Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@dikenligul

...........................Fırattan...............................


Mutfakta durmuş elimdeki kahvaltı tepsisine gülerek bakıyordum. Sabahın altısından beri bu tepsiyi hazırlamaya çalışıyordum bu demek oluyor ki üç saatte bir kahvaltı hazırlamıştım. Sucuklu yumurta, salatalık ki en önemli kahvaltılığımız olur kendisi, fırından aldığım zeytinli açma, patatesli börek ve simit ile Diclenin odasına doğru yürüyordum.


O günden sonra tekrar elimi sürememiştim Dicleye. Herşeyi anlattığım ve içi dışına çıkana kadar ağlayan kadın o günden sonra bir daha yüzüme bakmamış, gülmemiş ve yardımlarımı kabul etmemişti. Onsuz gecen soğuk gecelerde sürekli düşünüyordum. Bir daha Dicleyi üzmeyecek ağlatmayacaktım.


Tepsiyi alttan büyük ellimle tuttum. Diğer elimle kapıyı bir kere tıklattım. İçeriden ses gelmeyince kaşlarım istemsizce çatıldı. Telaşla içeriye girdiğimde Dicle tuvaletten çıkıyordu. Ayağındaki alçı bugün alınacaktı. Bu yüzden artık üstüne hafifçe basarak işlerini kendi hallediyordu.

"Kahvaltı hazırladım sana" dedim.


Ancak Dicle beni duymazlıktan gelerek giysi dolabını açtı. Kahvaltı tepsisini makyaj masasına koyarak Dicleye döndüm. Dicle dolaptan valizleri çıkarıyordu. Zorlanarak sürüklediği valizi sonunda yatağın üstüne attı.


"Ne yapıyorsun?" dememle bana döndü. Gözleri bomboş bakıyordu.


"Görmüyor musun? Toplanıyorum. Meriçin düğününden sonra da asıl evime Antalyaya gideceğim."


Sinirden damarımın attığını hissettim. Diclenin doldurmaya çalıştığı valizi yatağın üstünden alarak odanın bir köşesine attım. Diclenin korku çığlığını duysamda durmadan Dicleyi kucağıma aldım.


"Fırat dur napıyorsun?" diyen Dicleyi yatağın üstüne oturtarak elime aldığım tepsi ile yanına oturdum.


"Yorma kendini artık. kahvaltını et."


Dicle kahvaltısını yapmak yerine tuhafça yüzüme bakıyordu.


"Fırat ben kahvaltı etmek istemiyorum. Gitmek istiyorum." Dicleyi duymazdan gelip elime çatalını aldım. Salatalığa çatalı batırıp uzattım.


"Aa de bakayım" Kızgın şekilde elimdeki çatala bakıyordu. İnatla çatalı tutuyordum hala


"Bak senin için sucuklu yumurta kırdım. Sonra şu en sevdiğin fırından zeytinli poğaça aldım. Salatalıkla beraber yersin. Ne de olsa en sevdiğin ikili bunlar." diyerek diğer elime de zeytinli poğaçayı alıp uzattım. Diclenin çatalı tuttuğum elime vurması ile elimdekiler yere düştü.


"Sana gitmek istediğimi söylüyorum! Beni duymuyor musun?"


"Gerçekten gitmek mi istiyorsun Dicle? Bizi tekrar yarım mı bırakmak mı istiyorsun? Ulan eşeklik ettim kabul ediyorum. Seni çok üzdüm ama bana baksana Dicle artık o eski adam değilim görmüyor musun? İzin ver ruhunun yaralarını beraber saralım. Köpekler gibi pişmanım seni üzdüğüm için. Günlerdir görmezden geliyorsun beni. Bana bakmadığın zamanlar kalbim cayır cayır yanıyor. Söylesene Dicle sana kötü davrandığımda, seni görmezden geldiğimde senin de canın bu kadar yanıyor muydu?" Dediklerim ile Dicle tekrar ağlamaya başladı. Gözyaşlarına kıyamadığım kadın benim yüzümden yine ağlıyordu. Bundan bir kaç gün önce ben değil miydim onu ağlatmayacağım diye kendi kendime söz veren. Al işte güzel gözlüm benim yüzümden ağlıyordu.


Titreyen büyük ellerim Diclenin saçlarını buldu. "Sen üzülme güzel gözlüm. İstediğin ne ise o olacak. Benden gitmek mi istiyorsun? Ona da tamam. Toparlan seni annenlere bırakacağım." Oturduğum yataktan kalkarak hızla kendimi odadan dışarıya attım. Mutfağa indiğimde ellerim titriyordu. Onsuz ne yapacaktım ben şimdi..


