için çalmaya başladı ve ders bitti.

“Dersimiz bitmiştir. İlk beş sayfayı tekrar okuyup gözden geçirin, sonraki iki sayfaya da göz atın, bir dahaki derste başlayacağız.” Bugün iki saatlik bir zaman dilimi ayrılmıştı eğitim için.

“Hocam, bir dahaki ders ne zaman?” Melih’in sorusuyla benden önce Sercan araya girdi.

“Ne o, süslenip mi geleceksin?”

“Yok abisi, makyajını tazeleyecektir,” dedi Semih de alttan alttan gülerken.

“Haşim Albay çizelgeyi yapınca benim de haberim olacak. Size de haber verir.” İçimden gülümsemek gelse de Emre’nin yüzüne baktığımda ciddiyetimi korudum.

Herkes teker teker çıkmaya başlayınca ben de kitaplarımı toplayıp çıktım. Emre’nin peşimden geleceğini biliyordum. Askeriyenin çıkışına yönelip, artık öğrendiğim rütbeli askerlere ayrılmış otoparka ilerledim.

“Vaktin var mı?” Emre, arabasının kapısını açarken bana doğru döndü.

“Var.” Kısa cevabımla memnun olmuştu.

“Zaten yok deseydin de sonuç değişmeyecekti, seni kaçıracaktım.” Arabaya binerken göz kırptı.

Kapıyı açıp yan koltuğa oturdu. Arabayı çalıştırınca hızla askeriyeden ayrıldık. Nereye diye sormadım bile. Yollardan artık kar kalkmış, yerini baharın habercisi olan hafif yeşillenmeye başlamış çimlere bırakmıştı. Güneş vardı ama hani kendi var etkisi yok denen türdendi. Işığı vardı ama ısıtmıyordu.

“Üşüdün mü?” Emre klimayı açarken bana doğru döndü.

“Şubat bitti neredeyse,” dedim içimi çekerek.

“Öyle.” Kısaca onayladı beni.

Arabayı durdurduğunda geldiğimiz yere baktım. Cadde üstünde, bir binanın önünde durmuştuk.

“Hadi gel.” Emre arabadan inerken ben de kapıyı açıp arabadan indim ve yanına ilerledim.

Elimi tuttuğunda avucunun içinde can buldu soğuk ellerim. Kalbimde bir bir yeşerdi bahar çiçeklerim. Zümrüt yeşilleri bana değdiğinde gözlerim değil, ruhum karşıladı sevgisini. Ve ben bir kez daha âşık oldum Kurt’a.

Önünde durduğumuz binadan içeri girip asansöre yöneldik. İkimiz de sessizdik, sanki sözlere gerek yoktu aramızda. Asansöre binip Emre’nin bastığı ikinci katın düğmesiyle yan yana durduk. Kapıları açılan asansörden indik. Emre elinde tuttuğu anahtarla kapıyı açtı. Ayakkabılarını çıkartıp içeri geçtiğinde ben de ayakkabılarımı çıkartıp takip ettim.

“Bunları alalım,” dedi bir elimde tuttuğum kitapları alırken.

“Kimin evi burası?” Küçük holden salona geçtik.

“Semih’in evi, yedek anahtarları vardı bende. Benim evin anahtarı da onda var acil durumlar için.” Emre, kamuflajın montunu çıkartıp koltuğa koydu.

“Acil durumlar kız getirmek oluyor galiba?” Kıskandığımı çekinmeden belli ederek söylemiştim.

“Hayır, acil durumlar görevlerde başımıza bir şey gelirse birbirimizin eşyalarına ulaşabilelim ya da ailemize anahtarı ulaştıracak birisinin olması demek oluyor. Kendi evime gitmek istesem de senin için sorun olur diye düşündüm.” Emre koltuğa otururken gözleri bendeydi.

“Teşekkür ederim, beni düşündüğün için.” Karşısındaki koltuğa geçip oturdum ben de. Baştaki sözlerini düşünmek istemiyordum çünkü ona bir şey olma ihtimali bile nefesimi kesiyordu.

“Ben hep seni düşünüyorum.” Gözleri gözlerimi bulurken, bakışlarımı kaçırmadım. Bu his ve söylediği kelimeler bende yutkunma isteği uyandırdı.

“Seni dinliyorum.” Oturduğum yerde gergince geriye yaslandım.

