@denizinmavisi23
|
(14 Ağustos 1962/Ankara) Şirin Aynada kendime baktım; düğünüm vardı ve birazdan ölüm fermanıma imza atacaktım, memleketim Trabzon'da yaşadıklarım ve üzerine tuz biber eken isteme merasiminin ardından, düğünün Ankara'da olması kararlaștırılmıștı, Salih efendi, benim fikrimi sormamıştı. Ben kimim ki zaten? Gariban Șirin, bahtı kara Şirin, bir kuru iftiraya kurban giden, günahsız Șirin... Anam, elinde bir çanta ile telaşlı bir şekilde geldi yanıma. -Yavrum, al ha bu çantayi. Gideyisun buralardan. -Ana sen ne diyisun? Vururlar seni! -Bir fușki edemezler bağa. -Nereye gideyim, ana? Bulurlar beni. -Bulamazlar, hayde! Anam ile alelacele arka kapıdan çıktık, benimle birlikte bir süre koştu. Babam, yanında bir kaç adamla, peşimize düştüler, ellerinde silahları... Ben koşarken, anam geride kaldı. Elime bir şey sıkıștırdı ve "KOŞ ȘİRİN! KOŞ!" diye bağırdı. Direttim ama nafile, koşmamı söyledi sadece, tam kaçacağım sıra duyuldu silah sesi... Ağlayarak koştum, anamı, çocukluğumu, bütün hayatımı geride bırakarak koştum. Bir kuytuya saklandım, sonra neden bilmem, aklıma geldi, annemin elime tutușturduğu şeye baktım, bir cep saatiydi bu. Kelebek motifinin ortasında mavi bir taşı bulunuyordu. Biraz kurcaladım, dikkatimi çekmişti. Saate bakarken, benim için kendi canını hiç eden anamı düşündüm, gözlerim doldu yine, derken ayak seslerinin yakınımdan geldiğini duydum ve panikledim. Ne tarafa kaçacaktım ki? Keşke buradan kurtulabilsem... Ne olduğunu anlamadım, elimdeki saatin üzerindeki taş, gözümü alacak şekilde parlamaya başladı, saatin tıkırtıları yankılanıyordu. Gözlerimin karardığını hatırlıyorum. (17 Ağustos 2022/Ankara) Bir merdiven basamağında uyandım, hemen annemin verdiği çantaya bakındım, kucağımdaydı. İçinde eksik gedik yoktu, sonra etrafa bakmaya başladım, her şey değişmişti, ilk başta neye uğradığımı şaşırdım. Neredeydim? Buraya nasıl gelmiştim? Bir an aklıma geldi, elimdeki saate baktım. Görünüşü değișmiști, saatin şekli, üzerindeki taşın rengine kadar farklıydı. Yerimden kalkmayı denedim, başım döndü. Elime bulaşan kanı görünce anladım nedenini. Düğünden bir hafta önce, üvey babamın bende açtığı yaraların biri kanıyordu ve onlardan kaçarken bunu fark etmemiștim bile. Birilerinin yaklaştığını duydum ve güç bela saklandım. İki kişi indi merdivenlerden, kıyafetleri pek bir șıktı, siyah, değişik bir arabanın önünde sohbete daldılar, belki onların aracına saklanabilirdim. Hadi bakalım, Şirin. Gazamız mübarek ola! Araca saklanmayı başardığımda, bitap düşmüştüm. Tek hatırladığım, gözlerimin karardığıydı. Kendime geldiğimde, başımda, oldukça tatlı bir kız ve gözleri kan çanağı olmuş bir şekilde bana bakan yaşlı bir adam duruyordu. Doğrulmaya yeltensem de, yorgunluktan bunu yapamadım. Firuze buna izin vermedi, zaten -Șșș, kalkmaya çalışıp, yorma kendini. Henüz iyileșmiș sayılmazsın. İstediğin bir şey varsa, ben getireyim. -Nasıl... Nasıl geldim buraya? Of! Eliyirum ağrıdan. -Abim buldu seni, onun aracına saklanmıșsın. İstersen, ağrı kesici yapabilirim. Sanki bir sır verir gibi, aramızdaki mesafeyi kısalttı, ikimizin duyabileceği bir sesle konuşmaya başladı. -Șirin, șu an 17 Ağustos 2022 sabahında, Ankara'dasın. Söyledikleri ile, şaşkına döndüm. Zamanda yolculuk mu yapmıştım yani? Üstelik tek bir saatle? Böyle bir şey mümkün müydü yahu? -Korkulacak bir şey yok, Șirin. Aramızda, söz. Firuze'nin