Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 2: Geçmiş

@dilhann

Yula saatlerdir durmaksızın at sürüyordu. Avcı'nın yorulduğunun farkındaydı. Hava kararmaya yüz tutmuşken durması için yularını kavrayıp geri çekti. Avcı durduğunda onun yelesini okşayıp sırtından indi. "Gel bakalım biraz su içelim."

Gölün kenarına çömeldiğinde avucuna su doldurup boğazından suyun akmasına izin verdi. Kurumuş boğazı su ile buluştuğunda birkaç defa yutkunarak oluşan hissin geçmesini bekledi. Avcı, göldeki suyu tüketirken Yula bu haline karşılık başını okşadı. "Hiç durmadan bu yolu nasıl gideceğiz Avcı? Elime bir bomba bırakılmış gibi hissediyorum."

Onu anlamış gibi hırıldadığında Yula gülümsedi. Saraydan çok uzaklaşmış sayılmazlardı. Eğer ortalık sakinleştiyse kaybolduğu anlaşılmış olmalıydı. Yula durmak yerine tekrardan atının sırtına bindi. Bir süre daha yola devam ettiğinde yakınlardaki kasabanın girişine gelmişti. Atıyla beraber içeri girdiğinde ortaya kurulan pazar toplanmaya başlamıştı. Saatlerdir bastırdığı açlığı gün yüzüne çıkmaya başlarken tezgahını toplamaya başlayan kadının yanına yaklaştı. "Burada yemek yiyebileceğim bir yer var mı?"

"Bu saatte gelen yeni insanları hoş karşılamazlar burada. Kimsin sen?" Yula bir problemle karşılaşacağını biliyordu ama karnı açtı. Bir şeyler yemeli ve uyuyacak bir yer bulmalıydı. "Saray hizmetlisiyim ben. Pazarınızdan alış veriş yapmak için gönderildim."

"O cadılara buradan aş çıkmaz!" Kadın tiksinircesine konuştuğunda Yula ne diyeceğini bilemez hale gelmişti. "Cadılara değil. Biz hizmetlilere, çer çöp ne varsa almaya geldim. Saatlerdir at sürüyorum çok açım." Kadın ilerideki taş binayı işaret etti. "Orası Bumin'in yeri. Senin için en güvenli yer orası. Saraydan geldiğini her yerde söyleme."

"Minnettarım." Kadının gösterdiği yere ilerlerken Avcı'yı yanında sürüklüyordu. Önce onu kapının girişindeki diğer atların yanına bağladı daha sonra taş binanın tahta kapısından içeri girdi. İçeri girdiğindeki ağır içki kokusu yüzünü buruşturmasına neden olurken etrafa göz gezdirdi. Loş ışıklarla aydınlatılan yer ağırlıklı olarak antik meşe renginde mobilyalardan oluşuyordu. Bir kısım bar bölümüyken Yula yemek bölümüne geçmişti. İki kısmı sadece bir pervazla ayırmışlardı. Boş masalardan birine geçip tabakları masalara dağıtan genç kızın yanına gelmesi için elini kaldırdı. Ondan önce barın arkasında bir süredir onu izlediğini fark eden adam yerinden ayrılıp ona doğru yürüdü. "Ne isterdiniz?"

"Yiyecek bir şeyler. Tavuk var mı?" Yula, adamla göz göze gelmekten kaçınmıştı. Problem yaşamadan yemeğini yiyip buradan gitmek istiyordu. "Gözlerini kaçırsan da beyaz tenin buraya ait olmadığını gösteriyor. Necisin?"

"Burada herkes bu kadar meraklı mı?" Yula sürekli olarak sorgulanmaktan bunalmıştı. Başını kaldırıp karşısında ona siyaha çalan gözlerini dikip bakan adamla göz göze geldi. "Yabancılar burada pek hoş karşılanmaz ama senin gibi biri için ayrıcalık tanıyabilirim."

"İstemez." Koluna sarılan ellerle acı dolu bir inleme döküldü dudaklarından. Karşılık verecekken iri yarı bir adam yanlarına gelmiş, koluna dolanan eli tutarak geri çekmişti. "Bumin."

