3. Bölüm

Bölüm 3: Saklı Köy

Dilhan
dilhann

 

Askerler Yula'nın omzunu ittirip, kenara çekilmesini sağladı. İçeri girdiklerinde hepsinin üzerinde gözleri dolandı. Yula, her an onlarla dövüşmek için hazırdı. "Ne için gelmiştiniz?"

"Son üç aydır vergileri vermiyormuşsunuz. Komutana oğlunu yamamak seni kurtarır mı sandın?" Yula'nın gerginliği azalırken, Gökşin'in kendi durumuna üzülecek hali kalmamıştı. "Borcumuz borç. Ay sonunda ödemeyi yapacağız."

"Şimdi istiyoruz." Askerler evin içinde dolanmaya başladılar. El koyabilecekleri eşyalar seçmeye çalışıyorlardı. Yula yumruklarını sıktı. Onlara karşı sesini çıkaramıyor olmak sinir bozucuydu. "Şuradaki vazoyu alın." Diğer üç asker altın varaklı vazoyu işaret etti.

"Aile yadigarı!" Gökşin ne kadar karşı çıksa da onu dinlemediler. Yula biraz geri çekilip cebindeki altın kesesine uzandı. Üç tane altın çıkarıp avucuna sakladı. Kesesini cebine koyduktan sonra askerlerin görüş açısına girmeden Erkin'in eline sıkıştırdı. Erkin başta ne olduğunu anlayamadan avucuna baktı. Altınları gördüğünde kaşlarını çatarak Yula'ya baktı. Yula ona askerleri işaret ettiğinde Erkin kaşlarını kaldırdı. Yula askerlere seslendi. "İşte vergi ücretiniz."

"Demek ki istediğinizde ödeme yapabiliyormuşsunuz." Erkin'in avucunda tuttuğu üç altını hızla aldılar. Askerler bir süre Yula'nın bedeni üzerinde gözlerini gezdirdiler. Rahatsız olup, Erkin'in arkasına doğru saklandı Yula.

"Hadi gidelim." İçeri girdiklerinden beri sessizliğini koruyan asker diğerinin omzunu dürttü. Yula'ya bakarak konuştuğunda onun bakışları rahatsız edici değil daha çok tanıdık birine bakar gibiydi. Askerler evden ayrıldığında Yula rahat bir nefes aldı. "Gökşin anne, neden daha önce söylemedin?"

"Neyi söyleyeceğim kızım zaten ne durumdasın bir de benim dertlerimi mi dinleyecektin." Yula ona sıkıca sarıldı. "Askerlerin evden çıktığını gördüm. İyi misiniz?"

Kapıdan gelen kadın sesiyle hepsinin odağı değişmişti. Beline kadar uzanan düz kızıl saçları, mavi gözleriyle beraber onu daha da dikkat çekici kılıyordu. Kıvrımlı vücudunu saran siyah pantolonu Yula'nın bile tekrar dönüp bakmasını sağlamıştı. Asya, yıllar içinde daha da güzelleşmişti. "İyiyiz kızım. Gel, kapıda bekleme."

"Erkin, seni götürecekler sandım." Kollarını Erkin'in beline doladığında Yula'nın boğazına yumru oturmuştu. Asya ile çok samimi değillerdi ama bir arkadaşlık geçmişleri vardı. "Birini arıyorlarmış."

"Yula?" Asya sarıldığı nişanlısından uzaklaştı. "Merhaba."

"Dönmene çok sevindim. Düğünümüze katılabilecek misin?" Asya, heyecanla söylediği her sözün Yula'nın kalbinde açtığı yaralardan haberdar değildi. "Kısa süreliğine ziyarete gelmiştim hatta yola çıkmam gerekiyor. Mutluluklar dilerim ikinize."

"Eğer gelebilirsen iki hafta sonra olacak. Erkin için önemli olduğunu biliyorum. Seni orada görürse mutlu olacağına eminim." Yula'nın yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Asya'nın acımasız sözlerini bilerek sıraladığını o an fark etti. Komutanın kızı olan Asya'nın her zaman gözü Erkin'de olmuştu. Bu yüzden Yula ve Adel'le arkadaşlık kurmaya çalışmıştı. Adel zamanla onun niyetini anladığında Yula'yı uyarmıştı. Bütün köy dile getirmese bile Yula ve Erkin arasındaki çekimin farkındaydı. Asya ise dile gelmeyen şeyin gerçekliğini yok sayıp istediğini almak için çabalamıştı. Yula gittikten sonra ise işler onun için daha kolay olmuştu. Gökşin'in ters giden işleri ve ona destek olmak için babasını kullanan Asya, Erkin'in gözünün önünde bulunmayı sürdürmüş ve sonunda istediği teklifi almıştı. "Fırsatım olursa katılmak için mutlaka uğrayacağım. Gökşin anne, ben yola koyulmalıyım."

