Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@deeindeniz

"Başlayalım bakalım."

Elimdeki listeye bakarak eksikleri market arabasına attım. Ben nereye gitsem Emre de peşimden ilerliyordu. Ped almam gerekiyordu ve onunla birlikteyken mümkün değildi. Tanımadığım bir adamla, böyle bir ânı paylaşmak istemiyordum. Sonuçta birbirimizi tanımıyorduk ve benim özelimi bilmesine gerek yoktu. Abim olsa kolaylıkla alırdım ama Emre benim için bir yabancıydı.

"Sen kasaya git, ben geliyorum," dedim ona doğru döndüğümde. Tek kaşını kaldırıp sorgular gibi baksa da başını salladı.

Derin bir nefes alıp hızla sanki bir şey çalıyormuş hissiyle paketi market arabasına atarak üstüne başka malzemeleri koydum. Sağ sola baktım, etraf temizdi. Operasyon başarıyla tamamlandı. Market arabasını kasaya doğru sürdüm. Emre çoktan poşetleme işlemine başlamıştı. Kasada bir kız vardı, aslında erkek bile olsa fark etmezdi ama nedense Emre'den çekinmiştim.

Hemen arabayı boşaltıp diğer tarafa geçtim. Ben ödemeyi yapmak için kartı çıkartırken kasiyer kız poşetleme işlemine devam etti. Emre kendi poşetlerini alınca kasanın diğer tarafına geçtim ben de.

"Bitti mi, başka bir yere uğrayacak mısın?" diye sordu Emre.

"Başka bir şey yok," diyerek cevapladım.

"589 lira 70 kuruş." Son üründe kasadan geçince toplam tutarı söyledi kasiyer.

"Her şey ne kadar da pahalı." Söylenerek kartımı kasiyere uzattım.

Kasiyer kız yapacağım bir şey yok der gibi omzunu silkti. Tabii o çalışandı sonuçta, patron olacak adama söylemeliydik aslında bunları. Şehir merkezi uzak olduğu için mecbur alacaktım, bir daha ne zaman toplu alışverişe gelirdik bilinmezdi. Aldıklarımızda hiçbir şey yoktu. Yağ, salça, çay, şeker ve un. Hepsi de iki kiloluktu. Biraz da atıştırmalık bisküvi türü, kahvaltılık peynir, zeytin bir de çikolata. Ankara'da alsak en fazla 350 lira tutacak miktar çok fazla gelmişti bana. Poşetler benim olmasına rağmen Emre çoğunu almıştı.

"Araba hemen şurada." Emre marketin önündeki siyah arabayı göstererek konuştuğunda arabaya hayranlıkla baktım. Oldukça güzel bir arabaydı. Alışveriş poşetlerini bagaja yerleştirdik.

"Ben bir abimi arayayım." Telefonumu çıkartıp rehbere girdim.

Seda her ne kadar beni sinir etse de endişelenmiştim. Arabaya geçtiğimizde Emre ısıtıcıları açtı ve içerisi yavaş yavaş ısınmaya başladı. Abimi aradığımda telefon uzun bir süre çaldı ama açan olmadı. Bu sefer Seda'yı aradım, aynı şekilde açmadı telefonu. Tam endişeyle bir de Emre'nin aramasını söyleyecekken Seda'dan mesaj geldi.

'Hastaneden çıktık. Tatlı istedi canımız, bizi rahatsız etme.'

Sinirle elimi dizime vurdum. Bu kızdan gerçekten hoşlanmıyordum. Tekrar ve tekrar abimi aradım ama telefon açılmadı. Sinirle ofladığımda Emre'nin de dikkatini çekmiştim.

"Bir sorun mu var?" diye sordu.

"Abimi arıyorum ama telefonu açmıyor. Anahtarım yok." Sıkıntıyla söylediğim sözlerin ardından telefonumu geri cebime koydum.

"Bir de ben arayayım," dedi.

Sanki benim telefonumu açmayan abim, onun telefonunu açacaktı. Telefonunu çıkartıp aradı, uzun süre çalan telefona yanıt gelmedi. O da kabullenmişti açmayacağını. Başlarına bir şey gelmediğini biliyordum Seda'nın mesajıyla. İçim bu yönden rahattı.

"Biz gidene kadar onlar da dönmüş olur belki," diyerek arabayı çalıştırdı.

Yola çıktığımızda sinirden dudaklarımı kemiriyordum. Bu ne biçim düşüncesiz bir kız. Ama bu sefer sınırı aştı, abime söyleyecektim yaptığını. Beni ne hale düşürmüştü, kapıda kalmıştım resmen. Emre yanımda olmasa, bu soğukta marketten tek başıma dönmek zorunda kalacaktım.

"Bozmayın sinirinizi, eninde sonunda eve gelecekler," dedi Emre. Halen sizli bizli konuşuyor! Abime gelince abi, Seda'ya gelince yenge, bana gelince siz!

"Ne zaman bırakacaksın?" dedim sıkıntıyla nefes vererek.

"Neyi?" dedi bana bir bakış atıp önüne dönerek. Kaşları kalkmış, ne demek istediğimi merak etmiş gibiydi.

