@deeindeniz
|
Gamze'den
"Emre, doğru yolda olduğumuzdan emin misin?" Endişeli bir şekilde ıssız yola bakarken nedense içimde huzursuz bir his vardı. Tekrar topraklı bir yola çıktığımızda Emre'ye döndüm.
"Navigasyonu açsana bir bakalım," dedi kararsız bir şekilde. Çantamdan telefonu çıkarıp ekran kilidini açtım.
"İnternet çekmiyor, hatta daha kötüsü telefon çekmiyor." Telaşla ona doğru döndüğümde ani bir sarsıntıyla arabadan büyük bir ses geldi.
Sesle birlikte araba aniden durdu. Emre ile birbirimize baktık ve kaşlarını çatıp arabadan indi. Birkaç dakika sonra ses gelmeyince ben de indim ve çamura gömülü şekilde olan tekerleklere baktım.
"Çamura batmış tekerler, buradan çıkmaz bu araba." Sözlerinden sonra bittiğimizi anladım.
"Emre, bizim dönmemiz lazım, abim mahveder bizi." Her ne kadar Seda yüzünden burada olsam da o bir şekilde sıyrılırdı ve olay bende patlardı.
"Sakin ol Gamzeli'm." Emre bana doğru geldiğinde ellerimi tuttu.
"Olamıyorum! Abime bizden önce biri söylerse sabah askeriyeye gittiğinde? Seda kim bilir neler uydurur?" Aklıma geldikçe daha da telaş yapıyordum, elim ayağım buz kesiyordu.
"Gamze, bana bak."
Emre ciddi bir şekilde konuşunca, başımı yerden kaldırdım. Gözlerimi ona çevirdiğimde, beni göğsüne çektiğinde başımı ona yasladım. Elleri belimdeyken ben de ona sarıldım. Kalp atışlarıyla sakinleşmeye başladım.
"Şimdi sakin oluyorsun ve beni dinliyorsun. Söz veriyorum sana, ben halledeceğim. Güveniyorsun bana değil mi Gamzeli'm?" Emre'nin yatıştırıcı sesiyle biraz daha iyiydim.
"Tamam, sakinim," dedim başımı omzundan kaldırıp. Emre geri çekilip lastiklere bir kez daha baktı. İç çektikten sonra arabanın bagajını açtı.
"Burada bekleyemeyiz. Yakınlarda köy ya da ana yol vardır, orayı bulursak işimiz kolay. Tahminime göre soldan dönmemiz gerekiyordu ama biz sağdan döndük. Yürüyebilir misin güzelim?" Emre bagajdan aldığı el fenerini çıkartıp ışığını yaktı. Arabanın ışıklarını da kapatmıştı, aküsünün bitmemesi için.
"Topuklularla ormanda tur atmış biriyim ben, yürürüm tabii ki." Gülümseyerek ona doğru döndüm. O gece baskına uğradığımızda ikimizin arasındaki ilk kırılma noktasıydı duygularımız konusunda.
"Hatırlatma, hâlâ aklıma geldikçe nefesim kesiliyor. Kollarımda kanlar içinde yatıyordun ve ben çok çaresizdim." Emre, gecenin karanlığında bile belli olan gözlerindeki bulutlarla gözlerini çekti benden. Bagajı kapattı ve bana doğru geldi.
"Yanındayım ve bence önemli olan tek şey bu benim için." Uzanıp elini tuttum. Benim buz gibi ellerime karşı onun elleri sıcacıktı.
"Kesinlikle önemli olan yanımda olman." Emre'nin sözleriyle başımı öne eğip dudağımı ısırdım.
Bu adamın en sevdiğim huylarından biri de asla sevgisini benden esirgememesiydi. Bugün de anlamıştım ki, başkalarının yanında da asla bunu göstermekten de çekinmiyordu.
"Arkadaşların çağırıyor." Kurt ulumalarını duyunca tedirgin bir şekilde gülümsedim.
"Yemeğe çağırıyorlar, uğrayalım istiyorsan," dedi Emre bana göz kırparak.
"Sağ ol canım, yemeğe davetli olup yemeğin kendisi olmaya niyetim yok." Ben de ona takılarak omuz silktim.
