Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46. Bölüm

@deeindeniz

"Telefonunu ver," dedi yanına gittiğimde elini uzatarak. Cebimden çıkartıp telefonumu ona uzattım.

Telefonu aldıktan sonra yere attı ve botuyla üstüne basıp kırdı. Bataryayı çıkartıp atmasını bekliyordum, kırılan telefonuma acıyla baktım. Emre ile olan fotoğrafımız vardı o telefonda. Bakışlarım kararırken Gediz'e sinirle baktım.

"Gidiyoruz." Kolumdan tutup ilerlemem için çekiştirdi.

"Nereye?" Beni peşinden sürüklüyordu.

"Gidince görürsün. Bu arada yardım istemek gibi bir hata yaparsan, gözümü kırpmadan ateş ederim. Yanlış anlama sakın, sana değil konuştuğun kişiye. Bunun yükünü taşımak istersen, senin seçimin." Kararlı duran Gediz'le anladım ki bu yolun dönüşü yoktu artık.

Evin arka tarafında kalan ormanlık alana baktım. Lojmanın çıkış kapısı yerine ters yöne ilerliyorduk. Tutuşu kolumu acıtmasa da sıkıydı.

"Öleceksin, biliyorsun değil mi? Bizi bulduklarında Emre ya da abim fark etmez, yaşatmayacaklar seni." Sakin bir şekilde konuşuyordum. Panik yaparsam kaybederdim ve benim kaybetmemem gerekiyordu.

"Tabii bizi bulurlarsa." Sesinden anladığım kadarıyla bu sözler onu güldürmüştü, kendinden emindi.

"Her şeyi anlattım onlara. Seni arıyorlardır şimdi." Hırsla koluma asıldı sözlerimi duyunca.

Ayağımın taşa takılmasıyla sendeledim, Gediz ben düşmeden kolumu daha sıkı çekiştirdi. Yüzünü bana döndüğünde gözlerindeki karanlık ürkütücüydü ama dik durmaya devam ettim.

"Şimdi üstümdeki alıcıyı verdiğim kişiyi takip ediyorlar. Biliyor musun, bu kadar aptal olduklarını ben bile tahmin etmemiştim. Üstüme izleme cihazı takmışlar beni suçüstü yakalamak için. İçerideki haini ben sanıyorlar." Gediz alayla gülümseyerek anlattığında kalp atışlarım endişeyle hızlandı.

"Senin olmadığını biliyorum." Gülümsemesi midemi bulandırıyordu.

Lojmanla ormanı ayıran duvarın önüne geldiğimizde Gediz hiç beklemeden tuttuğu kolumu çekiştirip ilerlemeye devam etti. Biraz ilerledikten sonra küçük bir kapı gördüm. Nöbetçiler için ormanlık alana geçiş sağlayan bir kapıydı büyük ihtimalle. Gediz cebinden çıkarttığı anahtarla kapıyı açtı ve kolumu bırakmadığı için birlikte çıktık.

"Nasıl anladın?" dedi Gediz bana dönerek.

"Uzun süredir aklıma takılan bir soru vardı. Köstebek her şeyi biliyordu ama Emre bana onun daha kıdemli olduğunu söylemişti ekiptekilerden. Sızdırılan bilgiler çok üst düzeydeydi. Denemek için Haşim Albay ile bir plan yaptık. Tabii sen dahil kimsenin haberi yoktu bu durumdan. Bilgiler üst düzeyde ise bu bilgiye ulaşan kişinin de rütbesi üst düzey olmalıydı." Haşim Albay'ın hastanede beni ziyarete geldiği zamana geri dönmüştüm.

"Gamze, ne kadar arasak da bulamıyoruz onu," demişti Haşim Albay ellerini önünde birleştirerek, vurulduğum gün hastane odasında.

"Ben de yardımcı olamayacağım bu hâlde." Sıkıntıyla derin bir nefes verdim. Dersler bir süre daha aksayacaktı.

"Aslında bir planım daha var ama yardımın gerekiyor," dediğinde Haşim Albay, hiç tereddüt etmeden kabul ettim.

"Elimden ne geliyorsa." Oturduğum yerden doğrularak can kulağıyla dinledim.

"Sahte bir bilgi yayıp yem atacağız. Hepsine ayrı ayrı lokasyon verip baskın olacak diyeceğiz ama baskına gitmek yerine sadece o yeri termal kamera ile gözlemleyeceğiz. Abin ile uzun süre düşündükten sonra böyle bir plan yapmıştık. Sen dahil olunca bir süre beklemeye karar verdik. Şimdi ise elimizde başka çare kalmadı." Abim ve Haşim Albay'ın planı işe yarayacak bir plandı, tabii tuzak olduğu anlaşılmazsa.

"Baskın yerine gidip tedbir alan olursa da kimin haber verdiğini bilmiş olacaksınız, böylelikle hain kendini ele vermiş olacak," dedim planın amacını ortaya koyarak.

"Evet. Senden istediğim yardım, o gün onlarla vakit geçirmen. Hepsiyle bir yerde otur ya da davet et. İçlerinden birisi kendini ele verecek." Haşim Bey dikkatle bana bakarken, bu plana inanıyor gibiydi.

O günden sonrasında Haşim Albay, abim ve ben arasında bir daha bu konu geçmemişti. Her şeyi ayarladıktan sonra bana haber vereceklerdi. Hepsiyle yeni tanıştığım zamanlardı üstelik ve ben o gün içlerinden birinin hain olduğundan şüphe ediyordum.

"Bunu sana anlatacak değilim." Ona hiçbir şey anlatmayacaktım, kaldı ki bunlar askeriyenin içinde kalacak sırlardı. Benim bile dahil olmamam gerekiyordu.

"Sen vurulduktan sonra seni ziyarete gelmiştik. Hatırlıyorsun değil mi? O gün abin, senin çok sıkıldığını ve bunaldığını söylemiş çocuklara. Hatta yemeğe birlikte çıkmamızı istemiş ama kendisinin değil de bizimkilerinin çıkarmasını istemiş. O gün bir şey oldu değil mi? Sonradan Uğur söyledi bana, o yüzden yemeğe gideceğimizden haberim yoktu benim. Biz seninle yukarıdaydık."

