@deeindeniz
|
Gözlerimi kırpıştırıp öylece yüzüne baktım. Açık kahve gözleri birkaç saniye yüzümde kalırken başını öne doğru çevirdiğinde göz temasımız kesildi. "İş ortamı ciddidir ama askeriye daha ciddi bir ortam. Askerler rütbeli olduğum için bana komutanım diyor doktor da olsam, senin rütben yok bu yüzden adımla seslenebilirsin ya da doktor bey diyebilirsin." Öne doğru adım attığında açıklaması bitmişti. "Peki, öyle yaparım." Kaç yıllık abi dediğim adama da ismiyle seslenmek çok tuhaftı. En iyisi doktor bey demekti. Evet, evet bu en iyisi. Büyük bahçenin içinden geçerken bizi gören askerler durup selam veriyordu. Etrafı incelerken bakışların sık sık Asaf abiye kayıyordu. Etrafa bakacağım derken bu yerde kaybolmak istemiyordum. Binaya girdiğimizde çantamın kulpunu sıkıca tutup uzun aralıklarla koridorun sağ tarafina dizilmiş kapıların üstündeki yazıları okumaya başladım. Toplantı odası, acil durum odası, dinlenme odasından sonra büyük harflerle Revir yazan koridorun sonundaki kapının önünde durduk. Kapıyı açtığında arkasından adımlayarak içeriye girdim. "Çalışma alanımız burası, zamanının çoğu burada geçecek. Bugün etrafı ve işleyişi öğrenmeye çalışırsın zaten çok zorlanacağını düşünmüyorum." Üstündeki ceketi çıkartıp askıya astığında ben de hızla üstümdeki kot ceketi çıkartıp yan tarafına astım. Telefonumu cebime koyup çantamı da askıya bıraktım. "Tamam, ben ecza dolabından başlayayım o zaman. Hangi ilaçlar var, hangi hastalıklara göre sınıflandırılması yapılmış öğrenmiş olurum." Heyecanım yüzümden okunmasa bile hevesli ses tonumdan kesinlikle belli oluyordu sanırım. "İyi olur hatta tarihi yakın olan ilaçları da listele gözden geçirelim. Sen ilaçlara bak benim Albayın yanına çıkmam gerekiyor eksik ilaçların tedarik edilmesi için liste vereceğim. Bir dahakine birlikte hazırlarız sen de öğrenmiş olursun." Masanın üstündeki dosyaları alıp kapıya doğru ilerledi. "Emredersiniz doktor bey." Gülümseyerek kurduğum cümleyle eli kapı kolunda dururken yavaşça bana doğru döndü. "Kolay gelsin hemşire hanım" dedikten sonra kapıyı açıp çıktı. Asaf Boztepe benim gözümde hep çok olgun ve duruşu olan bir adamdı. Ne yapsa, söylese mutlaka önünü arkasını düşünürdu. Hiçbir zaman boş bir konuşma ya da tartışmanın içinde görmemiştim onu. Abim ve Birkan abi daha çok makara adamıydı gülmeyi de eğlenmeyi de severlerdi. Mesleği sürekli ciddiyet getirdiği için diye düşünsem de üniversite yıllarında dahil hep böyle olduğunu hatırlıyorum. Aslında ciddi duruşu onda hiç sırıtmıyordu sanki onun karakteri, ruhu buna doğuştan uygundu. Açıkçası bu yüzden hiçbir zaman aramızda samimi abi denecek bir samimiyet oluşmamıştı. Benden beş yaş büyük olmasına rağmen evimize arada sırada uğrayan abimin arkadaşıydı. Birkan abiyle daha samimiydik, ben üniversite okurken sözel yönüm zayıf olduğu için çoğu zaman derslerime yardım etmişti. Asaf abiyle aynı dallarda olmamıza rağmen hiçbir zaman yardım istememiştim o da yardım etmeyi teklif etmemişti. Aramızda