"Seni biri yiyecekse bunun hangi kurt olduğunu ikimiz de biliyoruz," dedi yüzünde el fenerinin aydınlattığı yarım bir sırıtışla.
Size bir tavsiye, asla bir kurtla laf dalaşına girmeyin. Üstelik o kurt sizi yeme planları yapıyorsa!
Bu sözden sonra susup yürümeye karar verdim. Yol ayrımına geldiğimizde soldan devam ettik. Ayağımdaki ayakkabılar az topuklu bot olduğu için beni çok zorlamıyordu ama yorulmaya başlamıştım. Etrafta hiçbir ışık görememek de beni umutsuzluğa sürüklüyordu giderek.
"Saat on ikiyi geçiyor." Telefonun saatine bakıp geri cebime koydum. Seda çoktan uyumuştur, beni bekleyeceğini hiç sanmıyordum.
"Ne düşünüyorsun?" Emre'nin sorusuyla ona doğru döndüm.
"Seda'yı düşünüyorum. Bakma öyle, şimdi beni göremezse sabah evde abime kesin koca bulup kaçtığımı söyler." Emre'nin şaşkın yüzüne bakarak gülümsedim. Seda'yı düşündüğümü söyleyince tek kaşını kaldırmıştı.
"Aslında söylemesini isterdim. İşime gelir, eş adayı olarak yanında benim olmam tabii her şeyi açıklıyor." Omuz silkip çok doğal bir şeyden bahsediyormuş gibi konuşuyordu.
"İnanamıyorum sana Emre. Abimin tepkisinden hiç mi çekinmiyorsun?" Ne olursa olsun abim olmasının yanında komutanı oluyordu aynı zamanda.
"Ben her şeye karşı hazırım. Senden bana gelecek her şeye razıyım. Konu abinden çekinmen mi? Cahit abi saygı duyduğum birisi, ayrıca bizi ayıracağını sanmıyorum. Sana değer veriyor, senin mutlu olmanı önemsiyor." Emre bana bakıp gülümsedi ve devam etti. "Kısa sürede ya da uzun sürede fark edecek, eninde sonunda senin en çok benim yanımda mutlu olduğunu ve benim bu dünyada en çok seni mutlu etmek istediğimi fark edecek." Bana beklemediğim bir şekilde olayları kendi yönünden gösteriyordu.
"Seni sevdiğimi daha önce söylemiş miydim?" Ona hayranlıkla bakarken içimi çektim.
"Sen bana bunu sonsuza kadar da söylesen, kalbim sanki ilk kez söylüyormuşsun ki gibi atacak," dedi beni kendine doğru çekerek.
Saçlarımın arasına başını gömüp derin bir nefes aldı. Kalbim kendi bağımsızlığını ilan eder gibi son hız atmaya başladığında, yeni çıkmaya başlamış sakalını yanağımda hissettim. Günlük tıraş oluyordu genelde ama iki gün aksatmıştı sanırım. Yanağıma sıcak bir öpücük bıraktığında elimi omzuna koydum. Derin bir nefes verip geri çekildi.
"Şurada bir ışık gördüm." Tekrar elimi tutunca gösterdiği yere baktım. Gösterdiği yer biraz uzaktı ama ışık karanlıkta kendini belli ediyordu. İçim rahatlarken Emre ile birlikte ilerlemeye başladık.
"Umarım bizi kabul ederler." Artık iyice yorulmaya başlamıştım.
Emre ise daha yeni yürümeye başlamış gibiydi. Sırtında kırk kilo teçhizatla dağları, tepeleri geziyorlardı. Onun için yürüdüğümüz yol hiçbir şeydi. Adımları benden daha hızlıydı ama bana ayak uyduruyor, hızlanmam için baskı yapmıyordu.
"En kötü telefonlarını kullanırız şebeke hattı varsa. Çekici çağırırız ya da bizimkilerden birine haber veririz." Emre iyimser bir şekilde düşünürken ben de umut ediyordum.
Yaklaştıkça iki katlı bir yapı olduğunu anladım. Türk bayrağı vardı önündeki direkte asılı bir şekilde. Bu bana daha çok okulu anımsatmıştı ama Emre'nin sesiyle yardım konusunda artık endişelenmemizin yersiz olduğunu anladım.
