Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Başlangıçta

@dilanates

(Giriş bölümüdür.) Kitabıma şans verip okursanız çok mutlu olurum. Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen ❤️

----------------------------------------------------------------------------------------

Çoktan yola çıkmış bir atı yakalayabilir misiniz? Koşacak olsanız peşinden yetişebilir misiniz? Koşuyordum deliler gibi. Sonunu ve yolunu bilmediğim bir yerde hoyratça koşuyordum. Bir an durup etrafıma bakıyordum. Hem bulunduğum duruma hem de kafamın içinde dolaşıp ortalığı çamura bulayan düşüncelerime şaşırıyordum. Sonra aklıma gelen at ile tekrar koşmaya başlıyordum. Beynime düşünme payı vermeyen ayaklarım benden bağımsız hareket ediyorlardı sanki. Biraz sakin olabilsem bırakabilirdim koşmayı belki. Belki de bırakmazdım bilmiyorum. Çünkü ben artık beynim mi hükümleri veriyor yoksa beynime mi hüküm veriliyor kestiremiyordum. Siyah at benden mi kaçıyordu bilmiyordum. Neden onun peşinden gittiğimi bile bilmiyordum. Kafam durmuş gibiydi. Tek bildiğim tozu dumana katarak koşan atın peşinden koşmaktı. Yakaladığım taktirde ne olacağını kestiremiyordum. Yakalayabileceğim bile meçhuldü. Hangi zamana ait olduğumu bilemiyorum ama geceyle sabahı ayıran kızıl gökyüzünün altında olduğumu tahmin ediyordum.

Kendimi çok yorgun hissetmeye başladım bir an. Zaten bir atın peşinden koşmak ne kadar akıllıca bir davranış olabilirdi ki. Bir süre sonra ormanlık bir alana geldiğimi fark ettim. Soğuk bir rüzgar bu farkındalıkla beraber esti. Beni tüketen bir rüzgar. Artık koşmayı bırakmıştım. Sızlayan ayaklarıma baktım. Çıplak ayaklarım çamura bulanmıştı. Bir an sadece kısa bir an neden ayaklarımın çıplak olduğunu düşündüm. Gözlerim bacaklarımdan itibaren bütün vücudumu taradı yavaşça. Siyah elbisem bir hanımefendiye yakışmayacak kadar kirliydi. Neden bu elbiseyi giymiştim. Siyahtan nefret ederim diye düşündüm. Daha sonra çıplak bacaklarıma takıldı gözüm. Kurumuş çamur bacaklarıma ikinci bir deri gibi yapışmıştı. Ellerimi soğuktan kızarmış kollarımda gezdirdim. Burada bu halde ne işim olduğunu bir türlü hatırlayamamanın verdiği rahatsızlıkla yüzümü sıvazladım. O zaman fark ettim ellerimin kırmızı bir tabaka ile örtüldüğünü. Donmuş kırmızı bir sıvı ile örtülüydü. Kokusundan tanıya bileceğimi düşünüp ellerimi burnuma yaklaştırdım. Kan. Kırmızı tabaka kandı. Ama kime ait olduğunu bilemiyordum. Koşan atın arkasında bıraktığı toz bulutunu göremiyordum artık. Ellerim kimin olduğunu bilmediğim birinin kanı ile kaplıydı. Koşacak takati ne ayaklarım da ne de ruhumda bulamıyordum. Üzerimde ki elbise çıplak ayaklarım ve yorgun ruhumla ormana daldım. Koşacak gücüm yoktu belki ama yürüyebilirdim. Bir şekilde ilerlemem gerektiğinin farkındaydım. Beynimde atı yakalamakla ilgili şeyler dönüyordu. O atı yürüyerekte yakalayabilirdim. İçimde ki bir ses atın zaten kendini unutturmayacağını söylüyordu.

