4. Bölüm

Bölüm 4: Koruyucular

Dilhan
dilhann

"Uzun yoldan geldin Yula. Biraz dinlenmelisin." Yula, Artuk'u başıyla onayladı. Bitkin hissediyordu. Artuk yerdeki kırmızı dokuma kilimi ayağıyla kenara ittiğinde zemindeki kapak ortaya çıkmıştı. Eğilip kapağı kaldırdığında karanlık zeminin ucunda merdiven başlangıcını gördü. "Aşağıda bir sığınak var. Biraz karanlık ama en iyisi orada kalman."

"Dinlenebileceğim bir yer olsun yeterli. Zaten uzun zamandır karanlık hücrede kalıyorum." Yula, duvardan bir meşale alıp tahta merdivenin başına geçti. Dar alandan aşağı indikçe meşale etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Birkaç basamak daha indikten sonra ayağı zemine temas ettiğinde etrafa göz gezdirdi. Ardından sığınağın kapağını kapamışlardı. Beklediğinin aksine büyük bir alandı. Karşılıklı konulmuş iki yatak ve bir erzak dolabı vardı. Raftan yaprak sarma konservesi alıp açtı. Yatağın üzerine oturduğunda midesine giren yemekten sonra açlığı bastırılmıştı.

Kirlenen ellerini yıkamak için yerdeki üzeri taşla kapatılmış kovalardan birinden demir maşrapayla su aldı. Lavabonun içinde eline su tuttu ardından meşaleyi söndürüp kendini sırt üstü yatağın üzerine bıraktı. Bedeni yatağın yumuşak zeminiyle buluştuğunda bütün uzuvları yorgunluktan sızladı.

"Yula!" Tanıdık ses kulaklarına dolduğunda gözlerini araladı. İçeri giren ışık huzmesi gözlerini ovalamasıyla netleşti. "İynem?"

"Öğle güneşi tepeye çıktı. Biraz dinlendiysen seni tanıştırmak istediğimiz birileri var." Yula yatağında doğruldu. Yüzüne düşen saçlarını eliyle geri itti. "Geliyorum." Yüzünü yıkadıktan sonra artık uykusu iyice açılmıştı. Birkaç saatlik uyku bile ona iyi gelmişti. Dağılmış saçlarını sıkıca toplayıp merdivenlerden yukarı çıktı.

Yukarı çıkıp kapağı kapadıktan sonra arkasını döndüğünde kaşları şaşkınlıkla havalandı. Diz çökmüş dört adam ve iki kadının varlığını gördü. Beş çelik zırh giyen adam elini yumruk yapıp göğsüne vurup ayağa kalktı. Göğüslerindeki zırhtan çıkan sesle yanlarında diz çökmüş halde duranlarda ayağa kalktı. Hepsinin eli göğsünde, başları dik bir şekilde ona bakıyordu. Yula, anlamaz gözlerle Artuk'a baktı. "Ne oluyor?"

"Ateş koruyucularının komutanlarıyla tanış Yula." Yula ateş koruyucularını duymasıyla tüyleri ürpermişti. "Onlardan geriye kalanlar olduğunu bilmiyordum."

"Sadece kraliçemizi bekliyorduk." Başındaki miğferi çıkardı ortada duran adam. Miğferin çıkmasıyla beyazlamaya yüz tutmuş saçları ve yeşile çalan gözleri ortaya çıkmıştı. Ona kraliçe olarak hitap etmesine karşılık Yula başını iki yana salladı. "Annemden sonra bu sıfata layık olabileceğimi düşünmüyorum."

"Bunu kabul etseniz iyi olur çünkü sizinle aynı safta savaşmak isteyen ordunuz var ve emirlerini sadece kraliçelerinden alıyorlar." Ateş koruyucuları Kızılkum muhafızlarıydı. Sarayı ve toprakları korumak asli görevleriydi. "Siz savaştan nasıl sağ kurtuldunuz?"