"Dikkatli ol." Vedalaşıp zor nefes aldığı evden pelerinini alıp dışarı çıktı Yula. Siyah pelerininin ipini omzundan bağlayıp büyük şapkasını başına geçirdi. Avcı'nın yularını çözüp, sırtına bindi. Arkasına bakma gereği duymadan köyün çıkışına kadar atını sürdü. Köyün çıkışında atını yavaşlatıp, şapkasını açıp derin bir nefes aldı. Yula için geçmiş her zaman acı verici olmuştu. Eze'den ayrıldıktan sonra artık Kızılkum'un sınırlarından çıkana kadar durmamıştı.

Saklı Köy, Kızılkum ve Doğu toprakları arasındaki geçiş köyüydü. İki toprak arasında geçiş yapacak olanlar mutlaka oraya uğrar ve askerlerin aramasından geçerdi. Yıllardır barışın en büyük kaynağı Saklı Köy olmuştu. İki tarafa ait askerler görevlendirilmiş ve krallıklar böyle tedbir almıştı.

Yula, Saklı Köy'e ulaşmadan önce bir gece daha konaklamalıydı. Hava kararmıştı ve karanlıkta at sürmek tehlikeliydi. Hiç durmadan devam etse birkaç saat içinde ulaşmış olacaktı ama göze alamadı. Göl kenarında durdu. Atının sırtından inip gölden bir avuç su içti. Avcı, onun gibi göl kenarına yaklaşıp su içmeye başladığında Yula etrafa göz gezdirmeye başladı. Gölün yakınında sırtını yaslayabileceği bir ağaç vardı. Etraftan birkaç taş parçası ve dal toplayıp ağacın önünde ateş yakabileceği bir zemin oluşturdu.

Ateşi yaktıktan sonra yüzüne yansıyan sıcakla içi titremişti. Boğazından sıcak bir şeylerin geçmesi için yolculuğunu tamamlamakta sabırsızlanıyordu. Bütün düzeni alt üst olmuştu. Bu yaşına kadar hiç sahip olamadığı düzeni tekrardan dağılmıştı. Anne ve babasını kaybettiği günden beri sığındığı yalnızlığını düşündü Yula. Cadıların hayatını elinden çalışını düşündü. Nefreti tazelenmiş gibi hissediyordu her düşündüğünde. Etrafta duyduğu ayak sesiyle beraber düşüncelerinden hızla sıyrılıp, yaktığı ateşin üzerine bir avuç toprak atıp söndürdü. Ayak sesi yaklaştığında ayağa kalkıp, hançerini kılıfından çıkardı. "Demek atımı çalan hırsız sensin."

"Kimsin sen?" Karanlık sadece ayın yansımasıyla hafif bir aydınlığa kavuşuyordu. Yula, ona doğru yaklaşan bedeni görse bile yüzünü seçememişti. Atımı çalan hırsız sözleri zihninde yankılandığında yakalanmış olma korkusu içini kaplamıştı. "Avcı'nın sahibi. Doğrusu onu nasıl ikna ettiğini merak ediyorum."

"Komutan Asar?" Göl kenarına iyice yaklaştığında aydınlık tamamen genç adamın yüzüne vurmuştu. Ay ışığı altında parlayan beyaz teni, göğü kıskandıracak mavilikte olan gözleriyle bir eliyle Avcı'nın yelesini okşarken bir yandan ona bakıyordu. "Demek beni tanıyorsun."

"Tanıyorum." Yula, tedirgindi. Asar'ın onu geri götürmek için burada olduğunu düşünüyordu. Bunu tek başına yapmayacağından emindi. "Saraydaki yangını sen mi çıkardın?"