Sararmış yaprakların halı gibi serildiği topraklara bata çıka yürüyordum şimdi de. Ayağımın altında hışırtılar çıkartan yapraklar bana sonbaharı anımsattı. Dökülen her yaprağın bana ölümü hatırlatması gibi bir şeydi bu. Birden bu hissin vücudum da akan kanı dondurduğunu hissettim. Nerede olduğumu neden burada olduğumu bilmiyordum. Tanınamayacak haldeydim. Bir an, çok kısa bir an rüzgarın ensemi yalayıp geçtiğini hissettim. Beni asıl korkutan ise bunun normal bir rüzgar olamayacağı hissiyatıydı. Buz gibi havanın aksine ılık bir esintiydi bu. Etrafımı kolaçan ettiğimde kimsenin olmayışı daha çok korkmama sebep olmuştu. Yapayalnız gözüküyordum oysa ruhum dopdoluydu. Zaten sakat bir ruh taşıyordum yorgun bedenimde. Bir de bu doluluk eklenince omuzlarımın çöktüğünü fark ettim. Ama çok uzun sürmedi bu yenilmişlik. Omuzlarımı dikleştirip benliğime gücü aşıladım. Havanın soğukluğuna rağmen terden yüzüme yapışan saçları elimin tersiyle çektim. Adımlarımı hızlandırıp sıklaşan ağaçlarının arasına daldım. Daha temkinli ilerliyordum. En ufak bir seste taarruza geçebilecek durumdaydım. Uzun bir yürüyüşün ardından algılarıma tuzlu bir koku yayıldı. Ardından ise dalgaların çarpma sesi. Bu koku bana özlemi anımsattı. Özlediğim bir şeylerin varlığını anımsatan bu koku canımı yakıyordu. Ormanın çıkışına yaklaşmış olmalıydım. Halbuki çok kısa zamandır yürüdüğüme emindim. Bu kadar küçük bir ormanın olamayacağı kafamın içinde yankılanıyordu. Ya zaman benimle dalga geçiyordu ve bana kısa gelen o süre aslında çok uzundu yada ben delirmek üzereydim. Her iki şekilde de çıldıracak gibi hissetmeme engel olamıyordum. Üstelik at artık gözükmüyordu. Ne ayak izi vardı ne de tozu dumana katan sesi.

Ormanın çıkışına vardığımda buranın bir uçurum olduğunu fark ettim. Ucuna kadar geldiğimde aşağıda kayalıkları döven dalgaları daha net duyabiliyordum. Denizin tuzlu genzi yakan kokusu etrafımı sardığında bir an rahatladığımı hissettim. Daha sonra bu ufacık rahatlamanın yerini koskocaman bir korku kapladı. Nerede olduğumu bilmiyordum. Daha kötüsü ise burada bu şekilde oldukça savunmasız oluşumdu. Neden o atın peşinden koştuğumu bir türlü hatırlayamıyordum. Beynimde sadece onu bulmakla ilgili düşünceler dolaşıyordu. Kısacık bir an korkarak etrafımı taradım. Kimse yoktu çevremde. Sonra bir an bu bana kimsesiz hissettirdi. Büyükçe bir taşı yutmuşum da kalbime oturmuş gibi hissettim. Ben zaten kimsesizdim. Her şey yavaş yavaş yerine otururken atı hatırladım. O belkide benim muhtaç olduğum her adı geçtiğinde ayağımı yerden kesen özgürlüğümdü. Olduğum yere çökerken nerede olduğumun öneminin kalmadığını hissetmeye başladım. Buradan gidemeyeceğimin bilincine çok önceden varmıştım.

Çok kısa bir an gözlerim denizi taradı. Küçücük bir anı beynime sızarken bunu hala hatırlıyor olmanın verdiği şaşkınlık dudaklarımda hafif bir gülümseme olarak asılı kaldı. Henüz küçük bir çocukken yurdun çatısına çıkar ve çokta yakın olmayan denize bakardım. Uzaktı. Küçücük ellerimle dokunamayacağım kadar uzak. Ama yine de pes etmez her gece gizlice çatıya çıkar ve ayın altında parlayan denizi izlerdim. Deniz bana mavi bir sonsuzluk gibi gelirdi. Daha çocuktum ve sanki denizin sonu olmazmış gibi gelirdi. Hissiyatını merak ederdim. Çok sonraları denize gittim bir çok defa. Ama çocukken o hasretle baktığım sürekli görmek istediğim o denizin yerini doldurmadı. Ben ulaşamazken daha kıymetliydi sanki. Büyüyünce bir şeyler değişmişti. Çocukken yapamadığım şeyleri büyüyünce yapmak aynı hissi vermemişti. O küçük çocuk yine ellerini uzatıyordu sanki. Gözümden bir damla yaş düşerken çocukluğumdan özür diledim. Onun kalbini taşlaştırdığım için. Onun kalbinde değerli olan şeylere sahip çıkmadığım için. İçinde ukde kalan şeyleri yapmadığım için. Ne kadar özür dilesem azdı. Onun hayallerini umursamadığım için. Oysa ki o çocuğa çok büyük yeminler etmiştim. İyi bir hayat güzel bir gelecek vaat etmiştim. Ona kocaman bir hayat borçluydum ben. Küçücük elleriyle dua ederken böyle bir hayatı dilememişti. Onun düşleri bunlar değildi. Güzel bir ev istemişti. Hatırlayamıyorum belki bir de aile. Ben ona bunları verememiştim. Ben kendi çocukluğuma ihanet etmiştim. Kendimi kandırmıştım. Bir gün ailemi bulabileceğime bulamasam bile kendime bir aile kurabileceğime inandırmıştım. Ama bunların hiç birini gerçekleştirememiştim. Şu an yaşadığım hayatı hatırlayamasam da yalnızlığın ruhuma zincirli olduğunu hissedebiliyordum. Şimdi burada oturmuş bir yandan sessiz göz yaşları döküp bir yandan gülümserken o küçük kız çocuğunun anısına ellerimi denize uzattım. Yine dokunamadım ve bu hissi hatırladım. Gülüşlerim artarken yıllar sonra kendimi yine o çatıda oturan kız çocuğu gibi hissettim. Sanki geç kalmamışım gibi. Belki geç değildi bir şeyleri düzeltmek için. Belki de ben hak ettiğim hayatı kendime verebilirdim. Yapabilirdim.