........................Dicleden.......................................


Yıllardır beklediğim, bir gülüşüne bir öpüşüne ömrümü adadığım adamdan yıllardır duymayı beklediğim sözleri duymuştum ama geç kalmıştı işte. Ben o gece yazmıştım kaderimi bir kağıt parçasına. Bana bundan sonra gel desen de gelmem diye. Gerçekten öyle olmuştu. Artık Fırata gitmek istemiyordum. Ondan alacak en ufak bir darbe ile dağılacağımdan o kadar emindim ki.. Dağılıp kızımı yalnız bırakmamak için Fırata inanmayacaktım.


Şimdi ayağımdaki alçı çıkmıştı. Elimdeki sargıdan da kurtulmuştum. Araba annemlerin evinin önünde duruyordu.


Arabadan indiğim an Fırata hiç bir bağımlılığım kalmayacaktı ve özgür olacaktım.


Mesela her gece alnımdan öpüp iyi geceler dilediğini duymayacaktım. Her sabah tıklatılan kapının arkasında onun olduğunu bilip naz yapamayacaktım. Gün içerisinde canım sıkıldığı için işini bırakıp benimle de ilgilenmeyecekti. Sonra kahvaltımı yaptırmayacak, tüm salatalıkları bana yedirmeyecekti. Hele her akşam mutfağa girip yemek yapamayıp dışarıdan söyleyişine şahit de olmayacaktım. Dişlerimi mesela artık o fırçalamayacaktı. Üstümü değiştirirken titreyen ellerini görmeyecektim. Uyuduğumu sanıp yatağıma girip beni sımsıkı sardığını da hissedemeyecektim. Onunla film de izleyemeyecektim. Bilerek korku filmi açıp ona sarılamayacaktım. Ona sarıldığımda kaslarının kasıldığını da hissedemeyecektim. Çenesindeki gamzeyi, bana gülerek bakan gözlerini de görmeyecektim. Sıcak ve dolgun dudaklarını tatmayacak, kaslı bedenini hissetmeyecektim... Yani Fırattan uzak özgür olacaktım..


"Sana yük oldum Fırat. Kusura bakma"


"Ne kusuru Dicle. Asıl sen benim kusurama bakma. Sana yeterince iyi bakamadım."


"Hayır bunu da nereden çıkardın. Sen bana çok iyi baktın."


"Yalan söyleme. Sana iyi bakabilmiş olsaydım benden bukadar çabuk gitmek istemezdin."


Boğazımdaki yumruyu görmezden geldim.


"Fırat bizim Yağmurla Antalya da bir hayatımız var. Sen gidene kadar kalın dedin. Ben de onu kabul ettim ancak daha fazla kalamayız. Pazar günü Meriç ile Irmağın düğünü var. Akşamına da uçak bileti aldım."


"Bu kadar çabuk mu? Dicle ben kızıma doyamadım. Sana doyamadım."


"Lütfen Fırat bunları defalarca konuşmayalım. Kızını istediğin zaman gelip görebilirsin bunu biliyorsun zaten. "


"Öyle olsun Dicle. Bu sefer de senin istediğin olsun. Özgürlüğün için buradan gidiyorsun. Yalnız kendimden biliyorum ki sevdiklerinden uzaklaşınca özgürlüğün bir anlamı da kalmıyor tadı da." diyerek önüne dönen adamın dalgalanan çene kaslarına baktım. Gözlerim sonra ellerine takıldı. Direksiyonu olağan kuvvetiyle sıkıyordu. O ellerini keşke serbest bıraksa ve bana sarılsa.. Düşündüğüm şeyle kafamı iki yana salladım. Yine hayallere dalıyordum. Son kez içim sızlıya sızlaya karşımdaki görüntüyü ve bu büyülü karanfil kokusunu bir nefes gibi çektim içime.


"Hoşçakal Fırat."


................................ Fırattan..........................


Gitmişti işte. Sevdiğim kadın bizi bir hoşçakala sığdırıp gitmişti.


Onun arabamdan inişiyle arabama sığamaz olmuştum. Ayağımı gazdan çekmeden yarım saatlik yolu onbeş dakikada gelmiştim. Arabamdan kokusu silinmeden inip kapıları kapamak istemiştim. Diclenin nar kokusunu arabamda saklamak istemiştim..


