
Yula ona umutla bakan insanların gözlerini gördü. Kalbini kaplayan bu his artık bir intikam arzusundan daha fazlaydı. Her karşılaştığı insan onun için hem bir umut hem de bir sorumluluk gibiydi. "Hasina, ben bu kadar yoğun bir duygu hissetmeyi beklemiyordum."
"Kraliçe Yula tahmininizden daha çok insan sizin dönüşünüzü bekliyordu. Gördükleriniz, göreceklerinizin sadece ufak bir kısmı." Yula, onları başıyla selamladı. Elini havaya kaldırıp yumruğunu sıktı. "Bizden haince alınanı hakkımızla alacağımıza kanım üzerine yemin ederim!"
"Hu!" Nidaları yükseldiğinde Hasina'nın tüyleri ürpermişti. Geçen zamandan sonra ilk defa biri onlara haklarını alabileceklerine dair umuttu. "Sabredin, bekleyin! Biliyorum uzun zamandır beklemenin sabırsızlığı içerisindesiniz ama dökülen her kanın hesabını soracağız."
"Canımız yolunuza feda!" Aralarından çıkan bir kişinin sesiyle hepsi tekrardan "Hu!" diye bağırmıştı. Yula onlara ayağa kalkmalarını işaret etti ardından içeri girdi. Laçin'in gurur dolu gözlerine karşılık samimiyetle gülümsedi. "Azazil Kral'ıyla görüşmem gerek."
"Seni akşam yemeğine bekliyor." Yula şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Geldiğimden haberi var mı?"
"Kral Yafsar tedbirlidir. Geleceğini ona söylemesek bu durumu hoş karşılamazdı. Şimdi biliyor ve ne istediğini dinlemek istiyor." Yula kendini şanslı hissediyordu. Attığı her adımda biri ona ön ayak oluyor ve yolunu açıyordu. Etrafındakiler ne yapması gerektiğini biliyordu. Yula, kendinden bile daha fazla hazırlıklı olduklarını her geçen gün fark ediyordu. "Beni şaşırtıyor ve gururlandırıyorsunuz. Ailem nasıl bir halkı olduğunu bilseydi eğer benim gibi gururlanırlardı."
"Anneniz ve babanız Kraliçem bütün halkına şefkatle ve özenle yaklaştı. Hasatların kötü olduğu dönemde dahi halka sırt çevirmediler. Saraydan önce bizleri düşünüp, hazineyi bizim için kullandılar. Biz doğduğumuz, büyüdüğümüz ve ekmeğini yediğimiz topraklara ihanet etmeyiz." Yula derin bir soluk aldı. Karmaşık ve yoğun duygular arasında kayboluyordu. "Saray yolu ne kadar sürüyor?"
"Şimdi yola çıkmalısınız. Güneş batana kadar ulaşmış olursunuz." Yula, Kral Yafsar hakkında sadece duyumlara sahipti. Onun adil bir Kral olduğunu biliyordu. Zamanında birçok savaştan başarıyla ayrılmış bir komutandı. "Bize eşlik etmeyecek misin?"
"Ben bu köyden çıkacağım zaman topraklarıma geri döndüğüm zaman olacak. Size eşlik etmesi için iki kişi hazır. Arfe ve Liya. Arfe iyi bir büyücüdür, Liya ise iyi bir cadı. Yaşlarının genç olduğuna bakmayın yetenekleri birçok ben iyiyim diyeni cebinden çıkarırlar." Yula, tanımadığı insanlarla yolculuk yapmak zorunda kalıyordu. Diğer zamanlarda bundan asla hoşlanmaz ve reddederdi. Şimdi şartlar değişmişti. "Korumalara ihtiyacım yok. Bana aklı başında ve burasıyla ilgili bilgili biri gerekli."
"Bana güvendiğin kadar onlara güvenebilirsin ama ben buradan dışarı çıkmayacağım." Yula başını hafifçe sağ omzuna eğdi. "Bir savaşta sana ihtiyacım olsa bile mi?"