Aslında bunu hatırlamasına oldukça şaşırmıştım. Gediz ne kadar inkâr etmek istesem de zeki biriydi. Kendini tehlikeye asla atmazdı, konu ben olmadığım sürece. Hainin onun olmayacağını tahmin ediyordum ve kısa süre içinde kanıtlamıştı bu tahminim doğru olduğunu. O gün yemekten döndükten sonra abimle olan konuşmamız sonucunda silmiştim onun ismini listeden. Keşke diyorum, keşke Gediz olsaydı. Yemekten sonra konuşmasak bile sabah konuşmuştuk abimle bu konuyu.

"Yemek nasıl geçti?" Abim sabah işe gitmeden yanıma uğramıştı.

"İyiydi, sonradan anladım Haşim Albay'ın planı devreye soktuğunu. Gelişme var mı?" Bir gece önce bütün ekiple yemeğe çıkmıştık ve ben Emre'ye geçmişte Gediz ile olan bağlantımı anlatmıştım.

"Gediz, Dursun ve Emre değil. Onların lokasyonları boşa çıktı. Uğur, Ercan, Sercan ve Semih kaldı geriye. Alan daraldıkça sinirlerimiz geriliyor," dedi abim yanıma gelip sandalyeye oturarak.

"Peki hepsi birlikte olamazlar mı? Yani sadece birisinin önlem almasını bekliyordunuz ama dört ayrı yerde önlem alınmıştı." Kafam karışmıştı, bu işin sonunu merak ediyordum.

"Tek bir yere baskın olacak dedik. Eğer beraber olsalardı bunun bir tuzak olduğunu anlayıp hiç kimseye haber vermezlerdi. Birisi bizimle fena hâlde oynuyor." Abim sıkıntılı bir şekilde nefesini verirken ensesini kaşıdı. Onun ne kadar yıprandığını daha iyi görüyordum şimdi. Bu olayın bir an önce çözülmesi gerekiyordu.

"Öyle olsun Gamze." Gediz bir yandan kolumdan tutup ilerlemeye devam ederken, geçmişten koptum tekrar.

Orman sınırını geçmiştik ve artık zar zor görüyordum. Gediz telefonunu çıkartıp flaşını açtı. Toprak zemin çamurlaşmıştı, ayağımın kaymaması için dikkatli adımlar atmaya çalışıyordum. Düşmemem ve Gediz'in bana dokunmaması gerekiyordu. Belimde duran silahın soğukluğunu hissettim. Şu an silahı çıkartıp ona doğru namlusunu yöneltebilirdim.

"Tuzak mı kurdun?" dedim parçaları daha yeni oturtmuştum.

"Hain değilim ama onu tanıyorum. Ben seni aldım, o da bana yardım etti bunun karşılığında. Kısaca boşunu birileri gelecek diye bekleme." Tek başıma olduğumu beynimin algılaması ile dondum kaldım.

Emre, abim ve ekibin üyelerini tuzağa göndermişlerdi. Gediz için gittikleri yer aslında bir pusuydu ve orada başlarına bir şey gelme ihtimali bile aklımı başımdan alıyordu. Gediz beni peşinden sürüklerken bir anda olduğum yerde durmaya devam ettim. Gediz bana döndü ve suratımın ifadesinden büyük ihtimalle anladı düşüncelerimi.

"Korkma, abin için anlaşma yaptım, ona dokunmayacaklar ama diğerleri için söz veremem," dediğinde kolumu tuttuğu elinden kurtardım.

"Eğer seninle gelirsem, her dediğini kabul edersem bırakır mısın onları?"

Bu raddeye gelmemek için çok uğraşmıştım, çok direnmiştim ve yine de pes etmeyecektim. Sözler ağzımdan çıkarken tek amacım Gediz'in bana güvenmesiydi. Eğer güvenirse boşluk bırakırdı, açık verirdi ve bana zaman kazandırırdı. Çaresiz olduğumu düşünmeliydi.

"Tabii ki güzelim, eğer her dediğimi kabul edersen söz veriyorum, hiçbirine dokunmam." Gözlerindeki parıltıyı yakalamıştım, bunu dememi bekliyordu.

Silahımı çıkartıp başına dayasam dahi şu an vazgeçmezdi. Sonuçta ucunda Emre'nin ölümü vardı ve Gediz sırf biz mutlu olmayalım diye bana bir şey demezdi. Huyuna gidersem ancak onu bir şeylere ikna edebilirdim.

"Tamam, ara şimdi ve planın iptal olduğunu söyle." Uysal bir şekilde ona boyun eğdiğimi düşünüyordu.

"O kadar da değil Gamze. Gittiğimiz yere vardığımız zaman arayacağım onları." Bu sefer elime uzanıp tuttuğunda, ses çıkartmadım.

Ormanın içindeki patikada telefonun ışığıyla ilerlerken ikimiz de sessizdik. Derin bir nefes aldım ve iyi olmaları için dua ettim. Eğer birine bile bir şey olursa bununla yaşayamazdım.

"Hain kim? Artık seninle olduğuma göre söyleyebilirsin," dedim çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi.

"Nasıl olsa onu göreceksin. Son bir işimiz var onunla." Yüzüne bakınca tükürme isteğimi bastırdım.

Sakin olmalısın Gamze ve diğerlerini düşünmelisin.

Ormanlık alandan çıkıp açıklığa kavuştuğumuzda bizi bekleyen bir araba olduğunu gördüm. Siyah cip tipi araba tamamen siyah camlıydı ve içerisi görünmüyordu. Etrafa göz attığımda uzaktan beliren ışıklar dikkat çekiyordu.

Karşı taraf Ermenistan'dı.

"Evet, yeni bir hayat bizi bekliyor," diyerek gülen Gediz'e baktım.

Beni resmen Türkiye'den kaçırıyordu. Ağzımı açıp tek kelime etmedim. Sınırı geçmemiz gerekiyordu ve bu çok zordu. Arabaya geldiğimizde Gediz beklemeden arka kapıyı açınca binmek zorunda kaldım. Önde iki tane sivil giyimli adam vardı ama hiç tekin tipler değillerdi. Gediz de yanıma oturunca kapanan kapıyla araç hareket etti.

