Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Operasyon

@defneberkil

Düşünüyordum. Saatlerdir yatakhanede oturmuş, boş duvara bakarak düşünüyordum.

 

Yıllar öncesine gittim. O, baba denen kansızın yaptıklarını düşündüm. O kadını önümde öldürüp, oğlunu da bana nasıl vurdurduğunu düşündüm. Annemi sabahlara kadar dövdüğün, beni sürüklediği günleri düşündüm.

 

Benim dedem ile annanem şehitmiş meğer. Vatan uğruna, canını feda eden isimsizlerden ikisi. Ondanmış annemin ben asker olacağım diyince gözlerinin dolması, boşluğa dalması.

 

Diğer dedem de askermiş.

 

Albay Samet KOR...

 

Tim komutanlığı yaptığım askeriyede Albayı dı.

 

Yıllardır o kansızı arıyorduk. Emindim, ölmemişti. Arada kendini belli eder, sonra inine geri kaçardı. Yağmalanan köyler, taranan evler, öldürülen kadın veya çocuklar ve daha fazlası...

 

Ben derin düşüncelere dalmışken kapı açıldı ve içeriye Umay girdi.

 

"Erkencisin?"

 

"Erkenden geleyim, buradan restoranta geçerim dedim komutanım."

 

Kafamla onaylayıp, oturduğum yerden kalktım.

 

Odadan çıkıp, evin yolunu tuttum.

 

Aklıma Halime teyzenin torunu Aral geldi.

 

Küçükken aynı mahalledeydik. Ben askeri lise için İstanbul'a gidince, hiç yüzyüze görüşmemiş arada telefonla konuşuyoduk. Annesi de babası da, vefat etmişti o daha 4 yaşındayken. Memlekete giderken babası hız yapmış, şarampole yuvarlanmışlardı. Annesi ve babası kurtulamamıştı ama onun burnu bile kanamamıştı. Hep sıska derdim ona. Çünkü her daim ondan uzun ve yapılıydım.

 

Bana "Ben asker olup, kendimi vatanıma adayacağım." demişti. Hiç inanmamıştım ona çünkü kısa boylu, ödlek ve zapzayıf birşeydi. Büyüyünce anladım, kendini vatanına adamak için sadece güç yetmiyodu. "Asıl ben asker olup, baba dedikleri o piçi öldüreceğim sen sıraya gir." demiştim.

İddiaya girmiştik o zaman. Eğer tekrara karşılaştığımızda kim daha üst rütbeliyse, öbürüne istediği bir şeyi yaptırılacaktı. Hala bana rütbesini söylemediğine göre, iddayı ben kazanmıştım.

 

Acilen kendisine ulaşmam gerekiyordu.

 

Yarım saatin ardından eve gelmiştim. Cebimdeki anahtarı çıkartıp, eve girdim. İçeriye girer girmez, anahtarı köşeye fırlatıp. Odama geçtim.

 

Üzerimdeki kamuflaji çıkartıp, siyah bir pantolon ve siyah bir tişörtü üzerime geçirdim. Aynanın karşısına geçip, saçlarımı sımsıkı bir at kuyruğu yaptım. Bir gün, sırf saçımı şu şekilde topladığım için kel kalacaktım. Koluma saatimi, kulaklarıma küpelerimi ve diğer takılarımı takıp salona geçtim. Televizyon ünitesinde duran yasemin kokulu parfümümü sıkıp, ceketimi aldım ve evden çıktım. Siyah postallarımı da giydikten sonra ,kapıda duran siyah arabama ulaşabilmiştim sonunda.

 

Gideceğimiz restoran, benim evime çok da uzak değildi. 20 dakika sonra, restoranın önündeydim.

 

Arabayı park edip, içeri girdim.

 

İçeride pek birileri yoktu. Zaten burası da bizim sürekli geldiğimiz yerlerden birisiydi.

 

Her zamanki oturduğumuz masaya doğru ilerlediğimde, masada bir adamın oturduğunu farkettim.

 

İyi de bu masayı ben, kendim, bizzat ve hür irademle ayırmıştım. Mekanda ki tek büyük masa da burasıydı ve biz 16 kişiydik.

 

Adama doğru ilerlemeye başladım.

 

Ben yaklaştıkça bu adam büyüyor muydu? Yoksa benim mi gözlerim bozuktu?