Daha sonra bakışlarım ellerimi buldu. Birden bire şimdiki zamana geri döndüm. Bu kanın kime ait olduğunu hala hatırlayamıyordum. Benim kanım olamazdı. Herhangi bir yerimde en ufak bir sızı hissetmediğime emindim. Kısa, çok kısa bir an kanın sevdiğim birinden gelmiş olabileceğini düşündüm. Büyük bir titreme vücudumu sararken kalbimin göğüs kafesimin içinde sıkışıp patladığını hissettim. Bu düşünce beni paramparça etmişti. Bir sevdiğim bir ailem varmı bilmiyordum ama onlara bir şey olacak olma ihtimali bile canımı bu kadar yaktıysa olması halinde nasıl hissedeceğimi tahmin bile edemiyordum. Ellerimi sinirle üzerime silmeye başladım. Elbisemde gözükmeyen kan lekeleri siyahı neden sevmediğimi tekrar hatırlattı. Çünkü örterdi. Kötü olan her şeyi örterdi. Ellerime tekrar baktığımda avuç içimde ki çizgilerin çok fazla belirgin olduğunu fark ettim. Daha sonra ise bu çizgilerin aslında nasırlaşmış yara izleri olduğunun bilincine vardım. Zamanın rüzgarında kurumuş iyileşmeseler bile unutulmuş yaralardı bunlar.

Ben her zaman umuda tutunmuştum. Zamanın bana umut ettiğim şeyleri getireceğine inanmıştım. Bir yerlerde mutlu olabileceğim bir zaman bir yer olduğuna o kadar emindim ki zamanın bana getirdiğinin sadece kabuklaşmış yaralar olduğunu fark edemedim. Küçük bir kızın kalbine sahiptim. Zaman beni o kadar hızlı savurmuştu ki kalbimi büyütecek kadar vaktim olmamıştı. Bende onu gömmüş ve yoluma bakmıştım. Ama yine de benliğimden bir şey kaybetmemiştim. O küçük kızın yatağında gözyaşları içinde ettiği dualar hala dilime yapışık haldeydi. Hayalini kurduğum şeylerin hala peşindeydim. Ben buydum belki de. Bir parça hayal, bir parça umut. Bu uçurumun ucunda bile kurtulmaya dair umutlarım vardı. Ben ölmediğim sürece tükenmeyecek umutlar.

Kendime uzun bir süre dinlenme payı verdim. Ruhumun da düşüncelerimin de buna ihtiyacı vardı. Çok sonra o rüzgar tekrar beni yokladı. Havanın soğukluğunu delip geçen ılık bir esinti. Korkuyla arkama baktım. İleride ormanın çıkışında siyah bir siluet beni izliyordu. Ne adım atıyor ne de bir şey söyleme gereksinimi duyuyordu. Uzak olmasına rağmen gözlerimi delip geçen bakışları içimin daha çok üşümesine sebep oluyordu. Ağır çekimde yaşanır gibi yavaşça ayağa kalktım ve tamamen ona döndüm. Ne adım atmaya ne de tek kelime etmeye cesaretim yoktu. Dakikalarca birbirimize baktık. Ben onun yüzünü seçemiyordum ama içimden bir ses onun beni net bir şekilde görebildiğini söylüyordu. Düşmanlığını öfkesini nefretini ondan bana esen rüzgar hissettiriyordu. Ama sebebini anlayamıyordum.