“Dün gece Gediz ve kız kardeşini konuşurken duydum, tamamen tesadüf eseri. Semih’te olan bir eşyam vardı, onu almak için onların bulunduğu odaya doğru ilerliyordum. Gediz denen o it senden bahsediyordu. Gediz dedi ki, ‘Seneler önce yaptığım hatayı bir daha yapmayacağım, Gamze bana geri dönecek.’ Bunu duymam üzerine içeri girdim.” Emre nefesini geri verirken kaşları çatılmıştı.

“Sonra?” Anlatırken bile sinirlendiğini sıktığı yumruğundan ve çenesinin kasılmasından anlıyordum.

“Bunun ne demek olduğunu sordum ama araya Ceyda denen kız girdi ve aile meselesi olduğunu, eğer çok merak ediyorsam sana sormam gerektiğini söyledi. Sonra da Gediz ile birlikte gittiler.”

Emre’nin öğrenmediğini biliyordum. Eğer öğrenseydi Gediz şu an çok feci bir hâlde, komada ya da ölü olabilirdi. Benim bunu saklamaktaki tek sebebim önceden abimdi. Eğer öğrenirse yaşatmaz Gediz’i diyordum. Şimdi ise abimin bir çocuğu olacaktı ve bunu düşünerek Gediz’in adalet yoluyla cezasını bulmasını isterdi.

Benim şu anki sorunum tam karşımda duruyor ve gözlerimin içine bakıyordu. Ona yalan söylemek istemiyordum ama onun hayatını da mahvetmek olurdu geçmişi yeniden ortaya çıkarmak. Emre’ye yalan söylememiştim, Gediz bana dokunmamıştı, dokunamamıştı.

“Şimdi bana cevap ver Gamzeli’m. Benim bilmediğim ama senin bildiğin ne var?” Emre bana doğru eğilmişti, ellerini dizlerine yaslayıp dikkatlice beni süzüyordu.

“Gediz’in bir çocuğu var.” Gözlerimi onun üstünden çekmeyip tek nefeste söyledim.

“Emin misin? Gediz’in kayıtlarında böyle bir şey yok.” Emre oldukça şaşırmıştı.

“Kendisi de bilmiyor henüz çünkü. Gediz ile görüşmeyi kestikten sonra başkası olmuş. Tek gecelik bir ilişki sonucu kız hamile kalmış ve Gediz’den gizlemiş bunu. Öğrenirse bebeği aldırmasını ister diye. Benim haberim yoktu, dün Ceyda arayıp konuşmak istediğini söyleyince yanına gittim ve bana da o anlattı.” Ona yalan söylemeden, gerçeklerin arkasına sığındım.

“Peki çocuk doğduktan sonra annesi hiç mi aramamış Gediz’i? Buna pek inanasım gelmiyor.” Emre düşünceli şekilde konuşurken başımı iki yana salladım.

“Zeliş doğumda vefat etmiş Emre.” Sesim titrerken gözlerim doldu.

“Sen o kızı tanıyor muydun?” Emre’nin bakışları hızla bana döndü.

“Gediz’e âşıktı. Hayat dolu, neşeli bir kızdı. Bile bile gitmiş ona, her şeyin farkındaydı Zeliş,” dedim, o günleri hatırlarken içim titredi.

“Gamzeli’m.” Yerinden kalkıp önümde diz çöktü. Sesinde şefkat, gözlerinde aşk vardı. Ellerimi tutup büyük avuçlarının içinde hapsetti.

“İki yaşında bir bebek daha Kuzey. Hem annesiz hem babasız kaldı Emre. Ben bu dünyanın adaletinden de, o adaleti sağlayamayan insanlardan da nefret ediyorum, dayanamıyorum.” Gözlerimden süzülen yaşlarla içimi çektim.

“Senin bir suçun yok Gamzeli’m. Sen sadece sevemedin. Kimse seni birini sevmiyorsun diye ya da seviyorsun diye suçlayamaz. Kalp bu, bizim elimizde değil ki hadi sev deyince sevsin, sevme deyince vazgeçsin.” Ellerini yanaklarıma koyup gözyaşlarımı sildi usulca.

“Seviyorum, seni çok seviyorum Kurt,” dedim ellerinin üstüne ellerimi koyarak.

“Ben de seni çok seviyorum Gamzeli’m.” Emre bugün ilk defa bana gülümsediğinde benim içime güneşler doğdu.