 

Yalnız bu nasıl insandı? Eğer bu insansa, diğer erkeklerin çok büyük hakkına girmişti vesselam.

 

Benim boyumun 1.82 olmasına rağmen, bana çok uzun gelmişti. Omuzları benim omuzlarımı üç'e katlardı. Bakın tekrar söylüyorum çok uzun bu adam!

 

Şaşırmayı bir kenara bırakıp, yanına ilerlemeye başladım.

 

"Beyefendi, bir yanlışlık oldu sanırım. Bu masayı biz ayırmıştık. Mekanda ki tek büyük masa burası ve biz kalabalığız."

 

"Anlaşılan, iddianın kazananı benim." dedi.

 

Pardon? Ne iddası? Ne saçmalıyordu bu adam?

 

"Beyefendi ne iddası? Şu karışıklığı çözebilir miyiz? Arkadaşlarım gelmek üzereler."

 

Şu anda aşırı derecede gıcık olmuştum.

 

Arkasını döndü. Simsiyah gözleri vardı. "İddia diyorum, Halime teyze diyorum. Hala mı hatırlamadın?" dedi.

 

Aklıma tek bir anlaşma ve tek bir Halime teyze geliyordu. Fakat onun torunu kısa boylu sıska birşeydi. Bu ağrı dağının ikiziyle bir alakası yoktu!

 

"Sıska?" diye garip bir tepki aldı. Karşımdaki adam ağrı dağının ikiz kardeşi gibi olunca, sıska demek garip kalıyordu doğal olarak.

 

O da benden pek farklı düşünmüyordu belli ki, cevabı gecikmedi.

 

Eliyle kendini gösterip "Sence, sıskadan eser kalmış mı?" dedi.

 

Doğru söze ne denir di?

 

"Senin burada ne işin var?"

 

Kollarımı açıp sımsıkı sarıldım. Onu sarmakta ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı tabiki.

 

"Sana nolmuş böyle. Benim sıskama ne yaptın sen?"

 

"Tatile gönderdim onu, yerine ben geldim nasıl?"

 

Kollarından çıkıp

 

"Acum Ilıcalı'nın bir sözü vardır bilir misin?"

 

Kafasını geriye yatırıp gülmeye başladı "Yok bilmiyorum, neymiş ki?"

 

"Hoooy maşallah."

 

İlerleyip masada karşısına oturdum.

 

"Birazdan timdekiler gelecek, seni şöyle kenara alacağız. İstersen konum atıyım benim eve geç."

 

Bıyık altından gülmeye başladı.

 

"Komik birşey mi var oğlum?"

 

Çok susamıştım. Ben suyu tam açarken, iki tim aynı anda içeriye girdi.

 

Keşke arkalarından kurtlar vadisi jeneriği çalsa. Çok havalı olurdu.

 

Sinan Komutan önde diğerleri onun arkasında masaya doğru ilerlediler. Masanın yanına geldikleri zaman Sinan Komutan

 

"Hoş geldiniz yüzbaşım." dedi.

 

Yüzbaşının geldiğini duyunca ayağa kalktım. Arkalarına baktım, fakat timdekiler hariç kimse yoktu. Yerime geri oturup suyumu içerken herkesin bana baktığını gördüm. Hepsine tek tek baktıktan sonra Aralla göz göze geldik. Ben hala suyumu içiyordum. Tekrar Sinana bakınca gözleriyle Aralı gösterdiğini farkettim.

 

Bı saniye, şaka mı?

 

Ne?

 

Yüzbaşı ARAL MIYDI?

 

Birden gözlerim büyüdü, bakın yanlışlıkla ve istem dışı suyu püskürtmek durumunda kaldım.

 

Hemen kendimi toparlayıp, ayağa kalktım.

 

Aral yani yüzbaşı oturmamızı işaret edince, olduğum yerde kendimi sandalyeye bıraktım.

 

"Büyük ihtimalle hepiniz beni Çakı olarak tanıdınız." Gözlerimin içine bakarak "Ben Yüzbaşı Aral Akkurt."

 

Aral Akkurt...

 

Aklıma ortaokul zamanındaki bazı konuşmalarımız geldi.

 

"Halime teyze, Aral erik ağacının dallarını kırdı!"

 

"Kızım sussana ya! Sen demedin mi "Aral bana şu eriklerden kopar."diye?"