Eve girdiğimde sessiz ev ile gözlerimi kapadım. Genelde ekmek ya da alışveriş için dışarıya çıkıp geri döndüğümde televizyonun sesini duyardım ya da Dicle okuduğu kitaba o kadar kaptırmış olurdu ki mırıldanarak okurken çıkardığı sesleri duyardım. ancak şu an ne televizyon sesi ne de Diclenin sesi vardı. Gözlerim salona kaydığında Diclenin salonda otururken üstüne attığı ve genellikle film gecelerimizde üstümüze aldığımız örtüyü gördüm. Hızlıca koltuğa oturup örtüyü elime aldım. Mis gibi kokuyordu. Tatlı nar kokusu ciğerlerime dolunca gözlerim doldu.


Diclenin kokusunu kokladıkça dolan gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Ben Fırat Karaduman zamanında yüzünü görmek istemediğim kadının kokusuna muhtaç bir şekilde koltuğa uzanmış ağlıyordum..


.


Gözlerimi açtığımda etraf karanlıktı. Burnuma dolan koku ile herşey zihnime birer birer düştü. Evin karanlık olmasının nedeni evde benden başkasının olmamasıydı. Telefonu elime alarak saate baktım. Saat yediydi. Dicle ile yemek yeme saatlimize daha bir saat vardı. Mesela şimdi Dicle olsaydı mutfak sandalyesine oturmuş, alçılı ayağını da diğer sandalyeye uzatmış bana yemek tarif ediyor olurdu. Her günümüz neredeyse böyle geçmişti. Yemek yapmayı bildiğim halde sırf Dicleyle zaman geçirmek için bilmeyip tarifi Dicleden alıyormuş gibi yapıyordum. Sonra beceriksizce davranıp Diclenin şen kahkahalarını dinlerdim.


Sabahları kahvaltı hazırlayıp Dicle ile yemek ne de hoşuma giderdi. Hiçbir zaman sabah kahvaltısını seven biri olmamıştım. Benim için bir kahve hem sabah hem öğle yemeği öğünü olarak yeterdi. Ancak kahvaltıyı bile Dicle ile sevmiştim. Şimdi eski huysuz halim geri gelmişti.


Sabah kahvaltı yapmadan evden çıkıp tüm gün yemek yemeyi unutup çalışıyordum. Eve gelince de duş alıp Diclenin yatağına girip onun kokusuyla uykuya dalıyordum. Rüyalarımda hep Dicle hep kızım vardı. Hafta içim bu rutinle geçti. Arada kızımla konuşup gülebiliyordum. Sonraları tekrar huysuz ve işkolik halime bürünüyordum.


Telefonumun çalması ile etrafındaki insanlara baktım.


"Toplantıya ara veriyoruz arkadaşlar. On beş dakika sonra devam ederiz" diyerek sandalyemden kalktım. Odama hızlı adımlarla girerek az önce beni arayan kızımı yani Diclenin telefonunu aradım.


"Baba" duyduğum sesle yüz hatlarımın gevşediğini hissettim.


"Babamm" Çok özlemiştim kızımı. Ancak Dicleyi görüp tekrar onu üzmemek için Yağmuru sadece anneme gittiğini öğrendiğinde gidip görüyordum.


"Baba seni çok özledim. Neden hiç ananemlere gelmiyorsun?"


"Demiştim ya babacım çok işim var bu aralar. Ama bak yarın halanın düğünü var. Orada seni öpüp koklayacağım"


"Baba.." diyip susmuştu Yağmur.


"Efendim güzel kızım."


"Baba. Biz yarın Antalyaya dönüyoruz. Biliyorsun değil mi?" Gözlerimi kapattım. Pazartesi gözümü kızım ve sevdiğim kadının olmadığı bir şehre gözümü açacaktım. Titreyen çenemle


"Hıhı" diyebildim sadece.


"Tamam o zaman baba yarın görüşürüz." Telefon kapanınca elimdeki telefona baktım bir süre. Telefonu alnıma önce yavaşça sonra daha sert bir şekilde vurup durdum. Sonunda telefon elimden kayınca bacaklarım da tutmaz olmuştu. Bacaklarımı iki yana açarak yere düştüm. Sırtım çalışma masama yaslanınca yüzümü kapatarak ağlamaya başladım.


Gidiyorlardı benden. Ruhumu alıp gidiyorlardı ve geride içi boş bir Fırat bırakıyorlardı.


Bölüm Sonu..


Loading...
0%