"Orduevi burası, ilçe sınırının diğer tarafında olduğu için buraya gelmemiştik daha önce ama Uğur bahsetmişti arkadaşını görmeye geldiğini." Rahat bir nefes aldım Emre'nin orduevi olduğunu söylemesiyle. Evi artık tamamen görüyorduk, önündeki ışıklar daha net bir şekilde aydınlatıyordu etrafı.
Emre ile birlikte bahçe kısmında duran askerin yanına ilerledik. Çantamdan abimden dolayı sahip olduğum asker kimlik kartını çıkarttım. Emre de cüzdanından kendi kimlik kartını çıkarttı.
"Teğmen Emre Kurt," dedi kendi kimliğini uzatarak.
"İyi geceler komutanım," diyerek selam verdi asker hazır ola geçip.
"Rahat, asker. Arabamız yolda kaldı, telefonlar da çekmiyor, burada sabit telefon var mı?" Emre kimlik kartını alarak cüzdanına yerleştirdi. Benimkine gerek kalmadığı için geri çantama koydum.
"İçeride sabit hat mevcut komutanım." Kapıyı açan askerle içeriye geçtik.
Orduevine daha önce abimle gelmiştim. Erzurum'da, kayak merkezine yakın bir yerde vardı ve biz ısınıp çay içmek için uğramıştık. O zamanlar annem ve babamla birlikte abimi ziyarete gelmiş, daha sonra da benim ısrarım üstüne Erzurum'a günübirlik uğramıştık. Bizimkiler yaşlılığı bahane ederek çarşıyı gezmeyi tercih ederken abimi ikna etmiştim kayak merkezine gelebilmek için.
"Emre, hemen gideriz değil mi?" Sessiz bir ses tonuyla konuşuyordum, nedense her an bir yerden abim çıkacak gibi hissettim.
"Bir görevli bulup sorarız araç olup olmadığını." İnşallah vardır, diye geçirdim içimden. İçeri geçince vücudum karıncalandı.
Orduevleri, asker yakınları için otel olarak kullanılabilecek düzeydeki yerlerdir. Bende olduğu gibi asker yakını olduğunu belli eden kimlik kartları ile giriş yapılıyordu sadece. Yani birinci dereceden yakınlık şarttı bunun için. Rütbeli asker olan kişinin anne, baba, kardeş, eş ya da çocuğu olmanız gerekiyordu. Bunun yanında hizmeti de askerler yapıyor; temizlik, yemek, garsonluk gibi. Abim ile gittiğimizde merak edip sormuştum bunları.
"Teğmen Emre Kurt." Emre bu sefer de içerideki giriş kısmında nöbet tutan askere gösterdi kimlik kartını.
"Naci Şafak, Giresun. Emredin komutanım!" dedi asker selam vererek.
"Rahat, asker. Sabit telefon lazım bize, bir de çekici var mı yakınlarda? Arabamız yaklaşık dört kilometre uzakta çamura saplandı." Emre kısaca durumu açıklandığında, ben de heyecanla dinliyordum buradan hemen gitmek için bir yolunun olup olmadığını.
"Komutanım, çekici var ama bu saatte gelemez, her yer çamur dediğiniz gibi. Başka bir komutanımızın da arabası yolda kalmış, aradık ama sabaha ancak gelirmiş." Askerin olumsuz cevabıyla Emre'ye baktım.
"Peki şehre ya da askeriyeye araç var mı buradan?" Başka bir seçenek olmak zorundaydı.
"Maalesef hanımefendi, bu saatte ve her yer çamurken çok zor," dedi asker. Girişteki asker de, Naci de saygılı bir şekilde bana bakmadan konuşmuştu.
"Peki Naci, bize bir yol öner." Emre sonunda pes ederek başka bir seçenek arayışına girdi.
"Komutanım, sabah köylüler buradan geçiyor saat altıda. Eğer aracı çıkartmaları için traktörlerini kullanırsanız şehir merkezi buraya kırk dakika." Naci'nin önerisiyle Emre bana döndü.