"Hayır." Yula tereddüt etmeden cevap vermişti. Asar'ın her hareketini dikkatle izliyor ve hançerini sıkıca kavramış ondan gelebilecek bir harekete karşı hazır bekliyordu. "Neden kaçtın?"

"Daha fazla hizmet etmek istemedim." Asar, Avcı'nın yelesini okşamayı bırakıp Yula'ya doğru birkaç adım attı. "Neden bunu söylemek yerine atımı çalıp kaçmayı tercih ettin?"

"Hah! Onlara gitmek isteyeceğimi söyleyecektim ve Sermin oturduğu tahtından buna cevap vermeye tenezzül mü edecekti?" Yula, kim hakkında konuştuğunu idrak edince duraksadı. "Annemin bu kadar katı olduğunu bilmiyordum."

"Gözlerinizi kapadığınız birçok şeyden biri sadece." Yula, hançerini kılıfına geri koydu. Asar'a doğru birkaç adım attı. Asar, safkan cadının oğluydu ama Yula'dan güçlü olmasının imkanı yoktu. Aralarında bir cadı çağı yaş farkı vardı. Net olarak bilmese de Asar henüz yüz ellilerine yeni basmış olmalıydı. "Ailem hakkında konuşurken fazla cesursun."

"Beni geri götürmeye mi geldin?" Yula onun söylemlerini görmezden gelmişti. "Bir hizmetlinin peşine bizzat kendim düşmezdim Yula ama sen hayatımdaki en önemli şeylerden birini çaldın."

"Ödünç aldım diyelim." Avcı, Asar'ın yanına gelip kolunu dürttü. Kendini sevdirmek istiyordu. Sahibinden kaçtığı için affettirme yöntemi denebilirdi. "Seni sevmiş yoksa onu oradan çıkaramazdın."

"Geri vermeye pek niyetim yok zaten." Asar'ın kaşları çatılmıştı. Yula, ona doğru koşup karnına bir tekme attı. Sersemlemesinden faydalanıp Avcı'nın sırtına çıktı. "Beni yarı yolda bırakma, lütfen."

Yularını tuttuğunda karanlık ormanda Avcı'nın sesi yankılandı. Süratle koşmaya başladığında Yula'nın gönlü bir nebze olsa da ferahlamıştı. Etrafta at sesleri duymaya başladığında Asar'ın onu yakalamak için yalnız gelmediği kesinleşmişti. At sesleri yaklaşırken Yula, Avcı'nın yularını bir kez daha kendine çekti. Avcı, hızını arttırıp karanlık ormanın derinliklerine daldı. Arkasından yaklaşan seslere karşılık elini havaya kaldırdı. Ağacın köküne doğru avucundan bir şey fırlatır gibi elini uzattı. Sponsum*. Büyük bir esinti ağacın köküne vurduğunda ağaç köklerinden ayrılarak sağa doğru devrildi. Yere devrilen ağaç toprakların havalanmasını sağlarken, arkasından gelen at sesleri durmuş. Birkaç adamın gür öksürüğünü duymuştu. "Az kaldı oğlum."

"Yula! Uzaklaşamazsın." Asar'ın sesini duyduğunda az önce sıradan biri olmadığı yeterince anlaşılmıştı. Bir ağacı daha devirdiğinde kendine çıkacak yol arıyordu. Saklı köy yakınlarındaydı. Eğer köyden içeri girebilirse Asar onu oradan rahatça alamazdı. Asar'ın sürdüğü atın sesi yanına yaklaştığında sağa doğru yönünü değiştirdi. "Demek bir cadısın."

"Bırak peşimi!" Yula, masum bir canı yakmak istemese de mecbur kalmıştı. Asar'ın sürdüğü atın ayaklarına doğru bakıp fısıldadı. "Uperficiem igni." Yüzey alev almaya başladığında Asar, karşı büyü yapmaya çalışsa da fayda etmiyordu. Avcı'nın ayağı büyük bir taşa takıldığında beraber yere doğru savrulmuşlardı. Yula, birkaç saniye içinde toparlanıp Avcı'nın başına gitti. Acı içinde inlediğini görünce etrafı kaplayan alevlerle beraber yükselen duman öksürmesine neden olmuştu. "Avcı oğlum, hadi. Az kaldı."