"Başkan sizi bekliyor." Şoförün yanında oturan adam bozuk bir Türkçe ile konuştuğunda bu Başkan dediklerinin hain olduğunu düşünüyordum.

"Tamam," dedi Gediz sadece. Elimi bıraktığı için rahatlamıştım en azından.

Yol boyu geçtiğimiz yerlere dikkatlice baktığımda hiçbir tabela yoktu. Boş tarlaların arasındaki gizli bir yoldu sanki, kimse yoktu. Işıklar vardı ara sıra, uzaktan zor seçiyordum. Buradan kurtulmam ve diğerlerine de haber vermem gerekiyordu ama elim kolum bağlıydı şu anda.

Yarım saat süren yolculuğun ardından durdu araba. Gediz kapıyı açıp inince ben de peşinden hareket ettim. Çıktığımda ise bir çiftlik eviyle karşı karşıya geldim ama tek farkla, etrafı silahlı adamlarla çevriliydi. Herkesin elinde uzun namlulu keleşlerden vardı. Adamlar hiç bizden yana bakmıyordu. Tek tek saydığımda yaklaşık yirmi kişi vardı ve sadece ön taraf bu kadardı.

"Gamze, gel." Gediz elimden tekrar tutup hızlanmam için beni çekiştirdi.

Dış kapı açılınca adamların peşinden içeri girdik. Bahçe yolundan ilerlediğimizde yan tarafta büyük olan evi es geçip ambara benzeyen yere doğru ilerledik. Daha yakından bakınca buranın bir hangar olduğunu anlamam uzun sürmedi. İçeri girdiğimizde ise şaşkınlıkla elleri, ağzı bağlı, sandalyede yüzü kan içinde kalmış Kerem'e baktım.

Askerliğinin son ayıydı ve bu hâlde olması beni çileden çıkartmıştı. Gediz'in elini bırakıp Kerem'e doğru koştum. Tam ağzını açacağım zaman odanın içinde sert ve tok bir erkek sesi duyuldu.

"Misafirler haddini bilip, ev sahibinin işine karışmamalı. Değil mi Gamze Hanım?" diyen adama doğru döndüm. Kerem'i görmemle ona koştuğum için arka tarafımda kalan adamları fark etmemiştim.

"Kerem gidecek." Kararlılıkla konuşan adam yerine Gediz'e baktım.

"Maalesef güzelim, kendi kaşındı. Her şeye burnunu sokup konuşmalarımı dinlemeyecekti. Kerem kalıyor!" Gediz kararlı bir şekilde gözlerime bakarak bunun olmayacağını söylüyordu.

"Ben buradayım işte, o gitsin," dedim sesimin yalvaran tonunu yok sayarak.

"Haini bilen herkes ölecek, ikimiz dışında!" Gediz kesin bir şekilde reddetti yine beni.

"Vicdan muhasebeniz bittiyse konuya gelelim," diyen adamla dikkatimi ona verdim.

Çok tanıdık bir siması vardı. Sanki bir yerden hatırlıyor gibiydim ama görmediğime de emindim, yüz yüze gelmemiştik. Daha önce görsem bu adamı asla unutmazdım. Bakışlarındaki donukluk bile 'ben katilim' diye bağırıyordu. Ellili yaşlarında, esmer, kır saçlı, kahverengi gözleri olan adama bakışlarımı diktim.

"Abimi ve diğerlerini bırakacaksınız, Gediz bana söz verdi." Sesimin net çıkması için kendimi sıkıyordum.

Adamın kahkahası içeride yankılanırken, şu an bu adamın yüzüne yumruğumu geçirmek istedim. Eğer bunu yaparsam kimse sağ çıkamazdı, biliyordum.

"Neden sana âşık olduğu belli oldu. Hem cesur hem güzel," dedi adam beni baştan aşağı süzerken.

"Onun aşkı beni ilgilendirmiyor, sevdiklerim için buradayım." Bakışlarım elleri cebinde rahat bir şekilde bana bakan Gediz'e kayarken yüzümü buluşturdum.

"Gediz'den bahsettiğimi nereden çıkarttın? Emre'yi kastetmiştim aslında." Adam sinsi bir gülümsemeyle beni incelerken zorlukla yutkundum.

"Emre mi?" Nefesim kesilmişti ismini duymamla. Bu adam Emre'nin bana âşık olduğunu nereden biliyordu? Belki Gediz anlatmıştı ama daha fazlası olduğunu hissediyordum.

"Evet, neden Gediz'e yardım ediyorum sanıyorsun? Ondan tamamen uzaklaşıp gitmen gerekiyor, hatta yok olman gerekiyor." Şimdiyse beni öldürecek gibi bakıyordu.

Belki de öldürürdü.

"Efendim, beklediğiniz misafir geldi." Sürgülü kapıyı açan adam, bakışlarını karşısındaki Başkan'a yöneltip konuşmuştu.

"Tam zamanında, alın içeriye." Adam iki elini birbirine vurup güldü zevkle.

Gediz ilerleyerek tam yanımda durdu. Bakışlarım bir an Kerem'e kaysa da şu an onun için yapacağım bir şey yoktu. Kapı tekrar açıldığında hain ile karşı karşıyaydım. Gözlerim büyürken, şaşkınlıkla bir adım geri attım. Bu nasıl mümkün olabilirdi?

"Özge?"

"Gamze, hoş geldin," dedi Özge sanki evine gelmişim gibi.

İlerleyerek biraz önce konuşan adamın yanında durdu. Yüzünde alaycı bir gülüş vardı. İkisine daha dikkatli baktığımda bu adamı nereden tanıdığımı o an anladım. Özge ile benzerlikleri kaçınılmazdı.

"Kızım, sen zaten tanıyorsun misafirlerimizi." Adamın sözlerinden sonraysa emin oldum aralarında akrabalık bağı olduğuna.

"Nasıl yaparsın sen bunu? Haşim Albay seni kızı gibi seviyordu!" Yılbaşı gecesi Özge'nin üstüne titreyen adam gelince aklıma, Özge'den bir kez daha nefret ettim.