Kalbim, ruhum ve bedenim ait olduğu yerde, sevdiğim adamın kollarındaydı. İki gün göremediğim hâlde çok özlemiştim ve kollarımı kaldırıp boynuna sardım. Diz çöktüğü yerden kalkıp yanıma oturdu ve beni göğsüne çekti. Elleri saçlarımı okşarken huzurla gözlerimi kapattım.

Barut kokan bir adama âşıktım. Silahlarla arkadaş olan, vatanı için yanıp tutuşan bir adama. Sevdiğim kadar seviliyordum ve özlediğim kadar özleniyordum. Barut kokan bir adama âşıktım ve o beni kollarının arasında bir daha bırakmayacak gibi sımsıkı tutuyordu. Ben de bunu istiyordum, bir daha bırakmasın beni.

“Uyu güzelim, yoruldun, ben yanındayım.” Sessizce saçlarımı okşamaya devam etti. İyice ona doğru sokulup göğsüne doğru yattım ve dediği gibi de huzurlu bir uykuya daldım.

“Oğlum sessiz olun lan, uyanacaklar şimdi.” Duyduğum sesle hafifçe kıpırdandım. Bir an Uğur’un sesini duydum gibi geldi.

“Komitanuma bak be, sevdum dedi aldi kizi, abi mabi dinlemedi.”

Dursun’un sesi miydi bu?

Hafifçe kıpırdadığımda Emre’nin göğsünde, Semih’in evinde uyuduğumu hatırladım. Panikle kaskatı kesildi bedenim, gözlerimi tabii ki açmadım.

“Cahit abi öğrenince öttürecek Emre’yi. Neyse beyler, en az bir ay nöbetler Emre’ye kilit, rahatız.” Sen de mi Ercan?

“Asıl ben Gamze Hoca’ya acıyorum. Yengesi tam bir cadı diyorlar. Yılbaşı gecesi de bayağı olay çıkartmış. Evlenirlerse komşu olacaklar abisiyle.” Boşboğaz Sercan ile gülmemek için kendimi zor tuttum. Her şey bitti de evlenmemiz kaldı zaten bir geriye…

“Emre uyanırsa bir yerinizden kan alır bizi mi izliyorsunuz diye.” Semih fısıldasa da sesi sertti.

“Üstlerine battaniye örttün ya oğlum gelir gelmez. Biz ne zaman bu seviyeye geleceğiz be?” diyerek içini çeken Ercan’dı sanırım.

Emre’nin elimin altında gerilen bedeniyle uyandığını anladım ama gözlerimi açmadım. Rezil olmaktansa bilmiyormuş gibi yapmak en iyisiydi.

“Ne oluyor lan burada?” Kısık ama hesap soran bir şekilde çıkan sesiyle konuşmuştu.

“Biz de şimdi geldik, gidiyorduk.” Semih bence aradan sıvışmaya çalışıyor gibiydi. Emre beni dikkatlice yastığın üstüne bıraktı ve üstümü iyice örtüp kalktı.

“Geçin mutfağa.” Buz gibi sesiyle ben bile iliklerime kadar titredim.

Adım sesleri kesilince hemen gözlerimi açtım ve uykunun üstümde bıraktığı etkiyle biraz sendelesem de hemen kalktım. Benim bir an önce buradan gitmem gerekiyordu! Üstümü düzeltip kenarda duran montumu giydim, telefonumu aldım. Yakalanmadan kaçmalıydım yoksa bir daha yüzlerine bakabileceğimi sanmıyordum.

Notlarımı girişteki vestiyere koyduğu aklıma geldi Emre’nin. Yavaş adımlarla salondan çıkmaya çalışırken mutfağa bir bakış attım, kapısı çok az bir şey açıktı.

“Oğlum manyak mısınız siz?” Emre’nin birden bağırmasıyla yerimde sıçradım ve elim kenarda duran sehpaya çarptı.

Sehpa sallandı, sallandı ve yere düşen bardak ile gözlerimi kapattım. İçeriden gelen sesler kesildi ve mutfak kapısı açıldığında kırılan bardağın parçaları etrafa saçıldı.

 

 

Instagram : DeeinDeniz

Takip ederek basılı kitaplarıma ulaşabilir çekilişlere katılarak hediye kitap alabilirsiniz.

Diğer kitaplarımı bu hesabımdan beni takip ederek okuyabilirsiniz.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.

 

Loading...
0%