@denizinmavisi23
|
Duhan (10 Yıl önce) Karanlığa batmadığım zamanlardı, mutlu ve büyük bir ailemiz vardı. Düşmanımız çoktu ama onlarla başa çıkabilecek kadar güçlüydük. Her şey, babamın yeraltındaki ezeli düşmanının hırsları yüzünden oldu. Anneme olan saplantısı, ailemin sonunu getirmiști ve bu gözümüzün önünde olmuştu. Ben ve kardeşlerim Helin ve Elfida, o korkunç günün tanıklarıydık. Ergenlik zamanlarımızda bu acıyı yaşamak zorunda bırakılmıştık. Elfida ailemize katıldığında, içten içe onun öz kardeşimiz olmadığını biliyordum ama çok da üzerinde durmamıștım. Sonuçta abiydim ben. Ailemiz ölünce, biz de yazları babaannemlerde, kışları da anneannemlerde kalmaya başladık. Halam ve amcamın ailelerine neyse ki bir şey olmamıştı. O korkunç olaydan sonra, ben de yeraltındaki yerimi almış, hatta zirveye giden basamakları yavaş yavaş tırmanmaya başlamıştım. **** **** **** **** **** ** (Günümüz) Sabah kalktığımda, hep yaptığım gibi, kaldığım kliniğin penceresinden dışarı baktım. Evet, doğru okudunuz. Bir kliniğe kapatılmıș vaziyetteyim uzun zamandır. Doktorların konușmalarına bakılırsa, yeni biri gelecekmiș. Benimle başa çıkabilirse, madalya takacaklarmıș doktora. Güldüm, sanki burada olmayı kendim seçmișim, böyle olmayı ben istemișim gibi konușup duruyorlardı. Hak yiyemem, iyi doktorlar, hemșireler de vardı elbette. Benden bıkmıș değillerdi en azından. Sabırlılardı. Yine kahvaltımı yaptım, kontrollerden geçtim, ilaçlarımı aldım ve boş boş tavanı seyretmeye başladım. Derin düşüncelere daldığım sırada, o sesi duydum. -Merhaba, gelebilir miyim, Sıraç bey? Sesin sahibesine döndüğüm sırada, yeni gelen doktorun o olduğunu anlamıştım. Omzumu silkip, elimle gelmesini ișaret ettim. Normalde, kimse bana ikinci ismimle hitap etmezdi, o isimle çağırılmayı sevmez olmuştum yaşadıklarımdan sonra. Nedense, bu sefer sesimi çıkarmamıștım. -Pek konușkan biri değiliz, sanırım. Ben, Uzman Psikolog Atiye Sargın. Tanıştığımıza memnun oldum. -Ailen çok şanslı olmalı. -Anlamadım, neden öyle dediniz? -Ailene bahședilen en güzel hediye olmalısın. Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Dokunsam, ağlayacak gibiydi. -Bilmem... Bunu aileme sormadım. Öyle düşündüklerini pek sanmıyorum. Sanırım, yarasına tuz basmıștım. Konuyu değiştirip, benimle ilgili sorular sormaya başladı. -Duyduğum kadarıyla, ikinci isminizi kullandırmıyorsunuz, sevmiyor musunuz yoksa? -Sevmediğimden değil, bana ailemi ve bir zamanlar o kadar da kötü olmadığımı hatırlatıyor. Sanırım artık o iyi yanımı kimseye gösteremiyorum. -O konuda kendimi şanslı hissetmeliyim sanırım. Bana hiç bir şey demediniz. -Çünkü bir meleğin kalbini kırmak istemem. Yine aynı buruk gülümseme, bu sefer biraz alay eder gibi.. Söylediklerimde yalan yoktu, ama nedense onun inanası gelmiyordu. -Uğursuz birine fazla naif davranıyorsunuz. Bunu demesi