"Şu hanımefendi mevzusunu. Seda'ya bile yenge diyorsun, ben alışık değilim sürekli karşı karşıya geldiğim biriyle sizli bizli konuşmaya. İş yerim değil sonuçta burası." Kendimi açıkça ifade etmiştim.

"Asker yakınlarına -özellikle annesi, eşi, kardeşi, kızı- hanımefendi demek, siz diye hitap etmek kural gibi bir şey. Bu saygıdan ötürü yapılır. Ne kadar kutsal bir meslek olduğunu kendi içimizde hatırlatırız. Vatan için canını verecek kişilerin en yakınları onlar. Evladını, eşini, abisini, babasını bu vatanın birliği ve bütünü için feda edenlerdir onlar. Şehit olduktan sonra arkamızdan en çok ağlayan, eksikliğimizi hissedendir. Bu yüzden bunu bilir ve her zaman saygılı biçimde davranırız. Ama eğer istemiyorsan tabii ki Gamze diyebilirim."

"Anladım ama Gamze yeterli benim için," dedim tebessüm ederek. Uzun açıklaması tatmin edici ve gerçekten de güzeldi. Kısaca 'Tamam, Gamze derim' demek yerine detaylı bir şekilde görüşlerini paylaşması hoşuma gitmişti.

"Bir şey sorabilir miyim?" Meraklı çıkan sesimle kısaca bana bakıp önüne döndü.

"Tabii ki Gamze," dedi gülümseyerek.

"Sen de atanamayan kadrosundan mı transfer oldun abim gibi, yoksa en başından mı asker olmayı tercih ettin?" diye sordum merakıma yenik düşüp.

Çünkü ikisi arasında bana göre büyük fark vardı. Bir tarafta severek ve isteyerek bu işe gönül vermiş birisi, diğer tarafta mecburiyetten ortaya çıkmış bir iş olarak nitelendirilmişti. Tabii ki herkes vatanını sever, korumak isterdi ama sevdiğin işi yapmak daha cazip gelirdi insana.

Mesela ben hep öğretmen olmak istemiştim ve maalesef mesleğimi yapamıyordum. On iki yıl eğitim görüp üstüne sınavı kazanıp dört sene üniversite eğitimi almam, mezun olmam yeterli olmamış, üstüne yan dal ve ana dal olmak üzere KPSS'ye girmeye mecbur bırakılmıştım.

"Asker olmayı çocukluğumdan beri istiyorum. Mahallede bir abi vardı. Nasıl fiyakalı, böyle çekmiş üstüne üniformayı... Hayranlıkla bakardık geldiği zamanlarda, annesi oturuyordu bizim mahallede. Oğlu geldiği zaman kapıya kadar çıkar gururla göğsünü gererek sarılırdı. Ben de hep özenmişimdir, büyüyünce ben de asker olacağım derdim hep. Ayrıca teğmen olanlar liseden mezun olunca direkt eğitim görüyorlar. Üniversiteyi şimdi dışarıdan okuyorum yükselmek için," dedi, gözleri eskiye dalmış, biraz da bulutlanmıştı sanki yeşilleri.

"Ne güzel, çocukluk hayalini gerçekleştirmişsin. Peki o abiye ne oldu?" dedim merak ederek. Sanki o arada bir şeyi kaçırmıştım.

"Şimdi emekli oldu, Ayvalık'a taşındılar, torun seviyor. Biz de onun görevini devir aldık ya, asker selamı veriyoruz işte," dedi gülümseyerek. İçim rahatlamıştı, bir an kötü bir şey oldu sanmıştım.

"Radyoyu açabilir miyim?" Ortamda tekrar bir sessizlik olunca, uzun yol çekilir olmuyordu.

"Tabii ki," dedi Emre.

Dijital ekranı açıp radyo listesine girdim. Radyonun ekranı dokunmatikti. Nostaljik şarkılar çalan bir radyo kanalını açtım, eski şarkıları dinlemeyi her zaman seviyordum. Sesini biraz açınca sunucunun sesi duyuldu. Eski şarkılar her zaman ilgimi çekerdi, şimdiki dinlediğimiz şarkılardan kat kat iyiydi.

"Evet, şimdiki şarkımız bütün gamzelilere gelsin." Sunucunun sesi radyodan geldiğinde tek kaşımı kaldırdım.

Ne alakaysa diye düşündüm, ta ki şarkının melodisini duyana kadar. Anasını satayım, zaten bende şans olsa Seda yengem olmazdı! Hızla ekrana dokundum başka kanala geçmek için ama bir türlü değişmiyordu. Neredeyse bütün tuşlara tek tek ve birlikte basmıştım. Bozulmasına bile razıydım.

"Neden değiştiremiyorum?" diye söylendim.

"Radyo donmuştur büyük ihtimalle. Soğuklardan arada oluyor, tamir ettirmek için de götüremedim, zamanım yoktu." Emre radyosuna yaptığım işkenceyi henüz fark etmemişti.