"Güçlerimiz sizinkilere denk değil ama savaşmak bizim kanımızda var." Koruyucular seçilmiş ailelerin üyeleriydi. Sadakat yemini eder ve mühürlenirlerdi. Eğer ihanet ederlerse, mühür kırılarak lanet onları öldürürdü. Savaştan önce yaşadıkları ihanetin sonucuna biri katlanmıştı. Ölümü göze alarak ihanet etmişti. Bir koruyucu bütün bir toprağı lanetlemiş ve öyle ölmüştü. Yula, koruyucuları hatırlamayacak kadar küçükken yaşanmıştı bu savaş ama soylarına güvenmek zorundaydı. "Yıllarca sizden bir haber almak için uğraştım. Saray devrildiğinde çok küçüktüm. Bana olan bağlılığınız için mühürleriniz var biliyorum ama bununla sınırlı kalmak istemiyorum. Tanımanızı istiyorum, beni benimsemenizi istiyorum. Kuşkusuz bir güven duymadığımız sürece ve birbirimizi tanımadığımız sürece savaşamayız. Sadece ölümümüze yürümüş oluruz."

"Ben Komutan Kongar ve dostlarım Sungur, Toygar, Ertan, Oylum ve Laçin. Biz sizi doğduğunuz günden beri tanıyoruz. Her anınızda size nefesinizden daha yakın olduk." Kongar'ın sözleri Yula'nın yıllardır yabancı olduğu hissi anımsamasına neden oldu. Sadakat. "Neden karşıma çıkmadınız?"

"Yetişmen gerekiyordu Yula. Her karşına çıkan insan seni hazırlamak için hayatına girdi. Gökşin senin merhametli yanın oldu. Ayla, senin şefkatli yanın oldu." Ayla ismini duyduğunda burukça gülümsedi. Onun elinde büyümüştü ve daha sonra yaşlılıktan dolayı onu kaybetmişti. "Efkan senin cesaretindi. Erkin ise kalp sancın oldu. Hazır olduğuna emin olduğumuzda ise işte buradayız."

Yula'nın bütün hayatı gözlerinin önünden geçmişti. Efkan ona dövüşmeyi öğretmişti. Büyülerini kullanmayı ise Ayla'dan öğrenmişti. Erkin konusu ise kalbini sızlatmaya devam ediyordu. Düğünü olduğunu düşündüğü her an bir burukluk oluşuyordu kalbinde. "Etrafımda dönen bunca şey varken ben hiçbirini anlamadım. Nasıl hazır olduğumu düşündünüz?"

"Anlamaman normaldi Kraliçem. Hayatını zaten bir bilinmezlikle yaşadın ve bir avuç insana güvenmeyi tercih ettin. Güvendiğin insanlar ise zaten doğru tercihlerindi. Eğer bizlerden birine sırt çevirseydin işte o zaman senin kararlarının ardında duramayacağımızı anlamış olurduk." Komutan Sungur konuşmasını bitirdiğinde Yula anlayışla başını salladı. Şimdiye kadar gücünü hiç kötüye kullanmamıştı. Damarlarında yetişen ve her geçen gün harlanan ateşi dizginlemiş, eğitmişti. Bunun için sabrı Ayla'dan öğrenmişti. "Ne demem gerektiğini bilmiyorum. Önümüzde uzun bir yol var. Eğer topraklarımızı geri istiyorsak bu hemen olmayacak. Sandığınızdan daha çetin bir dönemden geçeceğiz. Kiminiz benden daha tecrübeli ama sizden daha fazla onlarla vakit geçirdim. Sizden daha fazla insanların çektiklerine şahit oldum."

Hepsi tekrardan önünde diz çöktüğünde Yula'nın kalp atışı hızlanmıştı. İçindeki umut duygusu yeniden gün yüzüne çıkmıştı ve ailesinin anısını yaşatabilme ihtimali onu heyecanlandırıyordu. Kafasında dönen birçok düşünce vardı. Yıllardır edindiği birikimler şimdi gün yüzüne çıkmalıydı. "Bu gece Doğu topraklarına girdikten sonra Sidilya için yola çıkacağım. Orada ittifaklar kurabilirim."

"Herkesin toplanmasını söyleyeceğim." Ertan hareketlenecekken Yula durmasını işaret etti. Ertan'ın gözlerindeki meraklı bakışlar sırayla hepsini ele geçirdi. Yula, kızıl saçlı kendi yaşlarında olduğunu düşündüğü kadını işaret etti. "Benimle sadece Laçin gelecek."