"Benim mekanımda çalışacaksan sana it gibi davranmamanı söylemiştim. Şimdi içeri geç ve beni bekle." Üzerindeki yeleği silkeleyip Bumin'in arkasından geçerken Yula'ya son bir bakış attı. Yula kızgınlık barındıran bakışlarını onun üzerinden çekmezken Bumin'in masaya oturmasıyla odağını değiştirdi. "Buralara neden yolun düştü saraylı?"

"Pazarınızdan alış veriş yapmaya geldim." Beyazlamaya yüz tutmuş sakallarını sıvazladı. Seyrekleşmiş saçlarından birkaç tutamı önüne düşecek kadar uzun ama bir o kadar cılız saçları vardı. Adamın yüzüne birkaç saniye daha baktı Yula. Buralarda önemli biri olduğunu anlaması zor değildi. "İyi bir yalancı değilsin."

"Yalan olduğunu nereden çıkardın?" Yula yıllardır aynı insanların yüzlerini görüyordu. Kızılkum'dan önce de esirdi. Küçük bir kasabada yaşlı bir kadına bakıcılık yapıyordu. Daha sonra kadının ölümüyle saraya satılmışlardı. O günden sonra ise her gün aynı karanlığa uyandı. "Buralarda haberler çabuk yayılır çocuk. Sen gelmeden önce haberin ulaştı buraya. Söyle bakalım neden geldin buraya?"

"Sadece biraz yemeğe ihtiyacım var. Verecek misiniz? Yoksa başımın çaresine bakmalı mıyım?" Bumin kızın gözündeki parıltıyı gördüğünde arkasına dönüp gür sesiyle bağırdı. "Buraya tavuk yahni getir." Ardından devam etti. "Ben sokaklara doğdum çocuk, buralardan geçen herkesin yolu buraya düşer. Alışığız haydutlara, askerlere ama senin gibi bir kız çocuğunun yalnız dolanması kurtlar sofrasına düşmüş kuzunun habercisidir." Yemeği Yula'nın önüne konulduğunda beklemeden kaşıklamaya başlamıştı. Boğazından geçen tavukla beraber hoşnut bir gülümseme takındı.

"Kimin kurt, kimin kuzu olduğunu bilecek kadar yaş almışsın ama yanılabileceğini hiç öğrenmemişsin. Her zaman bir ihtimal vardır." Yula son lokmasını ağzına atıp önündeki keseden iki altın çıkardı. Tabağın yanına koyup, ayağa kalktı.

"Yemek ve sorgu için teşekkürler." Yemek alanından çıkarken Bumin'in gür sesini duydu Yula. "Artuk'a selamımı ilet." Kurduğu cümle duraksamasına sebep olsa da arkasına bakmadan yürümeye devam etti. Bir an önce Saklı Köy'e ulaşmalıydı. Etrafında yolculuğundan haberdar olan kaç kişinin olduğunu bilmiyordu. Kimseyi tanımamanın verdiği tereddüt bu yolda başına neler gelebileceğini kestiremeyişine sebep oluyordu. Tahta kapıdan çıktıktan sonra Avcı'nın yularını bağladığı yerden çözdü. Üzerine binecekken iki yandan tutulmasıyla Avcı'nın kişnemesi gecenin karanlığında yankılandı. "İçeride konuştuğun gibi konuşabilecek misin bakalım."

"Başıma iş açmayın gece gece." Yula, kollarını çekiştirdiğinde az önce içeride Bumin'in kovduğu adamın sırtına doğru tökezlemişti. Sağ tarafındakinin yüzünü seçemese de bedeninin varlığı yakınındaydı. Yula başını geriye doğru savurduğunda arkasından gelen inleme sesi ve kolunun gevşemesi eş zamanı olmuştu. Bunu fırsat bilerek sol kolunu kurtardı. Sağına dönüp tekme savuracakken henüz on beş yaşında olan çocuğu görmesiyle duraksadı. Saçına dolanan ellerle geriye doğru çekilmesiyle acıyla yüzünü buruşturdu. "Becerikli ellerin var demek, hesabını vereceksin."