sinirlerimi bozmuștu. Ona kim uğursuz dediyse, ya kördü, ya da aptallıkların efendisiydi. Uzun zaman sonra ilk defa gülesim gelmişti ve kahkahalar atmaya başlamıştım. Atiye ise şaşkınlıkla beni izliyordu. -Komik olan nedir? -Açık değil mi? Kendini uğursuz sanman yeterince komik. Sana bunu dikte eden kim bilmiyorum ama, onun senin gibi birine bunu demesi daha da komik. -Nasıl? -Melekler uğursuzluk getirmez, Atiye. Sustu, bir şey demedi. Kısa bir sessizliğin ardından, konuyu değiştirdi. O sordukça, ben anlattım. İşin ilginç yanı, benimle ilgilenen çoğu doktorun beni anlamadığını biliyordum. Oysa, Atiye ile konuştukça, beni anladığını hissediyordum. Anlattıklarıma yaptığı yorumlardan da belli oluyordu. Sanki kader ikimizi de birbirimize bağlamıştı. Sanki ben uzun zamandır onu bekliyordum. Konuşmamız bittiğinde, onun gidişini, yüzümde belli belirsiz bir gülümseme ile izledim. Dalıp gitmişken, kuzenim Birkan ve ekürisi, pek yakın dostum Erdinç eșek gibi sırıtarak, yanıma geldiler. -Bak bak, bu günü tarihe not almamız lazım. Duhan efendiyi bırak gülümserken görmeyi, normalde tebessüm ettiğini bile ancak rüyanda görürsün. Gözlerimi devirdim. Şimdi yarım saat sorguya çekerlerdi. -Benimle uğraşmayı bırakın da anlatın bakalım. Yokluğumu fırsat bilip, Acem kınası yakmaya başlamışlar mı? -Ne kınası? Kazım reis, arkasına toplamış yakın dostlarını, alayının canına okuyor. Şerefsizler, yaka silkecek yakında. -Dedemin bunu onların yanına bırakacağını düşünmemiştim zaten. -Sen şimdi bırak bu mevzuları da anlat. Kimin arkasından gülümsedin öyle? Çattık. Konuyu değiştirmek de işe yaramadı. İlle de anlatacağız. -Buraya yeni gelen doktorla konuştum. -Yeni bir doktor geldi demek. Adı ne? Nasıl biri? -Atiye Sargın. Daha yeni tanıştık. Kızın tam olarak ne yaşadığını bilmiyorum, ama güçlü görünmeye çalıştığı kesin. Ama... Onunla konuşmak iyi hissettirdi. İyi anlașacağız gibi. Erdinç ile Birkan, birbirlerine manidar bir bakış attılar. Bu, onların sessizce iletişim kurma biçimiydi. Erdinç, kısa bir süreliğine dışarı çıktı. Ne yapmaya çalıştığını az çok tahmin ediyordum ya, hayırlısı. Kısa bir süre sonra geri geldi. -Kardeşlerim nasıl? Gelmediler hiç. -İkisinin de işleri yoğun. Yoksa mutlaka gelirler, biliyorsun. Erdinç ile ilgili her daim şüphe ettiğim bir durum vardı ve her gelișlerinde, şüphelerimden emin olmak için, ağzından laf almaya uğraşıyordum. Bugün de öyle yaptım. -Helin'in erkek arkadaşı ile arası nasıl? Erdinç'in yüzünden pek bir şey anlayamadım, başta belli etmiyordu. Yumruğunu sıktığını görebiliyordum. Yemi yutmuștu. -Helin'in hayatında biri mi varmış? Bundan haberim yoktu. Sen nereden duydun? Yüzünde, buz gibi soğuk bir gülümseme vardı. Öfkesi, gözlerinden belli oluyordu. Şüphelerimde haklı çıkmıştım. Yine de, biraz daha kıșkırtabilirdim. İtiraf edene kadar. -Helin söyledi. Utana