"Sevgili amcamdan mı bahsediyorsun? Hani bana babamın öldüğünü söyleyip hiç bahsetmeyen o adamdan? Ben ne annemi tanıdım ne de babamı iki sene önceye kadar. Babam beni gelip bulana kadar! Babamın öldüğünü söylerken sahte gözyaşı döken yalancı biri için şimdi sen kalkmış nasıl yaparsın diyorsun!" dedi Özge öfkeyle.

Her duyduğum sözle kulaklarım uğulduyordu. İçerideki hain Özge'ydi, bunu örgüt lideri olan 'Başkan' dedikleri babası için yapmıştı. Üstelik bu adam öldü olarak biliniyordu ve Haşim Albay'ın kardeşiydi.

Koca bir siktir!

"Operasyonu iptal etsinler." Gediz karşısında duran adama bakarak araya girdi.

"Artık çok geç, hedefe vardılar, son beş dakikaları kaldı. Cahit ve Emre dışında kalanlar ayak altından çekilecek." Alayla konuşan adamla dişlerimi sıktım.

"Emre'yi hâlâ neden istediğini anlamıyorum." Gediz'in ses tonundaki sertlik gün gibi ortadaydı. Ölmesini istediğini açıkça belli ediyordu.

"Emre lazım bana. Haşim artık Özge'den şüphelenmeye başladı. Emre ile aralarında bir şey olursa hem haber alma alanı genişler hem de şüpheler dağılır üstünden." Artık adam bile diyemeyeceğim haysiyetsize baktım.

"Sercan'dan gerçekten sıkıldım ve yakında onunla da işim bitecek. Tek başıma her şeyi bilemezdim değil mi? Mesela senin evde olduğunu, Emre'nin her şeyi abine anlattığını ve planlarını." Özge'nin nefesimi kesen sözleriyle bakışlarım Gediz'e çevrildi.

"Doğru mu söylüyor?" Sesim titriyordu, ellerim gibi.

"Sercan âşıktı Özge'ye. Bizim Özge ile bir ilişkimiz olduğu konuşulunca hesap sordu benden. Onu da yanımıza çektik," dedi omuzlarını silkerek.

"Merak etme, şu anda çoktan ölmüştür. Onu askeriyede bıraktılar ve buraya gelmek için yola çıktığında infaz emrini verdim bile. Bu tehlikeyi göze alamazdık sonuçta, âşık olsa bile." Basit bir şeyden bahsedermiş gibi anlatan Özge'yle daha fazla susamadım.

"Kendi kızını kullanman yetmiyor bir de onu peşkeş mi çekiyorsun birilerini ayartsın diye! Sercan'a nasıl kıydın peki sen?"

İçeride yankılanan sözlerimle ortamda bir sessizlik oluştu. Özge'nin bana doğru ilerlediğini gördüğümde üstüme atlamasını bir yandan istiyor bir yandan da istemiyordum. Bir arbede olursa belimde duran silah ortaya çıkardı. Buna gerek kalmadan Gediz bir adım önüme geçip Özge ile aramda durdu.

"Aklından bile geçirme." Tehditkâr bir tonda Özge'nin karşısında dikiliyordu.

"O kızın sesini kesmezsen ben seve seve keserim." Başını çevirip bana baktı gözleri ile beni öldürmeye çalışırken.

"Özge, buraya gel," diyen babasıyla Özge itaat eden bir köpek gibi patilerini çekip sahibine ilerledi.

"Tuvalete gitmem lazım." Önümde duran Gediz'e doğru fısıldadım.

"Tamam."

Kolumdan tutup beni arka tarafta bulunan bir kapının önüne getirdi. Benimle birlikte içeriye girdiğinde kaşlarım çatıldı.

"Bakma öyle, bekliyorum," dedi Gediz tuvaletin kapısında durarak.

Onu geri gönderemeyeceğimi bildiğim için kapıyı açıp küçük tuvalete girdim, arkadan kilitledim. Hızla hareket edip montumun iç cebinde kalan telefonu çıkarttım. Cemre'nin telefonunda şifre olmadığı için rahattım en azından. Aşağı eğilip çeşmeyi açtım. Mesaj yerine girdiğimde Gediz kapıya vurdu.

"Çıkıyorum!"

Olduğum yeri bile bilmiyordum, ne yazacaktım ki? Emre'nin numarasını kime bölümüne hızlıca yazdım.

'Ben Gamze, tuzağa gidiyorsunuz' mesaj bölümüne yazıp gönderdim. Elimdeki telefon sessizde olduğu için Emre'nin aramasını açtım, hızlıca telefonu cebime koyup suyu kapattım.

"Çıktım Gediz!" Yüksek sesle bağırdım.

Umarım duyuyorsundur Emre beni. Ellerimi yıkarken Gediz başımda bekliyordu. Aynaya baktığımda solgun yüzümü görmemle bakışlarımı çektim aynadan. Güçlü durmam gerekiyordu.

"Hainin Özge olduğunu ne zaman öğrendin?" Gediz'e dönerek normal bir konudan sohbet ediyormuşuz gibi sordum.

"Haşim Albay'ın odasına evrak bırakmak için girdiğimde gizli dosyaları karıştırırken buldum onu. Sonra bana bir anlaşma önerdi, kabul ettim. Bu işin sonunda ben seni alacaktım, o da Emre'yi." Dökül sen böyle, Kurt seni geldiğinde öyle bir dökecek ki nefes dahi alamayacaksın.

"Özge'nin babası örgütün başındaki adamdı yani, Haşim Albay'ın kardeşi. Ben doğru anladım değil mi?" Sesimi biraz daha yükselterek, elimi belime dayadım.

"Evet, ben de yeni öğrendim," dedi Gediz onaylayarak.

"Peki biz nereye gideceğiz? Özge ile birbirimize bayılmıyoruz fark ettiysen." Onu konuşturmaya devam ettirerek her şeyi teker teker anlattırıyordum.

"Pasaportlarımız hazırlanıyor, bir saat içinde Ermenistan'a geçeriz. Ondan sonra sen nereyi istersen oraya gideriz güzelim." Onunla bir gelecek hayali yalnızca bende kusma isteği uyandırıyordu.