"Önce askeriyeye uğraması gerekiyor rapor vermesi için. Eve geçmesi dokuzu bulur en erken. Seda'yı ara, yolda kaldığımızı söyle, sabah da erkenden dönelim." Planı kuran Kurt, başka çaremizin olmadığını biliyordu.
"Tamam, yapacak bir şey yok." Abimin eve gitmesi dokuzu bulduğundan benim en geç sekizde evde olmam gerekiyordu. Yolda karşılaşmamak için.
"İki oda alalım biz o zaman," dedi Emre askere geri dönerek.
"Emredersiniz komutanım."
Asker kaydımızı yaptıktan sonra bizi telefonun bulunduğu odaya götürdü. Telefonumu çıkarıp Seda'nın numarasını buldum ve sabit telefondan aradım. Telefon uzun süre çaldı, en sonunda kapanacakken açıldı.
"Efendim?" Telefonu uykulu bir sesle açtı. Tabii ki rahatça uyur. Gamze'ye bir şey mi olmuş umurunda mı sanki gecenin bu saatinde?
"Benim, Gamze. Yolda kaldık, araba çamura battı. Yakınlardaki orduevine geldik şimdi, telefonlar çekmiyor. Sabaha gelebilirim ancak." Kısa bir şekilde durumu açıkladım.
"Abine haber verdin mi?" Net çıkan sesiyle uykusunun açıldığına emin oldum.
"Abimden önce evde olacağım zaten, durumu ben açıklarım. Bu arada sakın saçma sapan şeyler söylemeye kalkma, karpuz diye beni evden kovduğunu abime söylemekten kesinlikle çekinmem." Sinirle söylendim ve telefonu yüzüne kapattım.
"Gidebiliriz." Emre'ye bakıp biraz daha yumuşak bir ses tonuyla konuştum.
Bana elini uzatınca tuttum ve odadan çıkıp merdivenlere yöneldik. Üst kata çıkınca Emre elindeki anahtarla kapının birini açtı.
"Hemen yan odadayım, bir şey olursa çekinme gel." Avucuma anahtarı koyup elimi bıraktı.
"Tamam," dedim onaylayarak. Kapıdan içeri girdim.
"İyi geceler Gamzeli'm." Yine yüzündeki o muhteşem gülümsemeyle bakıyordu.
"İyi geceler." Uzanıp yanağından öptüm.
Kapıyı kapatmadan gitmeyeceğini bildiğim için yavaşça kapıyı kapattım. Yüzümdeki gülümseme etkisini halen sürdürürken ayağımdaki çamurlu botları çıkartıp kapının yanına bıraktım. Oda oldukça geniş ve ferahtı.
Çift kişilik yatak, iki kapaklı bir gardırop, iki tane karşılıklı tekli koltuk ve sehpadan oluşuyordu. Üstümdeki kabanı çıkartıp tekli koltuğa ilerledim. Üşüdüğüm için direkt peteğin önünde duran tekli koltuğa yöneldim. Sis bastırmıştı ve daha önce buraya geldiğimiz için şükrettim. Siste yönümüzü bulmak ve bir ışık görmek neredeyse imkânsız olurdu bizim için. Gerçi Kurt'un algıları hep açıktı.
Kapının tıklatılmasıyla daldığım yerden sıçrayarak kalktım. Kapıya ilerledim ve açmadan kim olduğunu sordum.
"Benim Gamzeli'm." Emre'nin sesini duyunca beklemeden açtım.
"Harikasın." Elindeki tepside dumanı tüten kahveleri görünce gözlerim parladı.
"Size layık olmaya çalışıyoruz efendim." Göz kırparken tepsiyi hafifçe eğilip bana doğru tuttu.
Nereye düşüyorduk?
Kapıyı açıp içeri girmesi için yer verdim ve arkasından kapıyı kapattım. Üstünde gri bir eşofman ve vücudunu tamamen saran beyaz bir tişört vardı. Kalbim yerini bir kez daha belli edecek kadar hızlı atarken ona doğru ilerledim. Biraz önce benim oturduğum yerde oturuyor ve bana bakıyordu.
"Aç mısın? Mutfağa bakabilirim istersen." Beni düşündüğü zamanlar nedense içime bir sıcaklık yayılıyordu.