Bir süre sonra adımlarım ona doğru hareketlendi. Kendim bile şaşkındım bu durumdan. Neden ona doğru gittiğimi anlayamayacak kadar şaşkın. Yolun ortasına geldiğimde gözlerimi kısıp onu görmeye çalıştım ama sanki ben yürüdükçe orman ve dolayısıyla o benden uzaklaşıyordu. Aklıma beni buradan kurtarabileceği geldi. Burayı bilmiyordum ve kesinlikle birinin yardımına ihtiyacım vardı. Bağırmak için ağzımı açtım ama titrek bir nefesten başkası çıkmadı. Sanki kelimelerim mühürlenmiş gibiydi. Konuşup bir şeyler söylemek istedim ama ağzımı açtığımda hava yutup nefes vermekten başkasını yapamadım. Ellerim boğmak ister gibi boğazıma gitti. Gözlerimden gözyaşları ardı arkası kesilmeden düşüyorlardı. Aklıma adam geldiğinde ağlayarak ona doğru yöneldim tekrar. Ben ona doğru yürürken usulca kafasını kaldırdı. Ve işte tam o an bütün vücudumun kilitlendiğini hissettim. Ayaklarım beni taşıyamayacak gibiydi. Belki vücudum titremiyordu fakat ruhumun titrediğine emindim. Sonra o adım atmaya başladı. Tozu dumana katar gibi. Öyle sağlam öylesine güçlüydü adımları. Geri geri gitmeye başladığımda her anım gözlerimden geçiyordu. Bir yoldaydım koşuyordum. Siyah bir özgürlük koşuyordu dört nala. Adımlarım uçuruma yaklaşıkça daha fazla şey üşüştü zihnime. Ormana dalıyordum. Yalnız olduğumu sanıyordum ama yanılıyordum. Ellerim de kan vardı ve ben hala ilerliyordum. Umut ediyordum. Kurtulacağıma inanıyordum. Ayağımın altında ki taşlı topraklar ufak parçalar halinde aşağıya dökülmeye başladığında kıyısında olduğumu anladım. Ama kıyısında olduğum uçurum muydu yoksa hayatım mıydı anlayamıyordum. Koşuyordum yürüyordum bir rüzgar esiyordu ve ben bir atı arıyordum. Daha sonra bir adam tanıyordum. Ruhumu peşine katan bir adam. Ben koşuyordum ama özgürlüğümün peşinden değil. Her şey yerli yerine oturduğunda ruhum ipini çekmişti. Ben koşmuyordum kaçıyordum. Ellerim de ruhumun kanı bir umut kaçıyordum. Uçurumdan aşağı düşerken son hatırladığım ise peşimden koşan karanlık ruhlu bir adamdı.

Uykudan uyandığımda ilk işim ellerime bakmak oldu. Daha sonra ellerim boğazıma gitti. Yatakta doğrulduğumda hala rüya ile gerçeği ayıramıyordum. Gözlerim saate gittiğinde gecenin sabaha kapılarını araladığını fark ettim. Bakışlarımı korkuyla saatten çektim. Gördüğüm rüyanın gerçekçiliği beni korkutmuştu. Ensemden sırtıma süzülen soğuk ter damlaları bunun ispatıydı. Uzun zamandır misafir etmemiştim rüyaları uykularımda. Bu uzun zamanın ardından gördüğüm bu rüya benimle dalga geçer gibiydi. Onun gözlerini unutamamış olmam beynimde dehşet çanlarının çalmasına sebep oluyordu. Tam da unutmam gereken kişiyi unutamayıp hatırlamam gereken tek kişiyi unutuyor olmam büyük ironiydi. Titreyen ellerimi rüyanın etkilerini kovmak istercesine vücudumda gezdirdim. Ayaklarımı yataktan sarkıttığım da soğuk zemin beni biraz olsun kendime getirdi. Bir süre boş duvarı izledim. Kötü hissediyordum. Ruhsal olarak bitmiş durumdaydım. Rüyamda gördüklerim beni adeta geçmişime zincirlemişti. Oysa ki ben geçmişinden kaçıp kurtulmak isteyen bir kız çocuğu gibiydim. Hala geleceğe dair umutlarım vardı.