 

"Ben sana erik kopar dedim, ağacın dallarını kır mı dedim? Gerizekalı. Uğraşamam ben Halime teyzeyle ya! Bütün gün bahçeyi süpürtürüyor sonra." demiştim. Aral da 150 matematik sorusu çözme cezası almıştı. Halime teyzede az değildi.

 

Gerçekten bizim sıska, şu anda karşımdaki adamdı!

 

Hemde Yüzbaşı olarak!

 

Ve ben az önce bu adama hem sıska demiş, hem sarılmış hem de resmen MASADAN KOVMUŞTUM!

 

Allah'ım beni şu anda yok et...

 

Ayrıyetten de, an itibarıyla iddayı ben kaybetmiş sayılıyordum. Hadi bakalım, ne isteyecekti?

 

En fazla ne isteyebilirdi ki?

 

45 dakika sonra

 

Tam 45 dakikadır tek kelime bile etmemiştim.

 

Gökalp ve Turan ise aksime asla susmamıştı.

 

Dakikalarca adamın soy ağacını ortaya dökme peşindelerdi. Aral ise yalnızca kaç yaşında olduğu, ismi ve kaç yıldır yüzbaşı olduğunu söylemişti.

 

Benden 2 yaş büyüktü, 30 yaşındaydı ve bu sene yüzbaşı olmuştu.

 

Bu gece hiç bitmeyecek sanmıştım. Bana soru sorulmadıkça konuşmamıştım.

 

2 saatin sonunda yemek bitmişti. Yarın operasyon vardı. Tek isteğim eve gidip zıbarmaktı.

 

 

 

🇹🇷

 

Sabah uyanır uyanmaz, hızlıca kamuflajlarımı giyip askeriyeye gelmiştim.

 

Dün akşamdan sonra, acaba ne bok yiyecektim.

 

Allah'ım lütfen bir mucize olsun, ve hiç kimse dünü hatırlamasın.

 

Amin.

Toplantı odasında operasyonun son kritiğini yapıyorduk.

 

"Yarım saat içerisinde yola çıkacağız. İki araç olarak gidilecek. Gölge önde, Kılıç ve ben arkada. Yerleşmenin 8 kilometre uzağında inip, araçları saklayacağız. Şimdi 10 dakika içerisinde arabalara." deyince, hepimiz aynı anda kalkıp odadan çıktık.

 

Umayla beraber kaldığımız odaya doğru ilerledim. Benim üzerimde kamuflajlım vardı. Silahımı ve yedek mermilerimi üzerime aldım. El bombalarını ceplerime yerleştirip, maskeyi elime aldım. Eğilip postallarımın iplerini sıktıktan sonra, elimdeki maskeyi kafama taktım ve odadan çıktım. Tam ben çıkarken içeriye Umay girdi.

 

"Beş dakikan var Umay. Beş dakika sonra arabalara."

 

"Emredersiniz komutanım."

 

Seri adımlarla arabaların olduğu yere doğru ilerledim. Öndeki arabanın kapısının önünde Aral duruyordu.

 

İlerleyip yanından geçerek arabaya binecekken.

 

"4 dakika 37 saniye. Aferim asker."

 

Bu psikopat adam, hala süre mi tutuyordu?

 

Küçükken de mahalleyi kaç dakikada turlayabildiğimizi hesaplandı. Her defasında onu geçince, tekrardan yarışırdık.

 

Takıntılı psikopat!

 

İçeriye geçmek yerine karşısına geçtim.

 

"Tabi oğlum sen bizi ne sandın!" demek istesem de,

 

"Sağolun Yüzbaşım." dedim.

 

Tam Aral birşey söyleyecekken, Umay nefes nefese gelip

 

"Ayda Komutanım, tam 5 dakika."

 

"Aferim asker, hadi arabaya."

 

Biz içeri geçtikten 2 dakika sonra, tüm tim arabalara geçti. En son Aral da içeri girdi. Kapı kapanıp araç ilerlemeye başladı.

 

Aradan 5 dakika geçtikten sonra,

Gökalp yine yerinde duramadı.

 

"Komutanım, kısık sesle birşeyler açsak olur mu?"

 

"Bir kere de, yerinde dur be oğlum. Açın hadi."

 

"Sağolun komutanım."

 

Gökalp arkasını dönüp "Kardeş, her zamanki."

 

Birkaç dakika sonra radyodan sesler yükselmeye başladı.