"Kerem'i bıraksınlar Gediz, lütfen, onun bir suçu yok." Sesimin olabildiğince yumuşak çıkması için çaba harcıyordum. Emre ellerinde Kerem'in olduğunu bilmeliydi.

"Kerem artık ölü Gamze, onun için yapabileceğim tek şey biz gidene kadar yaşaması," diyen Gediz kapıdan çıktı.

Aklım 'biz gidene kadar' sözünde takılı kalırken, peşinden ilerledim. Emre her şeyi duymuş ol ve lütfen bir an önce gel.

Tekrar içeri geçtiğimizde hangar bıraktığımız gibiydi. Tek fark Kerem'in bağlı olduğu ahşap sandalyelerin bir benzerinde Özge ve babası oturuyordu. Kerem'in biraz uzağında bulunan iki boş sandalye ise bizim için konulmuş gibiydi.

"Oturun, birazdan gelecek sizi karşıya geçirecek adamlar," diyen pisliğe döndüm.

"Abisi asker, kardeşi terörist, söylesenize neden?" Onları biraz daha oyalamak için konu açmaya çalışıyordum, dikkatlerinin dağılması gerekiyordu.

"Abim ile Hakkari'de doğduk. Sekiz çocuklu bir ailenin ben en küçüğü, abim ise benim bir büyüğümdü. Bir gece baskında bütün ailemiz katledildi. Sadece abim ve ben kaldık geriye. Ben asker yaptı diyordum, o teröristler yaptı diyordu. İlk çatışmamız böyle başladı onunla. Ben dağa çıktım ailemin katillerinden hesap sormak için, abim ise onlara katıldı. Bir patlamada kimliğim kaldı sadece geriye, öldü ilan edildim. Özge'ye hamileydi o sıra annesi, doğumda öldü. Doğduğunda ise onu Haşim aldı yanına."

Karşımdaki adamın yalanlarını dinlerken oldukça sıkılmıştım. İlk defa küfür etmek istedim doya doya. Pencerede gördüğüm karaltıya takıldı gözüm. Bakışlarımı hızlıca pencereden çektim dikkat çekmemek için.

Emre burada olsa 'Siktir git puşt!' derdi kesin.

"Özge'yi de bu sözlerle kandırdınız sanırım ama ben onun kadar salak değilim." Gülümseyerek yanında oturan kıza baktım.

"Kaltak karı!" diye üstüme bu sefer koşarak gelen Özge'yi bekliyordum.

Gediz yine hamle yapacağı zaman oturduğu sandalyeyi tüm gücümle arkaya doğru ittim ve Gediz ile birlikte düşen sandalyeye bir bakış attım. Elini yumruk yapan Özge'nin bileğinden tuttuğum gibi ters çevirdim. Saçlarını elime dolarken belimdeki silaha uzanıp boynunu kolumun altına aldım.

"Hareket eden olursa kız ölür!" Bıçak gibi ortamı kesen sesimle gözümü bile kırpmadım.

Olayın şaşkınlığı ile herkesin gözleri açılmış, donup kalmışlardı. Gediz yerden kalkmış ve karşımda geri geri giderken göz hapsinde tutuyordu beni. Sırtımı duvara dayamak için iki adım attım geriye doğru. Sırtımdan vurulmaya hiç niyetim yoktu.

"Kerem'i hemen çöz!" Gediz'e işaret ederek sandalyede bağlı duran arkadaşımı gösterdim.

Gediz'in bakışları, şerefsiz yaratığa kayınca başıyla onay verdi. Gediz, Kerem'i çözünce sandalyede yarı baygın olan Kerem öne doğru savruldu.

"Duvara doğru yasla." Gediz'e sertçe emir verdiğimde sinirle baktı bana.

Elimin altında kıpırdayan Özge'nin saçlarına asıldım. Kökünden koparsam bile içim soğumazdı. Derinden gelen bir sesle çığlık attığında nedense bana ninni gibi geldi.

Deliriyordum sanırım.

"Bırak silahı, buradan sağ çıkamazsın!" Silahlarını bana doğru tutan adamlara alayla baktım.

"Benim için sorun değil, kızın da benimle birlikte gelir," dedim durum tespiti yaparak. Ben ölürsem kızı da ölürdü.

"Hangarın kapısı büyük bir sarsıntıyla açılınca beklediğim adamı karşımda buldum. Elindeki silahı sımsıkı tutarken bakışları bana kaydı ve ben o bakışlardaki endişeyi, korkuyu gördüm. Benim sağ olduğumu görünce rahatladı.

"Teslim olun yoksa ateş edilecek!" Abimin sesiyle derin bir nefes aldım, hepsi iyiydi. Emre'nin bir adım gerisinde duruyordu. Bakışları beni bulunca şaşırsa da belli etmedi. Onu tanımasam ifadesinin hiç değişmediğini sanırdım.

Daha önce hiç fark etmediğim bir gerçek yüzüme vururken Emre'yi inceliyordum. Silahı tutuşu, sert tavrı ve bakışlarındaki kararlılık ona ayrı bir seksilik katıyordu. Adamın en son üstüne atlayıp dudaklarına yapışmıştım ve şu anda bir operasyonun ortasında bunu hatırlamam çok ilginçti.

"Asla teslim olmayız," diyen yavşak, elindeki silahı Emre'ye doğrultmuştu. Arkasındaki dört adam da silahını çevirmişti.

Abim ve Emre'den sonra içeriye Semih girmişti. Elindeki silahı o da karşısındaki adamlara doğrultmuştu. Hepsinin silahının ucunda susturucu takılıydı. Bu kadar sessiz hareket etmeleri de görevlerinin bir parçasıydı. Emre'nin pencere kenarında yüzünü görmesem bile o olduğunu bildiğim için hamlemi yapmış, Özge'yi rehin almıştım dikkat dağıtmak için.

"Silahını bırak yoksa Özge ölür!" dediğimde herkesin gözü bana döndü.

"Yenge diye ben buna derim!" Semih sesinden bile anlaşılan gururla bana baktı kısa bir an.