"Emredersiniz." Laçin'in görüntüsünün aksine kalın ses tonunu ilk defa duydu Yula. Üzerine giydiği çelik örme zırhın omuz kısımlarına dökülen dalgalı saçlarını elinin tersiyle geri itti. "Bizim ne yapmamızı istiyorsunuz?"

"Benim sadece köle olduğumu düşündükleri için peşimi bırakacaklardır. Asar'ın atı benimle olduğu için peşime düştü. Bu topraklardan çıktıktan sonra artık izimizi bulamaz. Sizde bu sırada sarayı izleyeceksiniz. Her yerde gözünüz kulağınız olduğu malum. Her şeyi bilmek istiyorum. Biz savaş hazırlığı yaparken onların bir şeylerden işkillenmesine sebep olacak kimse olmasın. Sakinlik en büyük silahımız olacak." Hepsi onu başıyla onayladığında Artuk'la bakışları buluştu Yula'nın. Bakışlarında tanıdık bir duygu vardı. Gurur. Artuk, elini karnının üzerinde dolaştırdı. "Devamını yemek yerken konuşuruz. Masaya geçelim."

Perdenin ayırdığı bölmeden diğer tarafa geçtiklerinde yere kurulmuş masanın etrafında oturdular. Yula, masanın başındaki yerini aldığında hepsini tek tek inceleme fırsatı bulmuştu. Koruyucuların kaç yaşına kadar yaşadığı belirsizdi. Bilinen en yaşlı koruyucu bin iki yüz yaşında olan Ecevit'ti. Savaş sırasında esir düştüğü biliniyordu ve bir daha ondan haber alınamamıştı. Kimisi öldüğüne inanırken, kimisi yaşadığına emindi. Sarayda geçirdiği zamanlarda Yula buna dair bir bilgi edinememişti. Karanlık zindanların olduğu taraf oldukça korunuyordu. Öyle ki kendi askerleri bile o alana geçemiyor sadece büyülerle korunuyordu. "Kaç koruyucu hayatta?"

"On iki koruyucudan sadece buradaki altılı var." Kongar, Ecevit'ten sonra en yaşlı koruyuculardandı. Büyüleri sadece savunma odaklı olup, iyileşme süreçleri hızlıydı. "Bir ordudan bahsediyorsunuz. Bu insanlar kim ve neredeler?"

"Bir kısmı burada Saklı Köyde yaşıyor. Bir kısmı ise Eze'de yaşıyor. Kimisi bizim soyumuzun devamı kimisi ise savaştan kaçan insanların ailelerinden kalanlar. Büyücüler ve insan soylarının devamı hepsi sizin geleceğiniz günü bekliyor." Yula, önündeki pilavdan bir kaşık daha aldı. İnsanların canı ona emanetti. Birçok köyde cadıların saltanatının bitmesi beklendiğini biliyordu. Açlıkla sınanan köyler vardı ve ticaret yolları ise zorbalıkla tutulduğu için tercih edilmez hale gelmişti. "Benimle görüştüğünüzü buradaki insanlar haricinde kimse bilmeyecek. Yoldan döndüğümde büyücülerin savaş için eğitimlerini tamamlamış olmalarını istiyorum. Sadece savunma değil, yaşlı olanlar kara büyülerini serbest bıraksın ve bilmeyenlere öğretsin."

"Kara büyü mü?" Oylum sessizliğini bozduğunda sesindeki tını endişe barındırıyordu. "Evet, kara büyü. Bu savaştan sadece savunma yaparak sağ çıkamayız. Zamanında reddettiğimiz her şeyi topraklarımızı almak için kullanmak zorundayız."

"Peki siz? Hazır mısınız?" Yula, Oylum'un tutumundan rahatsız olmuştu. Tanımadığı birini sorgulamasını normal bulmaya çalışarak kendini telkin etti. "Güç, kandan gelir Oylum. Eğiten ve yönlendiren ise sen olursun. Her zaman eksiklik vardır ama kan daima seninledir. Endişeni şimdi anlayabilirim belki ama bir sonrakinde sorgulamamayı tercih etmelisin."

"Biz artık gidelim." Kongar gerginliğin son bulması için ayağa kalktı. Yula, onlarla beraber ayağa kalktığında önce Oylum'a ardından Kongar'a baktı. "Bileklerinizi görmek istiyorum."