Gamze, kızım şimdi sıçtın. Sesini kısayım dedim o bile olmadı. Ben de sessizce geriye yaslandım, başımı çevirip gözlerimi kapattım. Radyoya da lanet ediyordum. Tam donacak zamanını buluyordu. Ve arabanın içini şarkıcının sesi doldurdu.

"Ah nasıl da güzel belinde o gamze,

Can yakıyor her gördüğümde.

Alevlendiriyor teni tenime değdiğinde,

Söndüremiyor hiç kimse.

Ah Gamzeli'm, alev aldı her yerim,

Ah Gamzeli'm, gülümse seyredeyim.

Tutuldum kaldım, dayanamıyorum.

Sana bakmalara doyamıyorum.

Gamzelerine tav oldum,

Gözlerine bakarken mahvoldum.

Bir çukura düştüm çıkamıyorum,

O gamzelere nasıl yandım bilemiyorum.

Gülünce gülüyorum, ah eriyorum,

Bu nasıl belâ, müptelası oluyorum."

Şarkı devam ederken Emre'ye kaçamak bakışlar atıyordum. Güldü gülecek bir hâli vardı. Şu an ellerimi yüzüme kapatıp çığlık atmak istiyordum. Derin nefesler aldım. Başkası olsa ne yapardı acaba? Yanınızda çok yakışıklı bir erkek oturuyor, siz onu fazla tanımıyorsunuz ve isminizle ilgili yansın geceler tarzında bir şarkı dinliyorsunuz. Ah ah, tamam ben bu şarkıyı severek dinliyorum ama evde tek başıma, son ses açıp dans ederken seviyorum.

Şarkı bittiğinde derin bir nefes aldım. Sonunda bitmişti, bana bayağı uzun gelen süre. İstemediğiniz bir şey olduğunda hep böyle değil midir, saniyeler saat olur. Önüme dönüp yolu izlemeye başladım. Radyo bana inat eder gibi başka bir şarkıya geçerken, esnemeye başladığımda Emre bana bakıp yola döndü. Önümüzdeki cama yansıyan yansımasına bakıyordum o arada.

"Çok sıkıcıyım sanırım, uykun geldi hemen." Emre bana bir bakış atıp konuştuğunda içimi çektim. O sıkıcı değildi, araba yolculuklarında hep uykum geliyordu.

"Hayır, sadece yoruldum sanırım," dedim, içerisinin sıcaklığı ile iyice mayışmıştım bu arada. Araba tutması diye bir şey vardı ve ben de bundan muzdariptim. Kısaca ya uykum geliyordu ya da içimin dışına çıkma isteği.

"Dinlen istersen, daha var eve," diye öneride bulundu.

"Aslında iyi olur," dedim, yan tarafa biraz daha dönüp yaslandım ve gözlerimi kapattım.

Yorgunluk ve sıcaklık birleşince daha fazla dayanamamıştım. Arabanın kavisli yolda gitmesi bir beşiğin sallanması gibiydi benim için. Uykumu daha çok getiriyordu. Bir de ben huzurlu olduğum zaman uyumayı çok severdim ve şu an kendimi huzurlu hissediyordum. Bedenim gevşerken uykuya daldım.

"Gamze, geldik," diyen Emre'nin sesiyle yerimde hareket ettim. Gözlerimi açtığımda aramızda çok az bir mesafe vardı. Eli kolumda duruyordu. Gözlerimi kırpıştırdım birkaç defa.

"Uyumuşum," dedim mırıltı şeklinde çıkan sesimle.

"Fark ettim," dedi gülümseyerek. Gözlerimin içine bakıyordu ve oldukça yakındı. Sonra kolumu bırakıp geri çekildi.

Oturduğum yerde doğrulup tutulan boynumu esnettim. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Havada dondurucu bir soğuk vardı. Ellerimi bedenime sardım ve hızla kapıya ilerledim. Abi, lütfen dönmüş ol. Zile defalarca bastım ve abimi aradım. Telefon çalıyordu ama cevap yoktu, evin bütün ışıkları da kapalıydı. Seda'yı arama gereği bile duymuyordum, açmayacağı kesindi.

"Ne oldu?" dedi Emre yanıma gelerek.

"Ne olsun, evde kimse yok. Telefonları da açmıyorlar," dedim. Üşümeye başlamıştım ve biraz daha durursam garanti hasta olurdum.

"Tamam o zaman şöyle yapıyoruz, arabada kâğıt kalem var. Kapıya not bırakıp bana geçiyoruz." Emre çözüm yolunu söylediğinde kararsız kaldım.

"Hayır, beklerim."

Evine gitmek istemiyordum, abim gelirse sorun edebilirdi belki. Ama bir yandan da ne zaman gelecekleri belli değildi ve başka tanıdığım biri de yoktu. Sorun ederse ondan daha haklı sebeplerim olduğu ortadaydı. Bir yandan da havanın soğuk olmasını ve ne zaman döneceklerini bilmemek vardı.

"Başka çaren var mı?" diye sordu Emre bir boş eve bir de bana bakarak.

Sanırım yoktu.

"Tamam, abimler gelene kadar sadece," dedim kabullenişin verdiği yenilgiyle.

"Daha fazla üşüme, hadi arabaya geçelim."

 

Loading...
0%