"Hayır, zaten geç bir saatte yedik yemeği de. Kahve güzel oldu." Karşısına oturup fincanı elime aldım. Bir yudum alarak tadına baktım. Tam da sevdiğim gibiydi, sütlü ve şekerli.
"Üşüdün, hasta olmazsın umarım." Emre yerinden kalktığında onu izledim. Gidiyor muydu?
"Bak buraya her zaman yedek havlu ve terlik, kişisel bakım malzemeleri koyarlar." Benim hiç açmadığım gardırobu açarak içinden bir çift terlik ve pike çıkarttı.
Önümde diz çöküp terlikleri bıraktı giymem için. Yumuşak terlikleri giydikten sonra pikeyi omuzlarıma sarıp kollarımda elleriyle durdu.
Şu anda karşımda bana aşkla bakan adam benim için dünyadaki en muhteşem adamdı.
Gözlerim bir transta gibi onun zümrüt yeşillerinden hiç ayrılmadı. Boyu uzun olduğu için tek dizinin üstünde olsa bile aramızda çok bir mesafe yoktu. Ellerini tutup ayağa kalktım ve onu da kaldırdım. Tek elimi yanağına koyup sıcak tenini avuçlarımın arasında hissettim.
"Gamze."
Sessiz bir şekilde fısıldadı, başını elime doğru yasladı ve diğer eliyle belimden tutup beni kendine doğru çekti. Girdiğim trans ya da Emre'nin gözlerindeki aşkın büyüsü bana zamanı, mekânı ve dünyanın geri kalan her şeyini unutturdu.
"Efendim?" Titrek bir nefes verdiğimde halen gözlerimi ondan alamamıştım.
Başını bana doğru eğdiğinde beni öpeceğine emindim. Hatta bunu onun kadar istiyordum. Kalbimi kendine mühürleyen bu adamın nefesini de nefesime mühürlemesini istiyordum.
Kapının çalmasıyla yerimde sıçradım. Emre sinirle bir nefes vererek benden uzaklaştı, çattığı kaşlarıyla kapıya yöneldi. Kapıyı sadece dışarıdaki kişinin kendisini görebileceği kadar açtı.
"Komutanım, rahatsız ediyorum, kusura bakmayın." Askerin sesiyle 'Aynen öyle, rahatsız ediyorsun' dememek için tuttum kendimi.
"Söyle asker." Emre sert bir ses tonuyla cevap verdiğinde benimle aynı düşüncedeydi büyük ihtimalle.
"Merkeze giden bir araç var. Burada kalan diğer komutanımızın acil dönmesi gerekiyormuş, gelmek isteyenlere haber vermemizi emretti." Askerin sözleriyle maceramız da son bulmuştu. Emre bana döndüğünde başımla onayladım.
"Tamam, iniyoruz şimdi." Asker gidince kapıyı kapatıp bana döndü. "Gidiyoruz o zaman." İçini çekerek konuştuğunda başımı salladım.
"Evet ama iki dakika daha bekleyebilir bence," dedim ve kararlı adımlarla Emre'ye doğru ilerleyip dudaklarına resmen yapıştım!
Sıcak dudaklarıyla buluştuğumda bir an şaşkınlıktan kalsa da Kurt, çabuk toparladı ve dudakları büyük bir istekle dudaklarımı kapattı. Sıcak ve kalın dudakları yumuşak bir şekilde karşıladı beni, öpüşü karşısında kalbim sıkıştı. Tutkulu bir şekilde ben de ona karşılık verdim ve birbirimizden ayrıldığımızda gözlerini kısarak bana baktı.
"Daha kaç defa âşık olabilirim sana?" dediğinde dudağımı ısırdım.
"Peki ben daha kaç defa düşeceğim senin derin kuytularına?" Gözlerimi gözlerinden ayırmadım.
Utanabilirdim, kaçabilirdim, ona doğru adım atmayabilirdim ama ben istediğim ve sonucunda hayatımdaki en değerli anı yaşayacaksam görmezden gelemezdim. Onu seviyordum ve beni sevdiğini bilmek beni bütün olumsuz duygulardan arındırıyordu.