"Tabi." Sırayla hepsi bileklerini sıyırdığında Yula mühürlerin üzerinde baş parmağını dolaştırdı. Hilal şeklindeki ay ve ortasından geçen kılıç mühürleriydi. Yula'nın temasıyla beraber mühürler tenlerinde daha da koyulaştı. Oylum'un bileğini tuttuğunda mühür aynı tepkiyi vermişti. Yula'nın aklındaki bir soru böylece silinmişti. "Yola koyulabilirsiniz."

Laçin haricindeki diğer koruyucular dışarı çıktı. Artuk, onlarla vedalaşmak için peşinden çıkarken Yula masanın yan tarafındaki mindere oturdu. Laçin'e oturmasını işaret ettiğinde, Laçin üzerindeki örme zırhı çıkarıp askıya astı. Yula'nın karşındaki kiremit rengi minderin üzerine oturdu. "Oylum kaç yaşında?"

"Bildiğimiz kadarıyla iki yüz yirmi iki." Laçin'in sözlerinde verdiği detay kaşlarının çatılmasına neden oldu. "Bildiğiniz kadarıyla mı?"

"Evet. Oylum'u dört sene önce bulduk. Yaralıydı ve ormanın derinliklerinde bulduk. Ölmek üzereydi. Eğer bir koruyucu yakınınızdaysa, mühür size işaret verir." Elini bileğindeki mührünün üzerinde gezdirdi. "Bunca zamandır neredeymiş?"

"Bizden bir iz aradığını ve sonrasında haydutların eline düştüğünü söyledi." Yula, düşünceli bir şekilde çenesini okşadı. "Hoşuma gitmeyen bir şeyler var. Yakında anlarız."

"Biraz asi ve başına buyruktur Oylum ama iyidir. Bizimle beraber yetişmedi. Yetişkinliğine ermeden ve eğitimi tamamlanmadan cadılar sarayı ele geçirdi." Artuk yanlarına geldiğinde konuşmalarının bir kısmına şahit olmuştu. "Oylum daha soğuk ve onlardan ayrı duruyor evet ama şüpheleneceğimiz hiçbir davranışı olmadı."

"Onunla vakit geçirmeden bunu bilemem. Döndüğümüz zaman ayrıca ilgileneceğim. Usta, bizim kıyafetlere ihtiyacımız olacak. Örme zırhlardan istiyorum ama kıyafetlerin altına giyebileceğimiz şekilde olmalı. Silah olarak sadece hançer istiyorum. Büyüyle dövülmüş hançerler." Artuk'un kaşları çatılmıştı. Kendisi bir insandı ve daha önce büyüyle dövülmüş hançerlere şahit olmamıştı. "Bu nasıl mümkün olacak?"

"Hançerlerin demirlerini sen dökeceksin ama biz döveceğiz. Hadi Usta, işe koyulmamız gerek." Artuk dışarıdaki çırağına seslendi. On yedi ya da on sekiz yaşlarında olduğunu tahmin ettiği genç çocuk içeri girdi. "Bana abini çağır. Ocağın altını açmayı unutma."

Genç çocuk başıyla onaylayıp yanlarından koşar adımlarla çıktı. Artuk, metali ocağın üzerindeki çukura yerleştirdi. Metal eriyip, sıvılaşana kadar ocağın altındaki hançer kalıbını çıkardı. Yula, bu sırada Artuk'un her hareketini izliyordu. Kalıba yayılan metal, kabın şeklini alırken Yula'nın yanına gelmesini işaret etti. Kabı soğuk ile temas ettirdiğinde metal donmaya başlamıştı. Arkasındaki çekmeceyi açıp, hançer için bir kabza aldı. Siyah, parmaklarının tam oturmasını sağlayacak oyukları olan kabzayı tezgahın üzerine bıraktı. "Çekici alıp, güçlü bir şekilde vurman gerek. Özellikle uçlarını sivri yapmalısın. Ne kadar iyi döversen, o kadar çok sağlamlaşır. Bu sırada nasıl bir büyü kullanacaksın bilmiyorum. Onu gerçekleştir."

"Biraz geri çekilin." Yula, çekici eline aldıktan sonra fısıldamaya başladı. "Paucis ictibus pugnae initium cepit. Maledictam in corpore fluens sanguis signavit." Artuk'un merakla kaşları çatılmıştı. "Ne diyor?"