hep bir mesafe vardı. Masanın üstünden aldığım boş kağıdın altına dosya koyup kalemle birlikte dolaplara yöneldim. Altı tane yan yana dizilmiş cam bölmeli dolabın ilkini açtım. İçinde ki ilaçları kontrol ederken çoğunu bildiğim için biraz daha rahatlamıştım. Tarihlerini kontrol edip yakın olanları not ediyordum. İlaçların dizilişinin hafif hastalıklardan ağır olana doğru gittiğini de fark etmiştim. Bir sonraki dolaba geçtiğimde kapı üç kez tıklatılıp açıldı. Sert vuruşla birlikte ilaçlara daldığım için yüreğim ağzıma gelmişti. Elimi göğsüme koyup derin bir nefes aldım. Kapı açıldığında içeriye giren asker beni görünce oldukça şaşırdı. "Kerim Kanık, Adana!" Selam verdiğinde durup askere bakmaya devam ettim. İyi de bize bunun eğitimini vermediler ki? Asker bakıyor ben bakıyorum. Hazır olda duruyor hâlâ üstelik. Arkamı dönüp işime devam etsem geri gider mi ki? Leyla aklın leyla oldu yine. "Buyurun" dedim en sonunda. Elimdeki dosyayı masanın üstüne bırakıp öylece durdum. "Asaf komutanım yok muydu?" Askerin de bu durumdan pek memnun olmadığı belliydi. "Albayın yanında doktor bey, ben yardımcı olayım." Tebessüm ederek ortamı rahatlatmak amacıyla öne doğru bir adım attım. Kamuflajın ön cebinden çıkarttığı kağıdı uzattığında aldım. Kas gevşetici iğne vurulacaktı. Dolapları kontrol ettiğim için yerini hızlıca bulmuştum. Ellerime eldivenlerimi geçirip askere doğru döndüm. "Yatağa uzanıp, kalçanızı açın lütfen." Staj yaptığım hastanede birçok defa iğne yapmıştım. O yüzden bir zorluk yoktu benim için. "Siz mi yapacaksınız iğneyi?" Şişedeki ilacı enjektöre çekerken askerin sorusuyla birlikte başımı kaldırıp baktım. "Elim hafiftir merak etmeyin." Boş şişeyi kimyasal atık kutusuna atıp askere yöneldim. Kaçacak yeri olmadığını kabul edip en yakınındaki yatağa uzandığında pantolununu hafifçe aşağıya sıyırmıştı. Beklemeden yatağın yanına geçip küçük bir bölgeyi alkol döktüğü pamukla temizleyip iğneyi yaptım. "Geçmiş olsun" dedim eldivenlerimi çıkartırken. "Bitti mi?" Şaşkın ses tonunu karşı başımı sallayıp onayladım. "Bitti. Biraz daha uzanın hemen kalkmayın. İlaç biraz yakabilir." Reçeteyi masaya koyup altına iğnenin yapıldığı tarihi ve saati yazdım. "Eliniz gerçekten hafifmiş hiç hissetmedim." Yavaşça doğrulup üstünü düzelttiğinde diğer hastalarımdan duyduğum sözlerin benzerini duymak gülümsetti beni. "Benden önce doktor bey mi vuruyordu iğneleri?" Masanın yanındaki sandalyeyi çekip oturduğumda merakıma yenilip sormuştum. "Hemşire vardı ama doğum iznine ayrıldı geçen ay, Asaf komutanım yardımcı oluyordu. Aramızda kalsın eli çok ağırdır. Geçen haftaki iğneden sonra gelmekle gelmemek arasında baya kaldım ama dün yemekte görünce 'iğnenin vakti geldi' dedi. Sıkıysa yaptırmıyorum de." Gerginliğinin nedenini anladığımda dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım. "Bundan sonra buradayım, iğneleri ben yapıyorum artık" dedim. Asker teşekkür edip çıkarken işime geri döndüm. Bir yandan da biraz önceki olayı düşünüyordum. Doktor beyin eli demek çok ağırdı. Bir aydır hemşiresiz tek başına koca askeriyeyi idare etmekte zor olmalıydı. İçeride yirmi tane yatak vardı hepsi jilet gibi toplanmıştı. Askeriyenin disiplini her yerden belli oluyordu. Dördüncü rafa geçtiğimde kapı yavaşça açıldı. Asaf abi döndüğünde elindeki dosyayı masanın üstüne bırakmıştı. "Nasıl gidiyor?" diye sordu raftan farklı bir dosya alırken. "İyi gidiyor, az önce bir askere kas gevşetici iğne yaptım. Reçetesi masada." Başını aniden kaldırıp bana baktığında gözlerini kıstı. "İğne yaptın?" Tek kaşını yukarı doğru kaldırıldığında dudağımı içe doğru kıvırıp başımı salladım. "Evet, görevim ya hani bu benim. Hemşireler iğne yapar, serum takar falan." Elimdeki kalemi yavaşça çevirip tane tane konuştum. "Leyla, burada iğneleri ben yaparım." Kesin konuşmasıyla birlikte kollarını göğsünün altında birleştirdi. "Doktor bey, hemşireyim ben nerede görülmüş hemşire varken doktorun iğne yaptığı? Üstelik doğum iznine ayrılan hemşire yapıyormuş iğneleri önceden." Sinirim yavaş yavaş tepeme çıkarken benim de kaşlarım çatılmıştı. "O senden önceydi, şimdi böyle. Kaç bin asker var burada biliyor musun sen? Ulan her gün on kişi gelse iğneye... Yok yok olmaz öyle." Gözlerini kapatıp aklındaki düşünceleri silmek ister gibi başını iki yana salladı. "Abim yüzünden böyle yapıyorsan beni sana falan emanet ettiyse Asaf abi-" dediğimde gözlerini açıp biraz öncekinden daha şiddetli bir göz teması kurdu benimle. Bakışıyla sesim içime kaçmış hemen susmuştum. "Leyla ben sana sabah ne dedim şu kapıdan girmeden?" Masanın üstünden bana doğru eğildiğinde elimdeki dosyayı sıkıca tuttum. "Abi demek yok" dedim çekinerek. "Güzel, şimdi biraz önce ki cümleyi tekrar kur." Elini kaldırıp bana doğru buyur dediğinde bekledi devam etmemi. Abi deme, Leyla. Bak adam zaten sinirli abi dersen ilk iş gününden sıkıntı çıkar. Abi yok, abi gitti, abi kuş oldu uçtu. "Abim yüzünden böyle bir şey yapıyorsan beni sana emanet ettiyse Kenan bunların hiç gereği yok." Ben bu adama hayatta Asaf diyemezdim. Kenan yabancı gibi olduğu için benim kurtarıcım olmuştu. "Kenan? Olur, bu da olur." Kabullenerek geriye doğru çekildi. "Ayrıca hayır, abin yüzünden böyle bir şey yapmıyorum. Senden önceki hemşire kırk yaşındaydı neredeyse Leyla, buradaki amacım seni korumak tabii. Rahatsız olacağın bir durumun içinde olmanı istemiyorum." Daha ılımlı konuştuğunda ben de sakince konuşmaya devam ettim. "Bu benim mesleğim rahatsız olacağım bir durum olursa söylerim, söz veriyorum. Kolay lokma değilimdir ben de doktor bey." Ciddiyetle baktığımda geri adım atmayacağımı anlamış oldu. Başımı yukarı kaldırıp baktığım için boynum ağrımaya başlamıştı. Yaklaşık olarak 1.88 olmalıydı boyu. Abim 1.85'di ve ondan birkaç santim uzundu yan yana durduklarında. Kumrala çalan açık kahve saçları da gözleriyle aynı tondaydı. Yüz hatları yaşını belli etmese de üstüne oturan olgunluk sayesinde anlaşılıyordu aslında görmüş geçirmiş birisi olduğu. Asaf Kenan Boztepe birçok kızın kabini kazanmış bir adamdı. Özellikle bilgi edinmemiştim ama abimden muhabbet arasında duyduğum bir takım bilgilere de sahiptim. Onlar konuşurken yan odadan duymamak elde değildi. Erkeklerin sesleri özellikle duymazdan gelinemeyecek bir desibel içeriyordu kendi aralarında konuştuklarında. Üniversite yıllarında yaptıkları kız muhabbetine iki kez denk gelmiş ve ikisinde de çok kalp kırdığını öğrenmiştim. Şimdi böyle karşılıklı durmuş birbirimize bakarken kalbi kırılan kızları daha iyi anlıyordum. Çekici bir o kadar da hoş birisiydi Kenan. Asaf ismini bir kenara bıraktığım zaman onu başka birisi olarak görmek kolaydı ama Asaf dendiği zaman hemen arkasına abi ekini eklemek ön tekerlek nereye giderse arka tekerlekte oraya gitmesi gibi bir zorunluluktu. Kenan ise hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamdı. Kapı tıklatıldığında aklımdan saniyeler içinde geçen cümleler tuzla buz oldu. O da sanki daldığı bir yerden nerede olduğunu fark etmiş ve etkisinden anında kurtulmak için kapıya doğru dönmüştü. Şimdi fark ediyordum da ona Kenan demek benim için hiç zor olmamıştı. "Gel" dediğinde içeriye giren askerle ben kendi işime dönmüştüm. Asker içeriye girdiğinde gözleri direkt beni buldu. Çaprazımda duran adamın bir adım yana geçmesiyle hemen kendine gelip selam verdi. Üstündeki tedirginlik diğer askerin tedirginliği ile yarışır nitelikteydi. Allah aşkına bu askeriyede ki askerlere ne yapıyorlardı? "Söyle asker." Ciddi bir o kadar da ketum bir tavırla kurduğu cümleyle askere dönmüştü. "Komutanım benim bir iğne vardı. Gülşen hemşire bir ay sonra gel demişti." Anlaşılan yeni hemşirenin geldiğini duyan kazazedeler gelmeye cesaret etmeye başlamıştı. "Tabii hemen iğnenizi yapalım, reçetenizi alayım." Kendimden gayet emin konuşarak biraz önceki küçük tartışmamıza da noktayı koymuştum. Öne doğru adımladığımda Kenan da bana dönmüştü ve görüşüm netleşti. Kapı hâlâ açık olduğu için gelen seslerle aralıktan başka bir askerle göz göze geldim. Yavaşça oraya doğru ilerlediğimde kapıyı tamamen açtım ve birbiri ardına sıralanmış koridorun sonuna kadar giden bir sıra asker karşıladı beni. Bütün sesler benim kapıyı tamamen açmamla kesilmişti. "Sana ne söylemiştim." Hemen arkamdan gelen sesle birlikte şokum yolunu bir tur daha şaştı. Yarabbil alemin bu ne? Ben bunların hepsine iğne yapsam gece rüyalarımda neler göreceğimi Allah bilirdi. Hepsi yirmi ile yirmi beş yaş arasında yüze yakın erkek vardı burada. Elim kapı kolunu sıkıca tutarken derin bir nefes aldım. "İğne yaptırmak için gelenler elini kaldırsın." Hepsi de iğne için gelecek değillerdi ya belki bulaşıcı bir hastalığa falan yakalanmışlardı. Bütün eller havaya kalktığında kafam da o meşhur şarkı çaldı. Haydi eller havaya kalçaya... Derin bir nefes alıp gülümsedim ve arkamı döndüm. Kenan ile gözlerimiz birleştiğinde kollarını önünde bağlamış masaya doğru yaslanmıştı. Tek kaşı yukarı doğru kalkmıştı ben sana dedim diye bağırıyordu resmen. Düşün Leyla düşün, yoksa evin yolunu bulamayacaksın. Aklıma gelen fikirle hızla dolaba yöneldim ve üçüncü dolabı açtım. İçinden en büyük enjektörü aldım. Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırıp arkamı döndüm. Kapıya doğru ilerlediğimde elimdeki şırınganın paketini açıp ucuna yorgan iğnesi kadar olan iğneyi taktım. Yukarı doğru kaldırıp ışıkta parlayan yansımaya baktım. "İlk iğneyi kim olmak ister? Bu arada doktor bey iğne için onay verecek bu yüzden öncelikle muayene olmanız gerekiyor. İğnenin büyük olmasına da aldırmayın elim çok hafiftir." Kapıya doğru döndüğümde herkes geri geri gitmeye başlamıştı bile. "Benim ocakta tabancam vardı bir ona bakayım." "Bizim çocuklar mermi yemiş onlara gidecektim ben de." "Nöbetim mi varmış benim? Oğlum niye demiyorsunuz ya?" "Tankın bakımı gelmiş gidip bir bakayım savaşa gideriz şimdi yolda kalmayalım." Sıra giderek azalırken sadece üç kişi kaldı. İğneyi her ihtimale karşı çekmeceye kaldırdım tekrar kullanmam gerekebilirdi. Kenan hastaları muayene ederken ben de elimden geldiği kadar yardımcı olmuştum. Birisi ağır girip, birisi migren diğeri de eğitim sırasında postal vurduğu için yaralanan ayak tedavisiyle günü kapatmıştık. Öğle yemeğini bir asker revire getirmişti. İçeride serum takılı bir asker olduğu için bırakıp gidememiştik. Mesai saati bitiminde kendimi biraz yorgun hissediyordum ama işimi yapmaktan mutluydum. "Hazır mısın?" Kenan'ın sorusuyla birlikte ceketimi giymiş çantamı da almıştım. "İşin varsa taksi çağırabilirim gerçekten." Babamın ve ya babasının sözüyle her gün beni alıp bırakmasını istemiyordum. Zorunlu bir yük olmak hoş bir şey değildi. "Leyla ben sana ne abinin ne babanın ne de babamın sözüyle davranışlar da bulunmuyorum. Bunca sene biraz olsun beni tanıdıysan zaten istemediğim bir şeyi kimsenin bana yaptıramadığını da biliyor olmalısın." Sakince konuşurken açıkladığı kısım özellikle içinden geldiğini belirtir niteklikteydi. "Teşekürler ederim Asaf a-" dediğimde kaşlarını çattığı için sustum. "Kenan yeterli. Her zaman için geçerli bu." Yani hiçbir zaman mı abi demeyecektim? Başımı tereddütle salladığımda kapıyı açıp çıktı. Abimin yanında kesinlikle diyemezdim ki ben. Yıllardır abi olarak bahsi geçmişti, tamam öz değil öyle yakında değiliz ama yine de tuhaf geliyordu. Asaf değil Kenan dememi de istediğine göre sanırım böyle daha rahat ettiğimi de anlamıştı. Birlikte askeriyeden çıkarken nizamiyeden kimlik kartımı da teslim aldım. Gün içinde gerekli işlemlerin ardından gelmişti. Arabaya bindiğimizde eminiyet kemerimi takıp önüme döndüm. "Leyla işin var mı? Direkt eve mi gideceksin?" Ansızın gelen soruyla birlikte beklemeden cevapladım. "Bir işim yok zaten akşam yemeklerinde evde olmam gerekiyor." Saate baktığımda altıyı çeyrek geçtiğini fark ettim. Yedide evde olurdum büyük ihtimalle. "Seninle konuşmak istediğim bir konu var, abin biliyor. Babanı da sorun etme ben konuşur geç kalacağını söylerim yemeğe. Benimle gelir misin Leyla?" |
0% |