Avcı ayağa kalktığında birkaç adım sendelese de sonrasında eğilip Yula'nın sırtına binmesini istedi. Yula, Avcı'nın sırtına bindikten sonra eski hızları gibi olmasa bile aralarındaki mesafenin açılmasına yetecek kadar süratleri vardı. Saklı Köy'ün girişine ulaştıklarında artık Avcı hızını iyice düşürmüş seker gibi ilerlemeye başlamıştı. Yula, Avcı'nın sırtından inip yularını tuttu. "Kimsin sen?"

"Usta Artuk'u görmek için geldim." Kapıdaki askerler oklarını ona doğrulttuğunda yorgunluktan bacakları titrer haldeydi. "Usta Artuk'a haber verin." Askerlerden diğeri harekete geçince Yula üzerlerine yağmaya başlayan yağmurla toprağa bulanmış pelerininin şapkasını başına geçirdi. Vücuduna çarpan yağmurla beraber üşümeye başlamıştı.

Köyün girişindeki askerler kenara çekildiğinde köy sınırına konumlandırılmış büyük tahta kapı açılmıştı. Saklı Köy, diğer köylerden farklıydı. Korunaklıydı ve etrafı taş duvarla kaplıydı. Köyden içeri girdiğinde askerlerin bakışları onun üzerindeydi. "İşte misafirin Usta."

Askerin hitap ettiği kişiyle bakışları buluştu. Ellili yaşlarının sonlarında olduğunu tahmin ettiği adamın gür sakalı beyazlarla kaplanmıştı. Sakallarının gürlüğünden saçı nasibini almamıştı. Seyrelmiş saçlarının ortası kelleşmeye başlamıştı. Kıyafetinden belli olan göbeği, uzun boyuyla beraber onu daha da iri göstermişti. Yula, Artuk'un yanında küçük bir kız çocuğu gibi görünüyordu. "Usta Artuk?"

"Gel bakalım Yula." Kollarını birbirine dolamış, kapının pervazına yaslanmış onu bekliyordu. Yula dediğini yapıp ona doğru yürüdü. Önüne geldiğinde içeri geçmesini işaret etti. Taş binadan içeri girdiğinde duvarlarda asılı olan kılıçları ve baltaları gördü. Mermer tezgahın üzerindeki kılıcın gümüş sapının üzerine işlenmiş yeşil zümrütleri gördü. Önemli birinin kılıcı olmalı diye düşündü. Kiremit rengi iri taşların aralarına çakılmış çivilerin her birinin üzerine dövülmüş silahlar asılmıştı. Yula daha önce Artuk'un namını duymuştu. Dövdüğü kılıçların keskinliği her askerin dilinde dolanırdı. Böylece zamanla adı herkese yayılmıştı. "Dedemin ve babamın anlata anlata bitiremediği Yula ile sonunda tanışacağız."

"Anlamadım?" Mermer tezgahın önündeki sandalyelerden birine oturdu Yula. Günlerin yorgunluğunu bütün bedeni hissediyordu. "Dedem Debret ve babam Ecevit."

"Debret'in torunu musun?" Artuk başıyla onayladığında Yula rahat bir nefes alıp gülümsedi. Ömründe tanıdığı en iyi kılıç ustasıydı. Bir o kadarda iyi bir insandı Debret Usta. "Baban ile çok vakit geçirememiştim ama Debret hayatımda tanımaktan memnun olduğum nadir insanlar arasında."

"O da senden böyle bahsederdi." Debret ile yaklaşık elli sene önce yolları kesişmişti. Henüz otuzlarında genç bir adamdı. Ona rağmen yeteneği onun diyarlara adının ulaşmasını sağlamıştı. "Asar peşimde."

"Biliyorum bütün köylerde seni arıyorlar ama buradan seni almaları kolay olmayacak biliyorsun. Yarın akşam seni sınırdan geçireceğim ve güvende olacaksın." Yula, birkaç saniye duraksadı. "Neden bana yardım ediyorsunuz? Beni nasıl buldunuz?"