dedikleri, gerginliğimi ve korkumu bir nebze olsun hafifletse de, hâlâ şaşkındım. Acaba, zavallı anneciğimin bundan haberi var mıydı? Benimki de soru işte, haberi olmasa, durup dururken bunu elime sıkıștırmazdı. Annemin fedakarlığı aklıma gelince, içime bir hüzün çöreklendi. Bunu belli etmemeye çalıştım ve Firuze'ye teşekkür ettim. Annesi Zühre hanım ve babası Tahir bey ile de tanıştım. Gerçi, Zühre hanım dediğimde, kadın az kalsın merdaneyi indiriyordu kafama. -Ne hanımı? Teyzen sayılırım, güzel kızım. Bir daha duymamış olayım. -Peki, Zühre teyze. Bir süre konuştuktan sonra, dinlemeye kaldığım yerden devam ettim. Firuze, hastaneden döner dönmez benimle ilgileneceğini söylemişti. Zaten, sabahın köründe sırf benim ile ilgilenmek için kalkmıştı. Biraz uyumak istedim. Kısa bir süre sonra huzursuz bir şekilde uyandığımda başucumda arabasına bindiğim o adamı gördüm. -Sakin ol, Șirin. Benim, Melih. Firuze'nin abisi. -Şey, kusura bakma. Korkuyordum, ne yapacağımı bilemedim... -Sorun değil, bunu yapmaya mecburdun. Baban olacak o alçak herif, hayatı sana zindan etmiş olmalı. Gözlerimi devirdim, ne baba ama! Gerçek babam olsaydı, saçımın tek bir teli için, dünyayı yakardı. -Üvey babam. Öz babam öldükten sonra, o paragöz herif, aile servetimize göz dikti. Annemi sevdiğinden değil yani. İkimiz de gün yüzü görmedik. Ölüm tehditleri gırla giderdi. Benden kurtulmayı başaramadı belki, ama en sonunda, annemin canını aldı. Gözyaşlarımı tutamadım... Annemin, benim için kendini kör kurşuna siper etmesi, aklımdan çıkmıyordu. Melih, canımı acıtmamaya dikkat ederek, bana sarıldı. -Șșș... Artık kimse saçının tek teline zarar veremez. Saçlarımı okşamaya başladığı zaman, küçük bir çocuk gibi hissetmiștim kendimi. Onun sarılıșına karşılık verdim. Melih ile biraz konuştuktan sonra, o da odadan çıktı. İşe gitmesi gerekiyormuş, gitmeden evvel, kimlik konusunun icabına bakacağını söyledi. Dilerim sorun çıkmaz. Birden gözlerim kocaman açıldı ve başucumda duran saatime baktım. Tıpkı o anki gibi parladı ve söndü. Biraz daha dinlendim, Zühre teyze, gidip gelip, benimle ilgileniyordu. Her seferinde, yemem için bir şeyler getirir, iyi olup olmadığımı sorardı. -Güzel kızım, daha iyisin değil mi? Ağrın sızın var mı? -İyiyim, Zühre teyze. Çok sağ ol, zahmet verdim sana da. -Ne zahmeti yavrum? Sokağa mı atsaydık, bu halde bir de? İstediğin kadar kal burada yavrum, başımızın üstünde yerin var. -Ne kadar teşekkür etsem az. Allah sizden razı olsun. Zühre teyze, gülümseyerek saçlarımı okşadı. Biraz dinlenmemi söyledi ve odadan çıktı. Ertesi gün, daha iyiydim. Ayağa kalkabilecek gibi hissediyordum. Kalktım da, Firuze'nin dizdiği kıyafetlerime baktım. Gri, uzun kol elbisemi ve diğer eşyalarımı hazırladım. Zühre teyze, ayaklandığımı görünce, pek bir sevinmiști. Önce, yıkanıp temizlenmeme yardım etti, giyindikten sonra, saçlarımı taradı. Gözlerimden düşen iki damla yaşı sildim. Zavallı anacığım aklıma geldi. -Ne oldu, yavrum? Niye döktün incilerini? -Rahmetli annem aklıma geldi... -Onu da mı vurdu soysuz herif? -Kaçmama yardım etmişti... -Ah benim bahtı da saçları kadar kara yavrum. Ana yüreği işte, gönlü razı gelmedi. Saçlarımın bir kısmını örüp, kalanını açık bıraktı. Salona geçtik ve Zühre teyze ile oturup, sohbet etmeye başladım. Bir yandan da, ilk defa gördüğüm her şeyi dikkatle inceliyordum. Ancak, bunu belli