Bu zamana kadar birbirimize karşı çekimlerimiz olmuştu ama biz uzaktan sevmiştik birbirimizi. Dokunmadan sevmek kavramı bizim için en başından beri geçerliydi. Kalbime en derin dokunuşunu yapmış olan bu adam benimdi.
"Gel buraya." Kolları arasına beni çekip saçlarımın arasına öpücük kondurdu.
"Odadan eşyalarını alalım hadi." Geri çekilip gülümsedi.
Botlarımı ve kabanımı giydim, Emre'nin odasına geçip eşyalarını aldık. Aşağı girişe indiğimizde, Emre kahvelerin ücretini ödedi. Kalmadığımız için odalara ücret ödememiştik.
"Araç kapıda bekliyor," diyen askerle, Emre elimi tuttu ve dışarı çıktık.
Sis dağılmaya başlamıştı ama hava halen soğuktu. Bekleyen araç arazi için olan askeri araçlardandı. Arkası kamyonet tarzında, ön tarafı ise dört kişinin oturacağı şekilde ikili bölmeye sahipti.
"Araçta sadece komutan ve şoför var, arka tarafa da biz geçeriz," dedi Emre. Sessizce arka kapıyı açtığında önce ben sonra da Emre geçti.
"İyi geceler gençler." Haşim Albay'ın arkaya doğru dönüp bize seslenmesiyle kalp krizi geçirmem an meselesiydi.
"Komutanım," diyen Emre de benimle aynı yüz ifadesine sahipti büyük ihtimalle.
"Nereden böyle?" Haşim Albay bir bana bir Emre'ye baktı. Emre hafifçe öksürüp kendini toparladı hemen.
"Cahit Komutan'ım görevde bildiğiniz üzere. Seda Hanım aşermiş, Gamze Hoca da açık manav bulamayınca benden yardım istedi komutanım. Yola ağaç devrilmiş, ben de ara yoldan gideyim derken çamura saplandı araba. Allah'tan orduevine yakındık da buraya yürüdük." Emre kısaca olayı özetlemişti.
"Cahit bu işten hiç memnun olmayacak duyarsa Emre, benden söylemesi." Haşim Albay uyaran bir tonda konuştuğunda kaşlarım çatıldı.
"Abime gerekli gördüğüm açıklamayı kendim yapabilirim Haşim Bey. Hepimiz yetişkin kişileriz, ki ortada gizli saklı olan bir şey de yok." Kararlı bir şekilde kendimi ifade ettiğimi düşünüyordum.
"Tabii Gamze." Haşim Albay'ın şoföre işaret vermesiyle yola çıktık. Yol boyunca kimse tek kelime etmedi, ortam yeterince gergindi zaten.
Haşim Albay'ın sözleri üzerine Emre de gerilmişti ve aklından geçenleri tahmin etmek zor değildi. Abime bir an önce aramızdaki ilişkiden bahsetmemiz gerekiyordu. Daha fazla çıkmaza girmek geri dönüşü olmayan bir kırgınlığa sebep olabilirdi.
Şehir merkezine geldiğimizde derin bir nefes aldım, az bir yolumuz kalmıştı. Emre'ye doğru baktığımda camdan dışarı bakıyordu. Beni hissetmiş gibi bana doğru döndü ve gözlerini kapatıp açtı, her şey yolunda der gibi. Başımı hafifçe sallayıp önüme döndüm. Saate baktığımda bir saatten fazladır yolda olduğumuzu fark ettim. Lojmanlara geçiş yaptığımızda, ilk önce bizi bırakacaklarını anladım.
"Teşekkür ederim," dedim kapının önünde araç durduğunda.
"İyi geceler Gamze. Bu arada sabah onda yarınki dersin. Gelince bana uğrarsan çizelgeyi alırsın." Haşim Albay, özellikle bunu söylemişti. Abimle de gönderebilirdi ama illa uğramamı istiyordu, ki bunun altında 'köstebek' ya da 'kurt' çıkma olasılığı çok yüksekti.
"Peki efendim." Onaylandıktan sonra araçtan indim.