sıkıla itiraf etti. Haberin vardır sanıyordum. Dişlerini sıkıyordu ve böyle devam ederse, barut gibi patlaması an meselesiydi. Bir kriz çıkmadan, oyunu bozmaya ve ona, bir an önce itiraf etmesi için sinyal vermeye karar verdim. Uzun zamandır, ağzından laf alacağım diye, yapmadığım kalmamıştı. Son kozumu oynamış ve beklediğim tepkiyi nihayet almıştım. Erdinç'in girdiği bu tavır karşısında gülmeye başladım. Birkan, hayretle ikimizi izliyordu. Ne yaptığımı anlayamamıștı. Bugün, ikinci kez gülüyordum. Bence de bugünün tarihini bir yere yazmaları lazımdı. Birden ciddileșip, son golü attım. -Kör değilim, birader. Bence ağzındaki baklayı çıkarmak için daha fazla bekleme. Erdinç'in yüzündeki bütün o öfkeli, kıskanç ifadenin yerini, şaşkın bir ifade aldı. Bu hali, bana çok komik gelmişti. -Hadi, birader. Yorma beni de itiraf et. -Tamam! Helin'e aşığım, oldu mu? Geberiyorum aşkımdan, ama zalımın kızı görmüyor bile! Şimdi suratımı mı dağıtacaksın, ne yapacaksan yap da, daha fazla işkence etme bana! -Anladık, Erdinç. Sakin ol, klinikte olay çıkarmayalım durduk yere. Buradan çıkınca hakkın olan yumruğu Birkan'dan yersin. Birkan, benim aksime hiç bir şeyin farkında olamayacak kadar aklı havadaydı. Onun da hesabını başka zaman soracaktım ya, neyse. Birkan, Erdinç'e "Seni geberteceğim!" dercesine bakışlar attı. Erdinç ise, itiraf etmekle rahatlamıștı. Uzun zamandır içine atmak ona iyi gelmemişti. İşte yine başladı... Kafamın içinde susmak bilmeyen o sesler, yine beni suçlamaya meyilli. O kadar istiyorum ki susmalarını. Başımı șișirmekten başka bir işe yaradıkları yok. Bu beni çileden çıkarıyor. -Duhan? İyi misin, birader? -Sorduğun da soru mu, Birkan? Yine kriz geçirecek. Eren! Koş, Atiye hanımı çağır! -Hemen, abi. Eren'in koşarak uzaklaştığını duydum. Kafamın içindeki sesler, giderek yükseliyor ve beni sinirlendiriyordu. Her seferinde aynı suçlamalar... "Hepsi senin yüzünden!" "Ailenin ölümüne bile sen sebep oldun." "Doğumun felaket getirdi, Duhan!" "YETER! KESİN SESİNİZİ!" diye bağırdım. Kafamdaki sesleri susturamıyordum. Erdinç ve Birkan'ın sakinleștirme çabaları fayda etmiyordu. Geçirdiğim kriz, öyle büyüktü ki, Atiye'nin geldiğini bile fark etmemiștim. -Sıraç bey! Onun sesini bile bastıracak kadar gürültülüydü sesler. Susmamakta inat ediyorlardı. -Böyle olmasını ben istemedim! Suçsuzum ben! Suçsuzum! Durmadan sayıklıyordum, duvarın dibine çöküp, sayıklamaya devam ettim. Sanki bir işe yarayacakmıș gibi, kulaklarımı tıkladım ve çocuk gibi ağlamaya başladım. -Ben masumum... Onların ölümü benim suçum değildi... Hayır! Atiye, koluma girip, beni yatağıma götürmeye kalktığında, direnmedim. -Sen bana inanıyorsun değil mi? Suçsuzum ben... -Sıraç bey, sizi kim neyle suçluyor? -Kafamdaki sesler susmuyor, Atiye. Suçluyorlar beni... Her şey benim yüzümden olmuş gibi. -Oysa bunların hiç biri