"Gerçekten seni dövmek istemiyorum ama sabrımı zorluyorsun." Yanına doğru tükürdüğünde kanla karışmış tükürüğüyle Yula sağına döndü. "Git buradan, bir sonrakinde küçük oluşun beni durdurmaz." Sağ kolundaki elin gevşediğini hissetti Yula. Ona hareket alanı tanımıştı ama yanındaki adamdan korktuğu aşikârdı.

"Senin yüzünden işimden kovuldum." Saçını tekrar çekiştirdiğinde acıyla dudaklarını birbirine bastırdı. "Benim yüzümden değil kendi uçkurun yüzünden kovuldun."

Yula, sağ kolunu kurtarıp, solundaki adamı bileğinden tutup sırtından aldığı destekle çevirip yere savurmuştu. Sırt üstü yere düşen adama karşılık sarışın çocuk yanlarından koşarak uzaklaştı. Yerden kalkan adam alnına düşmüş koyu kahve saçlarını eliyle geri atıp Yula'nın üzerine yürümeye başladı. Yula, boğazına uzanan elini havada yakalayıp kıvırdığında onu kendine çekip kolunu sırtına çevirdi. Burkulan koluyla sendelerken, diz kapağının arkasına tekme atıp yere çömelmesine neden oldu. "Sana durmanı söylemiştim."

"Burada bitti mi sanıyorsun." Yula öfkesi bedenini sararken avucunun içinin yandığını hissetti. Vücuduna yayılan her kıvılcım öfkesiyle ateşlenirken adamın bileğini daha sıkı kavradı. Birkaç saniye sonra adamın dudaklarından dökülen acı dolu inlemeyle onu öne doğru iteledi. Bileğini acı içinde kavradığında oluşan yanık izi ve Yula'nın kora çalan gözleri arasında gidip geldi. "Cadı! Sen onlardansın."

"Bu topraklara dair tek bilgin bu mu? Umarım bekleyenin yoktur." Eteğini kıvırıp bacağına sardığı hançerini kılıfından çıkarıp adama doğru yürüdü. "Beni öldürecek misin?"

"Seni sağ bırakmalı ve herkese cadı olduğumu yaymana izin mi vermeliyim?" Sürünerek geri gitmeye başladığında Yula etrafına göz gezdirdi. Etrafta kimsenin olmadığını gördüğünde hızla arkasına geçip hançerle boğazını kesti. Boynundan aşağı süzülen kanlar ve üzerine yığılan cansız bedeni geri çekilerek yere bıraktı. Avcı'nın sırtına bindiğinde etrafı bir kez daha süzdü. Vücuduna toplanan enerjiyi başparmağını ve orta parmağını birbirine sürterek alev haline getirdi. Cansız bedenin üzerine savurduğu alev, bedenin üzerindeki kıyafetlerin alev almasını sağladı. Alevler yükselmeden Yula, Avcı'nın yelesini kendine doğru çekip hareketlenmesini sağladı.

Kasabanın çıkışına kadar durmadan atını sürerken uzun zaman sonra kullandığı gücü benliğini tazelemiş gibi hissediyordu. Vücuduna yayılan enerji sakladığı yerden gün yüzüne çıkmak için can atıyordu. Ellerinde az önce yaydığı ateşin sıcaklığı tazeliğini korurken kalbinin atış sesi kulaklarının uğuldamasına neden olmuştu. Bedenini ele geçirmeye başlayan uyku onu zorlarken kendine dinlenecek bir yer bulmalıydı. Ormanın derinliklerinde atını sürerken rastladığı büyük çınar ağacının yanında durdu. Oyulmuş kavuğu hava aydınlanana kadar vakit geçirmesini sağlayacaktı.