Ben evin önünde durduğum gibi araç hareket etti. Elim titrerken cebimdeki anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. Eve girince kapıyı kapattım, botlarımı ve kabanımı çıkarttım. Aceleyle odama çıktım, bir süre öyle ayakta kaldıktan sonra yatağa oturup ellerimi yüzüme kapattım.
Sinir krizi mi geçirsem yoksa sevinç çığlıkları mı atsam bilemedim. Sonra da elim dudaklarıma gitti ve o ânı tekrar hatırladım.
"Ben Emre'yi öptüm." Üstümdeki gerginliği attım ve yataktaki yastığı yüzüme bastırıp kahkahalarla gülmeye başladım. Seda'nın uyanıp gelmesi isteyeceğim en son şey bile değildi. Elimi kalbime koydum ve derin nefesler aldım. Arabadaki gergin ortamda pek aklıma gelmemişti bu durum ama şimdi bütün gerçekliği ile yüzüme vuruyordu.
Sabahtan beri üstümde olan kıyafetlere memnuniyetsiz bir şekilde baktım, üstümü değiştirip yatağa girdim geri. Elime telefonumu aldım ve Kurt'a 'iyi geceler' yazdım. Birkaç dakika sonra telefonuma gelen mesajla hızla açtım.
Kimden: 05xxxxxxxxx
Yalanınızı öğrendim ve bunun ortaya çıkmasını istemiyorsan yarın askeriyeye gelince bana mesaj at. Tabii önce Özge ya da Haşim Albay ile görüşmemi istemiyorsan. Yalnız ol.
Gediz'den geldiğine emin olduğum mesajla donup kaldım. Buz kesmiş bir şekilde mesajı tekrar okudum ve nefesim kesildi. Ben bu adamdan ne zaman kurtulacağım, bıktım artık. Telefonuma tekrar gelen mesaj ile derin bir nefes alıp açtım.
Kimden: Kurt
İyi geceler Gamzeli'm.
Telefonu şarja takıp yatağıma geri yattım. Saat çoktan üçü geçiyordu ve ben yorgunluk ile uykusuzluk arasında bitap düşmüştüm. Başım ağrımaya başladığında ağrı kesici içip gözlerimi kapattım.
Telefonun alarmıyla uyandığımda saat sekizdi. Başım çok fena bir şekilde ağrıyordu uykusuz olduğum için. Hızla yerimden kalktım ve sersem adımlarla banyoya ilerledim. Soğuk suyla yüzümü yıkayınca daha iyi hissetmiştim.
Odaya dönüp valizden krem rengi, bilek boy kumaş pantolon ve üstüne de mavi tonlarında v yaka kazak çıkarttım. Hızlıca üstümü değiştirip saçlarımı topuz yaptım. Makyajımı düne göre daha hafif tutmuştum, çantamı alıp aşağı indim. Evde hiç ses olmadığı için Seda'nın daha uyuduğunu anladım, saat dokuz olmuştu bile. Kabanımı giyerken kapı açıldı ve abim içeri girdi.
"Günaydın abi."
"Günaydın Gamze, bir yere mi gidiyorsun?" Abim hazır hâlime bakarak beni süzdü.
"Haşim Albay çağırdı, malûm konuyla ilgili, sonra da dersim var. Bugün askeriyeye gelecek misin abi?" Öylesine soruyormuş gibi davranıp botlarımı giydim.
"Öğleden sonra geleceğim ben de, ararsın, seni almaya gelirim." Montunu çıkartıp askıya astığında abime doğru döndüm.
"Abi başka bir konu daha var." Gözlerimi kaçırarak derin bir nefes aldım.
"Ne oldu? Seda yine sorun mu çıkarttı?" Kaşları çatılırken Seda ne zaman sorun çıkartmıyor ki demek istedim.
"O da var abi, konuyla bağlantılı aslında. Beni almaya geldiğinde konuşalım, olur mu?" Emre'nin de yanımızda olmasını istiyordum bu konuşmayı yaparken. Bugün askeriyede olacaktı bildiğim kadarıyla.
"Tamam prenses, sen arabayı al. Yakın zaten, nasılsa yolu öğrendin. Ben de servisle gelirim."