"Öldürebilirsin, artık işime yaramaz." Rahat konuşan karaktersizle hiç şaşırmadım.

"Baba bunu nasıl yaparsın?" Boynuna kolumu doladığım için zorla, sinirle ve hayal kırıklığıyla bağırdı Özge.

"Piyonlar her zaman harcanmaya değer!" Gediz geri geri giderek safını belli etti. Gözleri beni bulurken, nefretle baktım ona.

Emre'yle gözlerimiz kesişince bir an baktığı yere baktım ve ona geri döndüm. Ben duvar dibinde kaldığım için kör noktadaydım, onların hizasından çıkıyordum. Usulca başımı salladım Kurt'a.

Bana göz kırptığında Özge'yi ileri doğru itip yere düşmesini umursamazken tepedeki büyük lambaya nişan aldım ve tek hedefime tabancamın tetiğinden kurtulan mermiyi gönderdim.

Her yer karanlık olurken içeriyi dolduran silah sesiyle kendimi yere attım. Kurşunlar havada uçuşurken geriye doğru ilerledim başımı kaldırmadan. Dışarıdan gelen cılız ışıkta Kerem'in bedenini seçebildim. Her yerinin kan içinde olduğunu bildiğim için kendime doğru çekip yere yatırdım.

"Temiz." Semih'in sesini duyunca kurşun seslerinin de kesildiğini anladım.

"Gamze."

Emre'nin yumuşak sesini duyunca ses çıkartmadım. Kerem'e sıkıca sarılmış, yerde duvar dibine sinmiştim. Kriz geçirecektim, bedenim yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştı.

"Gamze, kendine gel!" Emre'nin sesi artık daha yakından geliyordu. Elleri kollarımı bulunca beni Kerem'den ayırdı.

"Semih, askeri al," diye sert bir emir daha gönderdikten sonra Semih'in ayak seslerini duydum. Kerem'i yerden hiç zorlanmadan tek seferde kaldırıp kucağına aldıktan sonra uzaklaşmıştı.

"Gamzeli'm," diyen Emre'nin kısık sesiyle ilk defa tepki verip gözlerine baktım.

"Kurt." Kuruyan boğazıma inat zor çıkan sesim netti.

"Benim, Zümrüt Gözlü Kurt. Şimdi seni kaldıracağım, benden korkma Gamzeli'm, sana zarar vermem." Yine o yumuşak ses tonunu kullanıyordu.

"Aptal, ne senden korkması? Sana, abime, ekiptekilere bir şey olacak diye aklım çıktı!" Boynuna sarılarak kokusunu içime çektim, barut ve kan kokuyordu.

"Sercan." Gözlerim dolarken boğuk bir sesle sıkıca tutundum omuzlarına.

"Cesedini buldular." Emre'nin sesindeki hissizlik canımı yaktı. Arkadaşım, dostum dediği silah arkadaşı hain çıkmıştı.

"Cahit abi geliyor," diyen Ercan'ın sesiyle ayrıldık.

"Gözlerini kapat Gamze ve sakın açma ben diyene kadar. Birazdan ışıkları yakacaklar." Emre beni uyardığında gözlerimi sımsıkı kapattım.

Burnuma dolan pas ve demir kokusuyla kanın yoğunluğunu duyumsadım. Göz kapaklarımın ardındaki yoğun ışık huzmesi gözlerimi ne kadar açmam için diretse bile açmadım. Emre'nin elimi tutup beni kaldırmasıyla hareket ettim. Eli belimde beni yönlendiriyordu.

"Prensesim." Abimin sesini duymamla beni saran kollara sıkıca sarıldım.

"Abi ben çok korktum sana bir şey olacak diye." İçimi çekerken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Sakin ol bir tanem, geçti hepsi. Hepimiz iyiyiz." Beni sakinleştirmek için yumuşak bir ses tonuyla konuşuyordu.

Açık havaya çıktığımızda yüzüme vuran serin havayla gözlerimi açtım. Boğuluyormuş gibi derin nefesler aldım. Emre ve abim halen yanımda duruyorlardı. Abimin koluna sarılmıştım, bir yandan da Emre'ye bakıyordum. Emre'nin arkasından Semih bize doğru ilerleyip abime selam verdi.

"Komutanım, Haşim Albay yola çıktı, geliyor. Mekânın içinde gizli bir çıkış tespit ettik, Ercan, Dursun ve Uğur oradan ilerliyor," dediğinde abimin gerildiğini anladım.

"Geliyorum Semih." Semih gittikten sonra abimin bakışları bana yöneldi.

"Hastaneye götürecek Emre seni, hem Kerem de orada, ona da bakarsın. Annemi ara ve durumu haber ver. Kerem'in ailesinin yanına gidip durumu anlatsınlar." Beni yalnız bırakmak istemediğini biliyordum ama burada henüz işleri bitmemişti.

"Tamam abi," dedim kollarımı ondan ayırarak.

"Sana emanet," dedi abim Emre'ye bakarak.

"Emredersiniz komutanım." Emre selam verip ona doğru gelmemi bekledi.

Abim yanımızdan ayrılınca Emre onun yerini aldı ve belimden tutunca, yürümeye başladık. Yeni gelen askerler içeriye giriyor, bir yandan da yakalanan adamlar tutuklanıyordu. Üstü kapatılmış iki tane ceset vardı ama görünmüyordu ceset torbasının siyah rengi yüzünden. Ambulansın uzaktan gelen sireninin sesi gecenin uğultusunu deliyordu.

Elimi cebime daldırıp halen açık olan telefonu kapattım. Gözlerim Emre'yi bulduğunda bakışlarındaki o hayranlığı fark ettim. Sanki burada değildik ikimiz de. Etrafta koşturan askerler, ambulansın acı sesinin farkında değildik. O an biraz önce ölümümüze milim kalmış gibi değildi.

Sanırım aşk buydu.

Ambulansın arkasında duran Emre'nin arabasına doğru ilerledik. Emre kapıyı açınca önce ben bindim, daha sonrasında ise Emre kapımı kapatıp şoför koltuğuna geçti. Arabaya binince çalıştırıp gaza yüklendi.

"Silahım nerede bilmiyorum." Sakince konuşuyordum, sanki az önce Özge'nin başına o silahı dayamamışım gibi.