"Benim bu hayattaki amacım savaşmak değil. Size itaatim ve sizin için savaşım kılıçlarla veya büyülerle değil. Bunu anlayacaksın Kraliçe Yula ama şimdi değil." Hasina'nın yarattığı karmaşaya kendini kaptırmak istemedi. Kral Yafsar ve yapabilecekleri anlaşma onun için daha önemliydi. "Görelim Hasina şimdi yola koyulma vakti."
Geleli henüz birkaç saat olmuştu ve Yula yorgun hissediyordu. Günlerdir yollardaydı ve sürekli düşünür haldeydi. Bedenen ve zihnen yaşadığı yorgunluklar bitik hissetmesine neden oluyordu. Evden çıktıklarında onlara doğru yaklaşan Arfe ve Liya, Yula'yı gördüğünde başlarıyla selam verdiler. "Kraliçe Yula size eşlik etmek bir onurdur."
"Merhaba, Laçin ile tanışın. Kendisi kadim koruyuculardan." Karşılıklı selamlaştıklarında Yula'nın gözü iki gencin üzerinde dolandı. "Siz ikiz misiniz?"
"Evet efendim." İkisinin yüz hatları kemikliydi. Liya'nın beline kadar uzanan altın rengi saçları Yula'nın bile dikkatini çekmişti. Arfe'nin kısa saçları onunkiler kadar dikkat çekmiyordu. "Yola koyulalım. İlk ön görü önemlidir derler."
"Nasıl isterseniz efendim." Yula onların saygı sözcüklerini garipsese bile sesini çıkarmamıştı. Bir yerde konum ve itibar istiyorsa göz ardı etmesi gerekirdi. "Nerede yetiştiniz? Aileniz buralı mıydı?"
"Kızılkum'dan üç sene önce buraya getirildik. Orada saray hizmetlisiydik. Ailemiz ise hala Eze'de yaşıyor." Yula, Avcı'nın sırtına binip onun yelelerini okşadı. "Buraya gelmeden önce Eze'ye uğramıştım. Sevdiğim bir yer."
"Umarım yakın zamanda onlarla beraber olacağız." Liya konuşurken gökyüzüne bakmıştı. Eze'lilerin dua ederken yaptığı gibiydi. Her cadı kabilesinin kökeni bir yere dayalıydı. Kimisi bir saray soyuna kimisi ise aynı topraklardaki bir köye... Aynı ülke ama farklı yörelere ait olmak gibiydi. Damarlarındaki akan kan, cadı kanı olsa bile büyüleri kullanış şekilleri ve ayinleri bile değişiyordu. Eze cadıları ise temelini topraktan alırdı. Kullandıkları her büyüyü toprağa bağlarlar her yaptıkları silah ise topraktan bir parça taşırdı. İnsanları ise iyiliğin göklerden geldiğine inanırdı. Aynı köy içinde farklı iki inanca sahip gibiydiler. "Umarım Liya."
Avcı'nın sırtına avucuyla birkaç kez vurdu. Avcı talimatını almış gibi hızlı bir çıkış yaptı. Arfe ve Liya'nın ona öncülük yapmasını sağlamak için Avcı'nın yularını kendine doğru çekti. Arfe ve Liya atlarıyla Yula'nın önüne geçtiğinde Laçin ise arkalarından takip ediyordu. Yula geçtiği her toprak karışını incelerken bulmuştu kendini. Azazel doğası gereği bile büyülü sayılabilirdi. Yer yer hakim olan kar yağışı sol tarafına döndüğünde ise çiçek açmış bir orman sunuyordu. Pembe ve mor renklerin yeşille harmanlandığı büyüleyici bir manzaraydı. Azazel bir insanın umudunu ve karamsarlığını gösteriyor gibiydi.
Ormanlık alandan yükselen çocuk kahkahaları yüzünde istemsizce bir gülümsemeye neden olmuştu. Hiçbir zaman ortalıkta koşturabilen bir çocuk olamamıştı. Hayatının her anında bir yerlerde saklanmak ve kendini sakınmak zorunda kalarak büyümüştü. Büyüdüğünde de bu durum farklı olmamıştı. Sahi ne zaman özgürce gülebilmiş ve atını sürdüğü yer felaketi olmamıştı? Yula'nın içten gülümsemesi artık buruk bir tebessüme dönüşmüştü.