Abime sarılıp evden çıktım ve arabaya doğru ilerledim. Kar tamamen kalktığı için rahat bir şekilde lojmandan çıkıp askeriyeye geçtim. Gediz'in mesajı beni daha çok gererken bundan kimseye bahsetmemiştim. Derin bir nefes alıp nizamiyedeki askere kimlik kartımı gösterdim, içeri girdim ve arabayı park ettim. Arabadayken telefonumu çıkartıp Emre'yi aradım.
"Efendim." Telefonu birkaç çalıştan sonra açmıştı.
"Askeriyenin arkasındaki otoparktayım. Müsaitsen gelir misin?" Nefesimi sesli bir şekilde verip gergin olan bedenimi gevşetmeye çalıştım.
"Beş dakikaya oradayım." Kapının açılma sesiyle telefonu kapattım.
Arabada beklerken abimle olan konuşmamızı düşünüyordum. Camın tıklatılmasıyla Emre sanarak baktım ama Gediz'di. Arabadan inmesem birileri görebilirdi ve rezillik çıksın istemiyordum. Sakince kapıyı açtım ve aşağı indim.
"Ne istiyorsun?" dedim ciddi bir şekilde.
"Mesajımı okuyup halen bana diklenebiliyorsun demek?" Alaycı bir şekilde güldü.
"Beni tehditlerinle sindiremezsin Gediz! Bunu henüz anlamamış olman senin hatan." Dik durarak asla taviz vermedim.
İki adımda yanıma gelip koluma yapıştı. Tutuşu sıkıydı, çekmeme rağmen kolumu bırakmadı.
"Seni son kez uyarıyorum, hemen benimle geliyorsun." Bakışlarındaki o kararlılıkla ürktüm.
"Ben gelirim seninle!" Emre'nin sesini duyduğumda kolumdaki baskı da tamamen gitti.
Emre yumruğunu Gediz'in yüzüne geçirdiğinde geriye doğru giden Gediz kendini toparladı ve Emre'ye kafa attı. Bacaklarım titremeye başlayınca korkuyla ikisine baktım. Eğer bu duyulursa Emre için Askeri Mahkeme demekti ve ilk yumruğu o attığı için suçlu durumuna düşerdi bu sefer kesin olarak.
"Ne istiyorsun Gamze'den? Ne için tehdit ediyordun onu?!" diye kükreyen Kurt ile buz kestim.
"Herkes beni konuşuyor, Özge için ölüyormuşum aşkımdan!" Gediz tıslayarak öne doğru bir adım attı.
"Ne güzel işte, Özge ile birbiriniz için çok uygunsunuz." Emre alay ederek konuşmasına rağmen oldukça sinirliydi.
"Söyle bana Emre, senin bu yaptığın sığar mı adamlığa?" Sinirle soludu Gediz, üstüne atlamaya hazır bir şekilde.
Gözlerim dolu dolu olmuş, birbirinin yakasına yapışmış iki erkeğe bakıyordum. Birini canımdan çok severken diğeri beni canından çok sevdiğini iddia ediyordu.
"Gamze için yapmak zorundaydım. Eğer o yalanı söylemeseydim seni neden dövdüğümü açıklayamazdım. Sen kaşındın Cahit abiyi üstümüze göndererek!" Emre'nin bağırmasıyla birlikte artık son raddeye ulaştım.
"Yeter artık, yeter!"
Emre'nin kaşından süzülen kana, Gediz'in patlamış dudağına bakarak sendeledim. İkisi de bana dönerken ayağımın altından kayan yerle soğuk zemine, dizlerimin üstüne çöktüm.
"Gamze!"
Endişeyle aynı anda bana seslenip, yanıt bekleyen Emre ve Gediz'in sesini duysam da artık cevap vermek için çok geçti.
"Merak etme sevgilim, hastaneye gidiyoruz." En son duyduğum Emre'nin sesinden sonra karanlık her yeri sardı.
Göz kapaklarım sanki bana direniyor gibiydi. Yavaşça açmaya çalıştım bu sefer. Bilincim yerine gelirken en son Emre'nin kollarında olduğumu hatırladım. Kavga ediyorlardı ve ben daha fazla dayanamamıştım.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız.
Instagram : DeeinDeniz |
0% |