Avcı'nın sırtından inip gecenin karanlığında görebildiği kadarıyla birkaç parça çalıyı üst üste koydu. Havanın ayazı tenine vurdukça ürperiyordu. Çalıların üzerinde iki avucunu kapayıp "ignis effundit" diye fısıldadı. Avucunun içinden yayılan ısı, çalılarla buluştuğunda kıvılcıma dönüştü ve ardından alev yükseldi. Artık etrafı daha rahat görebiliyordu. Kavuğun içerisine göz gezdirdiğinde onu gecenin ayazından koruyabileceğine ve kıvrılırsa yatabileceğine emin oldu. Ateşin başına oturduğunda Avcı yere çöküp başını ateşin yanına koydu. Bir süre ısındıktan sonra daha fazla dikkat çekmek istemediği için yerden birkaç avuç toprak alıp ateşin üzerine attı. Sönen ateşle beraber kavuğun içerisine girdiğinde kolunu başının altında birleştirip yerde cenin pozisyonu alıp uykuya daldı.

Ayaklarında hissettiği dürtülmeyle gözlerini açtığında Avcı'nın kavuğun içine başını uzattığını gördü. Yerinde doğrulduğunda içeri sızan aydınlıkla gözlerini ovuşturdu. Avcı'nın başını okşadıktan sonra kavuktan dışarı çıktı. Henüz güneş yeni tepeye çıkmaya başlamıştı. "Aferin oğlum." Ayağıyla dün gece yaktığı ateşin kalıntılarını dağıttıktan sonra atının sırtına çıkıp ilerlemeye devam etti.

Saatler geçerken artık yolda bir tam günü tamamladığının farkındaydı. Saklı Köy'e hiç durmadan giderse sabahın ilk ışıklarıyla varacağını tahmin ediyordu. Önce üzerindeki kıyafetlerden kurtulmalı ve daha rahat hareket edebileceği kıyafetler bulmalıydı. Yıllar önce saraya satılarak gönderildiği köyün girişine yaklaşırken bir süre tereddüt etti. Onu tanıyanlar çıkacaktı. Cevabını veremeyeceği soruların odağı olacağının bilincindeydi ama onun için en güvenli yer yinede burası olacaktı.

Kızılkum'un sınır köyü olan Eze'ye ulaştığında köy meydanına kadar atını sürmüştü. Meydana geldiğinde atından inip, yularını tutarak yürümeye başladı. Attığı her adım ona yaşanmışlıklarını sunarken değişen şeyleri gözlemlemeye çalışıyordu. Bu köyde yedi yılını geçirmişti. Kaçtıklarından sığınabildiği son yer burasıydı. Tezgâhların arasında dolanırken gördüğü tanıdık yüzle yürümeyi bıraktı. Buraya ilk geldiğinde ona evini açan kadını gördü. Yıllar onun saçlarına ak düşürmüşken Yula gülümsedi. "Gökşin anne!"

"Yula!" Ellilerinin ortasına varmış olmasına rağmen henüz yeni yeni beyazlayan kıvırcık saçlarını kulağının arkasına attı. Meyve tezgâhının arkasından çıkıp ona doğru kollarını iki yana açarak koştu. Gökşin, minyon bir kadındı. Yula ile arasında on beş santimlik bir boy farkı onu kucaklamasına engel oluyordu. "Sen nasıl gelebildin buraya?"

"Uzun hikâye... Normalde kimseye görünmeden gitmem gerekiyordu ama seni gördüm. Dayanamadım seninle konuşmadan." Avcının yularını bıraktığında beraber tezgâhın arkasına geçmişlerdi. Avcı tezgâhtaki elmalardan birine uzandığında Yula kızacakken Gökşin yemesi için onun önüne bir elma bıraktı. "Her şey yolunda mı?"

"Sayılır. Saklı Köy'e gitmem gerekiyor bu yüzden çıktım yola ama üzerime daha rahat bir şeyler bulmalıyım." Gökşin tezgâhından bir elma alıp bıçağıyla dilimleyip ona uzattı. Yula itiraz etmeden uzattığı elmayı ısırırken midesinin açlıktan kasılan midesi rahatlamıştı. "Orası kolay olan ama bu saraydan normal bir çıkış mıydı?"