Arfe ve Liya atlarını yavaşlattığında Yula dikkatini tekrardan yola vermişti. Sonunda durduklarında bir göl kenarına gelmişlerdi. Atların sırtından indiklerinde onlar yere otururken atlar göl kenarına ilerlemişti. "Size sormadık ama buradan ileride atların başka su içebileceği bir yer olmayacak."
"İyi düşünmüşsünüz. Sizinle Kral Yafsar hakkında konuşmak isterim." Laçin açtığı su şişesini Yula'ya uzattı. Yula minnetle bakıp suyundan büyük bir yudum aldı. "Bildiğimiz her şeyi söylemeye hazırız."
"Kral Yafsar aynı zamanda bir büyücü ama Azazel'de çoğunlukla insanlar yaşıyor. Nasıl bir dengeye sahipsiniz?" Arfe çıkmaya yeni başlayan sakalları arasında ellerini dolaştırdı. "Adil biridir. Bir ara orduda görev yapmıştım. Bazıları aksine insanları köleler olarak kullanmıyor. Onların kurduğu iş kollarına destekte bulunuyor ve ilimlerini yaymaları için okullar açtı. Saraydaki hizmetlileri insanlardan çok cadılardan oluşuyor diyebiliriz. Önemli görevler ise insanlara verilmişti."
"Gerçek adillikten mi bahsediyoruz yoksa adilliği bir gösteriş olarak mı kullanıyor?" Yula sorgulamadan edememişti. Eşitlik savunulabilirdi ama buradaki işleyiş eşitlikten çok insanları yüceltmeye yönelik gibiydi. "Ordudayken bir kötülüklerini görmedim ama orada uzun süre bulunmadım sadece buraya gelir bağlılık yemini eder ve kısa bir eğitim alırsın."
"Gidip göreceğiz. Ne kadar yolumuz kaldı?" Yula ayağa kalktı. Daha fazla oyalanmak istemiyordu. Güneşin batışına iki saat var gibiydi. "Orman bitiminde kaleyi görmüş olacağız."
"Hava kararmadan varmış oluruz." Atların üzerlerinde yerlerini aldıklarında tekrardan yola koyulmuşlardı. Ormanın bitimine kadar durmadan at sürmüşlerdi. Kızılkum'un aksine ormanlarda bir düzen vardı. İki mevsimi ayıran bir yol gibiydi. Sonu ise saraya çıkıyordu. Ormanın bitimine ulaştıklarında duraksadılar. Çıkmaları gereken bir yokuş vardı. Yokuşun sonunda ise sarayın başlangıcı vardı. Büyük surlarla çevrilmişti ama Kızılkum'la olan farklılığı Yula'nın dudaklarını şaşkınlıkla aralamaya yetmişti.
Duvarların bir kısmı ormandaki gibiydi. Renkli çiçekler ve sarmaşıklarla kaplanmıştı diğer kısmı ise kurumuş dallar ve kar taneleriyle doluydu. Manzara gözler önüne bir şenlik sunuyor gibiydi. "Vay canına..." Dudaklarından sadece bu kelimeler dökülmüştü.
"Büyüleyici görünüyor." Laçin, Yula'yı desteklercesine konuşmuştu. Arfe onların bu şaşkınlığına karşılık içtenlikle gülümsedi. "Gerçekten öyle görünüyor."
"Bu dengeyi korumak nasıl mümkün olabiliyor?" Laçin bir yandan yürürken sormadan edememişti. Bu topraklara daha önce adım atmamıştı. Birçok yerde barınmışlardı ama Kızılkum sınırları dışına hiç çıkmamıştı. "Kral Yafsar'ın ve Azazel cadılarının kökleri doğaya bağlıdır. Güçlerini doğadan alırlar ve doğa ise onlara bu konuda yardımcı olur. Doğanın dengesi basittir. İyiliğe karşı iyilik bulursun. Bu topraklarda Kral ile savaşmak zordur. Sadece cadılarla veya insanlarla savaşmış olmazsın doğa da sana karşı durur."
