@deeindeniz
|
"Seninle konuşmak istediğim bir konu var, abin biliyor. Babanı da sorun etme ben konuşur geç kalacağını söylerim yemeğe. Benimle gelir misin Leyla?" Abimin bildiği ama benim bilmediğim, o gün bahçede konuştukları konu olduğuna emindim ama beni ilgilendiren kısmı henüz bilmiyordum. Abim benden bir şey gizlemezdi, sorun olsaydı alır karşısına konuşurdu. Kalbim sıkışırken konunun hem önemli hem de abimin canını sıkacak kadar derin olduğunu anlamak tedirgin etmişti beni. "Abim arıyor" dedim cebimdeki telefon ben cevap veremeden çaldığında. Telefonu beklemeden açtım. "Efendim abi" dedim. "Leyla, Asaf mı bırakıyor seni eve?" Başımı yan tarafa evirip sakin bir şekilde araba kullanan adama baktım. "Evet abi, arabadayız şu an." Abim böyle direkt konuşmazdı benimle üstelik sesinde anlamadığım bir sertlik vardı. "Telefonu Asaf abine ver Leyla, ona ulaşamadım güzelim bir şey diyecektim." Abimin ses tonu daha sıcak bir tona bürünürken kalbimdeki sıkıntı biraz olsun dağıldı. "Tamam abi" dedikten sonra Kenan'a telefonu uzattım. "Abim seni istiyor, bir şey diyecekmiş." Kaşları çatılmıştı, telefonu elimden aldığında derin bir nefes verip kulağına yaklaştırdı. Abim konuştuğu için sanırım sessizce bekledi bir süre en sonunda tamam diyerek telefonu kapattı ve bana verdi. "Leyla seni eve bırakıyorum, acil bir işim çıktı." İfadesiz ses tonu daha da gergin bir hâle gelirken başımı usulca salladım. Sessiz geçen yolculuğun ardından kapının önünde beni bırakmış sonra gaza basarak uzaklaşmıştı. Bir süre olduğum yerde kalıp giden arabanın arkasından bakarken ne hakkında konuşacağını merak ediyordum bir yandan da. Bahçe kapısını açıp içeriye doğru adımladığımda çok güzel yemek kokuları karşıladı beni. Eve girdiğimde mutfaktan annemin terliklerinin sesini duyunca gülümsedim. Evin bana göre en neşeli sesiydi annemin terlikleri. "Anne ben geldim." Mutfağa girdiğimde elinde yemek kaşığıyla çorabının tadına bakarken buldum. "Hoş geldin kızım. Hadi üstünü değiştir gel şimdi gelir baban da." Masayı çoktan kurmuştu, abimin gelmeyeceği üç tabağın oluşundan belliydi. "Tamam anne." Mutfaktan çıkıp üst kattaki odama girdiğimde çantamı bir köşeye atıp üstümdeki üniformayı çıkartıp rahat bir tişört ve eşofman giydim. İlk günümü biraz yoğun geçirmiştim zamanla alışacaktım tempoya. Üstelik bana her konuda yardımcı olacağına emin olduğum birisi vardı yanımda. Kenan'ı düşüğümde gidişi aklımda hâlâ bir soru işaretiydi. Telefonumu alıp baktığımda Ece'den mesaj geldiğini fark ettim. Bir haftadır ortadan kaybolan arkadaşım sonunda beni hatırlamıştı. Acil bir durum olduğunu şehir dışına çıkacağını söylemişti. Döndüğünü, bu akşam bize geleceğini yazdığı mesaja hızlıca cevap yazıp gönderdim. Hem onu merak ediyordum hem de bugün olanları anlatmak istiyordum. Zil sesini duyduğumda babamın geldiğini anlayarak aşağıya indim. Babam elindeki ekmeği sofraya bıraktığında sessizce annemin yanına mutfağa geçip çorbaları masaya koydum. Annemin, konuşması dışında masada pek bir ses çıkmamıştı. "Yardımcı oluyor mu sana Asaf?" Babamın sesini duyduğumda başımı kaldırıp babamın benimle konuşmasına şaşırarak elimdeki kaşığı bir kenara bıraktım. "Sağ olsun, yardım ediyor baba." Sözlerimden sonra yüzüme baktı bir süre usulca başını sallayıp yemeğine döndü. Akşam yemeğinden sonra annem yorgunluğumu bildiği için mutfağa dahi girmeme izin vermeden odama gönderdi. Yatağın üstüne yattığımda bütün yorgunluğumu kemiklerimde hissettim. Telefonum çalmaya başladığında elimi komodinin üstüne uzatıp arayanın ismine baktım. Yattığım yerden doğurup cevapladım. "Nerelerdesin sen hayırsız?" Yatak başlığına yaslandığımda yüzümde ki tebessüm sesime de yansımıştı. "On dakikaya kapındayım güzellik. Evdesin değil mi?" Ece'nin sorusunu "Evet, evdeyim bekliyorum seni" diyerek cevapladım. Telefonu kapattığım da beklemeden odadan çıkıp aşağıya indim. Annem ve babam televizyon karşısında kahve içiyorlardı. Yatak odaları alt katta olduğu için Ece'yle geç saatlere kadar oturduğumuz da rahatsız olmuyorlardı. Bir araya gelince yüksek sesli çıkan kahkalarımız abim evde olduğunda duvara vurulan yumruklar ya da 'Leyla' diye seslenmesiyle kısılıyordu. Ece, abimi hiç sevmez sabır dilerdi bana. Oysa ki abimin dışarıya gösterdiği yüzü dışında bambaşka bir kalbi vardı. Bizimkilere Ece'nin geleceğini haber verip mutfağa girdim. Atıştırmalık bir şeyler hazırlayıp içecek aldım. Zil çaldığında mutfaktan çıkarak kapıyı açtım. Tam bir haftadır görmediğim arkadaşım kollarını sıkıca bana doladığında sarılarak onu içeri çektim. Ben tepsiyi mutfaktan alırken Ece, annemle babama merhaba dedi. Birlikte odama çıktığımızda tepsiyi masanın üstüne bıraktım. "Anlat bakalım neler oldu?" Yatağa yanına oturduğumda Ece'nin tebessümü biraz kırıldı. "Teyzem rahatsızlandı, kalp spazmı geçirdi. Bir haftadır annemle yanındaydık." Neden bu kadar üzgün olduğunu şimdi anlamıştım. Ece'yi annesi çalıştığı için teyzesi büyütmüştü. Teyze, anne yarısı derlerdi ama Ece için annesiyle aynı yerdeydi teyzesi. Çok endişelenmiş olmalıydı. "Şimdi durumu nasıl?" Elini tuttuğumda samimiyetle yaklaştım. "İki gün önce çıktı hastaneden, doktor stres yapmaması gerektiğini söyledi. Kalp krizine çevirebilirmiş bir sonrakinde bu yüzden çok dikkatli olmamız gerekiyormuş. Annem hâlâ yanında kalıyor teyzemin, ben de işe başladığım için döndüm." Derin bir nefes aldığında bu durumun onu ne kadar zorladığını bir kez daha fark ettim. "Umarım kısa sürede atlatır bu durumu. Bir şeye ihtiyacın olursa hep yanındayım." Ece benim dostum diyeceğim sayılı kişilerdendi son yıllarda ise dert ortağım, kız kardeş diyebileceğim en yakınımdı. "Biliyorum canım iyi ki varsın. Sen anlat nasıl geçti işte ilk günün?" Üstümüzden hüzünlü anlar kaybolurken Ece'ye bugün olanları anlatmaya başladım. Kenan'la aynı yerde çalışmaya başlamamız onu bir hayli şaşırtmıştı. Bana abi deme konusunu açtığımda ağzı şaşkınlıkla açılmış çenesi yerle buluşmak üzereydi. Benim kadar onun da beklemediği bir şeydi bu durum. Ece bizim eve sık sık girip çıktığı için abimin arkadaşlarını da az çok biliyordu. Anlatacaklarım bittiğinde Ece sonunda konuştu. "Asaf abi sana asılıyor olmasın Leyla?" İçtiğim kolayı neredeyse püskürtürken gayet ciddiydi Ece. "Saçmalama yok öyle bir şey. İş ciddiyeti sonuçta, askeriye üstelik" dedim aklımdan dahi geçmeyen düşünceleri hiç yerinden çıkartmadan. "Askeriye tamam ama dışarıda da abi deme demesi sence de garip değil mi? Kaç yıldır sana böyle bir şey söylemedi de senin orada çalıştığın gün mü aklına geldi abi dediğin." Tek kaşını kaldırıp şüpheyle bakarken hiçte inanmış gibi görünmüyordu. "Ece sence abim varken böyle bir şey aklından geçebilir mi? Ayrıca onun ne kadar çapkın olduğunu ben bile biliyorum. Adam zengin, yakışıklı, mesleği de var" diye sayarken Ece'nin yüzündeki ifade sırıtışa dönüştü. "Ben yokmuşum gibi say say sen bebeğim. Nerede kalmıştık? En son meslek diyordun." Elini sallarken anlat anlat bak külahım dinliyor diyordu sanki. "Ece ya! Kızım sen tanımıyor musun beni yok öyle bir şey diyorum. Tamam beş yaş büyük benden ama biz hiç abi kardeş gibi samimi değildik. Yani ben ağzımın ucuyla bir hoş geldin abi derdim o kadar." Şimdi hatırladığımda ben öyle dediğimde başını sallayıp başka yöne bakardı. Ece haklı olabilir miydi? "Tamam tamam gitmiyorum üstüne. Bu arada öküz abin yok herhalde." Ağzına attığı kekle abimin odasını başıyla işaret etmişti. "Öküz dediğini duysa burnundan getirir" dedim gülerek. "Asaf'la birlikteler işleri varmış." Abimle Ece hiç iyi anlaşamazlardı. Birbirlerini gördükleri anda laf sokmaya başlar hatta beni bile unuturlardı. "İyi iyi olmasın. Her geldiğimde laf sokacak bir şey buluyor meymenetsiz." Yüzünü buruşturup kekini yemeye devam etti. "Büyük aşklar nefretle başlar" diye mırıldandım. Ece öksürmeye başladığında gülerek elindeki keki alıp tabağa koydum. Bardağa su koyup verdiğimde bana kötü kötü bakıyordu. "Helal canım helal. Birtanecik abim haram da etmemişti halbuki boğazında kaldı." Suyu içerken kaşlarını çatmış birazdan üstüme atlayacak gibiydi. "Senin o abinin ben var ya!" diyerek sesini yükselttiğinde Ece odamın kapısı açıldı. "Eee var ya?" Abim kapıda kollarını birleştirip durduğunda Ece donup kalmıştı. "Abi kapıyı çalsana ne diye giriyorsun öyle odama" dedim ayağa kalkıp. Ece'nin önüne geçmiştim kıza kal gelmişti. "Dur bir Leyla, arkadaşın bir şey diyordu." Abim odaya girip beni omuzumdan tutup kenara çekti. "Sen devam et" dedi ciddi bir tonlamayla. Ece kendine gelirken elindeki bardağı tepsiye bırakıp ayağa kalktı. Yüzünde biraz önce sayıp, dökecek olan ifade kaybolmuş gayet rahat bir şekilde dikilmişti abimin karşısına. "Neye devam edeyim?" Biraz önce olanlar olmamış gibi masumca omuz silkti. "Sözlerine" dedi abim direterek. "Hangi sözlerime?" Dudak bükerek bana doğru döndü Ece. "Leyla sen bir şey anlıyor musun? Abin açıkçası çok saçma davranıyor, psikolog bir tanıdığım var numarası lazım olursa söyleyin." Sevimli bir şekilde gülümseyip eline aldığı keki ağzına atıp çiğnemeye başladı. "Yok kalsın, sen de belli ki işe yaramamış doktor biz böyle iyiyiz." Abimin hain sırıtması yüzünde yer alırken Ece gözünü dikip bakmaya devam etti. "Abi sen bana bir şey mi diyecektin?" Araya girdiğimde abim bana döndü. "Araba buldum sana, hafta sonu gidip birlikte bakalım." Abim araba konusunda oldukça ciddiydi, başımı sallayıp onayladım. "Olur abi, gideriz." Abim odadan çıktıktan sonra Ece de saatin geç olduğunu söyleyerek gitti. Yatağın üstüne oturduğumda Ece'nin söylediklerini düşündüm ama ihtimal dahi vermediğim bir konuydu. Kenan'ın bana karşı hisleri olduğunu düşünmüyordum, başta abimle karşı karşıya gelmeyi istemezdi. Yatağıma yatıp gözlerimi kapattım. En iyisi her şeyi zamana bırakmaktı. ... Aradan geçen iki haftanın sonunda hem işe alışmış hem de işleyişi öğrenmiştim. Kenan'ın bu konuda bana inanılmaz faydası olmuştu. İlk zamanlarda ki asker yoğunluğu da giderek azalmış normale dönmüştü. Abimle baktığımız arabayı çok beğenmiş almıştık. Abime maaşımla ödeyeceğimi söylesem de mezuniyet hediyesi olarak kabul etmemi söylemişti. Bana elinden geldiği kadar destek olmakla kalmıyor her an neye ihtiyacım olduğunu da biliyordu. Abim olduğu için hep kendimi çok şanslı hissediyordum. Evdeki durumlar da normaldi, akşam yemeklerinde evde oluyordum. Askeriyede ise ikinci haftam bitmek üzereydi. Öğle yemeklerini bazen yemekhanede bazen de evden getirip yiyordum. Sürekli yemekhaneden yemek bir haftanın sonunda çok fazla yemek seçtiğim için zor olmuştu. Patlıcan yemeyen birisi olarak her yemeğin içine konması pes etmemi sağlamıştı açıkçası. Patlıcan, pırasa, kabak, bamya... Sanırım bir sağlık görevlisi de olsam bu sebzelere asla ısınamayacaktım. "Hazır mısın?" Kenan'ın sorusuyla oturduğum sandalyeden kalktım. "Hazırım" dedim sayımını bitirdiğim şırıngaları yerleştirip. Bugün askerlerin tetanoz aşıları yapılacaktı. Menenjit aşısı ben gelmeden önce yapıldığı için sıra tetanoz aşısına gelmişti. Bölükler halinde ilerlediğimiz için bir hafta içinde bitireceğimizi düşünüyordum. Hazırladığımız malzemeleri askerler yardımıyla toplantı salonuna taşıdık. Revir yüzer kişilik gruplar için oldukça küçük kalmıştı. İki sıra halinde bölmüştük, askerlerin bir kısmını ben alırken diğer kısmını Kenan almıştı. İçeriye giren askerler tek sıra halindeydi, sıhhiye olarak görev yapan dört asker de bize yardım ediyordu. Ellerime eldivenlerimi geçirip sandalyeye oturdum. Yanımdaki boş sandalyeye listeden ismini okuduğum asker yerleşti. "Çok acımaz değil mi?" Endişeyle bakan yirmili yaşlarının başındaki askere tebessüm ettim. "Üzgünüm, biraz acıyabilir." Tetanoz aşısı ağır bir aşıydı bu yüzden ne kadar dikkatli olsam da kollarında ağırlık ve şişme olabilirdi. "Yattım Allah kaldır beni, ağrısız sancısız vurdur beni." Ellerini yüzüne sürdükten sonra gözlerini kapatıp kolunu uzattı. İğneyi dikkat ederek dokuya uyguladıktan sonra geçmiş olsun dedim. Sıra birkaç kişi ilerlerken Kenan çoktan on kişiyi geçmişti. Kimse ona karşı gelemediği için hızlıca kaçma derdine giriyorlardı. Önümde duran askere baktığımda yüzü kağıt gibiydi. İğne fobisi olduğu belliydi. Sandalyeyi gösterdiğimde bir adım geriye gitti. "Cüneyt otur oğlum!" Kenan'ın sesiyle birlikte asker hızla oturdu. "Bayıltın beni ne olur hemşire hanım. Canımı alın iğneyi bana sokmayın." İsminin Cüneyt olduğunu öğrendiğim asker yalvaran gözlerle bana baktığında Kenan'a doğru çevirdim gözlerimi. Ciddi ciddi korkuyordu. "Cüneyt senin canını öyle bir alırım ki başka yerden nefes almak zorunda kalırsın." Gözleriyle bana iğneyi işaret ettiğinde başka çarem kalmamıştı. Küçük şişeden ilacı şırıngaya çekip açık olan kolunu pamukla temizledim. "Pamuğu atmayın hemşire hanım birazdan lazım olacak." Cüneyt korkuyla iç çekerken kendinde değil gibiydi. "Yapmasak mı?" dedim tekrar Kenan'a dönerek. Böyle hastaları hastaneye sevkederdik en azından eğitim alırken iğne fobisine karşı böyle söylemişlerdi. Hastalar stres altında olduğunda daha fazla tepki verebiliyordu. Kenan yerinden kalkıp geldiğinde elindeki