@deeindeniz
|
"Hiç güleceğim yoktu yenge. Dalga geçme, kim ne yapsın beni?" Güzel kız sayılırdım ama tuhaflıklarım ve üstüne eklenen sakarlıklarımla hayallerin gelini değildim. Kendimi de biliyordum sonuçta. "İlahi Gamze, orasını biz de biliyoruz. Ben falın yalancısıyım," dedi Seda bana laf sokmanın verdiği gülümsemeyle. Aynaya bile baksa aramızdaki farkı görecekti ama işte kendine bile kör olmuştu. Sen bile koca bulduysan ben sokağa çıksam başıma koca yağar demek vardı ama diyemedim, abim vardı, kısaca yemedi demek. "Neyse, al da kendin oku," dedi telefonu bana uzatırken. Ben de merak etmiştim, uzanıp telefonu aldım elinden. Ekrandaki yazıları sesli bir şekilde okumaya başladım. "Merhaba Gamze Hanım, öncelikle hoş geldiniz. Falınız da gördüğümüz at size kısmeti sembolize etmiş. Yakınlarda bir yerde sizin için aşk kapıyı kıracak." Çalacak değil miydi o ya, diye düşündüm. "Evet evet, yanlış okumadınız, kıracak." Sen benimle mi konuşuyorsun? "Hayır, sadece ne kadar malsın onu kontrol ediyorum. Gelmişsin yirmi beş yaşına halen koca umudun var." Sinirle Seda'ya baktım. Abimin telefonundan mesajı yazmış ve abimin ismini de rehbere falcı diye kaydedip kendine göndermişti mesajı. Telefonu alıp sehpaya bıraktım. "Seda dalga geçmesene kızla," dedi abim korumacı ses tonuyla. "Şaka yaptım hayatım," dedi gözlerini kırpıştırıp tatlı olmayı umduğu ama benim gözümde orangutan tatlılığına sahip sevgili yengem. Hatta orangutan bir tık, ne biri beş tık daha öndeydi. Seda'yı sevmemem için bir sürü neden var. Ama sanırım en etkili olanı iki yüzlü olması. Abimin yanında başka davranıyordu, ikimiz olduğumuz zaman başka davranıyordu. Hamilelikten önce de böyleydi, yani hamilelik ile bu durumun hiçbir alakası yoktu. Bir anda size bağırıp çağırabilir, beş dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi sizinle konuşabilirdi. Bu dengesizlik çok yorucu bir hâl almaya başlıyordu, özellikle karşı taraf psikolojik olarak yıpranıyordu. "Önemi yok abi, alıştım ben yengemin kalitesiz şakalarına," dedim umursamayarak. İşte bu taktik her zaman işe yarıyordu. Onu ne kadar takmaz ve umursamazsam çıldırıyor ve benim bir şey söylememe gerek kalmıyordu. Ben de hakkımı onu görmezden gelerek kullanıyordum. Bozularak filme döndüğünde ben de mısır kâsemi alıp filmi izlemeye başladım. Film ne kadar sıkıcı olursa olsun, Seda'yı dinlemekten iyiydi. "İyi geceler prensesim," dedi abim film bittiğinde yatmak için kalkarken. Sabah oldukça erken uyandığından erken yatıyordu genelde. Saat de on bir olmuştu. "Size de iyi geceler," dedim. Onlar odalarına gidince üstüne yorgan ve yastık koyduğum koltuğa yerleştim. Yorganı iyice üstüme çekerek ısınmaya çalıştım. Telefona kulaklığı takıp müzik açtım. Biraz sosyal medyada gezinip güncel olaylara baktım. Takılara bakarken dikkatimi zümrüt yeşili taşı olan bir kolye çekti. Aklıma Emre'nin gözleri gelmişti. Onun da gözleri böyle parlak ve yeşildi. Öyle değişik bir tonu vardı ki bakanı sanki girdap gibi içine çekiyordu. Gözlerimi kapattığımda tekrar geldi gözleri aklıma. Yüzünün hiçbir hattı belli olmuyordu kar maskesinden. Abimden yaş olarak küçük olduğunu biliyordum, yirmi yedi yaşındaydı. Abimin daha önce