 

"Kadınlar, kızlar, çocuklar

Koşacak kutlu ülküye"

 

Tim eşlik etti

"Kadınlar, kızlar, çocuklar

Koşacak kutlu ülküye"

 

Gökalp devam etti

"Erler yeniden doğacak

Doğacak Türkçü Türkiye"

 

Atilla

"Erler yeniden doğacak

Doğacak Türkçü Türkiye'

 

Timur silahını göstererek

"Taşında gözü olanın

Yurduna mezar kazacağız"

 

Tüm tim

"Hainin, soysuzun, döneğin

Alnına, "Vatan" yazacağız"

 

Tüm tim gür bir sesle

"Hainin, soysuzun alnına

"Yaşasın Turan", yazacağız"

 

 

 

🇹🇷

 

Yaklaşık 3 saat sonra arabadan inebilmiştik. Araçları sık ağaçların olduğu bir alana park etmiş, üzerini de çamura bulayıp, dallarla gizlemiştik. Şimdi ise yaklaşık 1 saatlik yolumuz kalmıştı.

 

Yüzbaşı önde, Kılıç ortada ve biz en arkada ilerliyorduk.

 

"Ama Urazcım bak, ben sana ne dedim? Daha çok antrenman yapman lazım. "

 

Atilla, Uraz'ın göbeğine vurup

"Bak göbüş salmışsın. Böyle olmaz."

 

"Komutanım, beni bu günlük azad etseniz?"

 

"Olmaz Urazcım. Görevden dönelim, bakalım 6 saatte kaç şınav çekebileceksin?"

 

"Komutanım...."

 

"Şşşş, hayır. Yorma sen kendini şimdi. Bu enerji sana lazım koçum."

 

55 dakika sonra

 

Yüksek bir tepeye dağılmış durumdaydık. Kılıç dağın eteklerinde, biz ise zirvedeydik.

 

"Ne olursa olsun, burası temizlenene kadar buradan çıkılmyacak. Anlaşıldı mı?"

 

Telsizden aynı anda sesler yükseldi.

"Anlaşıldı komutanım."

 

"Kılıç, arkadan çıkışları kapat, Salih tepede kal, çevredeki nöbetçiler sende. Umay, Timur ve Gökalp, öndeki çıkışlar sizde.

Uraz ana çadırın nöbetçilerini temizle. Ayda ve Sinan ana çadıra ulaşın, ben arkanızda olacağım.Iraz tepede kal."

 

Umay, Timur, Gökalp ve ben tepeden aşağıya inmeye başladık. Dağın eteklerinde ulaştığımızda, Sinan da bize katıldı.

 

Kılıç arkadan dolaşıp, tüm çıkışları kapattı. Arka tarafta 4, önde 3 çıkış vardı. Düzlüğe geldiğimiz zaman, Umay ve Timur sağa ve sola, Gökalp ise dümdüz ilerlemeye devam etti. Sinan ve ben, çadırların arkasından dolanarak orta kısma iletmeye başladık.

 

Ana çadıra 4 çadır varken, Sinan sola, ben ise sağa doğru ilerledik. Ana çadıra en yakın olan noktaya ulaştığımız zaman, kendimizi gizledik. Çadırın kapısının yanında ve önünde toplam üç, arkasında dolanan iki ve uzakta gizlendiğini sanarak izleyen, dört tane gerizekalı vardı.

 

Birkaç dakika sonra telsizden emir geldi.

"Atış serbest. Başla!"

 

Emirden saniyeler sonra çadırın önündeki nöbetçiler teker teker inmeye başladı. Etraftaki nöbetçiler daha ne olduğunu anlayamadan, ebedi cehennemin yolunu tutmuştu.

 

Birkaç dakika sonra tüm nöbetçiler temizlenmişti. Sinan ve ben kapının yanına gidip, sağına ve soluna geçtik.

 

Hay amına koyim bir insan ancak bu kadar korkak olabilirdi. Dışarıda silah sesleri var, durmuş ama içeriden kimse dışarı çıkmamıştı.

 

Birkaç saniye sonra, içeriden birisi çıkmıştı. Çıkar çıkmaz da , beynine kurşunu yemişti.

 

Birkaç saniye sonra bir başkası çıkmıştı ve o da artık sonsuza kadar üşümeyecekti.

 

Aral seri adımlarla yanımıza gelip, benim tarafıma geçmişti.