"Sen bu toprakların kurtuluşusun Yula. Kral öldükten sonra cadıların eline geçen bu topraklar verimsizleşti. İnsanlar para kazanamıyor ve babanın ölmüş olsa bile şu an bu topraklarda yaşayan herkes adını biliyor. Benim için bunlar sadece büyüklerden gelme duyumlar ama sen bunların şahidisin. Anne ve babandan alınan bu toprakların varisi sensin. Seni bulmak bizim için zor olmadı. Zaten babam yıllardır izini sürüyordu ama geçen sene onu ve dedemi sınırlarda ölü bulduktan sonra artık zamanı geldiğini anladım. Seni bulmaya son bir adımları kalmıştı ve bu onların ölümüne sebep oldu." Artuk aralıksız konuştuğunda yaşının getirisiyle oluşan kaz ayaklarının yanından bir damla göz yaşı süzüldü. Yula'nın kurtulduğu o katliam ve sonrası acı doluydu. İki yaşındayken ellerinden alınan ailesi ve çocukluğu bütün hayatının kayıp gitmesine sebep olmuştu. "Bilmiyorum Usta. Ömrümün hepsini bunu düşünerek geçirdim ama bir çıkış yolu bulmak çok zor. Geçen yıllar tanıdığım insanların bir çoğunu toprağa vermemle umutlarımı yıktı."

"Sandığından çok daha fazla insan senin ortaya çıkmanı bekliyor Yula. Bu topraklar gerçek sahibini istiyor." Yula oturduğu yerden kalkıp etrafta volta atmaya başladı. Kafası karışıktı. Buhara cadılarının gücü hafife alınamazdı. "Bir avuç insanla cadılara kafa tutamayız."

"Hepsinin insan olduğunu nereden çıkardın?" Artuk şimdi Yula'nın dikkatini çekmeyi başarmıştı. "Gizlenmeyi başaranlar var mı?" Artuk onu başıyla onayladığında Yula'nın içinde tekrardan bir umut yeşermişti. "Neredeler?"

"Her yerde. Senin gibi saray hizmetlisi olanlar, köylerde hayat sürenler, askerlerin arasında olanlar... Her yerdeler Yula. Senin bulunmanı beklediler." Kapı gürültüyle çalındığında Artuk elini dizlerine koyup destek alarak oturduğu yerden kalktı. "Kapının arkasında dur."

Artuk kapıyı açtığında karşısında, kucağında iki yaşında sarışın bir kız çocuğuyla duran genç bir kadın vardı. "İynem?"

"Evet benim baba." Genç kadın içeri girdikten sonra Artuk kapıyı kapattı. Yula ve İynem'in bakışları buluştuğunda Artuk boğazını temizledi. "Gelinim İynem ve torunum Ayşıl."

Yula kız çocuğunun yeşil gözlerinin gülerek ona baktığını gördü. Yüzünde istemsizce bir gülümseme oluştuğunda İynem'e ne kadar benzediğini fark etti küçük kız çocuğunun. "Çok sevimli."

"Bu saatte ne işiniz var burada İynem?" Artuk bu durumdan hoşnut değil gibiydi. "Kocamın kim uğruna öldüğünü görmek için."

"Bunu konuşmuştuk seninle." Yula'nın merakla kaşları çatılmıştı. "Ne demek bu?"

"İki hafta önce kocam cadılar tarafından yakılarak öldürüldü. Sırf seni aramaya çıktığı ve bir birlik oluşturulduğu haberi onlara ulaştığı için gözümün önünde yakıldı." Yula, sarayda her şeyden habersiz kalmıştı. Etrafta onun için ölen insanlar vardı. "Ben bunları bilmiyordum."

"Sana kızgın değilim. Seni suçlamıyorum ama bana Akın'ın bir hiç uğruna ölmediğini kanıtlamanı istiyorum." Yula, İynem'in kırgınlık dolu gözleriyle karşılaştığında üzüntü yüreğine hakim olmuştu. Küçük bir kız çocuğu bu yolda öksüz kalmıştı. "Ben ömrümü anne ve babamın acısıyla geçirdim. Yetişkinliğe erdiğimde ise farklı yerlere sürüklendim. Hayatım için bir sebebim olmalıydı. Hayatta kalmalı ve gücümü kavramalıydım. Çok insan tanıdım ama ailem için yapacak bir şey bulamadım. Şimdi her şey için bir sebebim var İynem."

"Hak ettiğin tahtı al ve bize hak ettiğimiz yaşamı ver." Küçük kız çocuğu Yula'nın gözlerinin içine bakıp tekrar gülümsediğinde Yula içindeki tek yangının intikam hırsından gelmediğini biliyordu. O sadece tahtın varisi değil aynı zamanda Ateş'in varisiydi.

 

Bölüm : 24.12.2024 13:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...