"İmrenilesi." Yula daha fazla yorum yapamamıştı. Azazel hakkında duyumlara sahipti. Anlattıklarını da daha önce duymuştu. Duymak ve şahit olmak farklı şeylerdi. Konuştukları esnada kalenin surlarının kapısına gelmişlerdi. Onları gören askerler durumdan haberdar edilmişlerdi. Sur kapıları ardına kadar açıldığında kapının iki yanındaki askerler çelik zırhlarının ardından onlara başlarıyla selam vermişti.
Surların ardında heybetli bir Saray bulunuyordu. Beş büyük kulesi ve her kuleye yerleştirilmiş askerler vardı. Surların üzerinde dolanan sayısını kestiremediği askerleri fark etmişti Yula. Barış içinde yaşayan bir Krallık için fazla tedbirli olduğunu düşünmüştü. Surlar ve Saray arasında yürüyerek yaklaşık yirmi dakikalık bir mesafe vardı. Bahçenin bir kısmında Krallık için kurulmuş bir sera diğer tarafında ise dokuma tezgahları vardı. Yer yer konumlandırılmış talim alanlarında ise askerler vardı. Kral Yafsar lüksüne düşkündü. Halkına karşı zulmetmediği için yaşadığı bolluk ona halkı tarafından hak görülüyordu. Saray kapısından içeri girdiklerinde ayaklarının altındaki kırmızı halının üzerine adım attılar.
Duvarların üzerinde çeşitli ülkelere mensup ressamların tabloları vardı. Bir çoğu kıtalar arası nam salmış ünlü tablolarken bir kısmını ilk defa görmüştü Yula. Taş duvarların arasında adımlamaya devam ettiklerinde önünden geçtikleri birkaç kapalı kapının üzerinde gözlerini dolandırmıştı. Taş merdivenlerin başına geldiklerinde onları bir Saray görevlisi bekliyordu.
"Hoş geldiniz." Onları gülümseyerek karşılayan genç kadına aynı tebessümle karşılık verdi Liya. "Kral Yafsar bizi bekliyordu."
"Evet efendim. Madam Yula, Kral Yafsar akşam yemeğinde yalnız olmak isteyebileceğinizi düşündü." Bu açık bir mesajdı. Yula bu durumu anlayışla karşıladı. Yanındaki insanlar ona yabancı diyebileceği konumdaki insanlardı. Yanlarında ne kadar açık olabileceği konusunda her zaman bir tereddüt taşıyordu. "Memnuniyet duyarım."
"Lütfen siz beni takip edin. Birazdan sizleri de misafirhanemizde ağırlayacaklar." Yula ona yol gösteren kadınla beraber taş merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Merdivenler girişin ortasından yukarı doğru ikiye ayrılıyordu. Dönemeçlerin başlarında büyük aslan heykelleri vardı. Heykellerin üzerlerinde ise tavandan sarkıtılmış altın kaplamalı avizeler vardı. Her bir avizenin kollarında yanan on mum bulunuyordu. Saray girişinde bulunan devasa avize ile içerinin aydınlanması bile gösterişi simgeliyordu. Onlar sol tarafa doğru yönelirken Yula son adımında arkasına bakıp karşı koridora göz gezdirdi. Merdivenlerin bitimi büyük bir salona açılıyordu. Salon girişinin yanı ise tekrar bir koridordu. Koridorun sonunda ise yeni bir merdiven vardı. "Bu taraftan."
Merdivenin karşı tarafına döndüklerinde ise büyük bir yemek odasına girmişlerdi. Odanın ortasında on dört kişilik bir masa vardı. Masanın başına doğru baktığında Kral'ın oturacağı koltuğun şatafatının ardında harlanarak yanan şömine ortama loş bir ışık yayıyordu. Masanın sol ucuna doğru uzanan yanda ise kitaplığın önüne konumlandırılmış kırmızı iki tekli koltuk ve onun tam karşısında iki kişilik koltuk bulunuyordu. Koltuğun altın işlemeli varakları Saray'ın ağırlıklı olarak sahip olduğu bir dekordu.