"Abin aldı silahını. Sen hiç o silahı almadın bugün eline. Sadece rehin alınan bir asker kardeşiydin. İsmin hiçbir şekilde geçmeyecek soruşturmada. İfaden alınacak, onu da yarın hallederiz." Emre kesin bir şekilde beni bütün bunlardan uzak tutmaya kararlıydı.

"Ama ben Özge'nin başına silah dayadım. O zaman düşünmedim ama eğer size bir şey olsaydı silahı ateşlerdim. Bana Haşim Albay verdi o silahı biliyor musun? Üstelik ben o silahı kardeşine ve yeğenine yönelttim." Ellerim titremeye başlarken hâlâ yaşadığım şeylerin gerçekliği korkutuyordu beni.

"Sen yapılması gerekeni yaptın Gamzeli'm. Eğer ateş etseydin dahi kimse seni suçlamazdı."

Başım koltuğa düşerken uyumamak için direndim ama saat gecenin üçü olmuştu ve benim kendimi kasmaktan dermanım kalmamıştı. Bir ara arabanın durduğunu ve koltuğumun geriye doğru yattığını uyku ile uyanıklık arasında hissettim. Saçlarımda gezinen el bana huzur veriyordu.

"Uyu sevgilim. Bugün sadece kalbimi değil aklımı da çaldın benden. Ben bugün ilk defa nefesin kesilirse yaşamak istemediğimi anladım. Eğer ölseydin ben de ölmek için çabalardım."

Sonra gözlerim gibi bilincim de derin bir uykuya kapandı.

Sağa sola dönerken sonunda yerimden kalkmaya karar verdim. Gözlerimi açtığımda beyaz hastane odası karşıladı beni, sabah olmuştu. İçeride kimsenin olmayışı Emre'yi aramama sebep oldu. Yataktan kalkıp ayakkabılarımı giydim. Başımda hafif bir ağrı vardı ve o zaman fark ettim ellerimin kan içinde olduğunu. Kerem'e yerde sarılırken olmuştu büyük ihtimalle.

Koridora çıktığımda kimsenin olmayışı ilk dikkatimi çeken şey oldu. Sol tarafıma döndüğümde bir askerin başka bir odanın önünde beklediğini gördüm ve ona doğru ilerledim.

"Merhaba, Emre Teğmen'i gördünüz mü acaba?" Sorumla birlikte bakışları bana dönen asker, başıyla onayladı.

"Bir hanımefendi geldi, kendisiyle koridorun sonundaki odada görüşüyorlar."

"Teşekkür ederim."

Askerin yanından ayrılıp koridorun sonundaki kapısı açık odaya doğru ilerledim. Sesler gelince bir an duraksadım.

"Dediğim gibi öğrendim her şeyi ama Gamze çok kırıldı bu konuda," diyen Emre'nin sesi dikkatimi çekti.

"Yapmak zorundaydın Emre, yoksa sana bir şey anlatmazdı. Dün başına gelenlerden sonra Gamze'nin ne kadar güçlü bir kız olduğunu ikimiz de gördük. Sana söylediklerimin arkasındayım halen. Onu mecbur etmeni istediğimde ikinizin de iyiliğini istiyordum."

Başta tanımakta zorlansam bile sesi hatırladım. Avukat Mine. Sonra aklıma adliyedeki konuşmalar ve Emre'nin evindeki tartışmamız geldi. Odadan içeri girdiğimde Emre'nin arkası dönük olduğu için ilk Mine fark etti beni.

"Nasıl yaparsın bunu?" Bakışlarım Emre'nin sırtındaydı, hayal kırıklığıyla çıkan sesimi duyunca bana doğru döndü.

"Gamze." Emre beni gördüğünde oldukça şaşırmıştı.

"Neden yaptın?" dedim sesimin yüksek ve sert çıkmasını umursamadan.

Bakışları bana odaklanırken gözlerini benden kaçırmadı. Derin bir nefes alıp, elini saçlarının arasına daldırdı. Benim her bir teline ayrı ayrı hayran olduğum saçlarını sertçe çekiştirdi. Bocalıyor gibiydi, sonunda dudakları aralandı.

"Bir şey saklıyordun, benden gizliyordun. Delirdim, öfkem esir aldı bu sefer beni. Düşünemedim Gamzeli, sana zarar vereceğini düşünemedim." Emre çaresizce konuşurken kalbimin kırıldığını hissettim.

"Onun yüzünden ittin beni demek," derken gözlerim bir adım ilerisinde duran kadınla buluştu. İfadesiz bir duruş sergiliyordu ama ne kadar gerildiği ortadaydı. Benden uzak durması gerektiğini Mine söylemişti.

"Öğrenmem gerekiyordu, mecburdum. Seni korumalıydım." Ses tonu giderek azalırken beni ilk defa ağlattığını hatırlamış olmalıydı.

Odağım tekrar onu bulurken kanlı ellerimi bedenime sardım. Üşüyorum ama soğuktan değil, içime acı yerleşirken dudaklarıma titrek bir tebessüm yerleşti. Güçlüydüm, işte her zamanki gibi ayaktaydım ve kalbim parçalara ayrılırken yine kendime sarılıyordum.

"Beni cezalandırırken de beni koruyordun eminim ki." Alayla konuştuğumda içimdeki öfkeyi ona hissettirdim. Artık ikimizin de gözlerine yerleşen başka bir şey daha vardı.

Aşkın acımasızlığı.

"Gamze, bekle lütfen, sadece iki dakika konuşalım." Mine'nin ben odadan çıkmak için arkamı dönerken kurduğu cümleyle tekrar ona baktım.

"Ne o, tam bozamadın mı aramızı? Daha ne yapacak, ne söyleyeceksin?" Öfkemi ona yönlendirip gözlerinin içine baktım.

"Emre, bize iki dakika ver lütfen." Mine'nin ricasıyla ben de bakışlarımı Emre'ye çevirdim.

Emre de bana baktığında izin istediğini anladım ve başımı salladım onaylamak için. Emre çıktığında boş odada ikimiz kaldık. Mine yine üstündeki siyah takımı ve makyajıyla çok güzel görünüyordu.