Bir yıl olmuştu. Onu görmeyeli tam bir yıl olmuştu. Ben ne zaman kurtulduğuma inanmaya başlasam o geliyordu tekrar. Kendini bir şekilde hatırlatıyordu. Lanetim gibiydi bu benim. Gözlerimi sıkıca kapattım. Kollarımla kendimi sarıp bacaklarıma doğru eğildim. Ben bu olamazdım. Her şey bitmişti ve ben artık bunu bu şekilde kabullenmek zorundaydım. Yaşayabilmek için. Mutlu olabilmek için. O yoktu ve hiç olmayacaktı. Ben yeni bir insandım.

Yataktan kalkıp banyoya doğru yöneldim. O sırada aynadaki yansımam dikkatimi çekti. Aynanın karşısına geçtiğimde ilk gözüme çarpan terden sırılsıklam olmuş saçlarımdı. Kıvırcık uzun saçlarım ruhumda taşıyamadığım inatçılığı taşıyordu. Kabarmış bukleler kollarımı ve sırtımı örtmüştü. Gözlerim birer toprak parçası gibiydi. Kahverengi gözlerimde mezarlar barındırıyordum. Ben hiç olmamış ailemin mezarlarını gözlerimde taşıyordum. Kuru toprakları andıran gözlerim rüyanın etkisiyle donuk bakıyorlardı hala. Elmacık kemiklerim yüzüme gölge düşürmüştü. Ben hala ağladığımda göz yaşlarımın o gölgelerde saklandığına inanan o küçük kızdım. Dudaklarım kurumuştu. Rüyanın etkisi tekrar beni kuşatırken elim boğazıma doğru gitti yine. Sanki ağzımı açsam sesim çıkmayacakmış gibi hissettim birden bire. Kendi kendimi sarsmak istiyordum gerçekten.

Kendi kendime söylenmeye başladığımda gözlerim boynuma indi ve köprücük kemiğim ile boynum arasından başlayan yara izini gördüm. Bu iz sırtımda belime kadar devam ediyordu. Kendimle ilgili hatırlayamadığım detaylardan biriydi bu. Ne zaman oluştuğuna dair bir fikrim yoktu. Ama zaten son bir yıldır ben çoğu şeyi hatırlayamaz olmuştum. Onun öldüğü gün ben hayatımın üzerine toprak atmıştım sanki. Onunla geçirdiğim tüm zamanlar birer birer silinmişti hafızamdan. Aşırı zayıflamaktan belirginliğini kaybetmeye başlamış bedenimi inceledim. Belim inceydi ve kalçalarım artık yok denecek gibiydi. Bacaklarıma gözüm takılınca bunca yükü bu bacaklarla nasıl taşıdığımı merak ettim. Omuzlarıma yüklendiğim geçmiş bacaklarıma ağırlık yapmıyor muydu? Yoksa ben mi kendimi bu kadar zayıf görüyordum. Bedenimde taşıdığım güç görünenden fazlası mıydı acaba? Düşüncelerim beni iyiden iyiye yoruyordu. Daha fazla aynanın karşısında duramadım ve banyoya yöneldim. Biraz daha aynaya baksam sanki arkamda o belirecekmiş gibi hissetmiştim. Bu çok hastalıklı bir duyguydu. Korkum beni saçma sapan düşüncelere itiyordu.

Banyoya girer girmez lavaboya yöneldim. Saçlarımı toplayıp yüzümü yıkadığımda gerçekten iyi durumdaydım. Yatağa döndüğümde usulca uzandım. Bir süre boş tavanı izledim. Denizi anımsadım. Minicik bir gülümseme tekrar dudaklarıma yerleşirken ufacık bir kız çocuğu soluk pembe elbisesiyle ellerini denize uzatıyordu. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurduğumda tekrar özür diledim. Ve bu sefer hem o çocuğa hem de kendime söz verdim. Hak ettiğimiz hayatı yaşayacaktık. Ne olursa olsun başaracak ve güzel bir gelecek kuracaktım bize. Geçmişi tamamen silecek ve günün birinde bu kabusları görmeyecektim. Bir gün yine o çocuk olacak ve hayatımı pembeye boyayacaktım. Bu kez soluk olmayacaktı ama renklerim. Şimdi daha huzurlu hissediyordum. Bilinçaltımın bana bir daha oyun oynamamasını dileyerek gözlerimi kapattım. Uykumun beni bulması uzun sürmedi. Ettiğim yemin uykuma eşlik etmişti. Ve ben uykumda yine o rüzgarı hissetmiştim. Ilık bir esinti. Ama bu sefer rüya olamayacak kadar gerçekti.


Loading...
0%