 

Sol eliyle, içeri gireceğimiz işaret etti. 5 saniye sonra, içeri girdik. Aral önden, ben sol taraftan girip sağ doğru, Sinan da sağ taraftan sola doğru ilerlemeye başladık.

 

Dışarıdan tek bir oda gibi görünen çadır, içeriye girince 3 odaya ayrılmıştı. Sinan ve Aral iki odaya dağılırken, ben kapının yanına çöktüm odadan çıkacak veya içeriye girecek kişileri kontro ediyordum.

 

Birden kafamın üzerinden bir mermi geçti. Çadırın dışından atılan mermi çadırı delmiş ve içeri girmişti. Olduğum yerden kalkıp içerideki odalardan boş olanına girdim. Masanın üzerinde birkaç USB ve bir laptop vardı. Bilgisayarda birşeyler açıktı ama bakmaya vaktim yoktu.

 

Laptop ve USB leri çantayla beraber alıp, hızlıca Sinan ve Aral'ın yanına ilerledim. Ben yanlarına gittiğim zaman Aral, cebindeki çakıyı çıkarmış ve çadırın arka kısmını yırtmıştı. Hızlıca arkadan çıkıp arka tarafa doğru ilerlemeye başladık. İlerlerken bir yandan da etraftakileri indiriyoduk.

 

Telsizden bir ses geldi.

"Komutanım, durmadan destek geliyor. Sayıca çok fazlalar."

"Durmak yok asker! Gerekirse çakıyla devam edeceksiniz!"

Aral vakit kaybetmeden telsizden destek istedi "Şırnak Gabar dağına destek gerekiyor. Sayıca çok fazlalar ve mühimmatımız çok az!"

 

"Destek yola çıkıyor. Geri çekilin! Biraz daha dayanmalısınız!"

 

Telsiz kapandıktan sonra, Aral telsizden

"Herkes geri çekilsin! 3 yönüne doğru ilerleyin. Olabildiğince uzaklaşın, hava savunma uçakları desteğe geliyor!"

 

Olabildiğice hızlı bir şekilde, çadırlardan uzaklaşmaya başladık. Yaklaşık 15 dakika boyunca geri çekildik. En son olduğumuz yere çöktük ve desteğin gelmesini beklemeye başladık. Mermi sesleri asla kesilmiyor ve her geçen saniye daha da artıyorlardı.

2. Saatin sonunda her birimiz de bir belki iki şarjör mermi vardı. Iraz ve Salih tepeden, gelen destekleri bir nebze olsun yavaşlatıyordu. Şarjöler az olduğu için aynı anda atış yapamıyoduk. Birimiz atış yapıyor, o şarjör doldururken diğeri atış yapıyordu.

 

Yaklaşık 3 saatin ardından, mermilerin bitmesine çok az kala bir ses duyuldu. Bu ses birkaç dakika sonra burada, hiçbir kansızın bir daha nefes almayacağının habercisiydi.

 

"Ayda, yeterince uzaklaştınız mı?"

 

Aral bana doğru "sen ne alaka?" der gibi baktı.

 

Gelen destek, Ordulu Tahsin ve ikizi olmalıydı.

 

"Evet, uzaklaştık. Sıra sizde Tahsin. Yapın şovunuzu."

 

"Hay hay, özlemiştim zaten. Üstlerine Ordumun yağmuru gibi yağacağım. Hadi benim kara fırtınam, göster hünerlerini."

 

Kara fırtına, Tahsin in bombardıman uçağıydı.

 

Önce havadan iki tur attılar ve Azraillerinin geldiğinin haberini verdiler. Sonrası o kansızılar için ölümün habercisiyken, Türk milleti için şenlik zamanıydı.

 

 

 

🇹🇷

 

 

 

 

 

ARKADAŞLAR SELAAAAAMMMM

 

Bu sefer diğerlerine göre daha uzun bir bölümle geldimmm

 

İki gündür bölüm atamıyorum çünkü internetim yoktu😞

Hala internetim çok az, hata bulunca yorumlarda belirtirseniz çok sevinirimmm

Amaaaa 1945 kelime ile geri geldimmm

 

Bölüm nasıldııı

 

Ayda bir tık 🤏🏼 rezil olmuş olabilir.

 

Bir dahaki bölümde bakalım neler olacakkkkk

 

Bir dahaki bölümde görüşmek üzereee

 

KENDİNİZE ÇOOOOKKK İYİ BAKINNNNN

 

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN

🥹🎀💕

Loading...
0%