"Oraları boş ver Gökşin anne." Gökşin tereddütle Yula'nın yüzünü süzdü. "Burası sınır köy Yula, askerler etrafta dolaşıyor biliyorsun. Eğer kaçtıysan dikkatli olmalısın." Gökşin onu uyarana kadar bu bilgiyi anımsamaktan çok uzaktı. Askerler sınır devriyesinde gezerken her zaman köye uğrar, konaklar ya da yemek yerdi. "Çok kalmayacağım. Bana yardımcı olursan hemen buradan gitmem gerekiyor."

"Tamam bekle." Gökşin sıkı dostu olan Cali'nin yanına gitti. Cali, Rum kökenli bir aileden geliyordu. Yıllardır bu topraklarda ailesiyle beraber yaşarken Gökşin ile çocukluklarını beraber geçirmişlerdi. "Cali, tezgâha biraz göz kulak olabilir misin?"

"Yula mıydı gördüğüm?" Gökşin duyulmasını istemez gibi ona doğru eğildi. "Evet, birazdan buradan gidecek. Ona yardımcı olmam gerekiyor."

"Dikkatli olun Gökşin. Askerler öğle vaktine doğru gelmeye başlarlar." Gökşin, Yula'ya işaret ettiğinde Yula oturduğu yerden kalkıp Avcı'nın yularını tutup peşinden yürümeye başladı. Evin kapısına geldiğinde Avcı'nın yularını bağlayıp zamanının çoğunu geçirdiği evin kapısından girdi. İki katlı tahta ev oldukça eskiydi. Adım attıklarında gıcırdayan tahtaların sesleri Yula'yı eskilere götürmüştü.

Buraya gelmeden önce kuzey topraklarında yer alan bir köyde aşçılık yapıyordu. Aralarda katıldığı askeri talimlerle adından söz ettirse de geçen yıllar yüzünde sebep olmadığı çizgilerle dikkat çekmeye başlamıştı. On iki senenin ardından terk ettiği evinden sonra buraya sığınmasıyla yeni bir hayata başlamıştı. Gökşin, yıllar önce kocasını sınır kapısında yapılan savaşta kaybetmişti. Cadıların durmak bilmeyen kan dökme eylemleri birçok insanı yurtsuz ve ailesiz bırakmıştı. "Biraz kilo vermişsin ama olacağına eminim."

"Ne geçiyor aklından?" Gökşin'in peşinden üst kata çıktığında önceden kaldığı odanın kapısını açtı. İçeri adım attığında hiçbir şeyin değişmediğini gördüğünde yatağının üzerine oturup başucundaki çerçeveyi eline aldı. Siyah beyaz fotoğrafın üzerinde elini gezdirdi. Gökşin,Yula ve Gökşin'in çocukları Adel ile Erkin'in beraber olduğu bir fotoğraftı. Adel ve Erkin ikizlerdi. Yirmilerinin sonlarına yaklaşmışlardı. Yaşıt göründükleri için oldukça iyi bir diyalogları vardı. "Adel, evlendi."

"Gerçekten mi? Yoksa şu sütçü çocukla mı?" Gökşin onaylarcasına başını salladı. "Adel'in büyük aşkı Tan."

"Onlar adına sevindim. Artık gitmem gerekiyor Gökşin anne. Kıyafetlerim burada duruyor mu?" Gökşin eskimiş kiraz rengi gardırobun kapağını açtı. Yula içeride durak birkaç parça kıyafetini görünce elindeki çerçeveyi bırakıp ayağa kalktı. Askılarda asılı olan kıyafetlerinin üzerinde elini dolaştırdı. "Bunları saklamana inanamıyorum. Her şey eskisi gibi."

"Buradan gittiğinden beri bir gün dönmeni bekledim. Demek ki bir zamanı varmış ve seni beklemeliymiş." At binerken giymek için kullandığı kıyafetlerini askıyla beraber aldı. "Duş alabilir miyim?"

"Geç kızım, sormana bile gerek yok." Yula, banyoya girip tahta kapıyı ardından kapattı. Banyonun içindeki büyük kazanda ılımaya yüz tutmuş suyu ısıtmayı beklemeden yanındaki kovaya su doldurdu. Üzerindekilerden kurtulup demir plakalarla ve perdeyle böldükleri duş kabinine geçip ılık suyu üzerine boşalttı. Duş aldıktan sonra havluyla kurulanıp, kapının arkasına astığı kıyafetleri eline aldı. Bacaklarını saran taba rengi pantolonunu giyerken banyonun kapısının zorlanmasıyla irkilmişti.

"Erkin! Dolu orası!" Dışarıda duyduğu isimle Erkin'in evlenip, evlenmediğini merak etmişti. Buradan ayrıldığı zaman gönlünde kimsenin olmadığını biliyordu. Kim bilir ne kadar değişmişti. "Kim var ki? Adel mi geldi?"

"Hayır, bekle biraz." Kreme çalan karpuz kollu, pamuklu bluzu göğsünün biraz üzerinde biten kare yakaya sahipti. Üzerinde dökümlü duran krem rengine çalan karpuz kollu bluzunu giydi. Göğsünün biraz üzerinde biten kare yakası olan bluzu üzerinde dağılmaması için beline geçirdiği korsesiyle sıktı. Şimdi daha rahat ata binebilecek ve dışarıda daha rahat konaklayabilecekti. Islak saçlarını havluyla iyice kuruttuktan sonra ortaya çıkan kıvırcıklarını kuruması için kendi haline bıraktı. Tokasını bileğine takıp banyonun kapısını açtı. Erkin ve Gökşin'in konuşması o an dururken Erkin'in dudakları şaşkınlıkla aralandı. "Yula?"

"Benim." Erkin ona doğru gidip kollarını beline doladığında Yula içtenlikle karşılık verdi. "Sen, nasıl?"

"Kalıp uzunca sohbet etmeyi çok isterdim ama gitmeliyim." Erkin huzursuzca kasıldığında keskin yüz hatları iyice ortaya çıkmıştı. Yeşil gözlerini Yula'nın yüzünde dolaştırdığında Yula bakışlarını kaçırmıştı. Onunla ne zaman göz göze gelse at bindiğindeki hissiyatı anımsardı. Soluduğu toprak kokusu ve özgürlüğü. Yine aynı hislere sahip olmuştu. "Nereye gideceksin?"

"Sizden uzak olmam sizin için daha iyi olacaktır." Erkin çenesini sıvazladı. "Bunca yıl sonra karşılaştık ve diyebileceğin tek şey bu mu?"

"Ne diyebilirim ki? O gün ben buradan götürülürken çoğu şeyi arkamda bırakmam gerekti. Adel, evlenmiş. Nedimesi olacaktım. Ben gittikten sonra bir önemi kaldı mı bunun? Senin hayatın ne şekilde ilerledi bilmiyorum. Aşmamız gerekiyordu ve hepimiz aştık. Şimdi bunun hesaplaşmasını yapmak için doğru zamanda değiliz." Yula, bir nefeste konuştuğunda Erkin'in gözlerinin ardında üzüntü gördü. "Nişanlandım."

"Tebrik ederim." Yula'nın tek diyebildiği bu olmuştu. Erkin'le aralarında olanlar hiçbir zaman aşk olarak dile gelmemişti ama yüreğinde istemsizce bir ağırlık olmuştu. "Yula..."

"Gökşin anne, eğer gelebilirsem seninle olanları konuşmak için geleceğim. Sadece seni sevdiğimi bil ve sana çok şey borçlu olduğumu." Erkin'in adını söylemesini görmezden gelerek Gökşin'e sarılıp vedalaştı. Alt kata inip kapıdan çıkacakken kapıyı açması ve karşısında dört saray askerini görmesi bir olmuştu.

 

"ignis effundit": Ateşi dışarı çıkar.

 

 

 

Loading...
0%