"Madam Yula, sizi görmek büyük bir şeref." İçeri dolan tok sesle Yula dikkatini odanın girişine çevirmişti. Üzerinde parlak siyah ipek gömleğinin altında ipek siyah pantolonuyla içeri giren adamı incelemeden edememişti. Saçına ve sakalına yeni düşen aklarla Yula kim olduğunu bilmese en fazla ellilerinde derdi. "O şeref bana ait."
"Yemekler soğumadan masaya geçelim." Kral Yafsar omuzlarından yere kadar uzanan siyah kürkünü alması için kapıda bekleyen yardımcısına işaret etti. Yardımcısı kürkü omuzlarında tutan broşun iğnesini açıp omuzlarından dökülen kürkü kollarının arasına aldı. Adamın taşımakta zorlandığı görülebiliyordu. Yafsar heybetli bir adamdı. Geniş omuzları, uzun boyu ve yıllardır sürekliliğini bırakmadığı talimleri ile yaşı ne kadar ilerlemiş olsa dahi güçten düşmemişti. "Görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim."
"Seninle tanışmak için heyecanlandığımı söylemek isterim." Yafsar masanın başında yerini alırken sağ koltuğuna da Yula için yer ayrılmıştı. "Hislerimizin karşılıklı olması beni mutlu etti."
"Afiyet olsun." Tabaklarına servis yapılmaya başlandığında önündeki gümüş çatalı sol eline, bıçağını ise sağ eline alıp etinden bir parça kesti. Ağzına yayılan etin tadıyla Yula keyiflenmişti. "Gerçekten leziz."
"Uzun yıllar önce Darga ve Ilgım'la bu masada oturuyorduk." Yula, babasının ve annesinin adını duyunca çatalını tabağın kenarına bırakmıştı. "Darga sevdiğim bir dostumdu. Ona bir can borcum olduğunu biliyor muydun?"
"Onlardan anılar dinleyecek kadar tanıyamadım maalesef ki." Yafsar onu başıyla onayladı. "Haklısın, talihsiz bir sonları oldu."
"Talihsiz ve hainliklerle dolu." Yafsar artık konunun açıldığını anladığında Yula gibi çatalını tabağının kenarına bırakmıştı. "Topraklarınız hiç beklemediğimiz bir anda ve hiç beklemediğimiz kişiler tarafından ele geçirildi Yula. Ne Darga ne de bizler böyle bir saldırı beklemiyorduk."
"O zamanları hatırlamayacak kadar küçük olmak benim için büyük bir kayıptan ibaret. O gün onlarla beraber ölmeyi tercih ederdim." Son cümlesi içinde yıllardır kendine tekrarladığı bir şeydi. Bu hayatta kimsesiz olarak büyümektense onlarla birlikte ölmeyi tercih ederdi. "Böyle düşünmemelisin. Hayatta kalmanın bir nedeni var. Herkesin yaşamak için bir sebebi vardır."
"Yaşamak için tek amacım intikam almak. Bütün yaşantımı bu günleri bekleyerek geçirdim." Yafsar boğazını temizledi. "Benimle neden görüşmek istedin Yula?"
"Bir savaş olacağını biliyorsunuz." Yula sözüne devam edecekken Yafsar araya girmişti. "Bu savaşta yanında olmamızı istiyorsun."
"Sadece gerektiğinde benimle olduğunuzu bilmek istiyorum." Yafsar karşısındaki genç kadına içtenlikle gülümsedi. "Bunu neden yapmamı bekliyorsun peki? Seni karşıma getirip bunu benden isteyebileceğini düşündüren nedir? Babanla olan dostluğumuz mu?"
"Dostluklara değil çıkarlara bakarım Kral Yafsar. Savaş dostluklar üzerine kurulmaz. Kızılkum ele geçirildiğinde kaybeden sadece biz olmadık. Oradaki ticaret yolunuzun kapandığını biliyorum. Ticaretinizin kapanması elinizdeki mamüllerin sizde kalmasını ve orada yetişenlerin ise size gelememesi ile sonuçlandı. Bundan en çok yarayı siz ve hazineniz almış olmalı." Yula söylediklerinde haklıydı. Buhara cadılarıyla aralarında bir savaş yoktu ama bir sulh olduğu söylenemezdi. Kızılkum'u ele geçirdikleri zamandan bu yana dışarı karşı bütün ticaretleri bitirmişti. Sadece kendi yandaşları olan kıyılarla alış-veriş yapıyorlardı. "Bir eksiğimiz yok gördüğün gibi."