"Önce birkaç darbeyle savaşı başlattı ve akan her kan onun vücuduna laneti mühürledi. Bu çok eski bir kara büyü. Hançerle birinin vücudundan kan akıttığında o insanın kanı vücudundan boşalana kadar akmaya devam edecek." Artuk, Yula'nın hırsla hançeri dövmeye devam ettiğini gördü. Yula'nın hançere indirdiği darbeyle bir kıvılcım yükseliyordu. Kelimeleri son bulduğunda masanın üzerindeki bıçakla elinin ortasında bir kesik açtı. Birkaç damla kan metalle buluştuğunda ise hançerin üzerinde yükselen siyah duman Artuk'un ve Laçin'in nefesinin kesilmesine neden oldu. Yula, elinin tersiyle burnundan akan kanı temizledi. Laçin endişeyle sordu. "İyi misin?"

"İyiyim sadece uzun zamandır bu kadar güç kullanmamıştım." Artuk, Yula'nın omzuna bir baba edasıyla dokundu. "Bu büyüleri nereden öğrendin?"

"Beni yeterince izletememişsin demek ki Artuk. Cadıların ininde yaşayacaksan, onlar gibi olmayı bilmelisin." Yula, yirmi yıl önceye kadar kara büyüye dair bir şey bilmiyordu. Köle pazarında tanıştığı genç bir cadı vardı. Onunla beraber düştükleri bataklıkta kendilerini korumak için büyü yapmaları gerekmişti. Tanya, Vika cadılarındandı. Kökleri eskiye dayanan, cadılığı din usulü yaşayan ve kendileri dışındaki ırkları aralarında kabullenmeyen Vika cadıları. Ailesinin yaşadığı köy Buhara cadıları tarafından ele geçirildikten sonra köle pazarında satılmıştı.

Yula, kendini ona yurtsuz bir cadı olarak tanıtmasıyla Tanya'dan birçok şey öğrenmişti. Onları satın alan yaşlı kadın evinde hizmetçi olarak kullanmaya başladıktan bir süre sonra eski kocasının eve dönmesiyle işler değişmişti. Önce kadına ettiği eziyetlerin ardı arkası kesilmemiş sonrasında ise Tanya ve Yula'ya karşı saldırganlığa geçmişti. Bir süre kimliklerini saklamak için dayandıkları şiddet en sonunda ev sahipleri kadının ölmesiyle son bulmuş ve ilk kara büyüsünü o an yapmıştı Yula. Ardından yaşanan arbede ise onun eline onlarca insanın kanının bulaşmasına sebep olmuştu. "Kara büyü sadece karşındakine zarar vermez Kraliçem. Kalbinizi köreltir."

"Seninle bir yola çıkacağız Laçin. Öncelikle bana ismimle hitap etmelisin ve evet kara büyü kalp köreltir bunu iyi biliyorum. Gereği dışında kullanırsam, diğerlerinden bir farkım kalmaz." Son cümlesini kendisine söylüyor gibiydi. Bir hatırlatma niyetinde kurduğu cümle büyük bir gerçeklikti. "Döndü mü?"

Gelen tok erkek sesiyle hepsinin başı kapıya dönmüştü. İçeri giren uzun boylu genç adamın bakışlarının tek odağı Yula olmuştu. Az önce şahit olduğu görüntüleri sessizce izlemiş ve yıllardır adını duyarak büyüdüğü kadının varlığına şimdi şahit olmuştu. "Adal, gel."

"Ne kadarına şahit oldun?" Yula'nın ilk sorusu bu olmuştu. Eğer Artuk'un yerinde olmasaydı çoktan onun boğazını kesmiş olurdu. "Hançeri dövüşüne şahit olacak kadar."

"Yani ölümünü yetecek kadar." Adal, gözlerinin üzerine düşmüş kıvırcık saç buklelerini eliyle düzeltti. Karşısındaki kadının genç görüntüsü beklemediği bir durumdu. Bu yüzden şüpheyle bakmaya devam etmişti. "Adal, genç olmasının aksine çok iyi zırhlar örer Yula. Adının hakkını verecek bir karakteri var. Ona güvenebilirsin."