bahsettiği Emre oydu büyük ihtimalle. Gözlerimi açıp kulaklığı çıkarttım ve telefonu kapatıp yattım. Bir süre sonra uyuyakalmıştım. Sabah Seda ile değil de kendim uyandığım için rahatça uykumu almıştım. Saate baktığımda on olduğunu gördüm. Kalkıp etrafı topladım, çay suyu koydum. Seda hamile olduğu için fazla uyuyor, hemen yoruluyordu. Ben de uyandırmamak için sessizce hallediyordum işimi. Altı aylık hamileydi ve doğuma kadar nasıl burada duracaktım bilmiyordum. Evimi, odamı, ailemi, arkadaşlarımı şimdiden özlemiştim. Bir kâğıda 'Ekmek almaya gidiyorum' yazıp buzdolabının üstüne yapıştırdım. Kalkar kalkmaz yaptığı ilk iş buzdolabını açmak olduğu için en iyi burada görürdü. Evde olmadığımı anlarsa ilk iş beni değil abimi aramak olurdu. Gamze evde yok demek yerine de Gamze kocaya kaçmış derdi. Ah ah, keşke bu kadar iyi tanımasam Seda'yı. Montumu giyip bere ve atkımı taktım. Botlarımı da ayağıma geçirip fermuarını çektim. Kapıyı açtığımda buz gibi kış soğuğu yüzüme vurdu. Ankara'nın ayazına alışık olan bana bile işliyordu bu soğuk. Lojmanın içindeki karlar düzenli olarak kürense de lojman dışındaki arazide en az yirmi santim kar vardı. Bizim bulunduğumuz konum dağlık olduğu için kar daha uzun süre kalıcıydı. Yerlerde kalan karlar ise buzlaşmış, her an ayağınızı kaldırabilecek düzeye gelmişti. Soğukta hızlı adımlarla ekmek büfesine ilerledim. Dünkü askerin yerinde başka biri vardı. Elindeki gazeteye doğru başını eğmiş, dikkatle okuyordu. Başındaki şapkadan yüzü görünmüyordu. "Merhaba, iki ekmek alacaktım," dedim. Başını kaldırıp bana baktığında ikimizin de şaşkınlıkla gözleri büyüdü. "Gamze," dedi gülümseyerek. "İnanamıyorum, ne yapıyorsun burada?" Şaşkınlıkla sorduğumda geç olsa bile ben de gülümsedim. Kerem dudak bükerek cevap verdi. "Ne yapacağım, askerlik yapıyorum." Sorduğum soruya gülmüştü. "Abim biliyor mu burada olduğunu?" Abim Kerem'i çok severdi. "Beni buraya kim aldırdı sanıyorsun?" dedi göz kırparken. Kerem'in ailesi bizim kiracımızdı, ev alıp taşınana kadar. Alt katımızda oturuyorlardı. Aynı liseye gitmiştik okulun son iki yılı, aynı yaştaydık. Daha sonra Kerem'in ailesi kendi evlerini almışlardı ama çok uzağa gitmemişlerdi. Aynı mahallede oturduğumuz için arada sırada denk gelir, ayaküstü sohbet ederdik. Ailelerimiz ise görüşmeye devam ediyordu halen. Kerem benden biraz uzun, kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, yüz hatları yaşına göre oturmuş, oldukça sevecen biriydi. "Çok sevindim, tabii senin Iğdır'da askerlik yapmana değil, seni gördüğüme." Burada karşılaşmamız oldukça tuhaftı. "Vatanın her köşesi bizim Gamze. Ama abin sağ olsun yardımcı oluyor yine," dedi gülümseyerek. "Orası öyle tabii, abim seni çok sever," dedim ben de. Ekmeği poşete koyup bana uzattı. En son görüştüğümüzde Kerem annesini evden almak için gelmişti. "Artık üç ay boyunca buradayım. Görüşürüz," dedi Kerem. Bir şok daha yaşarken gülümsemekle yetindim. "Görüşürüz," deyip ekmekleri aldım ve eve doğru ilerledim. Ülkenin bir ucunda karşılaşmak varmış kaderde. İnsan tesadüfler üzerine kurulmuş bir hayatı yaşıyor bence. Küçük tesadüfler hayatımıza yön verip bizi yol ayrımına sokuyor. Biz de bir yaprak misali kendi