"Eksiğiniz olmadığını biliyorum ama ihtiyaç duyduğunuz şeyler olduğunu da biliyorum. Doğa cadılarının şifası doğadandır. Elinizde başlayan koyuluk ne zamandır sizinle?" Yafsar istemsizce elini kendine doğru çekti.
"Kullandığınız her şifa büyüsü sizden bir parça götürdü çünkü eksiği kendi gücünüzle tamamlamak zorunda kaldınız. En son ise annenizi yaşatmak için büyünüzü kullandınız ve bu vücudunuzda büyük bir hasara yol açtı." Yula arkasına yaslanıp devam etti. "Kullandığınız ilaçtaki eksik bitkiyi topraklarınızda büyüyle yetiştirdiniz. Doğa ondan aldığınız bu haksız kazancı sizden bir şeyler eksilterek karşıladı. Büyüler tahminlerimizden daha fazla sonuçlara neden olurlar."
"Sen bunları nereden biliyorsun?" Yafsar onun bilgisi karşısında şaşkındı. Annesi zehirlenmişti ve zehrin panzehrini tamamlaması için bir bitkisi eksikti. Doğa dengeden ibaretti. Ait olmadığı hiçbir toprakta o bitki yetişmezdi. Yetişirse doğa bir karşılığında bir şey alırdı. Yafsar'dan sağlığını almıştı. "Büyümek zorunda kaldığım şartlarda çok fazla şey duydum ve öğrendim. Şifa aradığınız yakın zamanlarda eski dostuma düşmüş yolunuz."
"Bu zamanda cadılara bile güvenilmiyor." Yafsar ağzının içinde geveleyerek hayıflanmıştı. "Yani biz size hem ticaret yolunu açalım hem de şifa bulabileceğiniz cadılara ulaşımınızı sağlayalım. Sizde bize savaşta ihtiyacımız olursa destek olun."
"Bu savaştan sağ çıkamazsan peki?" Yula omuz silkti. "Burayı kendinizi korumak için yapmadınız mı? Halkınızdan uzak ve sadece size ait."
"Ailenin başına gelenlerden sonra bunu yaptım. Bir gecede alınan canlar birçok Krallığı buna itti." Yula'nın bakışlarına hüzün çökmüştü. Başını hafifçe sola yatırdı. "Haddime değil belki ama siz iyi bir lidersiniz. Kendinizi düşünerek kardeşlerini katledecek kadar zalim ama halkından hazinesini esirgemeyecek kadar cömert... Garip bir denge içerisinde yüzyıllardır burayı yönetiyorsunuz. İyi bir politikacı ve tehditkar bir Kralsınız. Bunları aynı anda sergilemek zor."
"Beni övüyor musun yoksa hakaret mi ediyorsun çözemedim. Sadece eğer bir lider olmak istiyorsan yeri geldiğinde gözünün önündekinin kim olduğunu umursamaman gerektiğini bilmen gerekir." Yafsar ayağa kalktı ve başının üzerindeki tacını çıkarıp masanın üzerine bıraktı. Tacını işaret ederek sözlerine devam etti. "Dediğin gibi yüzyıllardır buradayız ve eğer buradaki insanları ölüme sürüklemek istemiyorsam tacın ağırlığını kaldırabilmek istiyorsam barışı ve dengeyi sağlamak zorundayım. Bunun herkes tarafından kabulünü veya takdirini beklemiyorum. Azazel sınırları içerisinde olması gereken neyse onu yapıyorum."