iğneyi Cüneyt'in açık kolunu tutup beklemeden yaptı. Ben de asker de öylece dururken iğneyi çekip pamuğu bastırdı. "Kalk lan! Defol git." Kenan'ın azarından sonra Cüneyt'in tozu dahi görünmedi. "Ama korkuyordu" dedim arkasından dudağımı büzüp bakarken. "Mermiye kafa atan adamlar iğneden korkuyor ayağına yatıyor. Hastane izni almak için yapıyor, bu kadar saf olma Leyla." Daha yumuşak bir tonda konuştuğunda usulca başımı salladım. "Ben bunu nasıl yedim ya?" Kendimi bir de akıllı geçinir sanırdım, resmen iki bakışa iç çekişe inanmıştım. "Zamanla alışacaksın. Geçen ayağını sakatladı hastaneye gönderdim orada hemşire bir kıza tutulmuş. İzin gününde hastanede yakaladım ben de öyle öğrendim." Yüzümde tebessüm oluşurken acemilik zamanımı atlatırken yanımda olduğu için kendimi şanslı hissettim. Diğer askelere de sırayla aşı yaparken zaman su gibi akıp gidiyordu. Akşam mesai saati bitimi yaklaşınca ortalığı topladık yarın devam etmek için. Askerler malzemeleri revire taşıdığında aşı olan askerlerin listesini bilgisayara geçirdim. Birden bastıran yağmurla pencereden dışarıya baktım. Hava kapanmış saat henüz erken olmasına rağmen kara bulutlardan gökyüzü görünmez olmuştu. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur içimi sıkıntıyla doldurdu oysa ki yağmuru severdim. "Leyla benim acil çıkmam gerekiyor. Köylerden birisinde hasta varmış, yağmurdan ambulans gidemiyormuş." Kenan içeriye girdiği gibi çantasını hazırlamaya başladı. "Ben de geleyim, yardımım olur belki" dedim ayağa kalkarak. Telaşı bana da bulaşmıştı sanki. "Yağmur çok yağıyor yolda ne olacağı belli olmaz askerlerle çıkacağım ben de. Yağmur biraz dinince evine git direkt, yarın görüşürüz." Çantasını kapatıp bana döndüğünde o kadar yorulmasına rağmen dinç bir ifadesi vardı. "Tamam, ama yine de sorun olursa haber ver. İyi akşamlar." Masaya doğru yaslandığımda kapıdan çıkmak üzereydi. "Bu arada bugün çok iyi iş çıkarttın. Tebrik ederim hemşire hanım." Yüzünde gördüğüm tebessüm hem samimi hem de takdir eder nitelikteydi. "Teşekkür ederim doktor bey." Gülümsemesi bana geçerken başını usulca sallayıp kapıyı kapattı. Kenan çıktıktan sonra ortalığı toplayıp pencere kenarındaki yatağın üstüne oturup dışarıyı izledim. Askeriyenin arka bahçesine baktığı için yeşil orman bütün açıklığıyla karşımda duruyordu. Pencereyi açıp içeriye taze toprak kokusunun dolmasını sağladım. İki hafta önce Kenan'a benimle ne konuşacağını sormuştum ama cevap olarak işle ilgili olduğunu söylemişti. Açıkçası aklıma yatmayan bazı şeyler vardı ama sonuç olarak elimde hiçbir şey yoktu. Bana sıcak davranan, samimiyetle yaklaşan birisiydi Kenan. Yardıma ihtiyacım olduğunda onunla göz göze gelmem yetiyordu. İki hafta olsa bile bu süre sanki bana çok uzun bir zaman gibi gelmişti. İçimi çekip pencereyi kapattım. Yağmurun dineceği yoktu yavaş yavaş gidersem sanırım geçte olsa eve gidebilirdim. En olmadı abimi arardım. Üstümdeki beyaz önlüğü çıkartmak için askıya doğru ilerledim. "Yardım edin!" Kapı birden açıldığında şiddetle duvara vurdu. Arkamı döndüğümde iki askerin kolları arasında kan içinde kalmış adamı gördüm. Bir anlığına gözlerini açtığında mavileri gece gürleyen şimşek gibi çaktı. Gözleri tekrar kapandığında askerlerin kucağına doğru yığıldı. |
0% |