"Bana herkese şüpheyle yaklaşmamı Ayla anne öğretmişti. Kendi öğretilerinizi sorgulamamalısınız." Yula'nın bir yanı kızgınlık barındırıyordu. Bunu kontrol altına almak istese bile ara ara gün yüzüne çıkıyordu. Yıllar önce onlarla bir olabilirdi ve belki bütün yaşamı daha kolay geçebilirdi. Kimliğini arayarak öğrenmek onun en büyük sınavıydı. "Kızgınlığında haklı yanların var Yula ama her şey sırayla olmalıydı. Senin için en güvenli olan koruyuculardan uzak olmandı."

"Bunun için zamanımız yok. Daha sonra, her şeyi geri aldığımızda konuşacak çok şey var. Şimdi zırhlar hazırlanmalı." Artuk, Adal'a Yula'nın istediği zırhı anlatırken genç adam kafasında öreceği zırhın planını yapmaya başlamıştı. "Eğer sık örülürse, hareketiniz kısıtlanacaktır."

"Üst gövdenin sık olması gerekiyor. Hayati darbeleri alabileceğimiz yerler korunsa yeterli olacaktır. Aksi bir durum için yanımızda zırh zaten götüreceğiz." Adal, Yula'nın etrafında dolaşıp onu süzdü. "Ölçülerinize ihtiyacım olacak. Üzerinizdeki kıyafetleri çıkarıp bana verirseniz, işleme başlayabilirim."

"Ne kadarda hazır olur?" Adal, birkaç saniye sessizliğini korudu. "İki gün."

"Bugün ve yarın. Daha sonra yola çıkacağız." Adal olumsuz cevap verecekken Yula'nın bakışlarıyla sessizliğe bürünmüştü. Az önce büyü yaparken gözüne yansıyan hırsı görmüştü. Onun odağı olmak tercihi değildi. "Elimden geleni yapacağım."

"Az önceki ölüm tehdidim için üzgünüm. Malum hayat pek sıradan değil." Genç adam, Yula'nın önünde reverans yapıp, "Sorun değil Kraliçem. Emrinizdeyim." dedi. "Serseri." Artuk, babacan bir tavırla Adal'ın sırtına iki defa vurdu.

"İynem senin için giyecek bir şeyler getirmişti. Laçin için getirmesini söylerim. Üstünüzü değiştirebilirsiniz." Birkaç dakika sonra İynem, Laçin için de kıyafet getirmişti. Üzerlerindeki kıyafetlerden kurtulup yenilerini giydiklerinde , İynem onlara göre minyon olsa da sorun yaşamamışlardı. Yula'nın giydiği siyah beline oturan altı volanlı elbisenin boyu ayak bileğinde bitiyordu. Halinden memnundu. "Ben kıyafetleri aldığıma göre gidiyorum."

"Dikkatli ol Adal. Burada olan burada kalır." Adal, Ustasının sözlerini başıyla onaylayıp kapıdan çıktı. Yula, dövdüğü hançerinin donup aldığı şekle baktı. Ortasında beliren siyah çizginin üzerinde elini gezdirdi. Parmaklarının ucunda oluşan karıncalanma, hançerin yaşadığı hissini vermişti. "Tamamlayalım."

Artuk, hançeri kabzasına oturttuktan sonra üzerine birkaç defa çekiçle hafifçe vurdu. Keskin tarafı için uygun bir kılıf çıkarıp, Yula'ya uzattı. Yula, eline aldığı hançeri kılıfına yerleştirdi. Kılıfın kenarlarındaki daireler onu vücuduna sabitleyeceği ipin geçiş alanlarıydı. "Senin silahın seni vurursa?"

"Kanım ile mühürlendi. Belki beni ağır yaralar ama öldürmez." Artuk endişeliydi. Henüz her şey yeni başlarken başına bir şey geleceği düşüncesi onu tedirgin ediyordu. Yula'nın gözünü kararttığını görebiliyordu. "Şimdi ne yapacaksın?"

"Ritüeli tamamlayacağım." Laçin'in duyduğu cevapla gözleri parıldamıştı. Artuk ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Ne ritüeli?"

"Ateşin varisi, ateşten doğacak."

 

Bölüm : 30.12.2024 09:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...