etmemeye özen gösteriyordum. Evdeki sessizlikten bunalan Zühre teyze, televizyonu açtı. Artık televizyon izlemek bile kolaylaşmış, bir sürü kanal çıkmıştı. Birlikte biraz izledik. Daha sonra, oturmaktan sıkıldığım için, mutfağa gittim. Zühre teyze de peşime geldi. -Kızım, ne oldu? Neden ayaklandın? -Yemeğe bir şeyler hazır ederim diye düşünmüştüm. -Ah be kızım, az daha otur, beraber yaparız. Ne bu acelen? Daha yeni ayaklandın, kuzum. Ya başın dönseydi? Oturdum ve onunla sohbet etmeye devam ettim. -Okul okudun mu kızım? Zühre teyzenin sorusu üzerine, yüzümde buruk bir tebessüm belirdi. Okumuștum elbette, ancak üvey babam olacak herif, daha fazla okumama müsaade etmemiști. -Okudum, teyze. Hayalim, hemşire olmaktı, ama... -Ahh, o üvey baban olacak deyus izin vermedi, değil mi? Boyu posu devrilesice. Bir süre, kısık sesle söylenip durduktan sonra, bana sarılıp, șefkatle saçlarımı okşadı. -Üzülme, kuzum. Geç olsun da, güç olmasın demişler. Okursun elbet, iș bulup çalışırsın da. -Umarım, teyzeciğim. Zühre teyze, koltuğunun kenarına koyduğu bez çantayı aldı ve içinden çıkardığı örgüye devam etmeye başladı. Örgü ve dikiş nakışa meraklı olduğum için, Zühre teyzeyi ilgiyle izlemeye başladım. -Ne örüyorsun, Zühre teyze? -Atkı örüyorum, kızım. Bizim haytalar, kış gelince Ankara'nın ayazında donmasın diye. Sen bilir misin kızım örgü örmeyi? -Bilirim, Zühre teyze. Anacığım öğretmişti. Zühre teyze, örgüsünü sehpaya koydu. Yerinden kalkıp, odasına gitti. Çok geçmeden elinde birkaç çanta ile geldi. Hiç görmediğim renklerde yünler, çeşit çeşit şişler vardı. -İstediğini seç yavrum. Ben sana anlamadığın yerde yardımcı olurum. Bak, bu çantada da, kendi yaptığım bir sürü model var. Üçüncü çantayı açtım, bir sürü patik, eldiven, atkı, bere ve bebek kıyafetleri vardı. Eldivenlerden birine beğeni ile baktım. Kırmızı ve bilek kısmı gül motifliydi. Böyle bir eldiveni kendim için örmek istedim. -Çok güzel bir model seçmișsin, Șirin. Böyle çiçekli eldiven yapmayı öğreteyim sana. İstediğin çiçeği örersin. Birlikte bir yandan örgü örerken, bir yandan da konuşuyorduk. Zühre teyze, sabırla bana ne yapmam gerektiğini öğretiyordu. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamıștım bile. Sonra, mutfağa girip, birlikte akşam için bir şeyler hazırladık. Zühre teyze, yemek yaparken bana bakıp, sürekli övgüler yağdırıyordu. -Maşallah güzel kızıma. Pek de maharetlisin. Bir yandan da Melih hakkında çok fazla şey öğreniyordum. Bunları neden anlattığını hiç anlamamıștım. Acaba... Yok canım! Melih ile beni yakıștırıyor olamaz, değil mi? Zühre teyzeye şöyle kısa bir bakış attım. Yüzünde yine o manidar gülümseme varken, başka bir şey düşünmek zordu. Bunu düşünmemeye çalıştım. Kapı çalınca, koşarak kapıya baktım. Melih gelmişti. -Ooo, bizim șirine kendini bir hayli toparlamıș. -Hoșgeldin, Melih. -Hoșbuldum, şirine. Melih ile birlikte içeri girdik. -Firuze gelmeyecek mi? -O bugün geç gelir, șirine. -Anladım. İçten bir şekilde gülümsedi. Bunun beni bu kadar etkilememesi lazımdı. Yanından kaçarcasına uzaklaştım. Yemek boyunca gözlerimi ondan kaçırsam da, bir fayda etmiyordu. Bir şekilde göz göze geliyorduk. Yanaklarımın kızarmasını engelleyemiyordum. Akşamın geri kalanında bile Melih, bir şekilde beni utandırmayı başarmıştı. Ben ise belli etmemek için elimden geleni yapıyordum, ancak Zühre teyzenin yanındayken bu çok zordu. |
0% |