rüzgârımızda dönüp duruyoruz. Emre'nin beni tilkilerden kurtardığı yerden geçerken gülümsedim. Sanırım burayı hep hatırlayacaktım. Eve yaklaştığımda anahtarlarımı cebimden çıkarttım. Abim kendi anahtarını benim için evde bırakıyordu artık. "Gamze, sen mi geldin?" dedi kapıyı açıp içeri girdiğimde Seda. "Yok, daha yoldayım, bu gelen hayaletim." Gülerek cevap vermiştim, bir anda mutfaktan çıkıp karşıma dikildi. "Acıktık biz, ekmeği getir hayalet, sonra gidebilirsin," dedi aç gözlerle elimdeki ekmek poşetine bakarken. "Tamam, şimdi hallediyorum. Yumurta kaynatalım mı? Hem bebeğe de faydası olur." Ayakkabılarımı çıkartıp montumu askıya astım. "Olur, rafadan olsun benimki," dedi ve salona gidip televizyonu açtı. Ben de mutfağa geçip çayı demledim ve kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Seda ile sessiz bir kahvaltı yaptık. Seda telefonundan bebek eşyalarına bakarken ben de haberlere falan baktım. Kahvaltımızı yaptıktan sonra mutfağı topladım. Seda salona geçmişti. İşim bitince mutfaktan yukarı odaya çıktım, dağınık olan valizimi düzenleyip fermuarını kapattım. Abim yanında askerle geleceği için sağda solda bir şey bırakmak istemiyordum. Daha sonra aşağı inip genel olarak evi topladım. Ev soğuk olmasına rağmen iş yaparken terlediğim için duşa girmek istedim. Üst katta da banyo vardı. Suyu ayarlamak için açtığımda su akmadı. Muslukları kontrol ettiğimde su gelmiyordu. Su mu kesilmişti acaba? Aşağıya inip salonda oturan Seda'ya seslendim. "Yenge su akmıyor, kesiliyor mu böyle?" "Yok, donmuştur yine. Hava eksiye düşünce arada donuyor. Demliğin altındaki kaynar suyu al, evin arka tarafında açıkta borular var ona dök açılır. Abin öyle yapıyor," dedi. Bu soğuk havada dışarı çıkmak istemesem de duş almam gerekiyordu. Dediğini yapıp demliğin altını aldım, montumu giydim ve dışarı çıktım. Hava buz gibiydi. Dikkatli adımlarla arka tarafa ilerlemeye başladım. Açıkta olan iki tane boru hattı vardı, üst kısım evin duvarına doğru giderken alt kısım toprağın içine doğru devam ediyordu. Yerler buz pistinden halliceydi. Tam suyu dökmeye başlamıştım ki orman sınırında gördüğüm köpekler bana doğru koşmaya başladı. Arada belime kadar gelen bir duvar ve bir o kadar da üstünde dikenli tel vardı. Bu engeller tabii ki havlayan köpeklerden korkmamı engelleyemedi. "Gamze," diye seslenilmesiyle zaten uçurumun ucunda olan dengem tamamen kayboldu ve yer ayağımın altından kaydı. Elimdeki kaynar su dolu demlik yere düştü. Ben daha yeri boylamadan bir sıcaklık kucaklamıştı bile beni. O kadar tanıdık bir histi ki. Gözlerimi açtığımda yine o zümrüt yeşili gözler vardı karşımda. Ama bir farkla, yüzü tamamen açıktaydı ve bu onun ne kadar yakışıklı olduğu gerçeğini yüzüme buz gibi havayla birlikte çarpmıştı. Üstleri biraz uzun altları kısa saçları, kahvenin en yumuşak tonuydu. Kirpikleri uzun ve gür, kaşları yay gibi kalın ve siyahtı. Gözleri ise beni ilk başta aldığı girdapta halen etkisini sürdürüyordu. Benim gözlerim gibi onun gözleri de benim üstümdeydi. "Komutanım!" diye bir ses geldiğinde halen onun kollarındaydım. Tanıdık sesle baş ımı çevirince Kerem'in sert bir ifadeyle onun bedenime dolanan kollarına baktığını fark ettim. |
0% |