sizin suçunuz değildi, değil mi? -Değildi, Atiye. Ailemin ölmesini ben istemedim, suçsuzum, Atiye. Bari sen inan bana. -Size inanıyorum, Sıraç bey. Elbette, kimse ailesinin göz göre göre ölmesini istemez. Atiye ile göz göze geldik, yeşilin en güzel tonundaki gözlerinde kendimi kaybettim. Bu saatten sonra da, bulacağımı zannetmiyorum. Bana gerçekten inandığını görebiliyordum gözlerinde. Neticede, gözler yalan söylemez. Meleklerin yalan söylediğini de duymadım. Kafamdaki o gürültülü sesler, yavaş yavaş yok oldu. Sakinleșmiștim. Derin bir nefes aldım. Hâlâ yakınımda olduğu için, tarif etmeye kelimelerimin yetmediği, o eşsiz kokusu da dolmuştu ciğerlerime. -Daha iyi misiniz? -Hiç bu kadar kolay sakinleșmemiștim, biliyor musun? -Her şeyin bir ilki vardır, Sıraç bey. -Evet, her şeyin bir ilki vardır, Atiye. Ne kadar süre öylece kaldık bilmiyorum. Öyle dalmışım ki, Erdinç ve Birkan'ın odadan çıktığını bile fark etmemiștim. Onun gözlerine bakınca, sanki etrafımdaki her şey önemini yitirmiș gibi hissetmiștim. Atiye, müsaade isteyip, yanımdan ayrıldığı zaman, yüzümde şapşal bir gülümseme ve içimde uzun zamandır hissetmediğim, tarifi imkansız bir huzur duygusuyla, bir süre boş boş tavana baktım. Nerede duyduğumu tam olarak hatırlamadığım, dilime takılan bir şarkıyı mırıldanmaya başladım. "Kuşlar içimden, düşümden uçmuş, Yani derinden, derinden Dostlar kafamdan, yaşamdan kaçmış Yani derinden, derinden Aşklar, savaşlar, şiirden çıkmış Yani derinden, derinden Putlar, ikonlar evimde belirmiş Yani derinden, derinden Kedişler, köpüşler sokakta yaşarmış Yani derinden, derinden Kadınlar, çocuklar hayattan göçermiş Yani derinden, derinden Adamlar, babamlar ölürmüş derinde Yani derinden, derinden İnsan özünden düşermiş bazen Yani derinden, derinden" Yüzümde buruk bir gülümseme ile uykuya daldım. Yüzüme soğuk bir tokat gibi çarpan rüzgarla açtım gözlerimi. Deniz kenarındaydım. Tanıdık bir gülüş duymamla, sesin geldiği yöne baktım. Annem... Gülümseyerek yanına oturmamı işaret etti. Oturdum. "Gülümse, oğlum. Mutlu olmaya bak." dedi. Sonra, bir başka ses duydum. Tanıdık bir ses... Atiye'nin sesi, üstelik yanında onun gibi sarışın küçük bir kız çocuğu vardı. İkisini izlerken, gülümsemeden edemedim. Paha biçilemez bir manzaraydı benim için. "Tıpkı onun gibi güzel. Belki diğerleri de sana benzer." Diğerleri mi? Bakışlarımı şaşkınlıkla karşımdaki manzaraya çevirdim tekrardan. Atiye'nin diğer elinin karnında olduğunu fark ettim. "Dünya döndüğü müddetçe, umut etmeyi bırakma, sevgili oğlum. Artık hayata tutunmak için bir sebebin var." dedi annem, ben şaşkınca o manzarayı izlerken. Uyandığımda, içimde garip, tarifsiz bir duygu vardı. Daha ilk günden bunları hissetmem normal mi? Bilmiyorum. Yine de dediği gibi, umut etmeyi bırakmamam lazım, özellikle şimdi beni hayata bağlayacak bir sebep varken. |
0% |