"Bu yüzden iyi bir lider olduğunuzu söyledim. Sınırlarınız içerisinde uyguladığınız politikalar sadece size güç kazandırdı ve bu yüzden ilk sizin yanınıza geldim." Yafsar çıkardığı tacını tekrardan başının üzerine yerleştirdi. "Savaşta bir tarafta olmayacağım Yula. Azazel olarak bir yerimiz olmayacak. Karşımda cesaretle kurduğun her cümle bana babanı anımsattı. Korkusuz ve vereceğim tepkinin ne olacağını bilmemene rağmen devamlılığını sürdürdüğün her kelimen için baban gururlanırdı. Hastalığım için söylediğin yardım için halkımı savaşa sürüklemeyeceğim. Lütfen bu gece misafirim ol."
Odadan içeri yardımcısı girdiğinde Yafsar ona yaklaşmasını işaret etti. Yardımcısının kulağına eğilerek fısıldadığı sözler karşısında kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı. "Bir problem mi var?"
"Beklenmedik bir misafirim var. İzninle birazdan geleceğim." Kral Yafsar odadan ayrıldığında Yula oturduğu koltuktan kalkıp odanın içinde dolanmaya başladı. Aklında dolanan konuşmalar beklediğini alamamanın verdiği huzursuzluk vardı. Yafsar'ı haksız bulduğunu söyleyemezdi. Buhara'nın dikkatini çekmek veya Krallığını beladan uzak tutmaya çalışmak en büyük hakkıydı. Aradan ne kadar zaman geçtiğini kestiremediğinde ayak sesleri duymasıyla kapıya döndü. Yafsar yanında Asar'la içeri girmişti. "Seninle tekrar karşılaşacağımıza emindim ama o günün bugün olmasını beklemiyordum."
"Kızılkum topraklarından çıkma cesaretiniz olmasını bende beklemiyordum." Asar'a verdiği karşılık duygudan uzaktı. "Hem kindar hem ön yargılısınız Madam Yula. Oysa ki Avcı'yı çaldığınız için benim size bu duyguları beslemem gerekir."
"Benim kim olduğumu bildiğinizi düşünüyorum. Meselenin Avcı'dan daha başka olduğunun farkındayız." Asar onu başıyla onayladı. "Topraklarımızda hakkın olduğunu iddia ediyorsun."
"Topraklarımın benim olduğunu söylüyorum. Hak iddia eden ve alıkoyan sizsiniz." Yula artık sesinde öfke taşıyordu. Yafsar boğazını temizleyerek araya girdi. "Çocuklar benim topraklarımda savaşınızı veremezsiniz. Hele ki benim misafirimken kimse kimseye zarar veremez."
"Bizi karşı karşıya oturup konuşmamız için mi getirdiniz?" Yula'nın sorusuna karşılık Yafsar onun omzunu sıvazladı. "Asar konuşabileceğin biri Yula. İkinizde savaş esnasında aklınızın bunlara yetemeyeceği kadar küçüktünüz."
"Bu aynı kandan geldiklerini ve orada rahatça yaşamaya devam ettiğini değiştirmiyor. Annesinin karşısına çıktığımda haklılığımı savunacak mı dersiniz?" Asar, Yula'nın yüzünü inceliyordu. Onlara olan kininin boyutunu kavradıkça olabilecekleri ölçmeye çalışıyordu. "Aileye sırt çevirmek kolay değildir. Bu yüzden ikiniz de eşitken ve birbirinize zarar veremezken konuşmanızı istiyorum."
"Ona zarar veremeyeceğimi size düşündüren nedir?" Yafsar tekli koltuklardan birine oturdu. "Burada benim haricimde kimse büyü yapamaz Yula."
Yula buna şaşırmıştı çünkü gücünde hiçbir eksiklik hissetmiyordu. O sırada aklına dolan düşünceyle güldü. "Büyüleriniz benim güçlerimi etkilemez Kral Yafsar. Ben bir cadı değilim. Ben ateşim. Ateş benim bir parçam, ben ise ateşe aitim."
Yula avucunu açıp parmağının ucunda bir kıvılcım çıkardı. Kıvılcım ardından ateşten küçük bir hortum işaret parmağının ucundan avucunun içine yol aldı. Yula avucunu kapattığında hortum yok olmuştu. Bu onun yapabileceklerinin sadece bir ön gösterimiydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |