Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@deeindeniz

Yaman

"Komutanım nereye daldınız?" Civan'ın sesiyle sokağa bakan pencereden başımı çevirdim ona doğru.

"Ne yapıcan Civan? Oraya da mı gelicen?" Başımı iki yana sallarken kendime kızıyordum asıl.

"Demeyin öyle komutanım kırıyorsunuz narin kalbimizi." İsmail hemen arkasından cevap verdiğinde görüş açıma girmişti.

"Ulan kalbinizi siktirtmeyin bana, bir hafta diye geldiniz altı aydır gitmediniz. Üç sap bir evde ne bok yiyor diye sormaz mı ev sahibi?" Sinirlenmeye başladığımı beni çok iyi tanıdıkları için anlamıştı ikisi de.

"Komutanım ev sahibi evden attı, ne yapalım sokakta mı kalalım? Üstelik görevden önce taşındık daha bir ay olmadı bile." İsmail itiraz ederken geri geri adımlayıp görüş açımdan çıkmayı planlamıştı ama arkasındaki kapıyı fark etmemişti. Kapıya şak diye çarpınca gözümü bile kırpmadan baktım yüzüne.

"Allah nasıl veriyor cezanı ben elimi bile kaldırmadan. Ulan kim dedi size her gece başka bir kız getirin eve diye? En son ev sahibinin kızını kim aldı eve?" Bir Civan'a bir İsmail'e baktığımda ikisi de yutkundu.

"Valla ben değilim, o yaptı" diyerek Civan'ı sattı direkt İsmail.

"Hani kardeştik lan? Hani canımızı emanet ederdik birbirimize?" Ağır damardan girmeye çalışan yanımda oturan Üsteğmenin ensesine bir tane geçirdim.

"Ev sahibinin kızı olmaz dedim sana. Adam hacı dayıydı ulan elinde babadan kalma beylik tabancasıyla üç tür kovaladı mahallede. Balkondan atlarken götüne yeseydin mermiyi görürdüm seni şimdi." Evden kovulma sebepleri Civan olduğu için İsmail de acımıyordu ama ikisi de benim elime düşmüştü.

"Şeytan taşlar gibi taşladı adam beni. Ne yapayım sarışınlara hayır diyemiyorum." Gayet rahat konuşan Civan'ın ensesine bir tane daha patlattım.

"Çamaşırlar da sana hayır diyemiyor Civan'ım bak ellerinden öper. Evimde bir çöp dahi istemiyorum bulduğum an sahibine yediririm." İkisinin gözüne de ciddi bir ifadeyle baktığımda yapacağımı bildikleri için anında başlarını salladılar.

"Yedirirsiniz komutanım!" Gaza gelip selam veren İsmail'le başımı iki yana salladım. Allah bana sabır versin.

İsmail, Civan, Yunus, Vedat, Hakan'la birlikte dört yıldır görevlere çıkıyorduk. Benden önce İsmet abi vardı başta. Şehit olduğunda timin başına kıdemli olarak iki sene önce ben geçmiştim. Deli İsmet derlerdi askeriyede, her şeye en başta o koşardı. Deliliği aklından değil cesaretinden gelirdi. Sayısız operasyon da binlerce kişiyi kurtarmıştı. İsmet abiyi düşününce hazır buradayken şehitliğe uğrayıp bir selam vermeyi düşündüm.

"Komutanım detarjan yok!" İsmail'in bağırmasıyla ayağa kalktım.

"Evin eksikleri vardı, altı aydır uğramıyorum bakmadım pek bir şeye. Bir markete çıkmak lazım." Dışarı çıkmak biraz iyi gelirdi belki can sıkıntıma.

Geldiğimde yaralı olduğum için hastanede geçirmiştim birkaç günü hemen sonrasında da göreve başlayınca askeriyede geçirmiştim zamanımın çoğunu. Sonra tekrar hastane ev arası gidince alışveriş falan yapmaya fırsatım olmamıştı. Çoğu zaman dışarıdan yemiştim.

"Hadi gidelim" dedi Civan'da ayağa kalkarak.

"Oğlum ben sizden kurtulamayacak mıyım? Üç silahşör müyüz biz birimiz ne yapsa diğer ikisi bok varmış gibi götünde gezecek?" Neyse ki diğer üçü askeriyedeydi de onları çekmiyordum.

"Komutanım yemeklik, deterjan falan derken alınacak çok şey var. Kolunuz yeni iyileşti zorlamayın. Hem Leyla sıkı sıkı tembihledi dikişlerin tekrar atmaması için zorlamamanız gerekiyormuş." İsmail de eline aldığı ceketiyle gelip konuya dahil oldu.

"Ulan davarlar bir öğretemedim size, asker arkaşın mı senin de Leyla diyorsun?" Sinirle söylediğimde yüzüme alık alık baktı İsmail.

"Ama komutanım o da bana İsmail diyor."

"Ben de adını söylüyorum İso, hadi bana da adımı söyleyerek cevap ver?" Tek kaşımı kaldırdığımda İsmail cevap vermeden kapıyı açtı sessizce.

"Adamın bir kez düz gününe gelelim dişimi kıracam, hep ters hep ters." İsmail'in söylenmesini es geçip masanın üstünden telefonumu aldım.

Civan'la İsmail çoktan çoktan kapıdan çıkmışlardı bile. Odama uğrayıp cüzdanımı aldığımda masanın üstünde duran sargı bezine takıldı gözlerim. Leyla'nın geldiği akşam oraya bırakmış bir daha da almamıştım. Gelişi kadar gidişi de ani olan akşamda aklımda bir sürü soru işareti bırakmıştı.

Neden gelmediğini sormuştum ona, hastasını hiç mi merak etmediğini.

O günden sonra iki kez karşılaşmıştık, hiçbirinde tek kelime etmemiştik birbirimize. O akşam telefonda konuştuğu kimse onu fazlasıyla heyecanlandırmıştı. Çok yakın oldukları arkadaşının sözleriyle ortadaydı. Yine de gözlerinde ki bir bakış bana düşündüğüm gibi olmadığını söylüyordu.

Derin bir nefes alıp odadan çıktım. İkisi çoktan merdivenlerden inmeye başlamıştı. Kapıyı açtığımda sesleri geliyordu aşağıdan. Yine kiminle konuşuyordu İsmail, Allah bilir. Şu çocuğun çenesi bir dakika kapalı kalmıyordu.

Kapıyı kilitleyip merdivenlerden inmeye başladığımda sesin kime ait olduğunu artık biliyordum. Durgun, naif ve bir o kadar da pürüzsüz net çıkan ses ondan başkasına ait değildi. Zamanlı, zamansız sık sık aklımı meşgul eden kadın buradaydı.

Beni gördüğünde yine gözlerinde durgun bir bakış belirdi, başını hafifçe eğip göz göze gelmemizi engelledi.

"Bavul ağır sanırım yardım edelim." Gözlerime belki bakardı.

Karşısında durdum, uzun saçları yüzüne doğru dökülürken kirpikleri aralandı. Biraz önce konuşan o değilmiş gibi yine sessizliğe gömüldü. Belki bakar demiştim.

Bakmadı.

"Ben hallederim." Merdivenlerden çıkan adam Leyla'nın yanında durduğunda bakışları kısa bir an ona kaydı sonrasında kendini topladı.

Adamın gözleri Leyla'nın üstündeydi, üstelik ben de tanıyordum bu adamı. Albayın odasına karşılaşmıştık, askeriyenin doktoruydu. Arkadaş olabilirlerdi, sonuçta birlikte çalışıyorlardı.

İsmail ona kim olduğunu sorduğunda doktorun yüzünde hafif tebessüm oldu ve bir an Leyla'ya baktı. O an anladım.

"Kenan Asaf Boztepe, Leyla'nın nişanlısıyım."

Leyla başını kaldırıp baktığında gözlerinde ki durgunluk öyle sakindi ki boğulup giderdi insan o gözlerde. Nişanlıydı, daha birkaç gün önceye kadar görmediğim yüzük şimdi parmağında takılıydı.

Önüme doğru uzanan eli fark etmediğimi Civan'ın tutmasıyla anladım. Bir adım geri çekildiğimde merdivenin sağ tarafına yöneldim. Leyla'nın yanından geçip giderken bir an sadece bir an parmakları elimin üstüne dokundu. Donup kaldım.

"Biz de alışverişe çıkıyorduk. Sonra görüşürüz." Uğultu gibi gelen sesler birbirine karıştığında kulağımda bir çınlama vardı.

"Hadi abi" dedi Civan elini omzuna koyarak.

O an derin bir uykudan uyanmış gibi algılarım açıldı. Öne doğru bir adım attığımda artık durmam mümkün değildi. Merdivenleri indiğimde bana yetişen ikiliye döndüm. Cebimden arabamın anahtarını çıkartıp attığımda İsmail tuttu.

"Siz yapın alışverişi ben biraz yürüyeceğim." İsmail itiraz edecek gibi olsa da Civan kolundan tutup arabaya doğru götürdü.

Cadde yerine ara sokaklardan geçip yürümeye başladım. Yürüdüğüm yollar nereye çıkardı bilmiyorum ama evimin sokağına çıkmayacağı kesindi. Hava karardığında telefonum çaldı. Civan'ın aradığını görünce meşgule attım. Mesajlara girip eve gelmeyeceğimi yazıp gönderdim. Ana caddeye çıktığımda bir taksi durdurdun.

"Nereye gidiyoruz?" diye soran taksiciyle durdum.

"Askeriye." Gidecek başka bir yerim yoktu.

Kırk dakika sonra askeriyenin kapısında durduğumda beni gören asker hızla selam verip kapıyı açtı. İçeriye girdiğimde kendime kantinden çay alıp bahçedeki banka oturdum. Nöbet değişimi yapılırken beni gören askerler hızla selam verip gidiyordu. Çay ellerimin arasında soğurken kaç dakika öylece oturdum bilmiyorum.

Ayağa kalktığımda gerginlikten bedenim kasılmıştı. Yatakhanelere doğru ilerleyip görev dönüşlerinde kaldığım odaya girdim. Camı açıp rüzgarın içeriye dolmasını beklerken cebimden cüzdanımı, telefonumu çıkartıp masanın üstüne koydum. Dolabımda yedek kamuflaj ve eşofman takımı vardı. Üstümü değiştirip uyuyamayacağımı bile bile yatağa uzandım.

Elim yüzüğüme giderken boşlukla karşılaştım. Evde ki kilitli çekmeceye fotoğraf albümlerinin üstüne bırakmıştım yüzüğü. Dün gece çıkartmıştım bir daha takmayacağımı düşünerek, şimdiyse boşluğun dolmayacağını bilerek bakıyordum yüzük parmağıma.

Zihnimi tamamen temizlemeye çalıştım, yavaş yavaş düşünceler kayboldu. Uzun zamandır yapmadığım meditasyonu tekrarlarken nefesimi sakinleştirip kalp ritmimi yavaşlattım. Kontrolü tekrar elime alırken her şeyi geride bıraktım.

...

Sabah üstümü değiştirip kahvaltıya indiğimde herkes yerindeydi. Civan sessiz kalırken İsmail neden gelmediğimi sorup durmuştu.

"İso ben seni ne zaman nikahıma aldım lan?" dedim en sonunda.

"Ayıp oluyor komutanım, ne zaman sordunuz da hayır dedim" dediğinde elimdeki çatalı attım, havada tuttuğunda zeytine batırıp ağzına attı.

"Ulan senin kadar yüzsüz adam tanımıyorum ben." Askere işaret edip yeni bir çatal istedim.

"Yakında tek uyuyamıyorum diye yatağınıza da gelir komutanım bu" dedi Yunus'ta takılarak.

"Komutanım eline verip gönderir onu bildiğinden gitmiyor." Civan bıyık altından güldüğünde kaşlarımı çatıp baktığımı görünce "Yastığı yani" diyerek kıvırdı.

"Asena yanınızda halt etmiş siktirin gidin. Bir kahvaltı yaptırmadınız." Ayağa kalktığımda asker getirdiği çatalı masaya bırakmıştı.

"Sanki yiyorsunuz da komutanım, öylece duruyor." Yunus'un sözleriyle herkesin gözü önümde dolu duran tabloda kaydı.

"Sizi gördükçe iştahım kaçıyorsa demek şu suratlara bak. Eğitiminiz, içtimanız yok mu lan sizin? Anca lak lak çekirdek de getirsinler mi?" Hepsine tek tek baktığımda hızla ayağa kalktılar.

"Başladı yine yürü Civan yürü bu iş bizim götümüz de patlar."

"Daha konuşuyor musun lan?" İsmail'e doğru hareketlendiğimde hemen geriye doğru kaçtı.

"Ben kim konuşmak kim komutanım. Dilsiz bir emir kuluyum ben." Selam verdiğinde Civan biraz sonra dayak yiyeceklerini anlayarak İsmail'i çekiştirip çıktı.

Yemekhaneden çıktığımda çalışma odama girdim. Geçen hafta işlerin çoğunu toparlamıştım. Yeni görevden dönmüştük ama her an geri gidebilirdik. Benim vurulma olayım olduğunda başka bir ekibi görevlendirmek zorunda kalmışlardı. Bizi geri çekmezlerdi, en iyi keskin nişancı, bomba uzmanı, iz sürücü, tuzaklayıcı, yakın dövüş uzmanından oluşan bir timdik. Hepimizin ayrı ayrı özelliği bir araya toplanmış, özellikle bu tim için seçilip eğitimlerden geçmiştik.

İki yıl süren eğitimin ardından time girdiğimde Üsteğmendim. İsmet abi şehit olduğunda Yüzbaşı olmuş timin başına geçmiştim. Önümüzdeki yıl kıdem alacaktım, timin sabit bir bölgesi olmadığı için nerede ihtiyaç varsa oraya geçiyorduk ama ana merkez burada olduğu için görev dönüşümüz hep bu şehir oluyordu.

Kapı çaldığında "Gel" dedim. Vedat içeriye girdiğinde selam verdi. Kahvaltıda yoktu, çoğu zaman da katılmazdı zaten. Elindeki dosyayı masaya bıraktığında açıp inceledim. Görev raporları bitmişti, benim vurulduğum operasyonda ele geçen teröristlerin bilgileriydi dosyadakiler. Yakında bir operasyon daha görünüyordu.

"Ne diyorsun?" dedim dosyayı kapatıp. Vedat benden sonra timdeki en kıdemli askerdi, Kıdemli Üsteğmendi.

"Gider sıkarız" dedi ifadesini bozmadan.

"Sıkarız sıkmasına da sen gidiyor musun doktora?" Soruma karşılık başını salladı sadece.

"Ne diyor peki?" Hiçbir askerimle konuşurken bu adamla konuştuğum kadar zorlanmıyordum. Öyle ruhsuz, öyle boştu ki karşılık almayı bile beklemiyordum bazen.

"Konuşuyor."

"Hadi ya? Hayatta inanmam, konuşuyor demek." Yüzüme boş boş baktığında kaşlarımı çattım. "Siktir git Vedat, ben konuşacağım şimdi sana." Bugün herkes sabrımın üstüne oynuyordu.

Ensemden yukarı doğru çıkan ağrıyla derin bir nefes aldım. Vedat içlerinde en sağlam adamdı ama psikolojik olarak her yıl doktor onayı alması gerekiyordu. Teğmen olarak göreve başladığı yıl karakola baskın yemişlerdi. Çevredeki destek ekipleri gelene kadar Vedat dışında hepsi şehit olmuştu. Destek ekiplerinde ben de vardım, onu ben bulmuştum. Son bir mermisi kalmıştı, kafasına silahını dayamış tetiği çekmek üzereydi.

Uzun bir süre göreve dönemedi, psikolojik olarak tedavi gördü. Gerçi hiç konuşmadığı için tedaviye cevap vermiyor diyerek dosyasını uzattılar. Olaydan sonra takibe almıştım Vedat'ı dereceyle mezun olmuştu Kara Harp Okulundan.

Tim üç yıl önce yeni bir keskin nişancı ararken Akif abiye ısrar edip onu da aldırdım ekibe. Bir amaç verdim ona yoksa ziyan olup gidecekti. Uzun süre konuşmadı, görev verilirse yapar köşesine çekilirdi. Son bir yıldır hiç değilse bir, iki kelime eder olmuştu. Gözümü sürekli üstünde tutuyordum.

Öğle saatlerinde çalışma odamdan çıkıp bahçeye indim. Ayaklarım bildiğim yolda ilerlerken dur demedim. Belki de diyemedim.

Karşımda duran Leyla'ya baktığımda gözleri uzaklara dalmıştı. Elinde tuttuğu bardak parmak uçlarında duruyordu. Kestane rengi olan saçları omuzlarından aşağıya dökülmüş, yüzünün bir kısmını gizliyor, ne düşündüğünü anlamamı engelliyordu. Yine de gergin olduğunu belli eden duruşu, dalgınlığı canının bir şeylere sıkkın olduğunu gösteriyordu bana.

Öne doğru bir adım attığımda irkildi, başını bana doğru çevirdi. İstesem sessiz olabilirdim ama ona yaklaşmadan beni görmesini istiyordum. Eli, bardağı daha sıkı kavrarken oturuşunu düzeltti. Onu sık sık burada otururken görüyordum. Askeriyenin bahçesinde kendisine gizli bir alan bulmuştu bana ifşa olduğunu bilmeden.

"Oturabilir miyim?" Sorumla birlikte biraz yana çekilerek bankta yer açtı.

"Tabii" dedi belli belirsiz bir ses tonuyla.

"İyi görünmüyorsunuz Leyla Hanım, yardım edebileceğim bir şey var mı?" Rengi solgundu daha yakından baktığımda gözlerinin altı uykusuzluktan kızarmıştı. Baş ağrısının olduğuna da emindim. Sık sık uykusuz kaldığımız için bu durumlara alışıktım.

"Teşekkür ederim, uykumu alamadım sadece." Dudakları tebessüm etmeye çalışarak kıvrıldı nazikçe.

Leyla, anlamı gece olan ama aslında aydınlık olan kadın. Ona baktığımda ismi ona hem uyuyor hem de hiç uymuyordu. Ne saçları siyahtı ne de gece kadar karanlıktı. Yüzüne bir kez bakan birisi bile anlardı gözlerinin içinde yanan o ışığı. Ama her Leyla dediğimde isim onunla bütünleşip çıkıyordu.

"Rahatsız ettim sanırım, ben gideyim" diyerek hareketlendim. Onu sahte bir tebessüme ya da konuşmaya mecbur etmek istemedim.

"Hayır" dediğinde aceleyle eli bir an kolumda durdu. Tamamen ona doğru döndüğümde "Yalnız kalmak istemiyorum, yeterince kaldım" dedi gözlerine hüzün bulutları çökerken.

Gözlerini yine yüzümden çekip kolumda duran eline baktığında ben de onunla başımı eğdim. Parmağında duran yüzükle ikimizin de bakışları kalırken yavaşça eli düştü aşağıya.

Biraz önce kalktığım yere tekrar oturduğumda ağaçtan ağaca uçan kuşların sesi dışında ortalık sessizdi. Leyla elindeki bardağı kenara bıraktığında başımı hafifçe çevirdim. Saçlarını bileğindeki tokayla toplandığında yüzü ortaya çıkmıştı. İri kahverengi gözleri çekingen bir şekilde bana döndü.

"Yaran daha iyi mi?" diye sordu sonunda sakince.

"İyi, dikişleri alındı. Doktor çabuk toparlar dedi, sağlam dikmişsin." Aradaki gerginliği biraz olsun azaltmak istediğim de ona takıldım.

Bir şey daha fark etmiştim ki ne zaman konuşsak sizli/bizli oluyordu ama bu sefer ilk defa senli konuşan oydu. Buna güvenerek ben de sizi bir kenara bırakarak cevapladım sorusunu.

"Umarım bir daha öyle böyle bir şey yaşamazsın." Ses tonu o güne döndüğünü gösterircesine titremişti.

"Çok kötü görünüyordum değil mi?" Sonraki hafta Civan ve İsmail hiç yanımdan ayrılmamış sürekli nasıl olduğumu sorup durmuştu. Gözlerinde gördüğüm korku, bana o gece hakkında çokça şey söylüyordu.

"Gece boyunca ateşin düşmedi, vücudunda kan kalmamıştı neredeyse. Üstelik enfeksiyon kapmak üzereydin ve ben acemi bir hemşireydim ki hâlâ öyleyim. Beni çok korkuttun." Bulutların üstüne çöken sis gözlerini buğuyla kapladığında ona büyük bir travma bıraktığımı da fark ettim.

"Askeri hemşiresin üzgünüm ama daha kötülerini de göreceksin meslek hayatında. Bu durumlara alışmalısın." Benden bin beterleriyle karşı karşıya gelecekti.

Teselli edecek cümlelerim vardı ancak doğruları söylemek daha iyi hissettirecekti ona. Belki şimdi anlamayacaktı bu söylediklerimi günü geldiğinde haklı olduğumu kendisi tecrübe edecekti. Soğuk kanlı olmak onun yaptığı mesleğin ve benim yaptığım mesleğin en büyük getirisiydi.

Aslında mesleklerimiz bir açıdan benziyordu. İkimiz de insanların sağlığı için çalışıyorduk. Ne kadar can almak benim işimin parçası olarak görünse de arka planda kurtardığımız sayısız can da bu işe dahildi. Anlık kararlar verip uyguluyor bunun sonucunuysa daha sonrasında görüyorduk.

"Soruna o akşam cevap veremedim, konuşmamız yarım kalmıştı" dediğinde gözleri gözlerimi buldu. "Yaralı bıraktığım hastamın iyi olup olmadığını merak ettim." Kahverenginin en sıcak tonuna sahip göz bebekleri titredi.

"Neden gelmedin Leyla?" İsmini söylerken yine o yabancı hissi bıraktığında damağımda gözlerini kaçırdı yine benden.

"Yüzüğünü neden çıkarttın?" Gözleri boş parmağıma kaydığında benim gözlerim onun yüzük olan parmağına kaydı. "Neden parmağına bir yüzük taktın?

Loading...
0%