"Lütfen otur." Sandalyeyi işaret ettiğinde derin bir nefes verip oturdum.

"Sadece iki dakika." Üstüne basa basa daha fazlası olmayacağını belirttim.

"Biz Emre'yle nasıl tanıştık biliyor musun?" derken yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı.

"Bilmiyorum." Ama merak ettiğim de gerçekti.

"Emre beni bir sokak arasında buldu. Senin başına gelenden çok daha fazlası benim başıma geldi Gamze. Tek farkı ben kendimi koruyamadım. Daha on dokuz yaşındaydım o zamanlar, üniversite okuyordum. Ondan korkmuştum ilk gördüğümde, o da bana zarar verecek diye ama o üstündeki montu çıkartıp bana giydirdi ve beni hastaneye götürdü. Öyle merhametli, öyle iyiydi ki, kendimi güvende hissediyordum. O zamanlar Emre henüz mezun olmamıştı, askeriyeden izne gelmişti. Zamanla ara ara görüşsek de dost olarak kaldık. Ona karşı içimde tek hissim bana bir abi olmasıdır. Aramızda iki yaş var Emre ile ama onu hep olmayan abimin yerine koydum." Gözünden akan bir damla yaşı sildi eliyle ve derin bir nefes aldı.

"Ben senin adına çok üzgünüm." Hem şaşkın hem de üzgündüm.

"Uzun zaman geçti üstünden. Emre'nin uğraşları sonunda yakalandı o kişi ve hapishanede çürüyor şimdi. Ben de elimden geleni yapacağım oradan çıkmaması için." Gözleri dalgın bir şekilde bakıyordu, nefret vardı içinde.

"Bana bunları neden anlattın? Bunlar çok özel şeyler." Gerçekten çok üzülmüş ve bu konuda düşünmüştüm. Eğer Gediz'e karşı koyamasaydım onun yerinde ben de olabilirdim, ki bu düşünceyle iliklerime kadar buz kestim.

"Emre bana ne yapması gerektiğini sorduğunda, seni en iyi benim anlayacağımı biliyordu Gamze. Çünkü ikimiz de benzer yollardan geçtik. Ailem hâlâ yaşadıklarımı bilmiyor ve ben çok pişmanım bunu anlatmadığım için. Sen de pişman olma istedim çünkü eminim ki Emre sana söyletmese, imkânı yoktu kimseye söylemezdin. Şimdi bunu tek başına yaşamak zorunda değilsin. O sana ne kadar ceza demiş olsa da aslında bu ona ceza çünkü seni kırmak, onun mahvolması demek. Emre sana âşık."

Mine'nin haklı olduğunu anlamamla o günü düşünmeye itti beni. Emre'nin ne kadar zorlandığını hatırladım. Bana git derken bile kendisinin koşarak gelmesi, abime tereddüt bile etmeden beni sevdiğini söylemesi, her şey bir anda yerine oturdu. Beni kaybetmekten korkan Kurt, her şeyi yapardı, bu bana karşı cephe almak bile olsa.

"Teşekkür ederim Mine."

"Ben çıkıyorum, kapının önünde seni bekleyen biri var ve daha fazla bekletmeyelim." Mine ayağa kalkarak tebessüm etti. Kapı kapanmadan Emre içeri girdi ve arkasından kapıyı kapatıp bana baktı.

"Seni kırdığım için çok üzgünüm Gamzeli, sen kırgın olunca ben paramparça oluyorum." Gözlerindeki hüzün içimi yaktı.

"Sadece sev beni." Ayağa kalkıp kollarımı ona açarak gözlerine baktım. Emre sıkıca bana sarıldığında tek hissettiğim duygu, bütün tenimi kaplayan huzurdu.

Emre ile odadan çıkınca lavaboya geçip elimi, yüzümü yıkadım. Lavabodan çıkınca aynı katta kalan Kerem'i beraber ziyaret etmiştik. Durumu iyiye gidiyordu, ailesi de gelmek üzereydi. Ben uyuyunca Emre haber vermişti annemlere olanları. Sadece Kerem konusunu konuşmuş, benden hiç söz etmemişti.

Abim hâlâ askeriyede olduğu için Emre bırakacaktı beni eve. Seda ve Cemre aklıma gelince Emre'ye sordum ve gayet iyi olduklarını öğrenince rahatladım.

"Sana gidelim, sadece sana ihtiyacım var şu an." Arabaya bindiğimizde bakışlarımı ona çevirdim.

"Ben de onu soracaktım," dedi Emre gülümseyerek.

Lojmanlara girdiğimizde Emre'nin evinin önünde durduk. Emre arabayı park edince, arabadan indik. Elimi hiç bırakmadan tek eliyle anahtarını çıkartıp kapıyı açtı, içeriye girdik. Üstüm başım sefil bir hâldeydi.

"Emre, bana bir şeyler verir misin giymem için?" Üstümde kan, çamur ve toza bulanmış kıyafetlerim vardı.

"Tamam güzelim," dediğinde bir an Gediz'in sesini duyar gibi oldum. Emre de hâlimi fark etmiş olacaktı ki bana sarıldı.

"Bana bir daha o kelimeyi söylemesen olur mu?" Sesim titrerken, başımı göğsüne yasladım.

"Olur." Tek kelimelik onayından sonra saçlarıma öpücük bıraktı.

Odasına gidip bana eşofman altı ve tişört getirdi. Misafir odasına geçerken ben, Emre üst kata, kıyafetlerini değiştirmeye çıktı. Üstümü giydikten sonra saçlarımı topladım. Mutfağa geçtiğimde çay suyu koydum. Emre'nin de bir şey yemediğini biliyordum. Kapı çalınca ekipten birinin geldiğini düşündüm. Büyük ihtimalle ifadem için gelmişlerdi.

Kapıyı açarken Emre'nin de merdivenden inen ayak seslerini duydum. Karşımda ellili yaşlarda bir adam ve bir kadın duruyordu.

"Anne, baba," diyen Emre'nin tam arkamda durduğunu hissettim.

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız lütfen.

İnstagram : DeeinDeniz

Loading...
0%